1
Yorum
11
Beğeni
5,0
Puan
253
Okunma
Her sabah uyandığı saatten bir saat önce uyandı. Ağzı, dili ve boğazı kurumuştu. Muhtemelen yine geceleyin burnu tıkanmış ve sabaha kadar ağzından nefes almıştı. Kuruluk boğazını tahriş ediyordu. Sabaha kadar horlamış olmalıyım yine diye düşündü. Yatakta tekrar uykuya dalar mıyım acaba diye birkaç dakika daha bekledi. Uyuyamadı. Sendeleyerek ayağa kalktı ve mutfağa doğru yürüdü. Her sabah uyumadan önce yatağın yanındaki sehpanın üzerine su bırakayım diye düşünüyor ve her gece uyurken su almayı unutuyordu. Güneş ışıkları apartmanların tepelerinden yansıyordu. Hava serindi. Tüm bedenini dolaşan bir ürperti hissetti. Sürahinin yanında su bardağı yoktu. Mutfak dolanının camlı kısmından bir su bardağı aldı. Sürahiden bardağa su doldurdu ve içti. Su soğuktu. Boğazım şişer mi acaba diye düşündü. İkinci bir bardak su daha içmedi. Aslında içebilirdi. Ama suyun soğuk olması onu su içme isteğinden vazgeçirdi. Sonra tekrar yatağa döndüğünde başının döndüğünü hissetti. Uykuya geri kaldığı yerden devam etmek istiyordu. Yorganın içindeki sıcaklık oldukça davetkar hissettiriyordu. Yorganın içinde tüm vücuduyla sığındı. Odaya bakarken uykuya daldı.
Cep telefonunun alarm sesiyle uyandığında kendini hala uykulu hissediyordu. Güneş ısıtmaya başlamıştı. Hava açıktı. Gökyüzü masmavi görünüyordu. Sıcak bir haziran sabahına uyanmıştı. Gece gördüğü rüyanın etkisiyle kendisini kötü hissediyordu, karamsardı. Rüyasında çocukluğunun geçtiği kerpiç evin salonundaydı. Ölmüş olan babaannesi, babaannesinin kardeşleri oturmuş mühim bir mevzu hakkında konuşuyorlardı. Ne konuştuklarını anlamıyordu. Birden ölüler uyumaya başlıyor ve kendisinin ayağa kalmasıyla uyanıyorlardı. Üzerine doğru geliyorlardı. Tam üzerine geldiklerinde uyandı. Gecenin geç bir vaktiydi. Korkmuştu. Tekrar uykuya dalmakta zorlanmıştı. Kendi kendine kızmıştı. Kaç yaşında adam rüyadan ve ölülerden mi korkuyordu? Bu utanılacak bir durumdu. Zaten fazla kiloları nedeniyle verimsiz bir uykusu vardı.
Balkonda aç karnına bir sigara içtikten sonra mutfağa tekrar geldi. Çaydanlığın altını yaktı. Radyoyu açtı. Ancak radyodan hiç ses gelmiyordu. Sadece hışırtı geliyordu. Her zaman dinlediği müzik kanalını sabahları dinlemek alışkanlığıydı. Radyosu eski tip analog yani karasal yayınları çeken bir radyoydu. Zamanının Alamancı Radyosu dedikleri radyolardandı. Bit pazarından almış ve tamir ettirmişti. Kasetçalar kısmı da vardı. Ancak çalışmıyordu. Çalışmasına gerek de yoktu. Çünkü çalacak kaseti yoktu. Devir internet ve mp3 devri idi. Cep telefonunda, akıllı televizyonunda da radyo elbette vardı. Bu teknoloji çağında yapay zekâ bile bulunmuşken hala radyo dinleyenler var mıydı? İşte o hala radyo dinleyenlerden birisiydi. Her sabah radyonun açma düğmesini çevirir ve pop müzik dinlerdi kahvaltı ederken. Ama bu sabah herhangi bir ses yoktu. Radyonun kanal arama düğmesini çevirdi. Ama herhangi bir kanal rastlamadı. Hep aynı hışırtı duyuluyordu. Bu enteresan bir durumdu. Bir sorun olduğu belliydi. Radyonun anteniyle oynadı. Radyo fm bandında mı diye kontrol etti. Ama bir sorun görünmüyordu. Radyo bozulmuş olabilirdi.
