0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
214
Okunma
insanın bir anlatıya yönelebilmesi için önce kendisi anlaması lazım .Kendini tanıyan yaşamı tanımaya meyilli bir ruhun karekterini taşır.
Güneş her sabah doğar olsada bizim karanlığımıza mahkumiyetimiz devam ediyor.
Gün olur ısınır umut. kaçar gider hüzün karanlığına.Bir çekirge uçar çiçegin dalından.isimsiz işçiler yaban şehirlerinde gurbetin.Aglatır hasret geceyi hiçliğinde.Gün olur sende unutursun.Ölümdür kapıdan içeri giren.Devrimci bir gidiştir bilirsin ölüm.Geride kalanlar anlatır hikayesini.İnce saçlı kadınlar üşürler gece boyu.Sen yoksundur kimse yoktur.Yaşamak bir şiirin sözcüğünde.Gün olur hikayesi olursun özlemenin.Belki turanç bir aşk seni tanır.Unutur korkuları yüreğin.Ah gün olur hatırlanır olur gidişin.Yaşamak bir tutam umut olur sevdaya.Sen çekip gitme sakın olurmu.
Neyi anlatabilirizki özgür olmadıktan sonra açıkça kabullenelimki özgür değiliz.Tüm dış etkenler buruygan emirler ruhumuzu törpülemekten öte bir hikaye anlatmıyor bize.
İşin tuhaf yanı özgür olmadığımızın farkındada değiliz.Yaşamı hep tozlu taşlı yollardan yürümeyi kaderimiz olarak görüyoruz.
Düşünsenize aklın idrak edemeyeceği bir aydınlık sınırsız bir mekandan öte bir yaşam alanı .Ruhların rüzgarlar kadar hafif olduğu bir ahiret gerçeği.İhtimal bu geçici varlığımızdaki yakınlarımızla orda var olmanın anlatılmaz huzuru ve keyfi. Tüm günahların konuşulanın aksine Yüce tanrının esirgeyen ve bağışlayan ulviyetinde affının olurlulugu.Cehennemin geçici bir varlığının olmasının mümkünlülügü.Düşünelim hep birlikte bizi yaratan mutlak güç bizi sonsuz cehennemde bırakırmı.Esirgeyen ve tanrı sonsuz bir azabı bize reva görürmü. Ne dersiniz.
Bir evde anne ölünce önce çiçekler ölür. Babanın ölümü farklı bir olaydır.Babanın yokluğunu anlatmak başka bir hikayesidir hüzünün. Ruhunuzun bahçesinin çoraklaştığını hissetirir size aldığınız nefes.Sonra bir bakarsınız gökyüzüne beraber baktığınız fikirlerin yoldaşlarının ölüm haberi gelir ıraklardan.Ama siz çok yakınsınızdır ölümün acısına.Hükümet emekli maaşlarına zam yapmayı oldukça sakıncalı görür.Zor olur anlatmak istemizsiniz hikayesini hayatın.Sonra esmer saçları at kurrugu menekşe gözlü bir genç kadın ruhunuzun bam teline sdokunur ben burdayım diye.Ama siz yorgun yolardan eksik kervanlardan gelen bir yolcusunuzdur.Farkındasınızdır çok geç kalındığına sevmenin. Anszızın ıraklaşır umut sizden çizgi aşılır yırtık bir yalan alır avuçlarınızdaki umudu.İnsanlar hep başkalarını suçlar sarkık memeli bir kadın gibidir artık hayat. yitik özlemleri kovalar gözlerinizden. Yaşamak anlamlıdır kuşkusuz.Tüm yitenler bizim yitenlerimizdir.
Puslu bir yolculuğun içindeyiz.Bize hak etmediğimiz rezil bir yaşamı yaşıtıyorlar. Kısa etekli fahişelerin namus sattığı bir Pazar yerinde yerlere dökülmüş sebzeler gibiyiz.
Gelin biraz düşünelim bildiklerimizi anlamaya çalışalım (felsefe ) Bunu başarabilirmiyiz bilginin dağarcığına inebilirmiyiz.Bunun yaparken erdemli bir şahsiyet olmamız gerektiğini kendimize anlatırmıyız bunu bilemiyorum.Bildigim tek şey bilgiye ulaşmak için erdemli olmak lazım bunun içerigindede kendini anlamak yatıyor.Kendimizi tanıyacağız .Kendimizle barışık olacağız.
Tüm yazılanlar okunanlar tartışılanların içselinde karanlıktan kurtulmak yatar.Karanlık yetmezliğimizin bize yüklediği bir sorumluluktan öte bir mecburiyet olmuş.
Nerden başlamalıki anlatmaya hep yalanı yaşattı bize hayat. Sonra baktık üste olanlarda çaresizliği yaşayabiliyor.Korkunç rezilliklerin içinde tükene biliyor.
Gece saat onda erkence vaz geçerim yaşamaktan. Kendimi yatağa atarım.Ne özgürlük şiirleri aklımda nede kavgaları ekmeğimin.Sessizce saklarım kendimi o karanlık odaya. Hani gel dedide gidemedim yanına yolları dikenliydi umudun. Kimsesiz çıplak bir şiirdi avuçlarımda. Bir çocuk okula gidiyor annesiyle. Mavi bir önlük giymiş .Kısa bir gülüşü var kendince. Biliyorum özgürlük senden kaçmakla başladı sen gidince tükendi gece. Sabah hiç gelmedi kapıma. Perdeleri hiç açılmadı sevdanın.
Mükemel bir insan kadın yada erkek edebiyatı kabullenir onun içinde olmaya çalışır .İçinde oldukçada kendiyle yüzleşir.Bu yüzleşme çoğunlukta red edişide beraberinde getirir.
Yaşamın özü bilimdir bilimde gerçeklikle ve demikrasiyle gelişir.Demikrasinin olmadığı yapılarda bilim gelişmez.Onun yerini tapınma içgüdüsü alır.Burda ölüm karşısındaki inanç öznesini saklı tutmuş olalım.Bilim özgürlüğü sever doğal olanı kabullenir. Dogal ve sevisel yaşamı baskınlamaz.Ahlakı ona göre yorumlar.
Tüm bu karanlıklar niçin.Neyi anlatıyorsun bana söyle.korkak ilkel ve çaresiz.sevişmeyi bilmez ölümlerle yataktasın.Özgürlük kurt gibi dik durmayı gerektirir.papuçların ıslak kalır acılarında zamanın.Yılgın bir bakışı vardır zülümün.Aşk yalandır bilmelisin.Her sabah kapıya gelen kedi sen benden daha özgürsün biliyormusun.Sana polis kimlik sormuyor.Ev bark istemiyor gece.Okullarda yanlış şeyler okutmuyorlar sana .suçun maddi unsuruna tabi değil eylemlerin.Sen kendi patilerini temizleye dur.Tüm karanlıklar biz insanlar için.Sen miyavla özgürce yasak yok sana .Sonra neyi anlatıyorsun söyle bana.
Aslında bizi düzlüğe çıkaracak olan bizim mantık becerimiz olur.Gerçi toplumda etken olduğu düşünülen üniveristelerde bile sanatı resmi şiiri müziği mantıkla yorumlayacak felsefi figürleri görmekte zorlanırız.Sadece kalıplar ve yapı öne çıkar o yapının olurlulugunu sorgulamaya hiçbirimiz cesaret edemeyiz.
Bir toplumun en büyük yanılgısı değişime kapalı olmasıdır. Bu durum yaşamı ıskalar.Toplumu geriletir. Birey varlığından vaz geçmiş olur.
İnsanın kabullenmek zorunda olduğu en hüzünlü gerçek ölüm gerçeğidir. Ölüm meçhul bir gidişe bizi mecbur bırakır. Var olan beden yitikleşir.Dünya coğrafyasının bir çok toplumunda ölüm sonrası çürüme sürecine giren bedeni toprağa gömerler. Bazı coğrafyalarda bedenin yakıldığı küllerinin geride kalanlarca saklanıp korunduğu gözlemlenmektedir.Dogumla bilinmezlikten gelen insan ölümüyle bir başka meçhulün içinde yitikleşir görünmektedir.
