Paranın öldürdüğü ruh, kılıcın öldürdüğü bedenden fazladır. walter scott
Oğuzhan KÜLTE
Oğuzhan KÜLTE

NESİLDEN NESİLE BAL

Yorum

NESİLDEN NESİLE BAL

( 1 kişi )

0

Yorum

4

Beğeni

5,0

Puan

336

Okunma

NESİLDEN NESİLE BAL

NESİLDEN NESİLE BAL

Kim bilebilirdi ki soktuğunda acı veren bal arılarının aynı zamanda mucize bir besinin de öznesi olabileceğini. Dünya, zıtlıkları ile bizi şaşırtmaya ve bu anlamda çelişkileri içinde sakladığı gizemleriyle de çokça araştırmanın, öykünün, giderilmesi gereken merakların içine bizleri daha da fazla çekmeye devam edecek gibidir.

Her ne veya kim olursak olalım, peşinden yürüdüğümüz veya yürümeyi tercih ettiğimiz yolun, yolların bizi bu fedakârlığın motivesine iten bir yanı olmalıdır. Bu durum bir yankılanış hissi, verisi veya durumu olabilir. Suya düşülmüşse eğer, ıslamanın bedeli kadar bu ıslanmanın karşılığı olan bir haz yanı bulmalı ki suda kalmaya değer olsun. İlk akla gelen somut örnek bu konuda en sıra dışı yanıyla “bal” olabilirdi. Neden mi bal? Sözü edilen gerçek bir bal ise, onu elde edebilmek uğruna binlerce arı iğnesinin, yüksekçe bir ağaç kovuğunun, ulaşılması pek mümkün olmayan yamaçtaki bir gediğin bedeli olarak bal, her derde deva yanıyla tam da bir iksirdir, hem de ne iksir.

Şöyle bir alıcı edasıyla çarşı pazar gezdiğimizde birbirinden oldukça farklı fiyatlarda çokça ürünü gördüğümüz gibi, balı da en çarpıcı fiyatları bakımından görmeme olanağımız yoktur. İster petek isterse de süzme bal olsun, aynı kökenden olmalarına karşın neden anormal fiyat farkları ile satıştadırlar? Neredeyse on katına kadarlık bir fiyat farkını barındıran yegâne ürünlerden biri olarak bal, mercek altına alınarak incelenmesi, irdelenmesi gereken bir konudur da aynı zamanda. Süreğen şekilde bal tüketen biri iseniz, en uygun fiyata en doğal balı alabilmek başarısını gösterebilmek adına belki de saatlerce araştırma yapar veya öneri üzerine çokça çeşidini alır ve tüketirsiniz.

Sürekli tüketilen başka başka ve aynı fiyat değişkenliğinin mağduru ürünler de var elbette. Bunlardan biri de peynirdir, diye düşünülebilir. Bir protein kaynağı aynı zamanda da kalsiyum deposu olarak peynir, baldaki öykü gibi çok çetrefilli bir üretim zorluğunu gerektirmezse de kaliteli peyniri uygun fiyata elde edebilmek de o kadar kolay değildir. Balı diğer besinlerden ayıran nedir o halde. Buradaki mukayesemiz besleyicilik, enerji miktarı, ilâç yerine kullanılabilir özelliğe sahip olması değildir. En uzun ömürlü peynir ne kadar süreliğine orijinal besin değerlerini koruyabilir? Bir turşunun raf ömrü ne kadardır? Konserveler için de aynı soruları sorabilir ve listeyi bir hayli kalabalık hale de getirebiliriz. Ne kadar çok ürün sayarsak sayalım, mineralli yapısıyla tuzun dışında hiç birinin baldaki saklanma ömrüne denk gelen bir süreye ulaşamadığını görürüz. Yanlış hatırlamıyorsam, belgeselin birinde ve Anadolu`muzun bir tenha bir köşesinde raf ömrü otuz, kırk ve hatta elli yılı aşkın ballar olduğu bizzat da ilgili bal tenekeleri açılarak ispatlanmış, hayretler içinde kalmıştım. İşi daha ilginç hale getiren şey, üretiminden sonra ne kadar zaman geçerse geçsin, o ilk zamanki akışkanlığında olmasa da balın içeriğinden asla taviz vermemesidir. Evet, balın o akışkanlığı zamanla azalıyor, kristalleşmeler başlıyor ve fakat besin değerinden kayıp meydana gelmiyor. Buradan çıkarımım doğal olarak “Bal gibi malın olsun” cümlesiyle yankılanmıştı. Düşünsenize bir en doğalından bulmuşsunuz balı ve sizden sonraki nesle kadar saklayabiliyorsunuz. Bu bir mucizedir kanımca. Kuşaktan kuşağa aktarılan besin bal.

