0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
331
Okunma

Öylesine konuşurken, bir aralık açıldı birden yüzünde: Bir pencere… Tatlı tatlı yaladı yüzümü, oradan gelen ılık bir rüzgâr... O bir şeyler anlatıyordu. Oradan buradan laflıyorduk işte! Daha çok O konuşuyordu. Bir yerinde kopmuştum konudan… Her zamanki şeylerden söz ediyordu… İnsanların duyarsızlığı, ödenemeyen faturalar… “Bir gıdım nefes” diye bağırtan, havasız kalmış bir dünyaya dair bir sürü ıvır zıvır şey…
İşte birden o gülüş belirdi yüzünde; açtığı geniş aralıktan masmavi bir gök göründü… “Yine aynı şey!” dedim içimden… “Tam ‘neden geldim buraya, onun ne farkı var ki diğerlerinden’ derken… birden çok ötelere götürmedi mi beni yine, yüzüne bahar esintileri getiren o geniş tebessümüyle?!”
“Ayşe, yine yaptın yapacağını…” dedim. “Yine çektin aldın beni gülüşünle, içine gömüldüğüm o havasız yerden.”
Kıkır kıkır gülmeye başladı. Sözlerim bu kadar mı saçmaydı yani? Her zamanki şeyler; o sıradan, ‘hiçbir şey değişmeyecek’ diyen, havasız bırakan ‘aynılıklar’ bir bana mı batıyordu bu kadar? Bir tebessüme muhtaç kalıp ona tutunan, onunla bambaşka yerlere savrulan bir tek ben miydim?
“Bazen neden benimle arkadaşlık ettiğini merak ediyorum.” dedi. “Ben annemin durduk yere beni azarlamasından söz ediyorum, bunun anlamsızlığına gülüyorum… Sense öylesine bir gülüşümden ne anlamlar çıkarıyorsun! Beni dinlemiyorsun bile… Aradığın her neyse ona açılan bir kapı, bir pencere arıyorsun sürekli bende…”
“Tam isabet” diye buna denirdi işte! Bu kadar mı belliydi o esinti arayışım, nefessizliğim? Kızmışa benzemiyordu gerçi… Ama sözleri basbayağı buna işaret ediyordu. Belki de öfkeden de beter bir duygudan söz ediyordu: Çok fena kırılmıştı.
“Affedersin!” dedim. “Rahatsız olacağını düşünemedim.”
Yüzünde hâlâ gökyüzünü getiren o gülüşüyle “Ne rahatsızlığı?!” dedi. “Ben sadece ‘keşke söylediklerimle de ulaşabilseydim sana’ demek istedim. Ama yine de bir şekilde dokunmuşum sana demek ki! Yüzünde böyle çiçekler açtırabildiğime göre… O tebessüm de sözlerim kadar bana ait sonuçta, değilmi?! Bu da bir şeydir.”
Tam “Estağfurullah, neden sözlerin önemsiz olsun ki?! Dinlemediğimi de nereden çıkardın?” falan gibi özür nev’inden bir şeyler söyleyecektim ki; “Eee, hadi anlat öyleyse!” dedi. “Seni nerelere götürdüm gülüşümle? Sonuçta epey zaman kaybetsek de bir yerinden başlayabiliriz gerçek bir sohbete, değil mi? Madem bir yanlış var ortada, sürdürecek değiliz herhalde. Düşünüyorum da, uzun zamandır ben hiç tam olarak dinlemedim seni galiba. Buluşmalarımızda hep ben konuşurum genelde, sen de kısa cümlelerle karşılık verirsin. Çoğu zaman da hak verdiğini belirten cümleler olur bunlar. Şimdi anlıyorum; esas dinlemeyen bendim aslında. Beni dinlemiyorsun diye suçlayamam seni yani. Hadi, kulağımı sonuna kadar açtım, pür dikkat dinliyorum şimdi. İstediğini anlatabilirsin.”
“Peki, başlıyorum öyleyse…” dedim. “İşten ayrılacağım yakında. İstifa dilekçemi verdim. İstanbul’a, teyzemin yanına gidiyorum.”
Şaşkınlıktan taş kesilmişti… “Nasıl yani? Temelli mi kalacaksın orada?”
