2
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
345
Okunma

Bir düş taksimi adeta sözcüklerin yuvarlandığı o kayalık tıpkı aşka düşen bir kadın gibi bir adam gibi.
Issızlık baki, hayat özveri dolu ve istekler ve arzular…
Sabahın erken saatini giyinen kuşlar misal ya da kuşluk vakti kahve içmeye gelen komşular ve dostlar.
Hayatın öznesi iken sevgi ve de hayal gücü ve işte hayat da düşler de kaldığı yerden devam etmekte.
Bir sözcükse arayışın sonlanmadığı ve sevgi ise ailede biten çiçeğin yakalandığı haylaz rüzgar tıpkı Sema gibi evreleri ömrün ertelediği mutluluğun vebali de boynuna iken.
Tarzıydı genç kızın tevazu yüklü varlığı ve semada saklı hayalleri. Çalıştığı kadar mesleğinin zirvesinde takılı idi aklı öncesinde ve kimine göre; para iken hayatın merkezi sadece uyum göstermek adına insanlara, işine gidip geliyordu bazen ayakları gerisin geri giderken bazense kendini hapsolmuş bir mahkum gibi hissediyordu ama zindan dediği devasa bir plazada çalıştığı kadar kariyerine hızlıca devam ediyordu.
Kayıptı oysa gülücükleri: gerçi işine yani bankacılığa ilk başladığında ayakları yerden kesilmişti hele ki mülakat sonrası çalışacağı banka şubesine tanışmak adına gitmişken banka müdürü ve banka çalışanları ile nasıl da pembe bir dünyaya misafir olduğunu görmenin verdiği hoşluk ve umutla salmıştı işte kanatlarını mademki hayalleri idi gerçek olan.
Gerekçeler ve de aldığı eğitimin hakkını vermek adına biraz ertelemişti iş hayatını ne de olsa üniversiteden mezun olduğu dönemde babasını toprağa vermiş ve hayli sıkıntılı zamanlar geçirmişti.
Hayatı boyunca hayatı cennet bellemek ve insanları meleklere benzettiği yalan değildi peki, Sema kusursuz bir insan ve de melek miydi?
Bunu sorgulaması mümkündü ve kendini bildi bileli sorgulamıştı da kendini ve işte rahat vicdanı ve beyni ve analitik zekası ve duygu dolu dünyası sancılı bir ömrün vardiyasına henüz kalmamıştı üstelik.
İklimler sertti o zaman aralığında ve kışları soğuk ve karlı geçiyordu sevdalı şehir İstanbul’un ve yağan kar tanelerinin eşliğinde başladı bankadaki yolculuğu.
Zamanın nüvesi.
Bilinmezin nüktesi.
Gönlü ferah ruhu coşkulu beyni ise üretmeye programlı iken sevgi dolu yüreği adeta insanlık ve dostluk adına çarpıyordu çarpıldığı kadar da dünyanın ilk ikramı ile üstelik hesabına yatan yüklü bir maaşı vardı genç kızın.
Bir vaveyla ruhunu kundaklayan ve sessizlik.
Sözcükler ve rakamlar…
Sözcüklere çok düşkün değildi ne de olsa rakamlarla ve hesap özeti ile iştigaldi hayatın ve de çalıştığı bankada severek de yapıyordu işini: yurt dışı bağlantılarda etkindi yabancı diliyle ve o kadar kalabalık bir ordu idi ki banka: sayısız yetkili ve iç yönetmen ve de banka müdürü.
Emir almaya alışıktı sonuçta aldığı eğitimde en üstü hedeflemişti ailesi ve zaten Sema ispatlamıştı rüştünü.
Mekanı aşk.
Meali aşk.
Artık nasıl bir bağlantı kurmuşsa hayatla aşk arasında ve de somut bir meslekte soyut duygulara yer yokken…
İyi de yerini yurdunu çoktan bellemişti gerçi öğrenci kimliğini susturamıyordu ama…
Belleğinde açtığı kayıtlar.
