5
Yorum
20
Beğeni
0,0
Puan
636
Okunma


Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Cahit Sıtkı Tarancı
Yorulduğumu hissediyorum. Birilerine bunu –yorulduğumu- anlatmak o kadar zormuş ki. Fakat anlatmak için yüzlerce nedenim var. Fakat günü geldiğinde herkes yorulurmuş. Çok az kişi gerçekten tarif edermiş yorgunluğunu. Oysa güçlü olmak zorunda değiliz. Güçlü görünmek zorunda değiliz ya da ansızın akıttığımız gözyaşlarımızla bizi almamalılar güçsüzler kervanına. Peki, insan ne zaman ya da nasıl güçsüzleşir? Bu sorunun pek çok cevabı mevcut... Bana göre insan umudunu ve inancını kaybettiğinde güçsüzleşir. İnsan kalbinde sevginin pırıltılı ışığını hissetmediğinde ve bir süre sonra artık kalbini karanlığa teslim ettiğinde güçsüzleşir.
Sanırım hayatın çarpıcı ama acımasız ara yüzünde güzellik ya da estetik arayışıydı beni yoran. Bazen üzerini örtemediğim çirkinlikler, huzursuzluklar yüzünden yürürken ayağım takılıyor ve düşüyorum. Niye mi? Belki de herkes gibi ben de hayatla tek başına yüzleşmek zorunda kalıyorum. Bir şeyler ters gidiyor ve hayat ilerlemiyor. Zaman adeta duruyor sanki.
Sert kayalara çarpar ya Akdeniz’in dalgalı suları… İşte öyle yürürken ya da koşarken sert kayalara çarpıyorum. Bazen içim almıyor olanları. Bu durumda başıma gelenleri sorgulamadan kabul etmek ve öylece yaşayıp gitmek ya da içimin almadığını susmak çare mi? Belki de çareyi usul usul konuşmakta aramalı.
İşte, yorulmuş ve incinmiş bir kalbin iç konuşmalarıdır bunlar. Kalbimle bir çiçek sandığının başında oturmuş öylece bekliyorum. Saatler saatleri kovalıyor. Sandığı açıyorum. Sandığın içinden bir sürü çiçek çıkıyor. Çiçeklerim yerinde duruyor diyorum. Seviniyorum. Çok seviniyorum.
Her şeye rağmen umutsuz değilim. Güzel olan da bu değil mi zaten? Bakınız, karşıma çiçekleri çıkartan inanmaktı. Sevgiydi… Umuttu…
Rabbim muvaffak eylesin.
-Mahvash-