Kaybettiklerimizin zamanla kanıksandığını görebiliyoruz. Yinede içimizde bir yerlerde bir sızı bize kendini hatırlatıyor.Bir islam alimi olan Abdul hakim arvasi ye rivaret edilen bir söz vardır ‘Bir zamanlar birlikte olduklarımın hasreti kemiklerimin iliğini yakıyor.’ Dogru olan şudurki ölüm karşısında daim yanan yüreklere sahibiz.
Ben senden daha mutlu değilim bunu bil. Korkuyorum mutlu olmanın o sihirli formülüne kavuşmaktan .Kimbilir belki çinli bir erkekte benim gibi düşünüyordur.Yada ilkel bir kuytunun arayışlarıda bizi birleştirmiştir isveçte bir göl kenarında içilen bir sütlü kahvede.Sütlü kahveyi severmisiniz.Ben türk kahvesine aşina olsamda bir İngiliz çayındaki sütün verdiği lezzete kaçkın bakmam biliyorum.Aslında bir ağacın dalları gibidir.Kavimler özü insan olmakla ilgili bir toprağın köklerinde birleşir.Sevinçleştirir yaşamı doğan güneşin ışıklarına bir anlam yükler.Hoş bakışlı kadın gülüşleridir yaşam dedikleri hikaye.
Bekledik her şey düzelir sandık .Hikayeleri kırmızıya boyadık beyazdan ‘medet umduk.
Biliyoruz yaşam hüzünlüdür.Biraz deli olmak lazım yaşama karşı papuçlarını boyatmaktan vaz geçmemek lazım.
Aslında yaşam hoş bir serüven. Uslu çocuk olmak lazım bu yolculukta.Kimsesiz yetimler gibi suskun olmak lazım. Birileri sorgulamayı istemiyor.Sizi kendi karanlığında tüketmek istiyor.Başarılı olamadıklarını söylemek gerçekçi olmayacak gibi.
Cennet özgürlükle ilgili bir umut. Özgürlükse size yasakların olmadığı bir alan açıyor.
‘Biz medeniyet ilim ve fenden kuvvet alırız.’ Mustafa Kemal Atatürk.
Bilim ilim öğreti yaşamın ışığı oluyorda kimileri bunu red etmeyi kendi karanlık dünyalarında bir çok şeye hükmetmeyi kendilerie hak görüyor. Ne büyük bir yanılgı .Düşünsenize elektirigin olmadığı bir dünyayı.Özgürlügün olmadığı bir karanlıktan öte ne olabilirdiki yaşam bizler için.
Gelin düşünelim geleceği biz çekip gitsekte bu dünyadan.-istemeden öldü dedirtsekte kendimize.sıcak yataklarımızı terk edip giysilerimizi attırsakta odalardan.Düşünelim geride yaşayanları ,Tohumlarını atalım sevginin toprağına.Özgürlük isteyelim biz yoksul kimsesiz anneler için.yürekleri dağlı babalar için isteyelim.Yaşayalım çiçeklerinde ülkeminizin sevelim kışını yazını umudun.Gelin paylaşalım hoşlanılan ne varsa yaşama dair.Bir sıcak ekmek kokusu gibi olsun hayat.Çekici ve anlamlı bir bakışları olsun sevincin olurmu.Hani yitik gençlikleri olur çocukça özlemlerin.Artık olgunlaşsın bu mevsimde beklenen.Mevsimler bahar olsun olurmu.Biz olalım sokaklarında özgürlüğün.elin düşünelim geleceği biz çekip gitsekte.Bayramlarında sevincin bir hikayemiz olsun kendince.
Dar alanda büyümek sizi oldukça eksik bırakıyor ben bunu kendimde çok gözlemledim. Ne kadar yetmezlik içindeyseniz kendinizi öylesi önemli görüyorsunuz.Ah zavallı ruh benim bedenimden olduğun için hiç memnun değilsin gibi.Dogrusu bende memnun değilim kendimden dolayısıyla senden.Beni yasaklara boğuyorsun yıkılılıp giden bir duvarın altında otur diyorsun bekle ve sabret. tanrı sna ışığını ulaştıracaktır.
Vakitsiz oldu herşey. Bende vakitsiz bekledim seni.Kimselerin olmadığı o özgürlük parkında.Bırakıp gittiğin o kırmızı renkli acıydı geride kalan.Büyük devrimler ölümle başlar bilirsin.Gözüpek bir duruştur seni beklemek geç bir zamanında ömrün.Kuru bir çökelek gibi aranır olur umut.Çaylar demlenir yokluğunda sofralarda.Özgürlük ıslanabilmektir günahlarında korkunun biliyorsun.Nerde o ıslak dudaklı şehvet söyle bana.Köhne yavan bir arayıştan geride kalanlar.Uçup giden yalanları ömrün.Akan gözyaşları kim için söyle bana.Yoksa saklanan neyse öylesine.Kim derki seni sevdim ben. Sensiz öldüm.
Beyaz yakalı mavi önlüklü türk çocuklarını bilirmisiniz. Ben onlardan biri olarak büyüdüm.Tıpki bir Norveçli çocuğun gibi çok özlüyordum oyun oynamayı.Topaç çevirmeyi misket tokuşturmayı.Öglen acıkmalarımda ekmeğin arasına sürülmüş domates salçasının o alışılmış öznesini.Tüm çocukları bu dünyanın özgürlüğü hak ediyorlar.Sıcak bir yuvayı kendileri koruyup kolayacak ebeverinlerinin sıcaklığında büyümeyi hak ediyor.Çok insan canlısı bir üzüm bağında bir şaraba av olmak istiyor sevda. Yaşamak özgürlükle anlamlaşıyor.Özgürlük paylaşmayıda beraberinde getiriyor.Son ben olmayı aşıyor ruhlar biz olmanın keyfince gülümsüyor.
Kendi çemberinin içinde kalmayı yaşam sananlar büyük bir yanılgının mahkumu oluyorlar. Bu durum bizi suçlu olmaya itiyor suç içinde masum bir varlığı beslemiş olsada suçlu olmak öne çıkıyor.Bu suçluluk kavramı yaşadagınız toplumun yasaları ile ilgili bir durumun dayatmasıda değildir.O suçun maddi unsuru .Burda ortaya dökmeye çalıştığım ruhsal suçluluğumuz oluyor.Biraz kendinden kaçmak çoğulda doğal ve sevisel yaşamdamdan ötelere savrulmak.
Daim bu topraklarda kadınların ezildiği ifade edilir .Türk ruhu taşıyan bilirki bu gerçekçi değildir.Sadece yaşamın devinimi duvarları çatırdatır o yıkım gerçekleşirse bunda tüm cinsler kadını erkeği ezikliğe girer.Evet dostlarım kadın erkek ilişkiler evlilikler aile bedensel dürtülerin öncül olduğu bir hikaye değildir. Evet bu topraklarda kadın olmakta erkek olmakta net ifade edelimki insan olmakta zor bir hikayedir.Onun için bizler bu kasırgadan kurtulmak için gerçeklik kavramına sıkı sıkıya bağlı olmak durumundayız.Ömür kısada olsa bir yolculuktur .O yolculuk çoğumuz için tozlu çakıllı yollardan geçer bu gerçeği kabullenemiyorsak yolculukta harab olacağımız kaçınılmaz bir sonuç olacaktır.
