0
Yorum
13
Beğeni
5,0
Puan
203
Okunma

Korku; kaybedeceğimizi düşündüğümüz şeyler için oluşur. Oysa kaybedeceğini düşündüğün her şey, eninde sonunda kaybolacaktır.
Öyleyse korku; değer verdiğin şeylere zihnin biçtiği vade ile ilgilidir. Tüm sıkıntı, o vadeden daha erken bir sona denk gelmemizdir.
Annemizin neredeyse ölümsüz olduğunu düşünürken, erken yaşta ölümcül bir hastalığını öğrenirsek korkarız. Çünkü zihnimiz onun için uzun bir yaşam süresi öngörmüştür. Tehlikeyi yok saymıştır, ta ki onunla yüzleşene kadar…
Zihin, bazen başka bir örneği kendisiyle eşleştirerek de korkuyu doğurur. Annesini kaybeden birinin yaşadıklarını duyduğunda, kendine benzeterek geleceğin acısını bugüne taşır.
Ama korku yalnızca felç edici değildir, bazen kurtarıcıdır da. Mesela parkta oynarken kolunu kıran bir çocuğu gören bir anne, kendi çocuğunu onunla eşleştirerek güvenlik önlemi alır.
Zihin, geçici ve kalıcı kayıplar için kendi içinde bir denge arar:
İyi bir insana bir şey olmasın, kötü biri beladan kurtulmasın.
Ama neredeyse hiçbir şey, bizim biçtiğimiz dengede değildir. Sadece benzerlik gösterir. Zihin bunu ’yeterlilik’ düzeyinde algılasa da, birebir yaşanınca adil olmadığını fark ederiz.
’Hiç düşündüğüm gibi değilmiş.’
Hayat elbette tüm renkleri içinde taşır; ama herkesin renk kartelası bambaşkadır.
İkizlerin doğumu arasında saniyeler, dakikalar fark eder ama o kısacık zaman bile büyük farklılıkların başlangıcı olabilir.
Kişinin zihniyle davranışları bile birbiriyle çelişirken, insanlar arası duyguların, iletişimin kusursuz denge içinde olmasını beklemek, mükemmeli arzulamaktır.
Bana göre siyah en mükemmel rengi temsil ederken, neden çoğu insan için korkuyu simgeler?
Tam da bu noktada o meşhur soru çıkar karşımıza:
Kime göre, neye göre?
Savaştığımız tek şey kendimiziz. Asıl savaş, içimizde hiç durmadan bizi dürtükleyen o öz benliğe karşı verilir. Kendimizi, hayatı ve karşımıza çıkan insanları anlayamama nedenimiz de budur.
Peki neden kendimizle savaşıyoruz?
Çünkü başkalarına ait bilgilerle büyütülüyoruz.
Aslında tüm savaş, bize ait olan bilgiyi bulma çabasıdır.
’Ben kimim?’ sorusu da bu yüzden ortaya çıkar.
Ama çoğu insan, bunun farkına bile varmadan hayatını tamamlar.
Bir köpekten korkmadığın hâlde, korkarak büyütülürsün. Ve o korkuyu kendi bilgilerin arasına yazarsın. Bu konuyla ilgili sayısız örnek verilebilir.
Önemli olan şu: Sahip olduğumuz bilgi ne olursa olsun, ona dikkatle bakmalıyız.
O bilgi gerçekten bize mi ait?
Bir öğreti mi?
Yoksa başkasından kopyalanmış bir davranış modeli mi?
Eğer kopyalanmışsa, peki bizim kendi bilgimiz nedir?
İşte bu farkındalığa sahip insanlara denk gelmek büyük bir şanstır.
Çünkü…
Kimi insan denizden habersizdir,
Kimi duymuştur ama hiç görmemiştir.
Kimi denizde yüzmüştür,
Kimi de o denizde boğulmuştur.
Ama o denizde yüzen biri, kendiyle savaştığını bilen insandır. Ondan korkmayın. Çünkü onun derdi siz değilsinizdir. O, denizi aşıp okyanusa varmak ister.
Ama bir tavsiyede bulunmak isterim:
Eğer öyle birine denk gelirseniz, sakın kötü niyetlerle ona bulaşmayın.
Çünkü sizi göremeyeceği bir noktadasınızdır.
Fena çarpar.
Tıpkı trafikteki ’kör nokta’ gibi… 😊
Son yıllarda herkesin güzel insan olmaktan biraz uzaklaştığı şu çağda, hep birlikte kendimize gelmemiz dileğiyle...
Sevgiyle,
Serp
5.0
100% (1)