0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
296
Okunma
Deve Karıncaya Binmiş Geziyor
Bir Tasavvuf Hikâyesi
Vaktiyle çölde yaşayan bir karınca vardı. Adı Hümeyra idi. Her sabah güneşle birlikte uyanır, Allah’ın kendisine biçtiği nasibi arar, bulur, yuvasına dönerdi. Ne gözü büyükteydi ne de gönlü dardı. Hümeyra her zerrede Rabb’inin tecellisini görür, her kum tanesini okşar gibi geçerdi üzerinden. Lakin bir sabah, çöle tuhaf bir sessizlik indi. Güneş her zamanki gibi doğmuştu ama kumlar susmuş, rüzgâr eğilmişti. Hümeyra başını kaldırdı ve gördü ki bir deve, kendi üzerine binmiş, onu sürmekteydi!
Bu nasıl olurdu?
Bir karınca, bir deveye nasıl yük olurdu?
Lakin deve öyle nazik yürüyordu ki, karıncanın sırtı incinmesin diye ayağını bile hafifçe basıyor, çölde rüzgârı bile susturuyordu. Deve konuştu:
“Ey küçük can! Bugün ben sana binek olayım.”
Karınca irkildi. “Ey yüce mahlûk, sen bana nasıl binek olursun? Sen ki bin yük taşırsın, ben ki bir toz tanesi kadarım. Bu ne biçim iştir?”
Deve cevap verdi:
“Sen bilmezsin. Bazen en büyüğü en küçüğe hizmetkâr kılar Rabb. Bugün senin niyetin yedi kat göğe ulaşmıştır. Ben onun cevabıyım.”
Karınca şaşırmıştı. “Benim niyetim mi? Ne niyeti ettim ki?”
Deve, çölü geçerek bir göl kenarına geldi. “Hatırlar mısın, dün akşam, ‘Ya Rabbi, ben de senin bir kuşun olsam, bir dervişin ayak izini izleyip Hakk’a yürüyebilsem’ demedin mi?”
Karınca ağlamaya başladı. Evet, öyle demişti. Kumların sıcağında bir yolcu görmüş, beli bükülmüş, başı secdeye yakın, her adımı bir zikre benzeyen bir adam geçmişti önlerinden. O anda içi yanmıştı karıncanın. “Ben de yürümek isterim böyle... Ama ne yolum var ne kanadım...” demişti.
Deve konuştu:
“İşte o niyetin duaya dönüştü, dua meleklere, melekler Rahmet Kapısı’na götürdü. Ve şimdi ben, senin o saf niyetinin bineğiyim.”
Karınca gözyaşı döktü. Deve onu çölde gezdirdi. Her kum tanesi bir ismin tecellisiydi. Karınca, yol boyunca deveye sorular sordu. Deve bazen cevap verdi, bazen sustu. Çünkü bazen sükût, kelamdan daha çok öğretir.
Bir tepenin ardından bir vaha çıktı. Gölgelikler içinde bir kulübe. İçeride bir derviş, secdede.
Karınca deveye döndü: “Bu mu yolcuydu dün geçen?”
Deve başını eğdi. “Evet. Senin kalbini yakan kul.”
Karınca kendini toprağa attı. O anda deve yok oldu. Bir rüzgâr esti ve karınca, kulübenin önünde bir taşın altında bir zikir sesi işitti. Kalbiyle işitti. Derviş dönüp karıncaya baktı, ama aslında bakmadı.
Ve karınca o an anladı:
Bazen deve karıncaya biner, çünkü Allah büyüğü küçüğe hizmetçi eder.
Bazen karınca dev olur, çünkü niyeti Arş’a yükselmiştir.
Ve bazen yolcu olmak için ayak değil, arınmış bir kalp yeter.
O gün Hümeyra geri dönmedi.
O kaldı kulübede, dervişin secde gölgesinde.
Ve her sabah, çölde yürüyen develerin ayağının dibinden bir zikir yükseldi:
“Hiçlikte var olmak, varlıkta hiçleşmek...”