Çemberden söz etmişken evliliklerdende söz etmeye çalışalım .Evlilikler aile olmayı size başarta biliyorsa oldukça saygın bir davranış olarak düşünülebilir.Aile olmaksa kendine sağlam bir zemin istiyor.Yaşamın sert rüzgarlarında devrilmemeyi esas görüyor.İlginçtir evliliklerimizin çoğunluğunda içten içe bir eksiklik ruhumuzu törpülüyorda biz bunu görmezden geliyoruz. Sevmeyi bilmiyoruz yada sevgiyi sınırsız bir mecburiyet olarak görüyoruz. Bu bizi birilerine mahkumlaştırıyor.Ruhlarımız yetim duyguların esaretinde tükenmeye mecbur kalıyor.Burda şöyle bir soru aklımıza gelebilir kuşkusuz.Ne dersiniz sizce toplummu haklı yoksa özgürce yaşamak isteyen insanmı .Özgürlük neyin köklerinde kendine yer bulmalı.Uçsuz bucaksız hayellerden bizi nasıl bir yolculuk alıp çekecek.Biz ölümün gölgesinde var olmaya çalışırken (Hepimiz ölümle nişanlıyız )yaşamayı nasıl başaracağız.Evllkler bize bunu saglayabilirmi.Dogrusu burda aile olmakla evli olmayı biribirinden farklılaşıran davranış çatışkısını tanımayaçalışmak gerçekçi oluyor. Burda şöylede bir durum öne çıkıyor evlik aile olmaya giden bir yol ama sadece bir yol siz o yolda sonucada ulaşabilirsiniz.Dikenli tozlu yolda tükenede bilirsiniz.Buna kader diyelim.
Nasılda yitikleşti umut. Yer kovaladı bizi toprak haykırdı çekin gidin diye.En cafcaflı unvanlar önemsizdi biliyorum ölüm gelince. Geride kalanlarda bir acı damıttıldıu yürekte. Yaşamak bir avuç mutluluk olsa gerek.Bizim tanımadığımız ürkeke bakışlı keklik gibiydi kadınlar.Gözü pek sevdaları vardı .Korkmuyorlardı koşuyorlardı özgürlüğe saçları rüzgarlara misafir.’Bu dünyada en çok babamı sevdim ‘dedi şair en önce onu verdim toprağına anadolunun.Ogün bugündür kölesiyi oldum Anadolunun .Ogün bugündür yaralıdır yüreğimin kanatları.
Önümüzdeki günlerde 2025 yılına gireceğiz. Kimleri aldı götürdü bu geçken yıl. Ne yapabilirizki ölümün bizden aldıklarına. Hayattan vazmı geçelim. Korkalımmı yaşamaktan. Yitik ömürlerin insanı degilmiyizki. Papuçlarımız hep tozlu dikenli yolarda eskimedimi. Nasıl sevmeli bilmiyorum yâri. Esmer saçlarına nasıl takmalı özgürlük denen tokayı.
Oldukça cüretkar davrandı kadın ya çok cesaretliydi yada çok gerilerdeydi yaşamın gerçeklerinden. Korkuttu adamı bir erkek bir kadından korkabilirmiyidi.Olasılık dahilinin ötesinde bir durum. Çünkü zekiydi kadın. Özgürlügüne düşkündü. İsterse giderdi o yolun patikalarına yada çıkar şehrin en yüksek binasının tepesinden insanları izlerdi .Kısa siyah bir etek giymişti .Siyahın asil bir renk olduğunu düşünüyordu. Beyaz rengi karşıt dahi görmek istemediği açıktı.Neyse oydu onun için gerçeklik. Çapulcu fikirlere sahipti. Evlilİk sistemli bir yaşam ona uygun değildi. O isterse açacaktı yüreğindeki bahçede kırmızı güller.O evet derse açılacakı perdeleri yuvasının.Sevmesi gerekiyorsa o sevecekti kimin iyi insan olduğuna o karar verecekti.Özgürlük budur diye düşündü biraz anarşist çoğunlukta kendince olmak.O kendinceligi kendi gibi rüzgarlara ulaşınca uçmayı bilecekti gök yüzünün mavilerinde. Kadın olmak zor iştir biliyordu.Kadın olmak avuçlarında sıcaklığını taşımak olmalıydı anneligin.
Pek çok bakımdan sıra dışı bir insandı babam . Maviş gözleri devlet kurucu Atatürk gibiydi. Gerçi yaşamında değişiklik olsun istemezdi Atatürk gibi büyük bir devrimci ruha sahip değildi kendisi. Bende babama çekmişim diye düşündü. Çalıştıgı işlerde okuduğu gazetelerde birlikte olduğu kadınlarda hep sakinlik aramıştı. Askerligini yaptığı orduda suya sabuna dokunmayı pek sevmezdi. Yaşı kemale erince hayatın anlamını sorgulamanın bile gereksiz olacağını düşündü. Ne olacaksa olacaktı bu hayat denen yolculukta. Yeterki paylaşmayı becerebilelim diye düşündü.Paylaşılması mümkün olan her ne varsa ortaya konmalıydı. Esmer bir kadın sevdi çok ötede o şehirdeydi kadın .Kulaklarında çakma küpeler mavimsi bir rimel göz altlarında misafir olmuştu. Onunla çalıştığı iş yerinde karşılaşmıştı adı neydi söylemeye çekiniyorum. Bir Ankara kadınıydı o Ankarayı sevmesinin onunla bir ilgisi varmıydı olabilirdi. Ankarada ulusta bir pastanede salep içmişlerdi gençliklerinin bir döneminde. Emekçi tayfasının sevdalarıda geçici olur derler.Yok öyle bir şey geçici olan sadece hüzünleri şu yalan dünyanın .Her şey zamanla kanıksanıyor handiyse unutulur oluyor.
Ekmekleri hakça bölüşemedik yağmur taneleri bıraktı gitti bizi. Tüm yitenlerimizi çaresizce verdik toprağa sonra tanrının cennetini istedik kendimiz için hiç bilmedigimiz bu dünyaya getirildik hiç algılayamacagımız bir meçhuliyete mahkum edildik.Bedenimizdeki tüm olurları ölüm anlamsızlaştırınca usulca kabullendik çaresizliğimizi.
Sanat bir tuvalın renklerinde ruhu yansıtır. Bir şiirin dizesinde onbin sayfa kitabın anlatamayacağı bir duyguyu sizin önünüze çıkartır. Sanat sanat için yapılmaz.Sanat aslında kendini anlatmanın en gerçekçi yoludur insan ve onun oluşturduğu toplum için.Sanat her zaman pozotif olmaya bilir.Çünkü insan canlısının her duygusu birey ve toplum için olumlu bir hikayeye kapı açmayabilir.Her durulgan işlevsellikte bir dinamik kavganın ardıl korkusu vardır gelecekte. Onun için bugün önemlidir. (An ) Yarın hiçbirimiz için net değildir varlıgıda belirsizdir.Belkide sevdaların geçici olması aşkın daim yaralı kalplerde kendine yer bulması Dahası kaybettiklerimizin kemiklerimizi yakması .Acının katlanılmaz sarmalında tükenikliğimizin esas gerekçesi önümüzün puslu ve yitiklige açık olması mahkumlaşmayabizi mahkum etmesi olmayacakmıdır. Ah türkmen kızı sevinçlen bir türk kızı olduğuna ellerine kına yak gözlerine sürme çek .Sonra çık Torosların zirvesine orda bir karacadır açsın sobası tütsün umudun.Keçileri süt versin biz bakır sittillerde yoğurt yapalım dağıtalım bu tüm insanlarına kardeşçe paylaşalım sevgiyi .Biliyorsun önce sevgiyi paylaşmak lazım gelir .Sevginin paylaşılamadığı bir ömürde ekmekler yavan olur sofralarda. Erken çalar kapıyı ölüm. Simsiyah bir gölge saklar güneşi de güneşin haberi olmaz.
