0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
178
Okunma

YAPRAK KULAK YUSUF
Otobüs terminalinde sabah serinliği hala vardı. Kalabalığın arasında ilk görünen Yusuf oldu. Ardından, biraz yavaş adımlarla ama yüzlerinde huzurla, Hızır Usta, eşi ve kızları Zeynep belirdi. Karşılamaya gelen Ahmet’in annesi ve babası, onları gördüklerinde gözleri doldu; kelimeler boğazlarında düğümlendi. Sessizce sarıldılar; sarılmalarda, gözyaşlarında söylenmemiş nice şey gizliydi.
Yusuf, onların arkasında durup olan biteni sessizce izliyordu. Eşyaları yükleyip hep birlikte yeni evlerine doğru yola çıktılar. Vardıklarında Yusuf’un gördüğü manzara onu derinden etkiledi. Ev, sadece eşyalarla değil, sevgiyle döşenmişti. Perdesinden halısına, ekmeğinden tuzuna kadar her şey düşünülmüştü. Buzdolabı doluydu. Komşular, evin dört bir yanını getirdikleri çörekler, reçeller, sarmalar ve yemeklerle doldurmuşlardı. Sanki sadece ev değil, gönüller de hazırlanmıştı onları karşılamak için.
Fakat Yusuf’un içinde başka bir düşünce vardı. Göz ucuyla etrafına baktı. Umay oradaydı. Diğer tarafta Zeynep… Düşüncesinin altında gizlenen bir mahcubiyet vardı. İki tarafta da genç kızlar olması, tek bir çatı altında kalmayı onun için zorlaştırıyordu. Kendi içinde büyüttüğü bir utançla, farklı bir evde kalma düşüncesine sığındı.
Bu düşüncesi çok geçmeden Ahmet’in babasının kulağına gitti. Akşam yemeğinden sonra herkes yavaş yavaş odalarına çekilirken, Yusuf hâlâ sessizdi. O an Ahmet’in babası ona yaklaşarak omzuna dokundu:
“Evladım... Bizim ev müstakil. Üst kat boş. Orayı senin için hazırladık zaten. Kimseye mahcup olma, kimseye mesafe koyma. Biz seni Ahmet’ten ayrı görmedik, görmeyiz de. Oğlumuz gibisin, başımızın tacısın.”
Yusuf ne söyleyeceğini bilemedi. Gözleri doldu, sadece başını eğerek teşekkür etti.
Akşam serinliğinde Hızır Usta, verandada sigarasını içen Ahmet’in babasının yanına geldi ve sessizce oturdu. Bir süre ikisi de konuşmadı. Sonra Hızır sözü aldı:
“Ben, Yusuf’un bana anlattığı bir şeyi sana söylemek istiyorum. Belki kendisi hiç anlatmaz...”
Ve Yusuf’un rüyasını anlattı. Ahmet’in ona göründüğünü, “Ailene sahip çık,” dediğini; ardından babasının da “Burada kal,” demesiyle Yusuf’un kalmaya karar verdiğini söyledi.
Ahmet’in babası o an yutkundu. Uzun süre sessiz kaldı, gözleri bir noktaya takılı kaldı. Sonra sadece şunu dedi:
“Demek içimizdeki sesin bir sebebi varmış.”
O gece herkes uyuduğunda Ahmet’in babası, eşiyle mutfakta karşılaştı. Bir bardak su aldıktan sonra durdu. Düşüncelerini toparladı ve Yusuf’un rüyasını anlattı. Gözleri dolmuştu. Eşi sessizce dinledi, sonra elini kocasının eline koydu:
“Ben de hissediyordum... Ahmet bize onu emanet etti.”
İçlerinde bir düşünce filizlendi: Acaba Yusuf ve Umay, Ahmet’in bıraktığı yerden birlikte bir yol yürüyebilir miydi?
Ertesi sabah, Hızır, eşi, Ahmet’in annesi ve babası bir araya geldiler. Bu mesele herkesin aklında ve gönlünde artık vardı. Hızır Usta sözü aldı:
“Eğer Yusuf ve Umay birbirlerine gönül verirse, bu sadece bir evlilik olmaz. Bu, yarım kalan bir hikâyenin tamamlanması olur.”
Ahmet’in babası başını salladı:
“Yusuf bizden biri. Umay’ın da gönlü varsa, biz razıyız.”
Ama her şeyden önce kızlarının fikri önemliydi.
Umay’ı çağırdılar.
Kapı yavaşça açıldı…
Umay içeri girdi…
Ve bölüm sona erdi.