Bal, arılar tarafından yöreye özgü türlü ihtivaya sahip çiçeklerden ve meyve tomurcuklarından alınarak yutulan çiçek özütünün (nektarının) arıların bal midesi denilen organlarında invertaz enzimi sayesinde kimyasal değişime uğratılmasıyla oluşan ve kovandaki petek dediğimiz muhteşem mimarisiyle altıgen hücrelerine yerleştirilen son derece faydalı bir besindir. Doğada yabanıl olarak var olan bu arı kolonileri, zaman içinde insanlar tarafından yarı evcilleştirilerek yapay veya doğala yakın kovanlara taşınmak suretiyle kolonilerin kendilerine yetecek balın fazla olan miktarının hasat edilmesi neticesinde sofralarımızda tüketilen balın öyküsü de başlamıştır. Keven kekik, ıhlamur, kestane, çam, anzer, narenciye, çiçek, deli bal gibi üretildiği zeminin bitki florasından kaynaklanan isimlerle de anılan bal, bu anlamda içeriğinin ağız tadına veya ihtiyaca göre tercih edildiği çokça çeşitliliğe de sahip olmuştur. Bunların içinde “anzer balı” başlı başına özel bir yer tutmaktadır. Kafkas arısı kolonilerin ürettiği anzer balına tüketilerin erişimi de oldukça sınırlıdır. Zîra, bu üretim hem özel bir ırkın hem de oldukça doğal bir üretimin gerçekliğinden kaynaklanan sınırlı arzıyla, bu sonucu doğurmaktadır maalesef. Bu gerçekliği fiyat mukayesi ile yapar isek, ortalama kalitedeki bir balın kğ fiyatı günümüzde 400-500 TL iken, anzer balının kğ fiyatının en az 1500 TL`nin üzerinde olduğunu gerçeğini görürüz. Bal piyasasında tüketicilerin en çok zorlandığı husus, talep edilen balın sözü edilen içerikle gerçekte ne kadar örtüştüğü ve balın kalitesi hususudur. Nitekim, gerçek bal ile içeriğine bal dışındaki karışımların dahil edildiği ürünleri birbirinden ayırt etmek son derece de güçtür. Bu durumda verilen paranın tam da bir karşılığının olabilmesi durumu, titiz bir araştrmaya ve neticede de balı üretenlerin ticari güvenirliğine kalmaktadır ne yazık.

Hazır bal demişken, doğadan ve en saf haliyle balı bulan, elde eden veya tüketen insan sayısı ne kadar da azdır. Çünkü onlar böyle bir ayrıcalık için ya çok büyük maddi çıkarımları ya da ona erişmek adına büyük bir macerayı göze almış olmalıdırlar. Burada kendi deneyimimden bir örneği vermeden geçersem, konun hakkını vermek adına büyük bir haksızlık yapmış olurdum. Hayatımda belki de hiç unutamadığım bir deneyimdi bu. Tam da şöyle yaşandı:
Henüz üniversiteli geçlik yıllarımda memleketim Kastamonu`ya gitmiş ve oradaki yegâne akrabam amcamla yeniden müşerref olmuştuk. Bir yanda çam ormanlarının sunduğu ve nefeslendikçe ciğerleri tertemiz yapan ve bir süre sonra da baş döndürücü hal alan bol oksijenli atmosferi, öte yanda da çamgiller ve onların arasındaki farklı türden ve yeşilin türlü tonlarından ağaçların bezediği muhteşem manzaralar… Elbette konumuz memleketin doğal güzelliğini alatmak değil ve fakat onun içine içine girmemizi ve buna da dayanak olan bir sebebi ortaya koymaktı. Tam da öyle yapmış olmalıyım ki, bir ayağındaki aksamaya rağmen amcam, ormanda doğal bal arayalım mı? Teklifime yeşil ışık yakmış ve ben de sabırsızlıkla bunun ne zaman gerçekleşeceğini beklemeye başlamıştım. Çok beklemedik şükür. Ertesi gün bu macera başlayacaktı sabırsızlığı nasıl da mutlu olmuştum anlatamam. O içinde kaybolup yeniden kendini bulmak var ya, zengin bir ormanın içindeki bu deneyim tüm yıl boyunca iple çektiğim fırsat olarak belki de saatler sonra gerçekleşecekti. İlk günden ne gibi bir yol alınacaktı bu arayış için bunu kestirmek zordu. Zîra, bu arayışın bir deneme ile pek mümkün olamayacağını amcamın daha önceki tecrübelerinden çıkarmıştım.