Dünyanın en tatlı şeyi nedir. Yarin sevecen bakışlarımı .Yada yetimin doyduğu bir soframı.Bir ömrün onurla geçtiğini düşündüğümüz hayatımızmı.Torun sevgisimi yurt sevdasımı .Şiirler yazıp sözcüklere payeler vermekmi. Yada doğru sanılanın peşinden ömür tüketmekmi. ‘Ölüm olsaydıda ayrılık ırak olsaydı’ denir. Ölümün ayrılıgı sınırsızca üstümüze yük ettiğini görmezden gelir sözcükler.Öylesi ayrılıklar olurki insanın yaşamaktan vaz geçesi gelir. Artık bir köz vardır yüreğin iç yolculuğunda siz o yolda kaybolursunuz da kimseler anlamaz.
Disiplin sadece disiplinle özgürleşiyor hayat. Size sorumluluk yüklüyor. Ama kült bir karmaşanın bataklığına çekmiyor sizi.b Anlıyorsunuzki sevgi yaşamın ana kaynağı oluyor. Sevmeyi bilmekten öte sevmeyi anlamak lazım diye düşünebiliriz.Anlaşılamamış bir sevgi sizin için yüreğinizde bir kelepçeyi sabit tutuyor.Dogrumu dersiniz sevdiklerimiz sevgiyi hak ediyormu yoksa bizmiyiz rutubetli bahçelerin dikenlerine mahkum kalmış hikayelerin kahramanı.
İnsanlar her şeye kendi kalıplarından bakarlar.Kendi kalelerini korumak isterler.Siz oluruna bırakmayıp sınırlar çizdiğinizde istenmezsiniz. Hayat bölye bir yolculuk .
Ne kadarda cesaretliydi günah. kılıcını çekti korkuttu ruhumu beni kendine çekti. Cennetin kapısında melekler kovdu sözcüklerini karanlığın. Tanrı seni bunun için var etmedi dedi. Korkuttu ölümün getirdikleri geride kalanlar kedileri sevmeye devam etti. Kedileri bilirsiniz kadın gibidir kediler isterlerse sevdirirler kendilerini ,uykularınıza misafir olurlar. Giden gitmiştir yapacak bir şey yoktur artık. Neyseki bizde gidenler kervanındayız diye düşündü gelen kimdi çekip giden kim. Çağırdı gel dedi Seninim . Senindir günahkar bedenim. Ben seninle ötelerdeyim. Bilirim ölüleri sevmez kimse.
Yürümeyen ilişkileri terk etmeyi başarabilmeliyiz. Bu mümkünlülügü olan bir durum aslında.Peki bu süreçte bu sonuca erişebiliyormuyuz yoksa ilişkileri kendimizce gerekçeler bulup sürüklemeyi daha bir kolaymı yaşıyoruz.Biliyoruzki bireyin insan olarak sömürülmesi sokaktan önce ailede başlıyor aile sizi çarkın bir dişlisi olarak görmeyip ailenin bir gerçeği olarak görme şansını size tanırsa yaşamda işiniz daha bir kolaylaşıyor.Kolay kazanılmış bir sevginin odağında olan aile kavramımız bilelimki ölüm bizi bulanakadar bizi biçimlendirmekten geri durmayacaktır.Daim emek çaba ve fedakarlık isteyen bir süreç toplumsal verininde ana ocağı olunca aile konusu tartışılır olmaktan çıkıp bir tabu karekterine bürünür.Aile şüphesizki vazgeçililirligi zor bir yapıdır.İnsan ailesini kurarken neyi niçin istediğini bilemiyorsa bu süreçte hüsrana uğramak kaçınılmaz olmaktadır. Bir çok aile karekterinde öz benlik yerini uyuma bırakırken uyumun yaşamı nederece hoşnutlatabildigi tartışılır bir durumdur.Aile önemlidir sizi biz olarak öne çıkartır.Biz olmanın öznesindeyse ben olgusu ana tema olarak temel gerekçe olur. Benlik duygusu bizilk olgusunda tükeniyorsa orda aile yapısının harcında eksik birşeylerin olduğu aşikar olmaktadır.
Sizce tanrıdan vazgeçmek mümkünmü böylesine kontolsuz bir yaşamın içindeyken.Tanrı bize sevgiyi aşıladı acılara karşı bize sığınak oldu.Çaresizligimize set çekt. Tanrı bizi yarattı ve sevginin kucağına sardı.Biz ne yaptık gittik sınırsız bir eğonun mahkumu olduk.Kendimizi önemsedik bunu yaptıkçada önemsizleştik.Sevginin kıymetini bilemedik.Bilemedigimiz anlamakta zorlandığımız bakmaya korktuğumuz öyle pencereler varkı .Cehennemden korka duralım kendimize cehennemler yarattık.Usulcu yitikleşti ruhumuzda biz bunu anlamaktan aciz kaldık.Ne ölümlerden pay çıkardık kendimize ne dirilere sevgiyi verebildik.Hep kaçtık kendimizden.Onun içindirki bu yaşam hep hüzün verdi bize. Paylaşmayı beceremedik ben olmanın olgunluğuna biz olmayı katık edemedik .Aç kaldık Susuz Kaldık .
Duru ve özgür bir ses kulaklarını titretti esmer bakışlı kadın telefonda oldukça emin bir şekilde ‘müsait olduğunuzda bekliyorum .‘diye ısrarla söyledi. ‘Bir kahve içmemizde ne sakınca olabilir.’ Kahve içmek dertleşmek kimbilir belki sözcüklerin karnavalında umut etmek. İki insanın aynı gök yüzüne birlikte bakabilmesinin ne sakıncası olmalıydı. Ahlak bir merhabayı nasıl yasaklardı.Bu yaşam korkuların ötelenmelerin hükümdarlığına mahkummu olacaktı.Tamam dedi geliyorum. Eliyle saçlarını düzledi.Kırmızı renkli kazağına çeki düzen verdi ve koridordan yürümeye başladı. Oldukça geçkin yaşına rağmen içinde bir heyecan vardı.İlk defa bir kadın kendisini olduğu gibi kabul etmişti.Kimbilir belki o içinde kıvranıp durduğu tünelden çıkmak için kendine bir ışık bulacaktı .Tanrı daim bir kapıyı aralık bırakır.
Mutluluk her şeyi boş vermekmidir dersiniz .Yada evde kedi köpek besleme özgürlüğümü. Kimselerin önemsemediği insan yığınları niçin böylesi mutlu gülüceklere sahipler. İçimizdeki benlik duygusu niçin bizim için bir işkence yatağına dönüşüyor.Ölüm niçin böylesi kanıksanır oldu .İbadet hanelerle barışık ruhlar gerçekten cennetin müdavimlerimi olacaklar.Yoksa cennet insan beyninin bir olasılık yansımasının bir sonucumu.Aslında hepimizin beynine kilit vuran ön yargılarımız oluyor. Soy ağacımıza baktığımızda hepimiz sıradan insanlar omaktan öte bir özelliğe sahip olmadığımızı görürüz. Sahip olamadığımız ne varsa bizi başka kulvarlara iter.Katı keskin soygulanmayı sevmeyen küme elemanları olmaktan kurtulamayız.Tabi bu durumu öz kültürel benliğimizin bize verdikleri ile karıştırmak gerçekçi bir sonuç olamazsada bize verilenlerin bizden alınanlarla mukayese edildiğinde çaresizliğimizin patolojik sonucuna ulşamış oluruz.Evet hepimiz hastalıklı bir kültürünsorumluları olarak varız.Ya kökten red edici yada kabul edici olmuşuz.Uykusuz geçen gecelerde kadınsız sevgisiz yataklarda tünemiş pireler gibi biçare bir yitikliğin mahkumları olarak o karanlık sonu bekliyoruz.