Zengin teyzemden bahsetmiştim ona birkaç kez. Birkaç sene önce kaybettiği eşinden yüklü bir miras kalmıştı. Yazları birkaç haftalığına tatil için yanına gittiğimde bol bol sohbet etme imkanım olmuştu O’nunla… Hayatımdan memnuniyetsizliğimi, o sıkışıp kalmışlığımı alenen söylemesem de tavırlarımla, yüzümle, sesimdeki bir şeyle bir şekilde fısıldamış olmalıyım ki; “Burada kal istersen” demişti bir seferinde. “Ben yalnızım, biliyorsun. Bana bir şey olursa her şey yeğenlerimin zaten, dolayısıyla senin de… İşi, parayı dert etme; benim olan her şey senin de sayılır. Sırf faturaları ödeyeyim, karnımı doyurayım diye hiç sevmediğin bir işe mahkum etme kendini. Burada sana daha çok hitap eden bir iş bulursun belki. Hatta ondan da önemlisini bulursun kim bilir, gönlün birine kayar. Ayrıca burada olman da şart değil; nerede istersen yapabilirsin tüm bunları… Ben her türlü yardıma hazırım. Yeter ki tüm yolları tüketmiş gibi, çaresiz bakma bana böyle!..”
Ayşe bir cevap bekliyordu. O tebessümü geri getirmeliydim yüzüne… O göğü… Maviye boyayan her şeyi… Gündelik, sıradan, tüm sonlu şeyleri bir ucundan sonsuza bağlayan…
“Tabii ki hayır!” dedim. “Kısa bir süre kalacağım orada sadece. Biraz dinlenip kendime geleceğim. İnşa süreci başlayacak ardından. Yarım bıraktığım tahsilime devam edecek, üniversiteye hazırlanacağım. Teyzem madden destek olacak bana bu süreçte, sağ olsun. Her ay hesabıma belli bir meblağ yatacak. Şimdi kazandığımdan çok daha fazla bir miktar… Bu sayede annemle babamı da işten ayrılmamın bütçemizde bir gedik açmayacağına daha rahat ikna edebileceğim. Bunu borç olarak kabul ettiğimi söyledim teyzeme, telefonda görüştüğümüzde. Sanırım pek ciddiye almadı sözlerimi. Ama gurur meselesi yaparım da kabul etmem belki diye de üstünde durmadı. ‘Tamam, sonra konuşuruz bunları’ dedi. Ama O her ne kadar inanmasa da ben son derece ciddiyim… Bir gün mutlaka ödeyeceğim borcumu.”
“Kusura bakma ama saçmalıyorsun. Sen onun yerinde olup yeğenine böyle bir konuda destek olsan karşılık bekler miydin? Her neyse, bırakalım bunları. Psikoloji bölümünü seçeceksin, değil mi?”
“Evet, hatırlıyorsun demek… Belki arada özel ders de veririm. Matematiğim iyidir, biliyorsun.”
Lisedeyken hayallerimizden bahsederdik birbirimize. Aynı okulda okuyorduk. O zaman gündelik şeylerden, geçim sıkıntısından falan söz etmezdi Ayşe. Çok güzel resim yapardı. En büyük hayali mimar olmak; yarattığı eserleri aracılığıyla gülücükler saçmaktı asık yüzlü, çirkin yapılarla dolu bir dünyada. Yani bir nevi bana yaptığının aynısını yapmaktı aslında: Bir gıdım nefes olmak havasız kalmış ruhlara…
Ama ‘hayat şartları’ denen şey çoğu insan gibi onu da bu niyetinden uzak durmaya, olsa olsa uzak bir hayal olarak zihninin bir köşesinde var etmeye zorlamış, o da kaderin bu dayatması karşısında daha mütevazi hedefler belirlemişti. Liseden sonra birkaç yıl bir muhasebe bürosunda sekreter olarak çalışmış, orada şimdiki nişanlısıyla tanışmıştı. Birbirlerinden hoşlanmışlar, görüşmeye başlamışlardı. Derken nişanlanmış; evinin hanımı olmaya gün sayan, hayat pahalılığından söz eden, herkesin yakındığı şeylerden yakınıp, herkes gibi oturan kalkan şimdiki Ayşe oluvermişti.
“Zengin teyzenin parası bir işe yarayacak, desene…” dedi; bir parça buruk da olsa gerçek bir sevinçle… “Yıllar önce ayrılmak zorunda kaldığın, başka başka sokaklara saptığın o yola geri dönecek ve üstelik bu kez dosdoğru devam edeceksin ilerlemeye. O liseli kızın elinden tutacak, ‘Epey beklettim seni, kusura bakma. Ama zararın neresinden dönülse kârdır. Hadi gel, devam ediyoruz yolumuza!’ diyeceksin.”
5.0
100% (2)