0
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
374
Okunma
Pazar kalabalıktı. Tezgâhların ardında sesler yankılanıyor, domatesin en kırmızısı, salatalığın en tazesi için sesler yarışıyordu. Koca koca kişilerin arasından sıyrılıp gelen küçük bir çocuk, kişilerin önünde durdu. Minicikti; sanki pazarın kalabalığı onu ezebilirdi. Ama durdu, kıpırdamadan baktı. Gözleri kocamandı.
“Bunlar ne abi?” dedi pazarcıya, merakla.
Pazarcı kıkırdadı, “Al, ısır ye,” dedi, bir kiviyi uzatarak.
Çocuk elini uzattı, kiviyi tuttu, bir an tereddüt etti ve sonra ısırdı. Sert kabuğu ve ağzına yayılan tüyler irkiltti onu. Bir anda bıraktı kiviyi.
“Al, eve götür, annen üstüne yumurta kırsın, yersin,” dedi pazarcı. Yan tezgâhlarla birlikte bir kahkaha yükseldi. Koro gibi, içten değil de üstten gelen, çocuğun tam tepesine düşen bir kahkaha.
Çocuk bir şey demedi. Kiviyi kaptığı gibi koşmaya başladı. Ama bir iki adım sonra dönüp arkasına baktı. Gülümsüyordu. Belki de sevindiği için. Belki de pazarcının fikrini değiştirip kiviyi elinden alacağından korktuğu için. Ya da sadece utandığı için koştu. Ya da annesine yetişip teslim edecekti o ilginç şeyi. Kim bilir?
Ama biri vardı orada; o kahkahaların arasında, eğilip kalbini inciten bir şey bıraktılar ona. Büyürken hatırlayacağı bir şey. Belki de ilk kez o gün, iyi görünen bir davranışın içinde kötü bir niyet de olabileceğini fark etti. Belki de ilk kez o gün, insanların iyiliğinin bazen sadece bir gösteri olduğunu hissetti.
Ve kivi… belki de o gün yalnızca bir meyve olmaktan çıktı.
Hatice GÜZEN
5.0
100% (3)