Sorumluluk ne zaman öne çıksa onun yanına koruyucu bir görevler metni öne çıkıyor.Beklenilenle yapmak istediğiniz büyük bir çatışkının içinde size zorunlu bir kabul ediş yüklüyor.Toplum şöyle diyor.Sen benim kulvarımda var olabilirsin.Aksi düşünce ve eylemlerinin sonuçlarına ben katlanamam. Kimbilir belki toplum haklı bir serzenişi kendisi için zorunlu görüyor. Bilmeyi becerebilsek göreceğim şu olacaktır. İnsan gönlünce yaşamak istiyor toplum onu tabulara mahkum ediyor.Gerçi bu tabular doğrusu kendince bir düzenide kurmuş kolamış oluyor.Ötesi siz güveni her olgunun üstünde görüyor hiçleşmeyi kabullenir oluyorsunuz.İnsan yığınları sessizdir bekler birileri gelsin herşeyi düzeltsin.O birileri kendi hükümdarlıklarını kurmadan öte hiçbir değeri kendileri içim öncü görmezler.
Aslında bir şeyleri anlayabilmek için düşünmeyi öğrenmemiz elzem görünüyor.Bir şeyin açığa çıkması eğitimle olan bir durum.Egitilmiş insan kendi yolunun çizgilerini belirliyebiliyor.Oçizgiler ayakların yaralamadığı gibi kendi yolundaki dikenleri temizleyebilmesine imkan sağlıyor.Ögretimse farklı bir şey okullardaki her verileni gerekli görmek kendini gereksiz kılmaya götürebiliyor.Ögretilenin sorgulanması düşünmenin en etken kökensel gerekçesi olmalı diye düşünebiliriz.
Güzel birkaç sözü üst üste söyleyebilenlere ‘Felsefe yapıyor ‘ damgasını vururuz. Çünkü çoğumuzun bilinç altında düşünmek ve çözümleme gereksiz boş bir iş olarak değerlendirilir. Daha bilgili sonuçta daha akıllı olanlar dahi öğrenimlerinde bile felsefeden ırak durmayı kendileri için önemli görüyorlar. Soruncada gerçekçilikten bahsederler gerçek neyse onu da anlatmakta zorlanıyor masa dediğimiz objeye sandalye demiş olsak gerçekçi olmayacakmıyız bunu konuşmak istemiyorlar.Konuşmayınca düşüncede kendini dizginliyor.Miskinlik öne çıkıyor.
Onlarki gözleri karanlık ruhları yitik onlarki hükümdarlıkları silik yalanlar üzerine kurulmuş.Görkemli şatolarında yitik soysuzluklarının rutubeti onlardan kaçmak lazım ruhum bilmelisin bunu.Biliyormusun dışarda bahar geldi .Bundan ölülerin haberi varmı bilmiyorum.Taze toprak kokusu kırmızı gelincikler.İlk günaha girişi şehvetci arzuların.Hikayesi yetim sofralarında kalan acı bir umuttur bize kendini anlatan.Diyelimki çaresiz bir hastalıktayız.Hani ölüm korkusunu körükleyen .Ruhu ateşlereatan bir çaresizlik.Olsun geldikya bu düyaya kavgalara mahkum oldukya.Kimsesiz kaldıkya kalabalıklar arasında. Dogru bildiğimiz ne varsa yanlış çıktıyaKorktuk çıplak yıkanmaktan Özgürlükle .Şiirleri hafif bulduk.Delimsi bir arayıştı sözcüklerden medet ummak.Çogulda yalnız kaldı hikayemiz. Biz bu dünyada kimi sevdik dersiniz.
Diyelimki seninleyiz bir kır bahçesinde bir akşam üstü.Üzerine esmer bir gülümseme tünemiş senin.Tahta masada bir çay birkaç kurabiye gözlerin gözlerimde.
Ne güzel şey hatırlamak seni.Yanlızlıgımın yoldaşlığında yaz geceleri.Anlatsam inanmazlar öpüştüğümüzü yokluğunda.İşsiz erkekler ve ülkeleri devrimci yoldaşların kim için doğacak güneş hadi anlat bana.Kim büyüttü seni kim sakladı kötülüklerinden bu yalan dolan dünyanın . zayıf korkak ve kimsesiz bir yolcuydun biliyorum .Tıpkı benim gibiydin. Islanıyordun acıların sağanaklarında. Kapıda bir eski ayakkabı kalmış.Yitkleşmiş bir kavganın ortasında. Yaşamak acı bir kahve içmek gibi sensiz olmayı kabullenmek.İşçi gömleği üzerinde gök yüzü gibi mavi. Okyanuslar gibi büyük dertlerle sevişmek.Tüm bunlar hep senin benim hikayemin ardıl sözcükleri sen kimin nesisin anlamadım ben.
Birgün çekip gitsen sen.Hiç görmemiş olsam seni.Daha kuzular dogmamış kadınlar anne olmamışken.Sonra bir şair senin hikayeni yazsa gidişinden.Küçük bir dağ köyünde bir üzüm bagı olsa seni memelerinden sevmeye başlasa umut.Sen hikayesi olsan bu çekingenliğimizin. Hani göçüp gidenlerin ardında vazgeçmeden hayata .Birgün sabah vakti otobüsler çalışmamışken daha .Ben Ankara olmuşken hatıranda sen gelmiş olsan. Yorgunsundur biliyorum.Bir çay demlesem sana zeytin çökelek ve sen.Şöyle ısınıversek gözlerin gözlerimde ben senin yanında ölsem. Nasıl olur bilmemki yada ırak dursun ikimizden ölüm vakti biraz geciktisin. Üşütmesin beni odamın duvarları ben çok üşürüm biliyorsun sensizken.
Fırtına yüzünden geciken tüm yolcular zamansız bir bekleyişe girmiş gibiydiler. Limanın karşısında duran kim olduğu bilinmez bir kadın suliyeti gözlerini dikmiş gelecek vaporu bekliyor. Zaman zaman elinde sıkı sıkı tuttuğu şemsiyenin ters dönmesine engel olamıyordu. Kıvırcık saçları fırtınanın etkisiyle dağılmış üzerindeki giri pardüsesi vücuduna yapışmış görünüyordu. ayakkabıları sudan kendi kaybetmiş sarhoşlara dönmüş .Tüm bunlara rağmen bekledikleri vapor geldiğini belli edecek bir amaye gösterememişti.Aslında bu mevsimde Akdenizin böylesi asi bir havaya sahip olduğu pek söylenemezdi.Demekki denizlerde insanlar gibi ne zaman nasıl bir fırtınaya kapılacakları pek belli olmuoyrdu .O Kadını o limanda bıraktı çekip kendi yorgun hayatına döndü.Kimin nesiydi nereye gidiyordu Niçin yağmurun altında yorgun bir bedeni zora sokup a sebep olmayı göze almıştı. Fark ettiki ruhu tüm kadınlara aşık tüm kadınlara sevdalı tüm kadınlardan ırakta kendi hikayesinin mahkumu olmaya devam edecekti.Şimdi düşünüyordu acaba o vapor gelmişmiydi .Gidecegi yerde onu bekleyen biri varmıydı acaba .Yoksa odamı kendi yanlızlıgına mahkûmluğunu yaşayan kalabalıklar arasında bir meçhul gölgemiydi yaşam denen sahnede.
Yazı yazarken kendim olabilmek için herkesin uykuda olduğu zamanları kolluyorum.Sakince kendimi tanımaya tanıdıkça sözcüklerden faydalanarak birşeyleri yazıya dökmeye çalışıyorum. Sadece kendim olmak istiyorum.
Bazen güzel bir şey oluyor.En geçkin zamanında ömrün .Gel diyor ben seni istiyorum.Şiirler yaz hikayeme benim.Siz o hikayede olmaya korkuyorsunuz .Sızlıyor kemikleriniz.
Karanlık koridora açılan bir kapı gibidir hayat. Siz oraya ışıgınızı tek başına veremezsiniz.Hadi çıkın sokağa bağırın haykırın çekinmeyin bulun elmanın ikinci yarısını. Gülümsemeyi başarın bu hikayede.
