0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
59
Okunma
Aşura günü, Terinos için diğer günlerden biraz daha hüzünlü, biraz daha derin düşüncelerle geçen bir gündü. O sabah erken uyandı. Tontonitos ayak ucuna kıvrılmış, sabaha karşı denizden gelen serinlikle titreyerek uyanmıştı. Terinos, yavaşça kalktı. Kasketini taktı, sessizce mutfağa süzüldü.
Keliternos sabah erken kalkmış, aşure kaynatmıştı. İçine buğday, nohut, kuru incir, nar taneleri… Her bir malzemeyi dualarla koymuştu. Terinos büyük bakır bir kaşıkla aşureyi karıştırdı, sonra bahçeye çıktı.
Knidos’un taş sokaklarında yürümeye başladı. O gün Kairos Limanı’na uğramadı. Liman fazla kalabalıktı, oysa Terinos kalabalıklardan uzak durmak istiyordu. Zekeriya Sofrası’na da uğramadı. “Bugün kimsenin gözünün içine bakmayayım” dedi kendi kendine.
Küçük camiye uğradı. Cemaatten geriye kalan birkaç ihtiyar selam verdi ona. Terinos selamı aldı, ama içeri girmedi. Bahçe duvarına oturdu. Sessizce dua etti. İmamın içeriden gelen sesi Kerbela’dan söz edince başını eğdi. “Ne çok kan döküldü, ne çok susuzluk vardı o çölde,” diye mırıldandı.
Öğleye doğru eve döndü. Tontonitos çoktan çardağın gölgesine serilmişti. Keliternos, aşureyi tabaklara koyuyordu komşular için. Terinos bir tabağı aldı. Bahçe demirine dayanıp yavaş yavaş yedi. “İçinde hepsinden var... Tatlı, buruk, hüzünlü,” dedi. Sonra o tabakla mezarlığa yürüdü. Annesinin mezar taşına bir kaşık bıraktı. “Sen de tat,” dedi.
Geri döndüğünde güneş batmak üzereydi. Kos Adası’nın üstü kızıl renklere boyanıyordu. Terinos bir bardak kekik suyu koydu kendine. Kerbela’ yı düşündü ve imam Hüseyin’i düşünerek hüzünle içti.
Tontonitos havladı bir ara. Ama Terinos dalgındı.
Aşura günü böyle geçti Terinos için: susarak, hatırlayarak, anlamaya çalışarak.