0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
195
Okunma

Sanatçı için dil, düşünce ummanına girmesi için bir kapı, bu ummanın cevherlerini kardeşlerine, toplumuna ve tüm insanlara sunabilmesi için bir şifredir. Yaşanmış olayları, destanları, tecrübelerin özeti olan atasözlerini, ağıtları, türküleri ve tüm sanatıyla konuşulduğu milletin manevi unsurlarını sentezler yapısında dilimiz.
İşte bu yapısıyla dilimiz, kaos zamanlarında toplumumuzu yeniden medeniyet yeşertecek vadilere taşımıştır coşkusuyla, ortak üslubuyla ve haykırışıyla.
Bütün büyük medeniyet dillerinin halen yaşadığını görüyoruz. Hem de o medeniyeti kuran millet ve devletten eser kalmadığı halde. İşte Latince nerde Latinler? İşte İbranice nerede İbraniler?
Medeniyet temellerimiz bozulmadığına göre, medeniyetimizin temel değerlerini anlayacak dilimiz tamamen bozulmadığına göre biraz çile çekerek medeniyetimizle cihanı gülistan eylemek boynunuza seferberlik olmalı sanatçılarımız. Çünkü haysiyetli millet kendi diliyle düşünür ve kendi diliyle düşüncesini haykırmaktan utanmaz.
Sanatçı kucağında yaşadığı toplumun gelenekleriyle, terbiyesiyle ve imanıyla dokumaktadır dokumaktadır duygularını. Eğer bu kültürü anlatacak olan milli dili kullanmazsa ızdırabını, sevincini öfkesini, muhabbetini dile getirdiğinde kendi toplumunu etkileyemez. Yabanın diliyle ifade edilen duygular Anadolu’nun gönlüne dolabilir mi? Başka toplumların kültür balyozu altında ezilen toplumumuz dinini ve dilini kaybetmediği sürece direnebilir ve düşünebilir. Bu düşüncesi onu çözüm üretmeye ve sonunda da bir inkılab başlamıştır artık.
Milli olmadan evrensel olunamayacağına göre kendimizi tanımamız gerekiyor. Kendimizi tanımamız için milli kültürümüzü anlamamız gerekiyor. Mili kültürümüzü anlayabilmemiz için onun yazıldığı dile aşina olmamız gerekiyor.
Milletinin duygu ve düşüncelerini haykıracak sanatçı hem düşüncede, hem de düşünceyi aktaran dilde milli ve yerli olmak zorundadır. Sanatçı içinde yaşadığı toplumun değer yargıları ile düşünüp, eserlerini kendi toplumunun ana diliyle ifade edebildiği zaman evrensel sanatçı olabilir.
Biz Batı’ya yakınlaştıkça önce Devlet-i Ali’mizi yıktık. Ardından medeniyetimizi susturduk. Bu şaşkınlık içinde nakış nakış kültürümüzü dokuyan dilimizden utandık. Bu sefer duygularımızı ifade edebilmek için yaban diller aradık. Her birimiz bir başka yaban dile kapıldık da birbirimizi anlayamadık. Birbirimizi anladık sanıp yanlış anladık ve yanlış anlaşıldık.Şimdi öyle bir fikir karmaşasındayız ki… Çünkü milletimizi millet yapan tek bir dilin yerine bir çök dille birbirimizi tahrik ediyoruz. Her birimiz konuştuğumuz dilin fikrine aşinayız. Bizim dilimiz tutulmuş Batılılaşma maceramızda, neylesin zavallı düşüncesizliğimiz?
Dilimiz tutulmuş ama çaresiz değil, düşüncemiz sarsılmış ama bozulmuş değil. Dilimizin sahip olduğu gramer kuralları sayesinde her ihtiyaç duyduğumuz anda mükemmel kelimeler üretebilme imkanına sahibiz. Aldığımız yabancı kelimeleri güzel dilimizin yapısı içinde harmanlayıp yeni ve bize ait kelimeler türetebiliyoruz.
Dünya görüşümüz ise İslam Dini’nin çizdiği çerçeve içinde ahlak, terbiye ve gelenekler bütününden oluşmaktadır. Dinimiz hakkındaki bilgi kaynaklarımız ehl-i sünnet çalışmalarıyla bozulmadan günümüze kadar ulaştırılmıştır. Yani medeniyetimiz bizi şereflendirmek için alakamızı beklemektedir.
Eğer biz bunları anlayıp güzel Türkçemizi muhteşem eserlerle şahlandırırsak, nice estetik fikirlerle yeşertilmiş sanat gülistanını insanlığa sunabiliriz.