Ruh konusunda insana çok az bilgi verilmiştir. İnsan maddenin aslıyla değil kopyasıyla muhataptır. Dışarıda bir dünya vardır. Ancak insan aslıyla değil kopyasıyla muhataptır. Ruh, bedeni kullanır beden ise bir elbisedir. Ruh melek, cin ve insan gözlerinden, yani varlık âlemine açılan pencerelerden Allah’ın yaratma sanatını müşahede eder. Ruh, insandan baktığında insan, melekten baktığında melek, cinden baktığında da cin olduğunu düşünür, hisseder. Hâlbuki ne cindir ne insan ne de melek. Âdem vardı, fakat görmüyor, işitmiyordu. Allah ruhundan üflemediği için de saygıya, secde edilmeye henüz layık değildi. Kur’an-ı Kerim, insanın yaratılış sürecini detaylı bir şekilde açıklar. Allah, önce insanın bedenini yaratmış, ardından ona ruhundan üflemiştir: >“Ve hani Rabbin meleklere şüphesiz ben kuru çamurdan kara balçıktan bir insan yaratacağım demişti. Onu şekillendirip ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secde edin.” (Hicr Suresi, 28-29). Bu ayet, insanın değerini ve üstünlüğünü yalnızca maddi yapısından değil, Allah’ın ruhundan aldığı ilahi nefeste bulduğunu göstermektedir. İnsan, ruh ile düşünme, hissetme, sevme ve irade sahibi bir varlık hâline gelir. Secde emri de bu ruhun insana kattığı ulvi değer sebebiyledir. İnsan, kendisine verilen bu ilahi ruh sayesinde kendi varlığının farkına varır. Ruh, insana "ben" diyebilme yetisi kazandırır. Secde Suresi’nde bu durum şu şekilde ifade edilir: >“Sonra onu şekillendirdi ve ona ruhundan üfledi. Ve sizin için kulak ve gözler ve kalpler yarattı. Çok az şükrediyorsunuz. ” (Secde Suresi, 9). Oksijen, karbon, hidrojen, nitrojen, kalsiyum, fosfor elementleri hürmete layık olan değildir. Hürmet, Allah’ın ruhunadır. Ve insan Allah’ın yarattığı en değerli varlık da değildir. Ruh sahibi insan, sadece cin ve melek gibi şuurlu varlıklardan değerli. Allah’ın yarattığı diğer âlemlerle ilgili hiçbir bilgimiz yok. Ruh sahibi olan diğer varlıkların bir kısmı daha kıymetliler. Ruh, onların gözünden ne seyrediyor bilmiyoruz. Sadece Said Nursi hocam bu âleme de gelip tefekkür ettiklerini söylüyor. Nasıl bir biçimleri var ve kimler, bilmiyoruz. Ruh sahipleri; bakanın ve görenin üzerinde düşündükleri zaman aslında kendi varlıklarının hayal olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorlar. Ve bu onlar da tarifsiz bir mutluluğa vesile oluyor. Benlik, tek ruhta eriyince sıkıntılar da son buluyor çünkü. Kendini devreden çıkarınca, sükûn buluyorsun. Bütün övgülere layık olan sadece Allah’tır. Neden bütün övgüler Allah’adır? Çünkü hakikatte Allah’tan başka bir varlık yoktur. Ruh ve ruhun izlediği tecelliler, hepsi Allah’a ait. Kimse yok ki başka kimi övelim? >“Övgü Allah'adır ki gökleri ve yeri yarattı. Ve karanlıkları ve aydınlığı var etti. Sonra inkâr edenler Rablerine denkler tutuyorlar.” (En’am Suresi, 1). Ruhun kaynağında Allah'ın Kendi ruhu vardır. Allah'ın insana vermiş olduğu ruh sayesinde insan, kendi varlığının şuurunda olan ve "ben, benim" diyen bir varlık olabilmiştir. İnsan, bu ruh ile düşünen, konuşan, sevinen, kararlar alan, medeniyetler kuran, ülkeler yöneten bir varlıktır. Akıl ve vicdan sahibi her