Alt belleğinde saklı sırlar.
Keşfe henüz çıkmamıştı ne de olsa ve o, sadece herkes gibi olmaya çalışıyordu bir yandan da hayallerinden ve duygularından ödün vermiyordu ve işte: duygularla mantığın çatıştığı nokta.
Bir noktaya tekabül ettiğinin henüz farkında değildi ve nokta atışı yapmakla iştigal varlığı ile kutsal bir sevgiyi de tam da merkeze yerleştirmişken.
‘’Çok derinlere dalmana gerek yok yeter ki işini yap ve vaktiyle teslim et.’’
Bunu diyen yetkilisi ya da müdürü değildi sadece çalışma arkadaşından bir uyarı almıştı üstü kapalı.
Öğrenmek ve öğretmek:
‘’Unutma, burası bir okul değil sadece vazifeni yapmanı istiyor insanlar senden ve de kurallara uymanı.’’
Kurallar mı?
Hani, bir ömür itaat ettiği.
Kaideler ki haddinden fazla otoriter bir babanın kızı iken üstelik eğitim aldığı okullarda ağır bir müfredat iken ona ve arkadaşlarına eşlik eden.
Gücü yetecek miydi peki?
Güç olan ne miydi?
Ya da gücüne giden ve verdiği emeği katladı artık mesai bitiminde çıkmıyordu işten nerede ise gece yarısına kadar bankada ve rahat koltuğunda mıhlanıp kalıyordu ta ki güvenlik görevlisi yanına gelip de onu uyarana değin:
‘’Geç olmadı mı Sema Hanım?’’
Belki de bir köşeye kıvrılıp uyumalıydı sabahın erken saatlerinde bankaya ilk gelen Sema olsa da.
Yetemediği neydi?
Yetmediği kim?
Bir yandan da içindeki çocuğu susturuyordu ve ona emirler yağdırıyordu:
‘’İstediğin bu değil miydi? Nedir seni rahatsız eden ve hala neyin derdindesin?’’
Moral.
Heves.
Hırs belki de…
Eksik olan bir şeyler vardı ama ne?
Bir yandan da dününü düşünüyordu hani aldığı pedagojik formasyonu hayata geçirmek ve bu konuyu, bankada kimseye açmamıştı ne de olsa aldığı mesleğin hakkını vermekti ona düşen.
Sözcükleri de seven yüreği ve duygularla yüklü iç sesi ve bağımsız hissetme arzusu.
Ara sıra şiirler ve kısa denemeler karalardı birkaç yıl öncesinde ve şimdi işten başını kaldırmak ne kelime deli gibi işine odaklanmıştı ve günbegün bir şeyler yolunda gitmemeye doğru yol almaktaydı sonunda olan olacak ve başka bir evrene yol alacaktı aslında almaktaydı da.
Renkler süzgün değildi henüz.
Henüz büzülmemişti yüreği.
Hüzünse yavaş yavaş yağmaktaydı üstüne ve karın yoğun olduğu bir gün işine başlamışken yine yoğun bir kar yağışında yazdığı istifa dilekçesin attı imzasını.
Her şey bir anda olmuştu.
Bu çok da doğru değildi hani ne de olsa birikimdi içindeki huzursuzluğa sebep olan ve biten bir şeylerdi kapısını çalan.
Her şey bir yana içinde susmak bilmeyen o çocuk.
Öğrenme aşkına eşlik eden öğretme arzusu.
Çok iç açıcı olmasa da önünde ne varsa onu bekleyen ama inatçı ve arzu dolu hayal gücüyle yine yeniden pembeye boyamıştı işte hayatı ve onu bekleyen geleceği ve de ihtimalleri.
Her şey bir anda gelişmişti ve daldan dala konan ruhunun elinden tutmuş baba mesleğini sürdürmek adına yeniden baş koydu hayata ve içinde biriken isyanı bastırıp mutluluğa yelken açtı.
