2
Yorum
13
Beğeni
5,0
Puan
403
Okunma

İlk Söz’den (sf. 7)
Zaman uçar, anılar kalır
(Tempus fugit, memorias manent)
Anılar taşkıran çiçeklerine benzerler. Zamanı geldiğinde yaralı uçurtma kuşlarını sağaltmak için güneşi arar bulurlar taşları kırıp çatlatarak. Anlatılabilen anılar özgürlüklerini yaşarlar yeryüzünde, gökyüzünde. Anlatılamayan anılar vardır bir de... Onlar sonsuza kadar saklı hükümlüdür taş yüreklerimizde...
...
Anılarımız, gerçek öykülerimizdir düşündüren gülümseten, ders çıkarıp ibret aldığımız. Ama her şeyden önemlisi, gelecek yıllara, hatta yüzyıllara gönderdiğimiz mektuplarımızdır zamanı geldiğinde okunacak...
...
-------------------------------------------------------------------
Sevgili Uğur Olgar’ın imzalayıp gönderme nezaketinde bulunduğu
Anı/Anlatı kitabı üç-beş gündür elimdeydi, dün bitirdim.
Yaşantımızda hepimizin başına gelen irili ufaklı dertleri
(aidat ödemeyen apartman komşuları, sözünde durmayan ustalar, süpermarket sırası, kasiyerler, corana aşısı, sığınmacılar, sokak hayvanları, okey yancıları, kocası hapiste çocuklarıyla yaşama tutunmaya çalışan talihsiz kadınlar, deprem-sel...)
Bir solukta okuduğum, her anmalıkta kendimi de içinde bulduğum anlatı demetinde, beni en çok etkileyen hüzünlendiren anı, Bir Kitap Bırakma Uygulaması (sf. 20) oldu.
Çarpıcı anıları okurken, Edip Cansever’in görkemli şiiri
Mendilimde Kan Sesleri’nden unutulmaz birkaç dize düştü yâdıma:
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
...
Şiirdeki kimi dizeler, Katırcı Çıngırağı’nda ayrı ayrı birer anıya dönüşmüştü sanki.
...
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
..
Tadımlık niyetine, kitabın sonundaki anlatıyı (sf. 81) buraya almak istedim.
DÖRT BAYAT EKMEK
Silifke’de bir fırında öğlen pidesinin çıkmasını bekliyorum, oluşan küçük kuyrukla birlikte. Sıcak pidenin kokusu şimdiden geliyor bütün tazeliğiyle. Hazırda olduğu için ekmek almak isteyenler beklemeden alıp gidiyorlar.
Derken üstübaşı fakir giyimli kırk yaşlarında bir kadın ürkek adımlarla fırın kapısının eşiğinden adımını atarak "Abi, dört tane bayat ekmek istiyorum, varsa" diyor sadece fırıncının duyabileceği sesle.
Fırıncı, evet anlamında başını sallayıp ekmekleri getirmeye gidiyor. Gözümün bir yerlerden ısırdığı, bayat ekmek isteyen kadına soruyorum merakla. "Tavuklarınız, ördekleriniz filan mı var hanımefendi, kümes hayvanları ekmeği seviyorlar değil mi?"
Kadıncağız, ah keşke sormasaydın be abiciğim, gibilerinden yüzüme öyle bir bakış fırlatıyor ki... Ânında durumu anlayıp pişman oluyorum, ama iş işten geçmiş oluyor. Başımı önüme eğiyorum, kadının yüzüne bakamıyorum.
"Kendimiz için, ailem için alıyorum. Nüfus kalabalık, beyimin engelli maaşıyla geçinmeye çalışıyoruz, küçük bebeğimiz var, ben de her zaman gidemiyorum çalışa. Bayat ekmekleri, bulursak sıcak suda, bulamazsak soğuk suda ıslatıp ıslatıp yiyoruz," diyor fakir kadın.
"Peki, bayat ekmeklerin tanesini kaç liradan alıyorsunuz" diye soruyorum bu kez. Ah, dilimin kemiği yok, bunu da sormasam iyi olacakmış, ama sormuş bulundum bir kere.
Kadın da, fırıncı da bir şey söylemiyorlar fiyat konusunda. Susuyorlar sadece. Ben de susuyorum, kadının başka bir fırında askıdaki ekmeklerden aldığını anımsıyorum bir süre önce.
Aldığım sıcak pideler nasıl boğazımdan geçecek, bilemiyorum.
Katırcı Çıngırağı, Uğur Olgar, Anı/Anlatı,
Şey Kitap, İzmir, 1.Baskı Ocak 2024
5.0
100% (1)