insan, hayatı boyunca yaşadığı her olayı beyninin içindeki ekranda izleyen varlığın, ruhu olduğunu hemen anlayacaktır. Yani insanın bedeni dışında başka bir varlık bulunmakta olup beyninin içindeki görüntüyü "görüyorum" diyen, beyninin içindeki sesleri "duyuyorum" diyen kendi varlığının şuurunda olan ve "ben benim" diyen bu varlık Allah'ın insana vermiş olduğu ruhtur. Fakat dünyada ruhu olanlar ve olmayanlar vardır. Ruhu olanlar cennet için yaratılmışlardır. Ruhu olmayanlarsa ruhluların eğitimi için yaratılmış karanlık dünyada yaşayan görüntü objeleri olup cehennem ehlidirler. Ruhu olan insan sayısı azınlıkta olup çok azdır. Beynimizde bir gölge varlık olup Bertrant Russel Rölativite'nin Alfabesi isimli kitabının 160-161. sayfalarında şöyle demektedir; >"Kuşku yok ki, madde genel olarak bir oluşlar grubu olarak yorumlanacaksa, bunu göze, optik sinire ve beyne de uygulamak gerekir." Bunun farkına varan felsefeci Bergson ise, Madde ve Bellek isimli kitabında şöyle demektedir; "dünya imgelerden yapılmıştır, bu imgeler ancak bizim bilincimizde vardır; beynin kendiside bu imgelerden birisidir." Ruhumuza, tüm görüntüleri gösteren, tüm sesleri duyuran, ruhumuzun zevk alması için tüm tatları ve kokuları yaratan, tüm alemlerin Rabbi, her şeyin Yaratıcısı olan Allah'tır. İnsan Allah'ın kendisine verdiği ruh ile ahlaki özellikler edinen bir varlıktır. Nöronlar ve onları oluşturan atomlarınsa böyle özellikleri yoktur. Allah'ın varlığı her yeri kuşatmıştır. İnsansa hiçbir şekilde mutlak varlık olamayacağı için gölge varlıktır. İnsana en yakın olan kişi insanın anne, babası ve dostu olmayıp şah damarından bile yakın olan kişi Allah'tır. Fakat insan ölüm döşeğindeyken ya da hastayken büyük bir yanılgıyla, o an kendisine yakın varlığın baş ucundaki kişi olduğunu düşünmektedir. İnsan gölge bir varlık olduğundan Allah'tan bağımsız bir gücede sahip değildir. Bu nebiler ve elçiler içinde geçerlidir. İnsan elini gözüne götürdüğünde de aslında Allah bunu insana yaptırmaktadır. Fakat insana sanki kendisi yapıyormuş gibi hissettirmektedir. Allah insan ruhuna hiçbir uzvu olmadığı hâlde tüm hisleri idrak ettirmektedir. Örneğin ruh, ayakları olmadığı hâlde yürüdüğünü, eli olmadığı hâlde yazı yazdığını, ağzı olmadığı hâlde yemek yediğini hissetmektedir. Ressam ve yaptığı "resim" bir değildir. Ressamın, sanatı tuvale yansır. Tuvale yansıyan, ressamın kendisi veya ressamın bir parçası değildir. Tuvaldeki görünümün hiçbir ögesi de ressamın şahsına dâhil edilemez. Ressam, eserini görebilir, ama tuvaldeki resmin renkleri, desenleri, tuvalde kalan fırça izleri, ressamı göremez veya resimken ressam, yani resmeden olamaz. Eğer, resim de ressamdır, ressamda resimdir deniliyorsa, bu çelişkidir. Çünkü hem parça var hem de bütün var deyip yani bunların tasnif edip parçayı ve bütünü ayırıp sonra da bunlar "birdir" demek fikirsel bir çelişkidir. Bütün müdür, değil midir? Bütünse, neden parça var deniliyor? Zaman geçmez. Geçen, sadece gözlerin önündeki görüntülerdir. Tek ruh, farklı pencerelerden çeşitli tabloları zaman algısıyla birlikte izliyor. Mekke dönemi Nebimiz Muhammed'le, Firavun’la