Öykünün can alıcı yeri yani üçüncü günü yaşanalar oldukça kayda değerdi. Bal arılarından bir kaçının görülmesi ile amcamın hazırladığı şerbete konanların kısa beslenmelerinin ardından nereye doğru yol aldıkları ve hangi ağaçta kovan kurdukları sorusu, en can alıcı soru olarak hepimizin meraklarını giderek yegâne de soruydu. Tütsü de yaparak daha çok arının gelmesi ve beslenmesi sağlandıktan sonra, neredeyse dört kişinin kollarının genişliğinde asırlık bir meşeyi tespit edebilmiştik. Bu durum, üç günlük arayışın finali de demekti. Her şey yeni başlıyormuş meğer, çünkü balın üretildiği yuvayı bulmak kadar, onu zara vermeden alabilmek işin daha zor olan kısmıymış meğer. Bu noktada daha önceleri tecrübeleri olan amcama sonsuz bir güven duyuyorduk. Ağacın gövdesindeki asıl giriş çıkış noktasını belirleyen amcam, birkaç saat süren hazırlıktan sonra ve bazı riskleri de göze alarak her biri abartısız on kğ kadarlık dört helkeyi bu ormanın verebileceği belki de en büyük ve en doğal besin olan doğal bal ile doldurmayı başarmıştı bile. Bir maceranın talebinin böylesi bir karşılıkla finale ulaşmasının verdiği hazzı asla unutmayacağım. Konuya dair yola çıkan ve çoğunda da arzu edilen neticeleri elde edemeyen ve veya kısmen elde edebilenlere göre, ortadaki gerçek, bizim büyük bir başarıya imza atmış olduğumuzdu. Bu anlamda iyi ki de amcama bu konuda ısrar etmişim, iç sesiyle en büyük hazlardan birini yaşamakta olan ben, diğer detaylarda elden geldiğince onlara yardım ederek, diğer detaylarda elden gelen yardımı anbe an yaparken, köydeki karşılamanın sevincini de ayrı bir yerde tutmaktaydım. Burada diğer bir detay, doğal kovandan hasat edilen bal ile birlikte, “oğul” almak işlemiydi. Peteklerde yeni yeni yavruların da var olduğu ve bunların da özenle alınması durumunda bir iki kovanlık arıya da sahip olunabileceğini dillendiren amcam, ikinci aşamada da başarılı olmuş, yanında getirdiği yapay kovanların içine bu oğul dolu petekleri aktarmıştı bile. Bir taşla iki kuşu vurmak tam da bu olsa gerek, diye düşündüm.

Yukarıda dile getirilen öykünün özel öznesi doğal bal, uzun sürmeyen bir zaman içinde ihtiyaç sahiplerine de taksim edilerek, çok dha fazla insanın faydalanımına sunulmuştu. Bu ikramın da asla unutulmayacak bir anekdot olarak hafızalarda kalacağına emindim. Kaleme alınmasıyla bu öykünün yaşandığı zaman arasında yaklaşık otuz yılı aşkın süre geçmesine karşın, halen dipdiri duran bu anı, diğer öznelerin de zaman zaman hatırlayacakları ve dilendirecekleri bir öyküydü çünkü. Gerek üretimi, gerek doğal bal arama maceralarıyla kuşaktan kuşağa nice öykülerin de mimarı olan bal, son tüketim tarihinin de genişliğiyle gerçekten de özel bir besindir, demek gerekir.

Farklı renk, kıvam ( viskozite ), mineral, vitamin, aminoasit ve enzimlerle oldukça zengin bir içeriğe sahip olan balın, sofralarımızda gereken yeri edinmelidir. Konuya dair ortaya koyulabilecek üretim politikalarına, üreticilerin bu konuda nitelikçe daha iyilerini üretebilecekleri eğitimleri almalarına ve bazı maddi teşviklere de ihtiyaç vardır elbette. Bu noktada şu husus apayrı bir gerçeklik olarak dikkate değer. Bir süreliğine elinizde çok miktarda balın tüketicilerle buluşmaması veya elde kalması gibi bir durum, bal üretiminde pek geçerli değildir. Kalıp gerçek olarak da herkesçe bilinen bu durum, çok fazla miktarda hasat elde etmeniz durumunda sizi asla zarara sokmamaktadır. Raf ömrü ile bu riskleri de ortadan aldıran bal, hemen her yaştan tüketiciye hitap edişiyle de daima yarı bir yerde duracak gibidir. Bu arada kökeni doğal herhangi balın, karaciğeri nasıl da rektefiye ettiğini söylemeden geçmemek gerek. Karaciğer fonksiyoları doğru çalışan bir insan, hayatla daha barışık, enerjik ve zindedir de bu ayrıcalıkla.

