0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
232
Okunma

Vaktiyle nefsine yenik düşen, her kadını bir ceylan, her insanı cebinde bir keklik sanan bir adam yaşarmış. Gönül kapılarını herkese ardına kadar açmış, ama aslında bu geniş kapıdan içeri girenlerin yalnızca kendi çıkarlarını gözettiğini fark etmemiş. Hayatı, herkesi kusurlu görüp kendini kusursuz saymakla geçmiş. Öyle ki, etrafındaki herkesi dost bilmiş; ama onunla ağlayan, onunla gülen, ona dua eden, gerçekten seven gerçek dostunu unutmuş, hatta çoğu zaman hor görmüş.
Yıllar ayları, günler saniyeleri kovalarken, zamanın acımasız çarkları arasında adam yorgun düşmüş. Bir zamanlar etrafında pervane olan, "dostum" diye bağrına bastığı herkes, onun yorgun ruhunu anlamamış ve onu yalnızlığa terk etmiş. Para pul bitince, mevki makam gidince, o sahte kalabalık bir anda buhar olup uçmuş. Güvendiği hiç kimse kalmamış yanında; o her şey için seven, her şeye rağmen yanında duran dostu dahi yok olup gitmiş, çünkü varlığı hiç fark edilmemiş, kıymeti bilinmemişti.
Bir gün, ruhunda derin bir boşlukla, geçmişin hayaletleriyle boğuşurken, adımlarını bir deniz kıyısına yöneltmiş. Orada, kumlara çökmüş, ufukta kaybolan güneşi izlerken, karşısına bir kendini, bir de hayatından silip attığı en sevdiği dostunun hayalini almış. Elinde iki kadeh, sanki görünmez bir misafirle sohbet edermiş gibi usulca yudumlamış. "Biri varlığının kıymetini bilmediğim için, bir diğeri de herkesi kendime dost sanan şu seni bilmez aklım için içiyorum sevgili dostum," derken sesi, denizin dalgalarına karışmış, fısıltıdan öteye geçmemişti. Gözlerinden akan pişmanlık yaşları, kupkuru dudaklarından süzülüp çenesine damlıyordu. Her damla, kaçırılmış bir anın, söylenmemiş bir sözün, verilmemiş bir değerin ağırlığını taşıyordu.
Deniz, adamın kederine tanıklık ederken, bir gün acı bir haberle sarsılmış. Yıllarca sessizce bekleyen, varlığıyla sonsuz bir güven veren o gerçek dostu, bir gün ansızın hayata veda etmiş. Adamın ruhunda açılan yara daha da derinleşmişti. Cenaze evine gittiğinde, dostunun eşi elinde buruşuk bir kağıtla yanına yaklaşmış. "Bu senin içindi," demiş, sesi titreyerek. Adam titreyen elleriyle kağıdı açmış. Üzerinde bir sayfa dolusu, dostunun son nefesiyle yazılmış gibi duran satırlar: "Seni seviyorum dostum, öldüğümde de seveceğim, unutma! Unutursan yaşayamazsın biliyorum ama ne olur sana kızan, bağıran hatta sinirlenen ile dost ol." Kağıdın arkasını çevirdiğinde, dostunun o bilgece gülümsemesiyle adeta canlanan bir not daha varmış: "Neden olduğu yazıyor," diye eklenmiş notta. "Çünkü sinsi olmayan, dürüst insanlar haykırır sevgili dostum ve çözüm üretmek için yüreği taşar. Sen benim kıymetimi bilmedin ama her gelen seni sinsilikle bitirecek. O yüzden yazıyorum: Kavgadan korkma, sonu ya öldürür ya güldürür ama konuşmadığın her gün ölümdür."
Notu bitirdiğinde, adamın gözlerinden sel gibi yaşlar süzülmüş. Geçmişi bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akmış, her anı bir hançer gibi kalbine saplanmıştı. Gerçek dostluğun değerini anlaması, maalesef çok geç olmuştu. Ancak bu acı tecrübe, ona hayatı yeniden öğretmişti. Ruhundaki pişmanlık ateşi, aynı zamanda bir uyanışın kıvılcımını da yakmıştı. Artık biliyordu ki, gerçek dostluk, sessiz kalmak değil, yeri geldiğinde haykırmak, canı yansa da dürüstçe yüzleşmek ve en önemlisi sevgiyi göstermekti. Sözler tükenmişti, ama bu ders, ruhuna derinlemesine işlemiş, hayatının geri kalanına yön veren bir rehber olmuştu. Belki de bu yüzden, hayatın gerçek anlamını anlayanlar, en büyük dersleri en derin acılardan çıkarmıştı.
Saliha İNAN
21.06.2025
Hikaye
24
5.0
100% (2)