Mısır’da, Kudüs’te İsa tabloları… gibi. Tablolar hareketli ve tablolarda derinlik mucizesi var. Hakikatte mesafe ve tabloları izlediğimiz mekân da yok. Bir sergi salonunda değilsiniz. Ve daha ilginciyse tablolara hakikatte tek bir kişi bakıyor: O da tabloların Sanatkârı. Kendi sanatını temaşa ediyor. Tablolarında aslında Kendi güzelliğini, sonsuz güzelliğini seyrediyor. Ama o tablolar Kendisi değil. Allah'ın zatı ve tecellileri aynı değildir. Tecelliler, Allah'ın isimlerinin; yarattığı varlık âlemindeki yansımalarıdır. Güneş ışığına, güneş denemez. Güneş ve güneşten yansıyan ışık aynı şey değildir. Allah, vahdet-i Vücud felsefesinin yanlışlığını güneşi ve güneşin ışığını yaratarak, tecelli âleminin delillerini kullarına göstermiştir. Kâinat kitabını okumayı bilmeyenler, kendini yani kitabı okuyanı, kitabı ve kitabı yazanı “bir zannetme” yanılgısına düşmüştür. Hâlbuki Allah, kâinat kitabını sadece okunması için yazdı. Dolayısıyla kâinat, Kur’an üzerinden okunur; tasavvuf dininin ulularının üzerinden değil… Allah'ın zatının haricindeki her şey yok oluyorsa, tecellilerin Allah'ın zatına dâhil edilmeyeceğini ve hâşâ Allah'ın bir parçası olmadığını görüyoruz. Eğer, varlık âlemi, vahdet-i Vücud felsefesine inananların iddia ettiği gibi bütünün parçası olsaydı; parça yok olunca, doğal olarak bütün de yok olurdu. Ama Kasas Suresi 88. ayeti Allah'ın zatının ve tecellilerinin ayrımını net olarak gösteriyor. Allah, kendi varlığının dışında, yarattığı her şeyi dilerse yok edebilir. Felsefe, Kur'an'ın yol göstericiliğinde yapılmaz ise, insanı dalalete düşürür. Ruh sahibi olan insan başıboş yaratılmamış olup bu dünyadaki varlığının bir amacı bulunmaktadır. Allah'ın ruhunu taşımakta ve bu dünyada imtihan edilmektedir. Yaptığı ve düşündüğü her şeyden ahirette sorumlu tutulacaktır. İnsanın yaşamında bir tesadüflük ve amaçsızlık olmayıp her şey Allah'ın dilemesiyle yaratılmış ve bunların tümü insanın tabi olduğu imtihanın bir parçasıdır. İnsanın ölümüyle sonlanacak olan bu yaşamında geride bırakacağı şey sadece bedeni olacaktır. İnsanın ruhu ise ahirette sonsuza kadar yaşayacaktır. Ruh, göz denen pencereden, Allah'ın mülkünü, sanatını, sonsuz ilminin inceliklerini ve rahmetini seyretmektedir. Seyrettiği şeylerin hiçbiri kendisine ait olmayıp hiçbirine, hiçbir zaman sahip olmayacaktır. Bedeni ve kapısının önünde duran arabası ve ayağına giydiği terlikte kendisinin olmayıp Allah, ruh sahibine, mülkünü kullanma hakkı vermiştir ve bu hakkı dilediğine, dilediği ölçüde verir. İnsanın pencereden seyrettikleri ve seyredecekleri takdir edilmiş olup insan pencereden bakıp şükretmeli çünkü Allah'ın sanatı muhteşem olup kişinin penceresinden bakan kişiler çok azdır. Yine bu ruhsa 180 derecelik bir alanda görüntü izlemekte ve izlediği görüntüler kendi tercihi olmayıp Allah tarafından takdir edilmiştir. Hiçbir beşer izlediği ve başkalarının izlediği görüntülere müdahale edemez. Görüntü âleminin tek faili Allah olup görüntü âlemindeki olağanüstü olan her şeyi de Allah yaratmıştır. Resul dahi olsa, görüntünün içeriğine müdahale gücü ve yetkisi yoktur. Eğer görüntüdeki olağandışı gelişmeler