İhtimal birkaç yıl sonra belkide bu dünyada olmayacağım diye düşündü. Yine hayat devam edecekti. İş görenler yine gıreve gidecek hükümet yine şehrin en büyük meydanına girişleri yasak edecek.Yine kadınların namusu namustan bir haber erkek tiplerinin ağzına mazeme olacaktı.Okularda öğretmenler ne okutacak ne öğreteceklerdi çocuklara.Acaba şiir seven öğretmenler varmıydı. Hiç ölmeyecemiş gibi dolaşan hastane yetkenleri kendileri hastalandıklarında acaba nasıl tanı koyacaklar kime detlerini anlatacaklardı.Ölüm çok korkunç bir durumdu öylesinede doğal olduğu düşünüle dursun insanlar bir gün öleceklerini pek akıllarına gitirmek istemiyorlardı.Bir şeyi akla getirmemek onu yok yapmadığı gibi sizi ona karşı savunmasızda bırakabilirdi. Gerçi ölüm karşısında nasıl hazırlıklı olunabilirki.
Agaçların tepeleri belli belirsiz bir rüzgarla sallanırken son baharın o görkemli renkleri doğaya hakim olmuştu. Genç kadın bir müddet ağaları izledi.Yaprakların o sarının her tonu bazı dalların uçlarında kızıla bürünmüş şarap misali bir çekiciliği doğaya hakim kılmış gibiydi.Düşündü her mevsimin bir güzel yanı mutlak oluyordu. Bu insan yaşamı içinde böyleydi her yaşın kendince bir çekiciliği vardı hayat başlı başına bir sarhoşluk hikayesiydi sanki.
Ah şu yasalar keskin bıçak gibidirler .Çogusuda doğrulukları sorgulanır yaptırımlardır.Ama yürürlükte olmaları onları önemli yapar.
Ruhunuz size devrimci bir yolu hükmediyorsa siz ondan kaçamazsınız. Devrimcilik derken yenilikçiligi anlatmak istiyorum. Yoksa bizim ülkenin yada dünya düzenin değişmesine bir hükümranlığımızın olabileceğinden yıllar önce vazgeçmiştim . Birileri dünyayı öylesine avuçlarının içine almışki bize bıraktıkları sadece yaşamın dışında ölüme yakın olmak oluyor. Umutsuzluk tabiki burda ortaya çıkıyor. Umutsuzlugu besleyense anlaşılamamak yada gerçek oluruna sırt çevirip dünyanın hayal sislerinde hiçleşmeyi kabul etmek.
Deneme bir hikaye değildir deneme anlatımdır .Kendini önde tutup kırıp dökmeden ortalığı var olanı yazıya dökmektir. Bu nedenle deneme benim en çok tercih ettiğim yazın türüdür.Deneme samimidir.Aynı zamanda tepkisel bir karekteride içinde saklar.
Dar bir dünyada yaşıyoruz . Fanustaki balık gibi sınırlı bir alanda ömür tüketiyoruz.Siz bakmayın birilerinin dünya özgür bir gk kubenin temelidir söylevine.Kader bu dünyayı başımıza hep dar etmiş.Ruhumuzu karanlığın içinde tüketmekten asla vazgeçmemiştir.Tüm bunlara eylemin sorgulanmasınıda ekleyelim ormanda yitikleşmiş kuzular gibi kalıyoruz.Ürkek ve sahipsiz.
Yıllar evel o toprak damlı evde nasılda umutlanırdık yaşama dair. Hiç kötülük aklımıza gelmezdi.Sonra yıkık bir duvarın altında kalmış sokak kedilerine döndük. Yaban sokaklarda yitikleşti umutlarımız. Çok kadınlar sevdik çok özledik yıkılmış umutların ışıklarını hani çekip gidenler oldu olacaktı bunu geç anladık.
Aristonun bir sözü vardır ‘ Ey dostlarım dünyada dost yoktur.’ Siz yakınınızda duranları dost sanırsınız. Dostluk aslında pastayı ortakça becermeyi bilenlerin birlikteligimiidir yoksa.Hadi öyle olmasın diyelim çokta vicdansız ve umutsuz olmanın anlamı yok.
Aslında duygusal bağlar acı verir bunu biliyoruz. Acının aynı zamanda ruhu beslediğini çok geç yaşlarda öğreniyoruz. birde öğreniyorsunuz ki duygusal bağlar koptuğunda bağımlı olduğumuz insanlar oldukça yapay yaşatmışlar bize hayatı.
Bugün çok tuhaf bir gün diye düşündü ilk defa yataktan kalkmak istemiyordu Kalkmak için bir sebebide yoktu. Ama nezamana kadar yatakla sevişebilirdiki.Kendini toprarladı karktı izlenceyi açtı (televizyon ) haberlerde suriyedeki gelişmeler İsrailin filistin saldırısı birinci sıradaydı .Kalabalıklar sakkallı eli silahlı karmaşık tipler korku dolu gözlerle sokaklarda çaresiz insan yığınları.Banyoya yöneldi lavabo musluğunu açtı kısa bir süre suyun başıboş akışını izledi .Sonra kendini toprarladı ellerini sabunladı yüzünü yıkadı kirpiklerindeki çapakların kolayca gitmiyecegini bildiğinden parmakları ile göz çukurlarını ovdu. Sonra tekrar salano geçti izlencede haberler değişmişti.Esmer bir sipiker oldukça ciddi görünerek haberlerine devam ediyordu.Şimdi sıraya Amerika seçimleri vardı.Uzanıp cihazı düğmesinden kapattı .Evde yanlızdı mutvaga geçti kırmızı siyah saplı küçük tavada kendine bir yumurta kırdı.Tanrı tüm evreni insan denen şerefli canlının emrine vermiş diye düşündü.Tavuklar yumurtluyor ve o yumurtalar bize katık oluyordu.
Çogu kez korkarız ölümden toprakta organlarımızı böceklerin yediğini en korkunç hayvanların gözlerimizi oyacağını düşünürüz . Bu ruhumuzda büyük bir ürperti oluşturur.Bilmek istemeyiz orda bizim şimdiki halimizle var olamayacağımızı .Yaşam olgusunda bedenimiz ve ruhumuz birlikteyken orda ruhumuzun bedeni terk ettiğimizi rahatlıkla anlıyabiliyoruz.Ozaman korkmanında bir anlamı olmuyor. Ruhumuz bizi çok güzel yerlere götürecek diye düşünmek daha bir keyif verici oluyor.
Yaşam bireysel degildir çünkü insan sosyal bir varlıktır .ve ölümlü bir canlıdır.Ölüm çok büyük bir gerçeklik olarak bizi meçhuliyete mahkum eder.Bu durum inancı bizim yaşamımıza zorunlu kılıyor.Tabiki ölüm karşısında inançlı olmanın ana gerekçesi kendimizi hazırlamaktan geçiyor.Akıl becerimiz bizi inançlı olmaya mecbur bırakıyor.Biliyoruzki bu dünyaya gelmeden bu dünyadan habersiz hatta kendimizden habersizdik,Bu durumda şimdi daha şanslıyız.Düşünüyoruz ve ölüm sonrasına karşı kendimizi hazırlıyoruz.Biliyoruzki bu süreçte önümüzü açan çok önemli bir degerimiz var.Bu degerin adı İslamiyet ve onun ana kaynagı Kutsal kitabımız -Kuran - Temiz akıl sahipleri bilirki kutsal kitap Kuran oldukça özgün kendisini saygınlaştıran ilahi bir yapıya haizdir.Evet gerçek budur. Bu açıdan ölümle ilgili kendimize yol çizerken islamiyet bizim için önemsel degere sahiptir. İslam dini radikal ilkel bir karekter taşımaz çagdaştır. Bilmeliyizki inanç sabittir.Ama kuralları (şeriat ) dinamiktir.Ve kendi çağına göre yorumlanmalıdır.Geçmiş yüzyılların alimleri kendi çağlarında kendi bilgeliklerinin sınırları içinde kurallar koymuş mezhepler oluşturmuşlardır.Bu kurallar köken olarak saygın kabul edilmelidir.Ama günümüzde yaşam algı çok farklılaşmıştır.Günümüzün yaşam biçimindeyse inanç baki kalmak kaydıyla güncel algılar çağa uygun olmak durumundadır.Ölüm vardır ve ölüm sonrası hepimizin meçhulidir.İnanç iman din hepimizin ilgi alanındadır .Bilmeliyizki din ve inanç aslında bireyseldir.Ve toplumsal içerigi gereksel bir sonuçtur.
