0
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
283
Okunma
Bölüm 1 – Kendi Hâlinde Bir Çocuk.
Sabah, köyün üstüne gri bir duman gibi çökerdi.
Sobadan çıkan ince dumanlar, ahırdan gelen buğulu soluklarla karışırdı, Yusuf pencerenin önünde sessizce otururdu. Uykusu tam da gözlerinin ucundaydı ama o, kalkıp annesinin sabah mahmurluğuyla yaktığı gaz lambasının titrek ışığında defterini karıştırırdı. Henüz güneş bile doğmamış olurdu.
Elektrik yoktu evde. Zaten çoğu evde de yoktu. Ama Yusuf’un elleri, kalemi nasıl tutacağını bilir, harfleri karanlıkta ezberlerdi.
“A” harfi onun için yalnızlığı, “B” biraz babayı, “C” de camdaki buğuyu çağrıştırırdı.
Okumayı seviyordu Yusuf. Belki kelimelerde buluyordu kendini, belki de kelimelerde unutuyordu her şeyi.
Annesi ocakta taşın kenarına yerleştirilmiş sacda ekmek pişiriyordu o sabah.
Yüzünde yorgun ama şefkatli bir ifade vardı.
“Üşüdün mü oğlum?” diye sordu usulca.
Yusuf başını iki yana salladı. Üşümüştü ama söylemedi. Annesi yorulmasın diye, üzülmesin diye...
“Bugün havadan kar kokusu geliyor.” dedi kadın, gözlerini pencereden dışarıya dikerek.
Yusuf pencereye yanaştı. Camın kenarına yanağını yasladı. Soğukta içi titredi. Kar yağarsa okul yolu çamura bulanırdı. Ama o severdi karı. Herkes eve kapanırken, o tek başına dışarı çıkar, ayak izlerinden yol çizerdi kendine.
Sessiz bir yolculuk olurdu; kimsenin duymadığı ama onun kalbinde yankılanan bir yolculuk...
Okula vardığında sıra arkadaşları çoktan gelmişti. Yusuf, sıranın ucuna sessizce oturdu.
Üzerindeki mont eskiydi. Kollarından sarkan iplikleri arkadaşları fark etmiş, fısıltılar başlamıştı bile.
“Bak bak, yine aynı montla gelmiş.” “Annesi dikiş bilmiyor mu bunun?”
Duydu Yusuf. Ama belli etmedi. Kafasını eğdi, defterine harfler çizmeye devam etti.
O harflerin içine kendini gizledi.
Öğretmen tahtaya bir soru yazdı. Sınıf sessizdi. Birden Yusuf’un adı duyuldu.
“Yusuf, gel bakalım tahtaya.”
Ayağa kalktı. Adımlarını yavaş attı. Her adım, içindeki yankıyı çoğalttı.
Bildiği soruydu. Dün gece gaz lambasının altında kaç kez tekrar etmişti bu konuyu.
Ama tahtaya çıktığında dili tutuldu. Sınıf ona bakıyordu.
Öğretmen gözlüklerinin ardından sabırla gülümsedi. Ama Yusuf’un ağzı açılmadı.
İçinde cevap vardı, evet, ama dışarı çıkacak cesareti yoktu.
Çünkü o çok erken susmayı öğrenmişti.
Tahtadan inerken sınıf hafifçe güldü. Kimse alay etmedi belki açık açık, ama o kahkahalar Yusuf’un içine saplandı. Sırasına oturduğunda, kalemini eline aldı ama artık yazmak istemiyordu.
O an bir şey kırıldı içinde. Kimse duymadı.
O sadece bir çocuktu.
Kendi hâlinde bir çocuk.
Ve hâlinden kimse bir şey anlamıyordu.
O yılki bayram öncesinde, babası köy minibüsüyle ilçeye inmişti.
Haftalardır tarlada çalışıyor, akşamları yorgun argın dönüyordu.
Dönüşünde Yusuf’a bir şanta getirdi. İçinden lacivert renkte, dar paça, ütülü bir takım elbise çıktı.
Yusuf şaşkınlıkla dokundu ceketin koluna. Kumaşı yeni kokuyordu. İlk defa bu kadar güzel bir şey onun olmuştu.
Bayram sabahı, Yusuf o takımı giydi. Ayakkabıları biraz büyük geldi ama aldırmadı.
Annesi saçlarını taradı, bir düğme eksik ceketini ilikledi. “Maşallah oğlum, yakışıklı oldun.” dedi fısıltıyla.
O gün okul yolunda göğsünü ilk defa biraz kabarttı Yusuf. Kendini, sokakta yürüyen değil de bir rüyanın içinden geçen biri gibi hissetti.
Köyün pınarının önünden geçerken, su bidonlarını dolduran yaşlıca bir kadın, Yusuf’a uzun uzun baktı.
“Aman Allah’ım, şu çocuğa bak... Prens gibi olmuş! Maşallah demeyim, nazarım değer vallahi...” dedi ama gülümsediği gözlerinde hayranlık kadar başka bir şey de vardı.
Yusuf, başını hafifçe eğdi. Utandı. Ama içi bir garip oldu. Ne olduğunu tam anlamadı.
O gün okulda aniden rengi soldu. Öğleye varmadan halsiz düştü, sonra kusmaya başladı.
Öğretmeni endişeyle ailesine haber verdi. Minibüs gelene kadar,
Yusuf sedir gibi bir sıranın üstünde gözlerini kapatmış yatıyordu. Doktora güçlükle yetiştirildi.
Neyse ki ciddi bir şey çıkmadı. Ama köyde herkes aynı şeyi konuştu:
“Nazara geldi çocuk. O yaşlı kadının gözü değdi ona.”
Annesi, gece yatağının başında sessizce dua etti. Sabaha kadar bir kaşığın ucuyla ağzına limon suyu damlattı.
Babası çok konuşmadı ama Yusuf’un takım elbisesini bir daha kolay kolay giymesine de razı olmadı.
Yusuf o olaydan sonra bir şeyi öğrendi:
İnsan bazen en güzel göründüğünde en büyük kırılmalara uğrardı.
Ve nazar, yalnızca göze değil, çocuk yüreğine de işledi.
...andelip..
5.0
100% (2)