1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
255
Okunma
Bir sabah, haritada yer almayan eski bir kasabada yaşayan insanlar fark eder ki, tüm saatler 07:23’te durmuştur. Güneş her sabah aynı noktadan doğar, gölgeler değişmez, hiçbir çocuk büyümez, hiçbir yaprak düşmez. Zaman akmaz. Ama insanlar yaşlanır.
Ve kasabada sadece bir kişi saatini hâlâ çalıştırabilmektedir. O da zamanı hâlâ hatırlayan tek kişidir. Caroline
Zaman, bogart twon Kasabası’na uğramayı bırakalı tam yetmiş yıl olmuştu.
Fakat kimse bunun tam olarak ne zaman başladığını hatırlamıyordu.
Her sabah güneş aynı noktadan doğar, kuşlar aynı şarkıyı çalar, kilise çanı tam 07:23’te çalar… ve her şey orada donardı.
Ama insanlar yaşlanıyordu.
Bebekler bebek kalıyor, ama yüzleri kırışıyordu.
Elmalar çürümüyor, ama mideler acıkıyordu.
Zihinler yavaşça çözülüyor, ama takvim hep aynı günü gösteriyordu.
Zamanın aktığı tek yer, küçük bir saatçinin vitriniydi.
Carolina’nın dükkânı.
O, her sabah kalkar ve saatini kurardı.
Kasabanın diğer saatleri bozuktu. Ama onunki hep işliyordu.
Saniyeleri sayarak.
Sanki bir sırra ortak oluyordu.
Carolina 9 yaşındayken zaman durmuştu.
Şimdi bedeninde kırışıklıklar vardı ama yaşı hâlâ 9’du.
Çünkü resmi olarak doğum günü hiç gelmemişti.
Her gün aynı gün tekrar ederken, carolina tek bir şey yapardı:
Saat tam 07:22’de, annesinin gözlerine bakardı.
Çünkü o saatten sonra, annesi bir daha asla kıpırdamazdı.
Geceleri sokak lambaları titrerdi.
Çünkü elektrik de zamanla çalışır.
Ve artık elektrik de yaşlanmıştı.
Kasabalılar yıllar içinde delirmeye başladılar.
Konuşmayanlar vardı.
Aynı hikâyeyi her gün baştan anlatanlar.
Günün hiç geçmediğini bilip, her sabah aynı kahveyi demleyenler.
Carolina’nın arkadaşı Lino, her gün aynı ağacın altına oturur, aynı şiiri okurdu:
“Zaman geçmiyor, geçen biz oluyoruz.
Aynı yerdeyiz, başka kimliklerle.
Gölge aynı, ama beden değil.”
Bir gece carolina, babasının eski günlüğünü buldu.
Günlükte yazıyordu:
“Zamanın çürümesi bizim seçimimizdi.
Sonsuzluğu diledik, ama bedelini anlamadık.
Bu kasaba… zamanın dışına düştü.
Çünkü zamanı koruyan saati kırdık.”
Carolina ne yapması gerektiğini o an anladı.
Kasabanın merkezinde bir saat kulesi vardı.
Ama yıllar önce yıldırım düşmüş, kule parçalanmıştı.
Herkes bunun sıradan bir kaza olduğunu sanıyordu.
Ama değildi.
Carolina, sabaha karşı 07:00’de koşmaya başladı.
Saat 07:20’de kulenin kapısına vardı.
İçeride bir çark dönüyordu.
Pas tutmuştu ama hâlâ nefes alır gibi homurdanıyordu.
Yanında eski bir levha vardı:
“Zamanı kuran, zamanı kırar.”
Ve yanında bir kol…
Kolu çekerse zaman ya yeniden akacak…
Ya da sonsuza dek bitecekti.
Carolina düşündü.
Eğer zamanı serbest bırakırsa, annesi ölecekti.
Çünkü her gün saat 07:24’te annesi ölmüş, zaman onu dondurmuştu.
Yani annesi aslında ölüydü.
Ama carolina, her sabah onun gözlerine bakarak yaşamıştı.
Gözlerini kapadı.
Ve kolu çekti.
Saat 07:24.
Kasabanın tüm saatleri aynı anda çalmaya başladı.
Güneş hareket etti.
Rüzgâr esti.
Yapraklar döküldü.
Çocuklar ağladı.
İnsanlar yaşlandıkları kadar bir anda çöktü.
Ve carolina’nın annesi, son bir bakış attıktan sonra yere düştü.
Zaman, geri geldi.
Ama kasaba yıkıldı.
Carolina yürümeye devam etti.
Çünkü ilk defa… bir gün geçiyordu.
Ve ilk defa, yaşamak, sadece hayatta kalmak değil…
ilerlemek demekti.
Zaman, hiçbir zaman düşman değildi.
Biz onun durmasını istedik.
O da bizi affetmedi.
5.0
100% (2)