En büyük ihanet kişinin kendini unutması olarak düşünülebilir. Ben kimim ailem kim yaşamım neyi bana kazandırdı .İçimdeki hüzünlerimin gerekçesi ne olabilir.İnancımın karekteri benim için ne ifade ediyor. Yada bir inanca sahipmiyim. Özgürlük benim için ne anlama geliyor. Özgür hissetmiyorsam gerekçelerim ne olabilir. Tüm insanları niçin seviyorum. Nefret duygum varmı varsa nasıl törpülemem gerek. Kadınlar yaşammımda nerdeler. Sapkın düşünce benim için ne olabilir. doğal sevisel bir yaşama nasıl ulaşabilirim. İnsanca ortak değerlerin benim için anlamı nedir. Binlerce soruyu kafamda tutmaya çalışırken aslında yıkık bir duvarın altında kalmış bir kedi gibi çaresiz kaldığımı anlamış oluyorum.
Bir şeyi az biliyorsak onu kutsamayı ana amaç görürüz. Bu birazda kendimizi koruma iç güdüsünün bir sonucu olsa gerrek .Her nekadar insan denen canlının akılla varlığını tamamladığını kabul etsek dahi bir türlü dizginliyemedigimiz bir iç güdesel belkide hayvansı bir yanımız oldugunua gözlemliyebiliyoruz.İçimizde kopan fırtınaları nasıl sakinleştireceğiz bunun çabası insanlık var olduğundan günümüze hep düşünülmüş düşünüldükçe sonuçtan uzaklaşılmış.Tüm düşünen beyinler zamanla işi oluruna bırakmışlardır. Bu birazda kader dedikleri hikayenin biryolculugunu kabullenmek olmuyormu.
Sen beni sevme olurmu.Çek git kendi bahçende topla üzüm bağlarının meyvesini. Seviş erkeğinle sakla günahlarını aç saçlarını dağıt biraz. Yaşamak ırak kalmaktır sevdadan anla artık.Bu yaşamda acı çok olurda biliyorsun huzur az.
Birşeylere ulaşamadınızmı kendi kabuğunuza çekilir oluyorsunuz. Bu durum genelde kadın erkek ilişkilerinde ortaya çıkıyor. Hele evliklerde kadının aldığı tavrı anlayabilmek atomu parçalamak bir hücresel hastalığa deva bulmak gibi yorgun bir süreç. Sizin ömrünüzü tüketir.Kendine güveninizi sarsar.Farkındamısınız kadınlar erkekleri çok saf görürler doğrusu bundada haksız sayılmazlar en maço görünen tiplerin ruhunlarında biraz kadınsı biraz çocuksu bir hal vardır.Onun için hepimiz annelerimize düşkünce bir rölü ruhumuza monte etmişizdir.
Sabah ezanı okunuyor ben oldukça erken kalma alışkanlığıma mahkum dışarda yağmuru dinliyorum. Aylardan kasım yaşamımdaki altmışbeşinci kasımı camdan izliyorum.Çevremde oturduğumuz apartman gibi miladını doldurmuş yorgun binalar var. Biraz ötemizde akdeniz kendince vakurlugunda burdayım diyor. Emekçiler ve genç öğrenciler birazdan caddeleri dolduracaklar ilerde şehrin en sevecen caddesi Atatürk caddesinde belediye otobüsleri güncel mesailerine başlayacak .Zenginler ve fakirler aynı havayı teneffüs etmenin eşitliğinde kendilerince umut etmeye devam edecekler. Yaşı geçkince bir kadın hislerinin karmaşıklığında kendini bir kauför sandalyesinde bulurken neye niçin nasıl bakımlı olması gerektiğine vardığını kimselere anlatamayacak. Gerçi bir çok erkek olgun kadınlardan hoşlanır görünüyor.Olgun o derece cüretkar.
İnsan denen canlının tarih boyunca yaptığı kendi huzurunu bozmaktan öte bir durumu yaşattığını hangimiz görebildikki.Uydurulmuş bir kült değerler insan denen varlığı özgürlüğünden aldığı gibi birde savaşmaya yöneltiyor.Koca dünya darlaşıyor ilkelleşiyor.Ruhlarımızı daraltıyor.Birileri üst olmak için milyarlarca insan canlısı anlayamadığı tozların içinde hiçleşiyor.Ah sevgili görüyorsun zaman kalmadı .Yaşam sensiz ve umutsuz şarkıları dinletiyor ruhuma.
Belkide en büyük savaşımız kendi ruhumuzla olan savaştır.Kendi öz benliğini olgunlaştırabilmek çoğumuz için sorunlu bir durumdur.Yaşam bize bedenimize mahkum ederken bizim bedenle olan birlikteliğimizin sürecini bilme şansı bize tanınmamıştır.Siz bakmayın yaşamda sağlık herşeyin önündedir söylevine o önde olan sağlık zamanı glediginde ölümün gerisinde kalıyor.Bir çok unvanlı saygın tıp hocasının ölümün çaresiz hükümdarlığına vakitsiz zamanlarında ömürlerinin mahkum kaldıkları bilinen bir gerçeklik oluyor.Acaba ölüm olmazsaydı yaşsam nasıl olurdu .Yada ölümsüz bir yaşamın dengesi nasıl sağlanırdı.Neyse ne şimdilik ölümün canı cehenneme diyelim.
Bir şeyin anlamı zamanla olgunlaşır siz onun ne olduğunu kendiniz için değerinin ne olabileceğini anlamış olursunuz.Aslında tüm ruhumuzu yıkıp kanatan duyguların içeriğinde birazda güçsüzlüğümüzün ortaya çıkardı bir duruma isyan edememenin yada onu değiştirememenin bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.Biz aslında kendimize sahip olamadığımızı anlamak istemiyoruz.Hayır demeyi beceremiyorsak evet tamam denmesini bekleme hakkına sahip olamayacağımızı göremiyoruz.
Hayatta bir insanın tek davası olur ki oda insanca yaşama hakkına sahip olabilme kavgasıdır. Evrendeki tüm canlılar bunun için mücadele verir. Diger arayışlarımız gök yüzünün sonsuzluğunda yitikleşmekten öte bir kazanım getirmiyor. Yaşam doğal ve karektere uygunsa umut yeşermeyi becerebiliyor. Tabi için başında sevgi var.Sevgi bizi aynı zamanda kümede tutan bir büyük otorite oluyor ruhlara.
Herkes nasıl bildiyse aşkı bende öyle tanıdım. Korkak yalın ve acımasız.Dünyanın en güzel ülkesiydi umut.Esmer kadınlardan sakladıgım acıydı aşk.Haydi buluşalım seninle karanlık bir gecede.Tüm yitenlerimizin hikayesi yüreğimizde.Ne olacaksa olsun artık dediğimizde.Biliyormusun uçsuz kimsesiz bir ömrü tükettik.Esmer tombul memeli bir hasret sakladı sütünü.Aç bıraktı bizi. Ölümdü, kapıyı çalan.Aşk dedikleri bir puslu hikayesiydi ömrün.
Bir dünya düşleyelim gelin birlikte .Sevginin önde olduğu.Herkesin sevmeyi önemsediği paylaşımcı olduğu bir düzen kuralım.
Çocuklar mutlu olsunlar yaşlılar huzur içinde. Bag bozumlarında tüm çiftçiler ortak devşirsinler zamanın keyfiyetini. Benim olmayı kovalım ruhumuzdan. Biz olmayı başarabilelim. Ekmek eşit dağıtılsın.
