1
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
283
Okunma

Kapı çalar.
İçeriden küçük bir çocuğun sesi duyulur:
“Anne, babam mı gelmiş? İstediğim o çikolatadan da almış mı?”
Bir an duraksar…
“Aaa anne, bu üstü başı kapkara amca da kim?”
“Anne, sen neden ağlıyorsun?”
“Anne, bu amcanın elleri yüzü neden simsiyah?”
Annesi, kızını kolundan çekiştirerek aceleyle evden çıkar. Üst kattaki komşusunun kapısını çalar.
Kapıyı orta yaşlarda bir kadın açar.
Kadın şaşkındır:
“Elif kızım, hayırdır? Bu halin nedir böyle?”
Telaşlı ve gözleri yaşlı olan Elif, güçlükle konuşur:
“Hasene abla, madende patlama olmuş… Gitmem gerek.
Kızım sana emanet. Eşimle babam göçük altında kalmış.
Asya’yı da madenden babamın arkadaşı bekliyor, onunla gideceğim. Bir haber alır almaz seni ararım.”
Çocuk olan biteni anlamaya çalışırken annesinin eteğine sarılır, ağlamaya başlar:
“Anne, ne olur gitme!”
Annesi, gözyaşlarını içine akıtarak eğilir:
“Kızım, ağlama… Geleceğim birazdan. Sen Hasene teyzenin yanında uslu uslu otur.”
Daha fazla vakit kaybetmeden terlikleriyle sokağa fırlar.
Olay yeri bir mahşer yeridir.
Ambulanslar, arama kurtarma ekipleri, feryatlar, umutla bekleyen gözler…
Derken bir ses yükselir:
“Çekilin, yol açın!”
Kalabalığın arasını yaran ambulans görevlileri, göçükten çıkarılan bir madenciyi sedyeyle taşımaktadır.
O an, biri ismini haykırır çıkarılan işçinin.
Kalabalığın içinden sıyrılan Elif, annesi ve kardeşiyle birlikte işçinin yanına koşar.
Sorar: “Babam? Eşim? Nerede?”
Adam güçlükle konuşur:
“Büyük bir patlama oldu… Göz gözü görmüyordu. Her yer toz dumandı. Biz çıkışa yakındık, onlar öte taraftaydı. Henüz bir haber yok.”
Her sedye çıkışında umutla, korkuyla, gözyaşıyla bir kalabalık ambulansın etrafını sarar.
Birilerinin babası, oğlu, kardeşi, evladı, eşi vardır o karanlığın altında.
Umut vardır ama sonsuz değil.
Gözyaşlarının sel olduğu meydanda herkes mucizeler için dua etmektedir.
Yine bir sedye çıkar göçük altından.
Bu sefer çıkan Elif’in babasıdır. Ağır yaralıdır, konuşamaz.
Herkes ağlar…
Ama içlerinde küçük de olsa bir umut kıvılcımı yanar.
Ardından bir sedye daha çıkar.
Bu kez sessizlik çöker.
Sedyedeki adam ölmüştür.
Avucu kapalıdır, sımsıkı bir şey tutmaktadır.
“Çıkan: Arif Atabey!” diye bir ses duyulur.
Elif ve ailesi koşar…
Koşar ama bu kez bir umut değil, bir kabus karşılar onları.
Elif, kömür karası elleriyle Arif’inin elini tutar.
Her zaman sımsıcak olan elleri buz gibi soğuktur.
Avucunda…
Kızının tokası.
Söz bitmiştir.
Gerisi feryat, figan…
Kömür karası bir acı.
Biri babasını, biri hayat arkadaşını, biri evladını, biri kardeşini…
Zifiri bir gecede umutlarıyla birlikte kaybetmiştir.
Geriye sadece kömür karası bir yas, bir boşluk kalmıştır.
“Ve o gün, kömür karası ellerin tuttuğu pembe toka, geride kalanların yüreğine kazınan kömür yarası sessiz bir ağıt oldu.”
Nevin Aktekin Gülfırat
“14 Mayıs 2014 te Soma ‘da maden kazalarında hayatını kaybeden madencilerimizi saygı ve rahmetle anıyorum. Alın terleri kutsal, kazançları helal olan tüm madencilerimize sağlıklı ve huzurlu bir ömür diliyorum.”