0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
335
Okunma
– Kazım Demir
Sanat, yalnızca bir estetik uğraş değildir;
yaşamı duyumsamanın, dünyayı anlamanın ve varoluşu anlamlandırmanın en kadim biçimidir.
Toplumu güzelleştiren, çürümeye yüz tutmuş yapıları onaran ve insanı kendisiyle barıştıran bir güç varsa, o da sanattır.
Çünkü sanat, insanı insanla, insanı doğayla, insanı kendi iç sesiyle buluşturur.
Bütünleştirir. Yara olanı sarmakla kalmaz, yaradanın sesini de görünür kılar.
Sanatla beslenen toplumlar, yalnızca üretim araçlarında değil;
düş gücünde, vicdanda, sezgide ve derinlikte gelişmiştir.
O toplumlar, yalnızca “yaşayanlar” değildir;
yaşamanın anlamını soran, sorgulayan, yanıt arayanlardır.
Çünkü sanat, var olmanın dinamitlerini sadece bireysel hazlara değil;
kolektif iyiliğe, ortak adalete ve derin bir hakikat arayışına yöneltir.
Bir duvarın kenarına çizilmiş bir figür,
bir köy okulunun kara tahtasında karalanmış bir dize,
ya da yasaklı bir kitabın sararmış sayfasında yankılanan cümle —
bunlar, toplumu dönüştüren efsunlardır.
Sanat, kimi zaman bir halkın en gür sesi olur;
kimi zaman ise en derin suskunluğu.
Ama her zaman şudur:
Varoluşun şiiri.
Karanlığın içinden yürüyen ışık.
Sessizliğin içinde atılan bir çığlık.
Ve bölünmüş bir toplumun yüreğini birleştiren ince bir tel.
Bir toplum kendi sanatını susturursa,
kendi aynasını da kırar.
Çünkü sanat, o toplumun geçmişini hatırlatan,
bugününe anlam katan,
yarınına umut taşıyan bir bellek mekânıdır.
Ve ben inanıyorum:
Sanatla beslenen bir toplum, sadece ayakta durmaz — ayağa kalkar.
5.0
100% (1)