Doğanın insanlara verdiği mucizevî zenginlikler elbet saymakla bitmez. Kuran-ı Kerim’de bal ile ilgili şu ayetler bulunmaktadır:

1. Nahl Suresi, 69. Ayet: "Sonra onun içinden, insanlar için bir şifa olan, çeşitli renklerde şerbetler çıkar. Şüphesiz ki bunda düşünen bir topluluk için bir ibret vardır."
Bu ayette balın insanlar için bir şifa kaynağı olduğu vurgulanmaktadır. Çeşitli renklerde olan bu şerbet, insanlara gerçekten faydalı bir besin kaynağıdır.
2. Muhammed Suresi, 15. Ayet: "İşte size Rabbinizden tam bir hikmetle indirilen, insanlar için bir şifa olan Kur’an; şüphesiz bunda inanan bir toplum için büyük bir rahmet vardır."
Bu ayette de Kur’an’ın insanlar için bir şifa olduğu belirtilirken, balın da insanlar için bir şifa kaynağı olduğuna dikkat çekilmektedir. Her ikisi de insanların manevi ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılayacak önemli kaynaklardır.
Nahl Suresi ( Bal Suresi) 69. ayette mealen "Onların karınlarından, farklı renk ve çeşitlerde şerbet (kıvamından bir sıvı) çıkar ki onda insanlara şifa vardır.” buyurulmaktadır.
(www.aselbal.com/sayfa/bal-ile-ilgili-ayet-ve-hadisler?srsltid=AfmBOop9mmEj6lNt75fve0ZB3onv5oF35vDknBhtc7tCkF9_HxMvrF51)

Tatlı olarak kendinden başka çok şeyden ayrışan ve başlı başına şifa da olarak bal, asırlardan beri gelen nammını sürdürecek yegâne besinlerden biri olarak hak ettiği tahttaki zirvesini hayat var oldukça kuşkusuz sürdürecek gibidir. Çiçekten çiçeğe konularark arılarca özel bir sıvı ile yapılan dönüşümün ürünü olarak bal, çok ilginç bir şekilde türlü zenginliğin ortak ürünü olarak da tasavvufi anlamda da farklı bir yankı uyandırmıştır. Bektaşi geleneğinde bal, ilahi gerçekliği sembolize etmektedir. Arı yani derviş tasavvuf yolunda bal’a, yani ilahi hakikate ulaşmaya çalışır. Sadece iksirli bir besin olmaktan öte, mana âlemindeki çağrışımlarıyla da apayrı bir araştırma sürecine bizleri iten bal, daha çokça öykünün, anının, maceranın, arayışın da öznesi olacak gibidir. Vücutta sağlığa, sıhhate dönüşen balın, mana boyutunda da gereken tesiri, yankıyı vermesini diliyoruz.

İçine bir öyküyü de sığdırmaya çalıştığımız ve bu öyküde de balı özne kıldığımız metnin kahramanlarından amcam olarak dile getirdiğim Hilmi KÜLTE, diğer adıyla Hilmi Usta`nın aramızdan ayrılmasının üzerinden çok zaman geçti maalesef. Zaman ne denli geçse de bir bal tadındaki hatıralar ve onun içindeki birebir yaşanmışlıklar bugün ben, yarın başkaları tarafından anlatılacaktır kuşkusuz. İnsanın doğa ile içi içe yaşadığı ve içine bazı özel anları yaşamak adına kendine de rol biçerek hayat verdiği kimi öyküler, sadece o anlarda yankılanmıyor kuşkusuz. İçinizde sizlerden de böylesi unutulmaz öykülerin özneleri ve onlara dair kim bilir ne de güzel de anılar vardır. Bir yandan "bal" ve onun değerini yansıtırken, öte yandan da içinde bize özgü öykünün de bir arada bulunduğu bir metin oldu bu yazı. Daha başka ve sürükleyici metinlerde bir arada olabilmek dileğiyle.

Oğuzhan KÜLTE

Paylaş:
4 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Nesilden nesile bal Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Nesilden nesile bal yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
NESİLDEN NESİLE BAL yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL