0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
222
Okunma
@3 Haziran 2025 – Günaydın sevgili Deli Yürek
AYDINLATMA PUSULAMIZDA DÜELLO VE ARKADAN VURMA KÜLTÜRÜ VAR BUGÜN.
Elaziz Akıl Hastanesi Notları
> “Türk tarihinde savaş meydanında yiğitçe ölen bir Alaüddevle vardır benim hatırladığım; diğerleri mi? Onlar evlatlarının, kardeşlerinin, vezirlerinin, dünkü dostlarının arkadan kurduğu kumpaslarla tarihe gömüldü.”
— Feylesof Delibal, Düşünceler Koleksiyonu, Cilt 7
Elaziz Akıl Hastanesi 2 No’lu Koğuşun Duvarına Sabah Sabah Şu Yazılmış:
> “Bizde düello olmaz, bizde düello dedin mi arkadan sıktır o!”
Bizde Düello? Yok.
Bizdeki “düello”, bire bir yiğitçe çıkmak değil;
yatsıdan sonra kardeşini hançerleyip sabaha “eceliylen öldü” deme sanatıdır.
Hemen örnekleyelim:
Dulkadiroğulları Beyliği (1337–1522)
185 yıl boyunca 13 bey geldi geçti.
Bunların hiçbiri yatağında huzurla ölmedi.
Sadece biri savaş meydanında, açık açık, göğüs göğüse öldü:
Alaüddevle Bozkurt Bey
Dedesi Alâüddevle, torunu Yavuz Sultan Selim’in elinden öldü.
Ama öyle gizli değil:
1515 Turnadağ Savaşı’nda açık açık, savaş meydanında, Türk’e yakışır şekilde can verdi.
DULKADİRLİ BEYLERİ: “Kime Güvendilerse Ondan Gittiler…”
1. Zeyneddin Karaca Bey (1337–1353)
→ Memlükler “dostuz” dedi, bir gece ansızın cellat geldi.
2. Halil Bey (1353–1355)
→ Kardeşle taht kavgası. Ölümü ecel değil, ihtirasla geldi.
3. Şemseddin Mehmed Bey (1355–1386)
→ Uzun hüküm sürdü, ama yavaş yavaş zehirlenerek öldü.
“Tarihin en sabırlı suikasti” olabilir.
4. Muzafferüddin Mehmed Bey (1386–1399)
→ Memlük ve Osmanlı arasında kalınca, bir sabah uyanamadı.
5. Süleyman Bey (1399–1442)
→ En sağlamıydı. Ama veziri gece yastığının altına hançer koydu.
6. Ali Bey (1442–1454)
→ Tahtı kaybetti, sonra canı da. Kimse arkasından Fatiha okumadı.
7. Şahruh Bey (1454–1465)
→ Kıskanç kardeşi onu sabah duasından önce yolladı.
8. Şehsuvar Bey (1467–1472)
→ Osmanlı’ya yakın durdu diye Memlükler gece vakti gönderdi “selamını”.
9. Alaüddevle Bozkurt Bey (1472–1515)
→ İSTİSNA: Meydan ölümüdür.
Turnadağı savaş olarak bilinen meydan muharebesinde Yavuz’a karşı göğsünü gere gere savaştı, öldü.
10. Şehsuvar oğlu Ali Bey (II) (1515–1519)
→ Osmanlı’ya teslim oldu, sonra “dost meclisinde” öldü.
Ne konuşuldu, ne içildi, bilinmez.
11. Şah Budak Bey (1519–1522)
→ Beylik fiilen bitmişti. Kendi gölgesinden korkarak son nefesini verdi.
12. & 13. (Son Beyler)
→ Artık Dulkadirli’ye sadece “il beyi” deniyordu.
Bir zamanlar hükmedenler, Osmanlı arşivinde “unvan kalıntısı” olarak kaldılar.
DULKADİROĞULLARI’NDAN ÇIKARILACAK DERS:
Hiçbiri huzurla ölmedi.
Taht için, kardeş için, iktidar için, dostu tarafından, veziri tarafından, bazen de oğlu tarafından arkadan vuruldular.
Beylik tarihimizde düellonun adı bile geçmez.
4 Halife de Aynı Yazgıya Sahip:
1. Hz. Ömer – Namazda arkadan hançerlendi.
2. Hz. Osman – Kur’an okurken kuşatılıp öldürüldü.
3. Hz. Ali – Sabah namazı çıkışı hançer yedi.
4. Hz. Ebubekir – Zehirlendiğine dair güçlü rivayetler var.
Kutsallar bile düello yapamadı.
