0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
214
Okunma
Zaman hızlı geçiyor, evet. Ama sorun sadece onun hızında değil. Asıl mesele, insanların ona yetişmeye çalışırken delirmeye başlamasında.
Sabahları göz göze bile gelmeden işe koşan insanlar görüyorum. Ayakta kahve içiyorlar, yürürken mail atıyorlar, sohbet ederken bile bir sonraki planlarını yapıyorlar. Kimse artık "şu an"da değil. Sanki herkes bir yerlere yetişmek zorundaymış gibi. Ama nereye?
Ben soruyorum bazen kendi kendime: "Bu telaşın varacağı yer neresi?"
Ve işte o an korkuyorum.
Herkes geç kalmış gibi davranıyor. Ama kimse neye geç kaldığını bilmiyor. Sanki görünmez bir düdük çaldı da herkes birden yarışa başladı. Ben ise daha ayakkabılarımı giyiyordum…
Bir durup düşünsek, belki telaşın sebebi kendimiz değil, başkaları. Belki sosyal medya yüzünden hep “geri kalmış” hissediyoruz. Birileri hep bizden daha mutlu, daha üretken, daha huzurlu görünüyorsa panik başlıyor.
Zaman Akıyor, Ama Biz Koşmuyoruz "Sürükleniyoruz"
Bazen düşünüyorum: Zamanı kaçırmıyoruz aslında, zaman bizi kaçırıyor. Ama biz onu kovalamaya çalışıyoruz. Ne acayip!
Telaşın kendisi bulaşıcı. Kalabalıkta biri koşmaya başlasa herkes panikler. Modern hayat da böyle: Biri hızlandı mı, diğerleri de hızlanmak zorunda hissediyor.
Ama ben artık yavaş kalmayı bir direnç biçimi olarak görüyorum. Yavaş yürümek, derin nefes almak, bir şeye uzun uzun bakmak...
Hepsi birer pasif direniş bu telaşa karşı.
Zamanın bu kadar hızlı geçmesi ürkütücü. İnsanların bu kadar acele etmesi ise daha da fazla. Çünkü zaman geçiyor evet, ama biz onu hızlandırarak değil, anlamlandırarak yaşamalıyız.
Ben yavaşım, bazen korkuyorum ama hâlâ bakmayı, durmayı, dinlemeyi seçiyorum. Çünkü koşu bittiğinde geriye sadece fark ettiğin anlar kalıyor.
İdris Bacanlı