Mutluluk insanların gözünde; kariyere ve paraya denk düşerken, Sema hayallerine ve duygularına denk düşüp adeta kanatlandı somut bir dünyadan soyut başka bir âleme.
Arkadaşı vasıtasıyla öğrenmişti İstanbul’un uzak bir semtinde bulunan bir okulun öğretmen açığını.
Ansızın doğan güneş.
Oysaki ansızın karanlığa boğulmuştu.
Kardığı duyguları ve banka ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan öğretmenlik hayalleri nasıl ki bir çatışmaya sebebiyet vermişti bir o kadar pek çok insanı da hayal kırıklığına uğratmıştı ne de olsa ondan bekleneni ifa etmiş devamını getirememişti.
Karın bolca yağdığı bir günün erken saatlerinde çalışacağı okula zor da olsa ulaştı üstelik İstanbul’un merkezi sayılan bir semtte adeta üvey çocuk gibi içine kapanmıştı o ilköğretim okulu ama modern zamanın Çalıkuşu olmaya ant içmişti bir kez ve de hazırdı artık ruhunu teslim etmeye çünkü kelimenin tam anlamıyla kendini cennette hissediyordu ve şık kıyafeti ile çok tezattı hissettikleri ne de olsa ayakkabısına bulaşan yoğun çamur adeta ayaklarını yerden kesmişti hele ki ayağında ayakkabısı olmayan terlikle ve sırtlarında incecik bir kazakla okula gelen öğrencilerini gördüğünde adeta zafer kazanmış bir komutan edasıyla iç sesi çığlık çığlığa eşlik etti genç kıza.
Hızlı bir giriş yaptı müdürün odasına elbette kapıyı çalmıştı ama ve babacan müdür gülümseyen gözlerle karşıladı Sema’yı:
‘’Hocam, hoş geldiniz. Biz de sizi bekliyorduk günlerdir.’’
Günlerdir mi?
Oysaki henüz bir gün geçmişti üstünden müdürle olan konuşmasının ve bir günden beridir de istifa işlemi ve evrakları ile uğraşan genç kız geç kaldığına dair bir yanılgı ile öncesinde yüzü asıldı ama müdürün içtenliğin ve cıvıl cıvıl sesleri ile öğrencilerin aniden de kanatlandı hem.
‘’Hocam, sayın müdürüm, ne diyeceğimi bilemiyorum ne de olsa öğretmen olarak ilk kez çalışacağım ve o kadar mutlu ve coşkuluyum ki. Hatta hemen şimdi de başlarım vazifeme eğer ki arzu ederseniz.’’
Müdürün yüzü aydınlandı bir anda ve söze başladı:
‘’Okulda çok öğretmen açığı var ve siz tek İngilizce öğretmenisiniz bulunduğunuz okulda dolayısıyla tüm sınıflara da siz gireceksiniz. Ayrıca boş geçen diğer derslerimizi de size vermeyi düşünüyorum elbet kabul ederseniz.’’
Kabul etmemek mümkün müydü ve işte yeni bir adımla açtığı kolları bu yeni dünyayı içine çekmek nasıl da iyi gelmişti genç kıza üstelik alacağı ücreti sormak aklına bile gelmemişti ve de bilmiyordu üstüne para vereceğini ki umurunda değildi ne maaş ne de maddi ihtiyaçları düşünmek çünkü kendini eğitim ordusuna dâhil olan bir nefer gibi hissetmekteydi ve işte Sema’nın yeni hikâyesi o gün başladı.
Çetin geçen bir kıştı o sene ve eksiksiz vazifelerini yapıyordu Sema hatta fazlasını da bir anda gözbebeği oldu okulun ve tüm öğrencilerinin.
Çocukların masum iç dünyası ve parlayan gözleri.
İnsan daha ne isterdi ki?