Cep telefonunu almak için yatak odasına gitti. Cep telefonunu aldı. Cep telefonu da çekmiyordu. İnternet de yoktu. Bir tuhaflık olduğunu iyiden iyiye anlıyordu. Televizyonu açmak için salona gitti. Kumandanın açılış düğmesine bastı. Ama hiçbir televizyon kanalından da sinyal gelmiyordu. Endişelenmişti. Televizyon, radyo, internet ve cep telefonu hattı hiç birisi çekmiyordu. Savaş mı çıkmıştı, ihtilal mi olmuştu yoksa bir doğal afet mi? İstanbul’da büyük deprem olması şüphesinden bahsedilirdi hep. İnternette bir videoda izlemişti; eğer İstanbul’da yıkıcı bir deprem olursa internet, televizyon ve radyo yayınları, cep telefonu hatları, bankacılık sistemleri hiçbir şey çalışamaz hale gelecek deniliyordu. Çünkü tüm bu sistemlerin hepsi İstanbul’da olduğundan hepsi çalışmaz hale gelecekti. Acaba İstanbul depremi mi olmuştu? Korku ve endişe içinde banyoya gitti. Elini yüzünü tekrar yıkadı. Cep telefonunu tekrar kontrol etti. Televizyon ve radyo zaten açıktı. Ama herhangi bir değişiklik yoktu. Korku tüm bedenini dalga dalga sardı. Balkona çıktı. Balkondan etrafa baktı. Her sabah gördüğü manzaranın aynısıydı. Hiçbir değişiklik yoktu. Ne yapacağını bilmiyordu. Kahvaltıdan vazgeçip bir an önce sokağa çıkmak istedi. Belki tanıdık birine denk gelir, hiç olmazsa da işyerinde arkadaşlarından ne olduğu öğrenebilirdi.
Günlük kıyafetlerini giymek için yatak odasına gitti. Yatak odası hafif karanlıktı. Yatağın ucundaki pantolonuna uzanıyordu ki yatakta birinin yattığını görerek irkildi. Birkaç adım geriye düşecekti neredeyse. Bağırmak istedi ama bağıramadı. Yatakta yorganın altında birisi uyuyordu. Korkudan dili tutulmuş gibiydi. Kaçmak istedi evden. Bu kim olabilirdi? Eve nasıl girmişti? Neden yatağında yatıyordu? Yatağında yatıyorsa neden uyuyordu?
Merak duygusu korkusunun önüne geçti. Antreye gitti. Antrede ayakkabı dolabının yanında şemsiyeleri koyduğu küpün içinden sopa aldı. Güvenlik amaçlı bu küpün içinde beysbol sopasına benzer ebatlarda bir sopa bulunduruyordu. Sopayla birlikte tekrar yatak odasına döndü. Yataktaki kişi hala uyuyordu. Yorganın altındaydı ve yüzü pencereye dönüktü. Parmaklarının ucunda yatağa yaklaştı. Elindeki sopa ile yorganın altındaki kişiyi dürttü. Çok korkuyordu. Ama her kimse uyanmıyordu. Yorganı kaldırdı ve yatan kişiyi yüz üstü çevirdi. Korkudan donmuştu. Şaşkındı. Yatağında yatan kişi kendisiydi. Gözleri açık ve dili dışına çıkmıştı. Üzerindeki kıyafetler, tişötü, şortu, kendisi karşısında yatıyordu. Bu nasıl olabilirdi? Gardırobun aynasında kendi yansımasına bakmak istedi. Ama aynada hiçbir şey görünmüyordu. Korkudan ne yapacağını bilmiyordu. Ölmüş müydü? Elindeki sopayı yere attı. Yataktaki bedeninin üzerine çıktı. Kendi bedenini tokatladı. Bedeni kaskatı kesilmişti, soğuktu. Tekrar bedenine girmeyi denedi. Ama başaramadı.
Koşarak sokağa çıktı. Normalde arabalar, dolmuşlar, insanlar olması gerekirken sokak bomboştu. Sadece binalar vardı. Hiçbir yerde insan görünmüyordu. Daha da ilginç olanı güneş hala sabah uyandığı yerde duruyor olmasıydı. Rüzgâr esmiyordu, bulutlar hareket etmiyordu. Sanki tüm gezegen donakalmıştı. Ölüm böyle bir şey miydi? İnsan öldüğü saatte mi takılı kalıyordu? Azrail, sorgu melekleri, kabir, cennet, cehennem; ölüm hakkında inandığı tüm bunlar neredeydi? Bağırmak istedi ama bağıramadı. Sanki sesi çıkmıyordu. Tüm mahalleyi dolaştı. Hiç kimse yoktu. Tekrar evine geldi.
Yatak odasına gitti. Bu kez yatak odasında cesedi yoktu. Üşüdüğünü hissetti. Sonra da ıslandığını. Birdenbire her şey karardı. Tüm bunlar bir kâbus muydu? Gözlerini açtığında kefene sarılmış bir halde bir mezarın içineydi. Ayak sesleri ve dualar duyuyordu.
5.0
100% (3)