3
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
351
Okunma
Tefekkür Mekânları: Sessizliğin ve Sükûnetin Peşinde
İnsanın zihni, gündelik hayatın karmaşasında kayboldukça, sükûnetin kıymeti artıyor. Bir gün, kalabalığın ortasında yürürken, “Ben en son ne zaman sustum?” diye sordum kendime. Gerçek anlamda sustum; yani sadece sesimi değil, zihnimi de susturdum… Cevap bulamadım. O an anladım ki insan, kendinden kaçmak için ne çok ses üretmiş. Oysa tefekkür; sesin, görüntünün ve koşuşturmanın dışına çıkıldığında başlıyor. Sessizliğin en derin noktasında, insan birdenbire kendi hakikatine temas ediyor.
Tefekkür bir eylem değil, bir hâl. Mekâna ve zamana muhtaç değilmiş gibi görünür; ama yine de bazı yerlerde daha kolay çağrılır. Öyle mekânlar vardır ki, insanın içine dokunur. Bir ağacın altı, kayalık bir dağın zirvesi, ya da bir mağaranın serin karanlığı… Her biri, kelimelerin tükendiği o yeraltı nehrine bir kapı aralar. Sanki o mekânlar, içimizde unuttuğumuz bir şeyi bize fısıldar: “Dur. Bak. Hisset.”
Modern dünya, durmaya ve bakmaya pek izin vermiyor. Her şeyin bir işlevi, bir hızı, bir amacı var. Ama tefekkürün amacı yok; çünkü o, kendisi bir amaçtır zaten. Dağların sessizliğinde yankılanan bir dua, ya da yaprağın üzerine düşen bir yağmur damlası... Bunlar ne için var? Belki de sadece fark edilebilmek için. Ve belki de sadece bir insanın, bir anlığına olsun, “Buradayım” diyebilmesi için.
Kur’an’da geçen “Onlar göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler” ayeti, bana her zaman çok derin gelir. Çünkü bu cümle, evrenin sessiz çağrısına kulak veren insanları anlatır. Öyle bir düşünce hâlidir ki bu, hayranlıkla başlar, acziyetle devam eder, sevgiyle son bulur. İnsan bazen bir kuşun kanat çırpışında, bazen taşların suskunluğunda Rabbini bulur.
Ama şimdi, bu keşmekeşin ortasında tefekküre yer var mı? Gözümüz sürekli bir ekrana sabitlenmişken, doğayı ne kadar görebiliyoruz? Bir çiçeği izlemek bile lüks hâline gelmişken, ruhumuz neyle beslenecek?
Ben bazen uzaklara gitmek istiyorum. Hira’ya mesela. Dağın içine çekildiği, dış dünyanın seslerinin azaldığı bir yere... Orada bir taşın üzerine oturup hiçbir şey yapmadan beklemek... Beklerken düşünmek değil, sadece duymak. Kendi iç sesimi, Rabbimin sessiz çağrısını, varlığın kalp atışlarını...
Tefekkür bazen bir ağacın gölgesinde başlar, bazen bir çocuk gülüşünde. Ama en çok da, içimizde yankılanan o boşlukta başlar. Dışarısı ne kadar gürültülü olursa olsun, eğer içimizde bir mağara inşa edebilmişsek, orada tefekkür yeşerir. Kim bilir, belki de asıl inziva; insanın içinde sakladığı sessizliğe dönebilmesidir.
Çünkü insan, zaman zaman kendi Hira’sına çekilmek zorundadır. Susmak, düşünmek ve hatırlamak için.
5.0
100% (1)