Aslında çok şey isterdi insan en çok da öğrencilerinin sağlıklı ve mutlu olmasını dilerdi diledi de ve onların ihtiyaçlarını gidermek için kollarını sıvadı.
Erkenden geliyordu okula ders saatine başlamadan çok önce ve de eli kolu dolu.
Kitaplar getiriyordu evinden ve çocuklarına vereceği sayısız küçük hediye.
O kadar çok durumu bozuk öğrenci vardı ki okulda ve adeta iyilik meleği olarak addediliyordu diğer öğretmenler tarafınca ve bunu mutlulukla arzuyla ve sevgiyle ifa ediyordu.
Kara kış yüzünü göstermişti ve o sabahki ilk sınıfına derse girdi genç kız ve yine neler saklıydı çantasında derken sınıf kaynamaya başladı bir kazan dolusu su gibi.
Suzan sınıfın en küçük öğrencisi yine geç kalmıştı derse ve kapının vurulması ile daldı içeri küçük kız. Öylesine ıslanmıştı ki ve sınıftaki diğer öğrenciler kıkırdamaya başladılar.
O da ne?
Suzan’ın ayakları çıplaktı ve kendine büyük gelen bir çift yırtık terlik de elinde ve işte Sema’ya düşenler boyunu aşmış gibi gözükse de üstesinden gelmeye kararlıydı ve öğretmen kürsüsünde ayağından çıkardı ayakkabılarını: o da artık yalın ayaktı.
‘’Suzan sırana geç yavrum hem sana bir sürprizim var. Az bekle.’’
Sınıftaki çocukların ilgisini çekmişti söyledikleri diğer yandan da çıplak ayaklarına bakıyorlardı öğretmenlerinin.
‘’Öğretmenim çok komiksiniz Suzan da çok komik. Olacak iş mi yalın ayak gezmek?’’
Suzan bir yandan başını öne eğmiş utanmakta bir yandan da öğretmeninin ayaklarına bakıyordu.
‘’Komik mi sahiden?’’
Tepki vermemişti genç öğretmen ama dikkatleri öğretmendeydi çocukların.
‘’O halde şimdi bir oyun oynuyoruz çocuklar. Herkes ayakkabılarını çıkartsın sonra da yumun gözlerinizi ve Suzan, sen de yanıma gel bakim güzel yavrum.’’
Bir anda sınıfın atmosferi değişmişti. Sahi, nasıl bir oyundu oynayacakları?
Ürkek adımlarla kuş gibi sekti küçük kız ve onu sarıp sarmaladı öğretmeni.
‘’En çok hangi rengi sevdiğini biliyorum canım benim ve de bu zaten bizim sırrımız ve ben de senin gibi en çok laciverti severim. Bak bakalım çantamda ne var?’’
Herkes merak içinde çantadan çıkacak nedir diye bakıyordu ve de bu oyun çocukların çok hoşuna gitmişti.
‘’Bir sana bir de bana.’’
Sahiden de neydi o öyle iki kişinin payına düşen?
‘’Al bu paketi ve de aç sonra dene bakalım oluyor mu olmuyor mu ayağına? Bu da benim kendime aldığım. Bakalım ne varmış içinde?’’
Herkes heyecanla ve merakla izliyordu bu oyunu.
‘’Çocuklar sizlerin ayakları çıplak ve de kendinize gülmüyorsunuz oysaki daha demin Suzan ile nasıl da dalga geçmiştiniz. Bana da gülmüyorsunuz ayaklarım çıplak olduğu halde?’’
Neydi sahi oynanan oyunun ismi?
Suzan iri gözlerini daha da açtı fal taşı gibi.
‘’Öğretmenim bu ayakkabılar çok güzel hem de istediğim renk iyi de kimin bunlar?’’
‘’Elbette senin güzel yavrum bak bu da eşi kendime aldığım. Bak ikimizin de ayakkabıları aynı model.’’
‘’Ben bunu kabul edemem öğretmenim. Çok pahalı bunlar belli ki.’’
