0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
244
Okunma
Eve nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Hafta içi ilk defa alkol almış ve akabinde büyük bir pişmanlık duymuştu. Sabah üçüncü ve son kez alarmını erteledi. Sonunda gerinerek doğruldu sıcak yatağın mayıştıran kollarının arasından. Ağır adımlarla banyoya gitti. Soğuk bir duş aldı. Soğuk su kendisine gelmesini kolaylaştırdı. Termosuna filtre kahvesini koyarak acele bir biçimde ayrıldı evinden. Şansı yaver gitmiş şirkete tam zamanında giriş yapmıştı. İştahla yol üzerinden aldığı simitten bir ısırık aldı. Ne kadar da acıkmıştı. Başı şakaklarından başlayan ağrı ile dün geceye atıfta bulundu. Sahi ne olmuştu dün gece? Doğru düzgün hatırlamıyordu hiçbir şeyi. İşyeri ne kadar da boğucuydu. Yine nefes alamıyor gibi hissediyordu. Bilgisayarını açtı. Loş ışık gözlerini esir aldı. Saatler geçerken sert kahvesinden içerek kendini uyanık tutmaya uğraşıyordu.
Güneşin kızıl ışıkları odayı sararken işini bitirmiş olmanın gururuyla kalktı masasından. Haftanın son gününü başarıyla tamamlamıştı Oktay. Sahile yöneldi. Temiz hava almak iyi gelecekti. Asfalt zeminde adımlarken zavallı sahilin bile betonlarla kaplandığını fark etti. İlk defa olumsuz düşünmek istemedi. Sağındaki masmavi denize baktı kalabalığa inat. Gökyüzünün kızıllığı ile görsel bir şölene bürünmüştü. Adımları mazinin izinden ilerledi ve yıllar önce şans eseri girdiği çay bahçesinde buldu kendini. Kırmızı sandalyelerden birine oturdu. İki kişilikti masa karşısına yalnızlığı oturdu. Ufukta, dönmekte olan ufak birkaç balıkçı teknesi görüldü. Bir çay istedi. Eskiden açık içtiği çayı demli söyledi. Ruhunun yarası kanadıkça her şeyi siyaha boyardı. Gözlerini kapatıp dalga seslerini dinledi bir süre. Gözlerini açtığında lacivert boğaz onu derin düşüncelerin girdabına çekti.
İnsanlar iki yüzlü varlıklardı. Yüzüne gülüp iki adım ötede senin yanlışların hakkında ne kadar da rahat konuşurlardı. Her daim kendi çıkarlarını kollar çıkarlarının önüne çıkanı ezip geçmekte tereddüt dahi etmezlerdi. Dostluk maskesi adı altında yanında dururlardı. Sahi hangisiydi gerçek yüzleri? Gülümseyen yalancı maskelerin ardında ne vardı? Ofisindeki insanlar canlandı gözünün önünde. Sabahları gülen yüzle selam verip güneş gökyüzünde son dansını ederken maskelerin düşüşüyle yüzlerine yansıyan somurtkan ifade eşliğinde herkesi eleştirilerinin kurbanı haline getirmeleri…
Elleri çayını buldu. Hafif sıcaklık bir anlığına kalbindeki buzları eritir gibi oldu. Bu küçük çay bahçesi de onu gerçeğin sivri pençelerinden kurtaramadı.
İçten pazarlıklar, çıkar kavgaları, insanların kendi çıkarları ile biçimlenen ahlak ve kişilikleri… Hep aynı biçimde yakalıyordu gerçeklik onu. Çevresindeki herkese ‘iyiyim’ diye fısıldarken kalbinde bitmeyen bir boşluk boy gösteriyordu. Asla dolmayacak bir boşluk… Derin bir iç çekti. O zaman kendisi de mi iki yüzlüydü? Tüm sorularına cevap arıyordu ancak tek bir soruyu bile yanıtlayamadı. Cevabın gözlerinin önünde olduğundan habersiz bir biçimde karışık zihninin derinlerinde olduğuna inandırmıştı kendisini.
Her şeyden, herkesten kaçmak istiyordu. Biri anlasa içindeki yangını saatlerce ağlar gözlerinden yaş değil zift akardı biliyordu. Hiçbir şeyden kaçamadı ancak onlara benzememeye kararlıydı. Son yudumunu da içti . Çayın çok üstünde bir parayı masaya bırakıp uzaklaştı. İleride seyyar bir balık ekmek satan araba gördü. Acıktığını hissetti. Küçük tabureye oturup ekmeği ısırdı. Hava soğumuştu ancak hiçbir şey yüreği kadar soğuk olamazdı. Yanına siyah bir kedi geldi. Gözlerine baktı derin bir biçimde. Gözlerinden acısının okunduğunu hissetti Oktay. Kedi bacağına sürtünerek mırıldandı. Ekmeğinden bir parça bölüp önüne koydu. Yemeğini bitirip ağır adımlarla evine döndü. Kızının hatırası onu kağıt kaleme düşman etmişti. Bir damla yaş düştü gözünden. Yatağına gitti. Üzerini bile değiştirmeden yattı yatağına. Hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ağlayarak uykunun kollarına teslim oldu.
5.0
100% (2)