Yine arkadan, yine sinsice geldi infaz.
Elaziz Koğuş Son Sözleri:
> “Bizde düello yoktur, kahve köşesi vardır.
Orada kavga çıkmaz, sadece arkandan vururlar.
Delikanlılık yalandır, dostluk bir meçhuldür.
Bir çay içersin, onunla zehirlenirsin.”
Günaydın sevgili deli yürek
Ser Feylesof Kalburabastî Efendi’nin Dört Yapraklı Hikmet Defterinden tozu alınmış ve cilalanmış sözlere nazar edelim.
Birinci Yaprak
“Evvelâ Edep, Sonra Yatak…”
Ula gardaşım,
Bugün baktın herkes yatak derdinde…
Kimisi para yastığında uyur,
Kimisi haram döşekte…
Ama unutma,
Yatak dediğin, yatmadan belli olur.
Yani adam gece nasıl yatar değil,
Gündüz nasıl yürür ondan belli olur.
Sen edebinle yürü,
Selamın eğilmesin,
Bakışın çakmasın,
Sözün hançer olmasın.
Çünkü…
Edebi olmayanın yatakta bile yeri yoktur.
Yastığın pamuk olsa ne fayda,
Kafanın içi dikenlikse!
İkinci Yaprak
“Azıcık Aş, Çokça Huy…”
Aç mısın, tok musun fark etmez…
Lakin huyun bozuksa,
Bütün mahalle senden usanır.
Kalburabastî Efendi der ki:
İnsan, tencere kapağı gibidir.
Kimisi kaynayınca taşar,
Kimisi de altı tutsa bile sesini çıkarmaz.
Sen taşmadan pişmeyi bil,
Yanarken bile yakmamayı öğren.
Yoksa kaynarsın, taşarsın,
Sonra dökülürsün kimin sofrasına belli olmaz!
Üçüncü Yaprak
“Kalpten Gitmek…”
Bugün kalp krizi değil, kalpsizlik öldürüyor insanı…
Eskiden cellat vardı;
Şimdi ise herkes birbirinin vicdanını kesiyor.
Bir bakıyorsun, gülümsüyor…
Ama içi zift gibi karanlık.
“Kalpten gitti,” derler ya,
O aslında bir dua…
Bazıları ise yaşarken çoktan gitmiştir,
Sadece mezarı beklenir.
Kalburabastî Efendi şöyle yazar bu sayfaya:
"İnsanı öldüren hançer değil,
Unutulmuş bir iyiliktir bazen."
Şer Feylesof Kalburabastî Efendi Der Ki:
Ula bre gardaşım…
Ne bu telaş, ne bu kavga?
Dünya deduğun, çarşıdan alınan bir helva topu gibi:
Gün gelir erir, gün gelir ağzında acı biter.
Sen sen ol…
Kimsenin ekmeğine göz koyma,
Kimsenin ocağına ateş salma,
Kimsenin sırtına hançer sokma!
Ha düello mu? Bizde o iş yok…
Bizde gece yorgan altından gelir cellat,
Sabaha "kalpten gitti" derler…
Ama bil ki, her hançerin bir geri dönüşü vardır,
Her pusunun bir bedeli,
Her hainliğin bir kefareti…
Bak hele…
Yavuz, dedesini meydanda öldürdü,
Ama hiç olmazsa yüzüne bakarak yaptı…
O bile bizden mertti…
Sen ne yapıyorsun?
Dostunun çayına zehir katıyorsun,
Selam verip sırtına taş koyuyorsun,
"Canım kardeşim" deyip mirasını hesaplıyorsun.
Heeey!
Unutma!
Mezarlıkta taht yok,
Sarık yok, saltanat yok,
Orda kefen var,
Bir de yüreğini sıkacak vicdan...
O yüzden…
Bir garibin duasını al da öyle yat,
Bir yetimin gözyaşını sil de öyle otur sofraya,
Bir yaşlının elini öp de öyle geç aynanın karşısına…
Dünya deduğun,
İki nefes arası bir yorgunluk...
Birinde doğarsın,
Ötekinde toprağa girersin.
Şimdi söyle bana:
Bu fani dünyada, kardeşini arkadan vurana "adam" derler mi?
Değilse sus,
Otur dizinin dibine,
Bir çay koy önüne,
Bir de vicdanını...
Heh işte o zaman
Belki insan olursun.
Ve sonra Kalburabastî Efendi söze kaldığı yerden şöyle devam eder:
Ula hele dur...