herkes tarafından fark edilebilecek olsaydı, Firavun Musa'nın ardından ikiye bölünmüş denize girmezdi. Ayetler perdeli olup bunları herkes görüp kavrayamaz fakat Allah dilediğine hidayet(anlama, kavrama, idrak) ilmi verir. İnsansa sevgiye aç olarak yaratılmakta ruhunun en şiddetli etkilendiği şey samimi sevgidir. Bu durum İncil'de şu şekilde geçmektedir: > "Ruh'un meyvesi ise sevgi, sevinç , esenlik, sabır, şefkat, iyilik, bağlılık, yumuşak huyluluk ve özdenetimdir.(Galatyalılar 5:22) Dünyada iki çeşit insan vardır. Ruhu olanlar ve ruhu olmayanlar gelenekçi dine bağlı olanlar her insanın dünyaya gelirken ruh sahibi olduğuna inanmaktadır. Halbuki Allah ruh sahibi kullarını seçmiştir. Cehenneme girecek olanlar, müminlerin eğitilmesi için yaratılmış olan özel varlıklardır. Zaten ruh sahibi olan bir insanın cehennemdeki azaba takati yetmez. Örneğin; Bir cesedin ateşe atıldığını ya da parçalara ayrıldığını düşünecek olursak o cesed bunu hiçbir şekilde hissetmez. Zira acıyı hissedecek bir ruhu yoktur. Aynı şekilde Allah'ın ruhunu taşımayan bir beden, cehenneme girse bile acıyı hissetmez. Fakat dışarıdan bakıldığı zaman cehennem ehlinin çok acı çektiği , pişmanlık duyduğu görülecektir. Batında ise sadece bir görüntü şeklinde ölü beden oldukları için acı hissetmezler ve pişmanlıkta duymazlar. Allah yarattığı hiçbir varlığa gerçekte acı çektirmediğini Kur'an'da şu şekilde haber vermektedir: "Allah kullara zulmedici değildir."(Enfal Suresi 51. ayet) Yine ruhu olmayan bu özel varlıklar cehennemden hiçbir zaman çıkamayacaklardır. Bu durum Kur'an'da şöyle belirtilmektedir: " Evet kim kötülük kazanır ve suçu kendisini kuşatırsa işte onlar ateş halkıdır orada ebedidirler."(Bakara Suresi 81. ayet) Ölüm meleği gelir. Ruh sahibine güzel bir üslupla dünya hayatının bittiğini söyler. Ruh sahibi bu andan itibaren boyut değiştirmeye başlar. Boyut değiştirmek bir mekândan, başka bir mekâna geçmek değildir. Değişen, görüntülerin nitelik ve niceliğidir. Görüntü netlik ayarları değişir. Aynı zamanda görüntü izlerken, görüntülere verilen içsel tepkiler de değişime ve dönüşüme uğrar. Görüntüleri büyük bir soğukkanlılık ve huzur içinde seyretmeye başlarsınız. Önce, melekle birlikte kıyametin kopma anına şahit olursunuz. Sonra bu boyut kapanır ve mahşer boyutu açılır. Hesap verir ve cennet görüntülerini izlemeye başlarsınız ve bunların hepsi kısa bir sürede gerçekleşir. Ruhsuzlara gelince ruhsuz; dünyada, mahşer meydanında ve ebedi azap yurdu cehennemde görüntü izlemez. O gözlerin arkasından bakan hiç kimse yoktur. Bakarlar. Siz baktıklarını görürsünüz; ama ruhsuzlar göremezler. Ruhsuz, göremez. Çünkü gören, işiten ve muhakeme istidadı olan ruhtur. Ruhsuz; acı hissetmez, düşünmez, duymaz, görmez… Ruhsuzlar; ibret için yaratılmış özel varlıklardır. Cennet ehli, cennet nimetlerine daha şükredici olmak için, cehennem ehline bakar ve Allah'a şükreder. Cennette müminler için, cehennem ehlinin hâlini yansıtan ekran açılır; müminler ekrana bakarlar ve şükrederler, ibret alırlar, inkârcıları aşağılarlar ve ekran kapanır. Ruhsuzlar, baktığınız zaman vardırlar ve bakmadığınız zaman da yok olurlar.