Hemen yanıtladı Sema:
‘’Hediyenin ucuzu pahalısı olmaz üstelik ihtiyacın var üstelik benim de ayaklarım üşüyor. Sen giymezsen ben de giymeyeceğim sonra hasta olacağız. Hemen ayağına geçir bakim bak ben de giydim ve…’’
Herkes şaşkın gözlerle olan biteni izliyordu ve Suzan sonunda giyip ayakkabılarını sırasına geçti Sema da ayağına geçirmişti bir örnek ayakkabısını derken kapı vuruldu.
‘’Sizler de giyin şimdi ayakkabılarınızı ve…’’
Gelen müdürdü okulun Müdür Babası. Belli ki ciddi bir şey vardı ki dalmıştı sınıfa müdür ve sordu Sema Öğretmen:
‘’Hayırdır, müdürüm?’’
Çok süzgün ve de üzgündü suratı müdürün:
‘’Ders çıkışı bir odama uğrayın, öğretmenim.’’
Gelmesi ile gitmesi bir oldu adamın.
Dersin zaten sonuna gelmişlerdi ve de ders amacına ulaşmıştı.
Koşar adımlarla Sema, müdürün odasına gidip usulca çaldı kapıyı.
‘’Buyurun Müdür Bey.’’
Adamın yüzü asıktı zaten anlamıştı bile Sema Öğretmen.
‘’Yeni öğretmen atandı sanırım hocam. Bu da demek oluyor ki ücretli öğretmen olarak buradaki vazifem sona ermekte.’’
Sessizlik her şeyi anlatıyordu ve işte bir masalın daha sonuna gelinmişti.
Bir masal addedilen aslında bir arayıştı ve bulunan ganimet aslında insanların aldığı bir ders gibi yine hayatlarını etkilediği su götürmez bir doğru idi.
Doğrular ve yağan kar ve çamur dolu yollar ama öğretme ve öğrenme aşkı her şeyin ötesindeydi öyle ki maddi değerlerin ve paranın da çok ötesinde hatta para ile kıyaslanması mümkün olmayan ve Sema Öğretmen bu sefer başka bir kimliğe büründü ve öğrencilerinden aldığı güçle başka güzelliklere ve umuda yelken açtı.
Ufak tefek karaladıkları sayesinde yeni bir mesleği olmuştu ve ona sunulan hayatı ve tanınan zamanı mutlu ve huzurlu ve verimli geçirmek adına bir ömür neyin hayalini kurduysa gerçek kıldı.
Aradan geçen onca zamana rağmen Suzan’a aldığı ayakkabının bir örneğini de kendine almışken bu ayakkabısını bir ömür sakladı ve giydi de ta ki bir gün…
‘’Öykü yazarımız, eski bankacı ve idealist öğretmen Sema Hanım, her şey bir yana da şu eskimeyen ayakkabılarınızı nedense hiçbir şeye değişmiyorsunuz.’’
Bunu kim mi söylemişti? Elbet çalıştığı ajanstaki mesai arkadaşı ve de hayatını birleştirdiği reklamcı eşi ve devam etti adam lafına:
‘’Bundan güzel bir hikâye çıkar yoksa çıkmadı mı da hala ilk günkü heyecanla yazıyorsun, sevgili eşim?’’
‘’Zamanı geldi ve ben bunu kimseyle paylaşmadım bu güne değin.’’
‘’İyi de ben, kimse değilim ya da herkes ama hazır değilsen varsın anlatma ben hep beklerim seni hep de beklemişken ve bekleyecekken ve biliyorum da.’
‘’Neyi biliyorsun, Tarık?’’
‘’Altı üstü bir ayakkabı olmadığını tıpkı ruhumdaki engellikte toz tutmayan duyguların ve sevgin ve ayakkabıların gibi…’’
‘’O halde son yazdığım öyküyü oku, sevgilim ve devamını da sen getir…’’
5.0
100% (4)