Otur hele iki taşın üstüne,
Bir nefesini dinle, bir de rüzgârın fısıltısını…
Ne diyo sana hayat?
"Ben bir nehrim," diyo…
"İçine girenin kiri dökülür,
Ama yüreği pak değilse,
Benim suyumu da bulandırır."
Hele sen…
Sen ki bir vakit omuz omuza yürüdüğünle şimdi göz göze gelemiyorsan,
Yüreğinde pas tutmuş demir var demektir.
Unutma:
İnsan pası dilden değil,
Gönülden bulaşır…
Kalburabastî Efendi der ki:
Bir yudum hakkın yanında,
Bin yalan sofralık etmez…
Bir lokma helalin,
Bir ömre kefil olur.
Ama haramla kurulmuş her sofra,
Günün birinde sahibini yer,
Tabaklarını değil…
Ve unutma gardaş:
Hayat dediğin, iki kapılı bir han,
Ama bir kapı ahır,
Bir kapı mezar olabilir.
Sen yolunu secdede sor.
Yoksa yol seni bulur da,
Sen kendini kaybedersin…
Günaydın sevgili Deli yürek
Duyman için değil uyuman için Kalburabastî Efendi’den "Dört Sözlük" Yol Haritası
> Her yolcunun bir pusulası, her gönül ehlinin bir defteri olurmuş.
Kalburabastî Efendi de dört sözlüğü almış heybesine;
Okudukça yürüyor, yürüdükçe yazıyor…
1. Edep Sözlüğü
> “Edepsiz ilim, şeytanın zekâsıdır.”
Selâm: Kapı çalmadan girilmez, gönül de öyledir.
Bakış: Laf söylemez ama karakteri haykırır.
Oturmak: Herkese yer var ama edepsize masa bile dar gelir.
Yüksek ses: Cahil bağırır, bilge fısıldar.
Tevazu: El öpmek değil, gönül eğmektir.
Kalburabastî der ki:
> "İlk öğrendiğin söz ‘anne’ olsun,
Ama ilk kavradığın ‘edep’ olsun."
2. Huy Sözlüğü
> “Kişinin aynası huyudur; şekil şemal geçicidir.”
Sabır: Yanmak ama bağırmamak…
Merhamet: Kendi açken bir lokmayı bölüşmek…
Vefa: Aradan yıllar geçse de hâl hatır sormak…
Hırs: Ateş gibidir, yüreği de kül eder.
Kin: Taş gibidir, içini çöle çevirir.
Efendi yazar:
> "İyi huy bir altın bilezik gibidir;
Giyenin bilekleri değil, gönlü parlar."
3. Laf Sözlüğü
> “Dil, hem köprü olur hem uçurum. Hangisini kurduğun sana bağlı.”
Söz: Ölçüsüz olursa can yakar,
Laf: Tatlıysa arı gibi işler, ama iğnesi varsa dikkat et!
Dedikodu: Kulaktan girer, vicdandan çıkar.
Nasihat: Anlayana inci, anlamayana çer çöptür.
Dua: Gönülden çıkarsa arşı titretir.
Kalburabastî Efendi uyarır:
> "Dilin kantarı yoktur,
Ama bir kelime kırk yılın hatırını tartar."
4. Yol Sözlüğü
> “Herkes bir yoldadır, ama nereye gittiğini bilmeyen yolda değildir, boşluktadır.”
Yol: İki adımda yürünmez, sabır ister.
Kervan: Yolda düşeni beklemeyen, varınca yalnız kalır.
Rehber: Yol gösteren değil, önce kendini bilen kişidir.
Sapak: Her yanlış yolun bir ilk adımıdır.
Menzil: Sadece ayakla değil, niyetle varılır.
Kalburabastî yazar defterine:
> "Yol uzun olabilir, ama hak yolunda diken de gül gibidir."
İşte gardaşım…
Bu dört sözlük: Edep, Huy, Laf, Yol…
Bir ömürlük pusuladır.
Okursan yol alırsın,
Tutarsan adam olursun,
Unutursan kendini bile kaybedersin.
İşte bu: Bir tarih dersi, bir feylesof manifestosu, bir Elaziz koğuş hatırası.
İçine Alaüddevle’nin kılıç sesi, Şehsuvar’ın son duası, Delibal’ın ve Ser Feylesof Kalburabastî Efendi’nin incileri karıştırılmıştır.
Günaydın sevgili deli yürek
Feylesof Delibal
5.0
100% (3)