Farklı düşünmek mümkün olabilsede farklı davranmak olasılığı düşük bir kavram .Bu umut etmek içinde öyle umut güzel bir duygu öylesinede afaki bir uç ufuk. Ah nasılda sevinirdik umutlanınca yüreğimiz.Avuçlarımız açık beklerdik bizi bulsun sevdaları şehrin.Aslında şehir kimseye sarışmadı almadı koynuna yanlızlıklarını .Vakitsiz göçüp gidenlerin hikayesi hep yarım kaldı o şehirde. O şehir hep öteledi sevdayı anladıkki sevdalarda geçiciydi tıpkı hayat gibi.
Bir kahve içmeli şöyle sevdikleri yanında olmalı eşitçe gülümsemeli hayat güneş pencereden içeri sorgusuz sualsız dalmalı. Daha ne olmalı sence.Yaralara melhem olmalı öğlen vakti birkaç dostla bir sofrada .Gelip gidenler olmalı şöyle yüreğin bam telinde. Bir sevda anlatmalı hayat.Geride kalanlarda gidecek biliyoruz.Gidenler hüzünlerinde zamanın .Haydi kapatalım fincanlarını umudun.Bakalım ne diyecek ömür bize.
Çok derinlere dalmış bir dalgıç gibiydi duyguları. Karanlık bir kayboluşu haklı çıkartan yitikliğin içinde gizleniyor gibiydi.Gördüki tüm sevdikleri göçüp gitmiş tüm umutları kendini terk eder görünüyordu.Oturdugu şehirde ansızın ortaya çıkan yer sarsıntıları içinde ürpertiler oluşturunca herşeye rağmen yaşama hevesinin devam ettiği hisseder oluyordu.Evet olası bir yer sarsıntısı oturduğu binayı yıkacak olsa tırajik bir ölümle bu dünyaya veda etmiş olacaktı.Ak deniz oldukça asi bir karekterle yer sarsıntılarına bizi mecbur bırakıyoprdu. Ah şimdi birde kaybedilenlerin acısının yanında olası korkulara birde bu eklenir olmuştu.Yaşam daim hepimiz için her şartta çekici olmayı sürdürür görünüyordu.
Erkek kadını şöyle bir süzdü.Sonra terk etti orayı.Korktu ruhu rahat duymuyordu.Kadın erkekten daha bir mertti.Gel dedi kırılmasın kanatların bereber uçalım gökyüzüne. Bu gök yüzü bizim. Çekindi erkek korktu gitmedi kadının peşinden gökyüzü üzüldü .Kara bulutlar saldı memleketin üzerine. Yaşamak özgürlüktü anlıyordu.Ama yaşamak koay değildi. Yürümek dar ağacının gölgesinde. Öyle kolay olmuyordu ölmek.
Bu dünya böyle gitmeyecek tabi. Tüm umutları gecenin özgürlüğü anlatacak loş sokaklarına sabahın. Bir gün kapı çalınacak açıktır kilidi umudun .Gülümseyecek hüzün tüm yorgun bakışlı erkeklere .Bu dünyada sevmek lazım biliyorum.Uçup yükseklerde gökyüzünde dünyaya merhaba demek. Tüm özgürlükleri keyfin avuçlarımda gizli biliyorsun.Avuçlarım hasret sevdalarına aşkın.Aşk hastalıktır biliyorum.Biliyorum çok hastalandı akciğerim benim.Nefessiz kaldım sen gidince.
Belki cesaret değildir gereklidir özgürlüğün peşinden koşmak. Sokaklarında tohumlar iletmek umuda.Bir büyük kavganın kenarında durmak olmazki. Ölmekse eğer yaşamak bundan kaçılmazki.
Önümüzde uzun bir zaman yok bilmeliyiz. Küçük hikayelerin insanıyız biz .Acıdır dünlerimiz bizim. Çorbamızın tuzu hep eksiktir hayat denen sofrada.
Aslında çok sıkı bağlanmıştı sevgiye ve hayata.İnce çoraplı sıska yapılı kadınlar dönüp durduğu yanlızlıgında hep ilgisini çekmişti aşık hallerinin.Ne istediğini bilmeyen çocuklar gibiydi.Bazen oldukça ciddileşiyordu .Kendince sözcükler buluyordukadın erkek ilşkilerinde. Ah şu kadınlar.
Hayata sarılmak için kadınlara sımsıkı sarılmak lazımdı her yaşanan günü kırmızı güllerle süslenmiş bir kutlama masası gibi özenle saklamak lazımdı dağarcığında.
Çogumuz iyi günlerimizi bırakın anmayı yaşadığımıza dahi kendimize anlatamıyor. Birileri bizi cılız bir yaşamda sevgisiz bir sabaha mahkum bırakıyor. Ah nasılda anlamıyoruz.Hani ne demiş şair ‘ Kadınlarla yatıyorum birde kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor ‘ Turgut Uyar.
Onu kendi haline bıraktı. Baş edemiyordu kader denen hikayesiyle.Ansızın oldu herşey bir kadın sevdi çok kadın kaçtı ondan.Anlatamadı hikayesini sözcüklerde. Çok kadınlar sevdi çok sevdalar öteledi onu yanlızlıga. İşçiler geceyi bekledi vardiyalarında ışıkları yanarken fabrikaların . Bir yerlerde çıplakça sevişirken umut.İsimsiz yitik hayatlardı onun hikayesi.
Bir erkegin aydın bir beyini olduğu giysilerinden anlaşılmaz o işin fantastik kısmıdır.Erkek gürültülü kavgalarındada hiçlik içindedir.Bir erkeğin kalitesi kadınına davranışıyla ilgilidir.O kadın ona oldukça ırak görünsede erkek kendi içine kapanır onu kadını kendi dünyasında bırakır.Bu onu önemsememek değildir.Sadece sevdadan vazgeçmek olarak düşülmelidir. Sevdadan vazgeçmek dolayısıyla kendinden vazgeçmek bazen mecburiyet olabiliyor.
Sen beni üzme olurmu bir akşam gel konuşalım oturup dertleşelim. Ben yorgun kadınları severim .Gel dinlen yanımda biliyorum çok çektin sende o ayyaş şiir sevmez kocandan.Çok günaha girdi yanlızlıgın seni bedbah bıraktı sabahları şöyle olmadı bir kapını çalan.
Şimdi sen beni bırakıp gittin .Süsleri döküldü umutlarımın.Bir kara diken battı ciğerime.Ellerim boşlukta kaldı .Perdeleri açılmadı yüreğimin.Sen kimin kadınıydın yada kendinmiydin.Nerde karşılaştık senle sen niçin gittin .Yoksa hiç gelmemişmiydin zaten.
Ben devrimci kadınları severim cesaretli kadınları.Gözleri kara kara bakmalı hayata.Saçları rüzgarlara arkadaş.Bir rakı sofrasında şiirler okumalı nazımdan. Onunla hayatı çizebilmeliyiz tuvala. Ankara olmalı gençliğimiz. Islak yorgun bir sabahında gecenin. Kızılayda bir otobüs durağında. bakıp Gözlerine sevdanın .Yaşamak neyse artık ona kavuşmak olmalı özlem.Çok kadınlar sevdim Ankara biliyorsun.çok kayıplarım oldu benim.Sensizken.
Dışarda bir soğuk sevda var. Kapımı çalan sardunya çiçeği .Ah o portakal bahçeleri nerde saklanmış.Kim anlatmış hikayesini yanlızlıgımın.Bir sıcak hasret kalmış cigerimi yakan. Ölüleri sevmez kimse bilirim. Bilirim arda kalan iflah olmaz artık .Kediler saklanır geceden. Bir esmer kadın özler temin korkularında zamanın.Yaşamak kim için kim için ekmeği bölüştürme çabası .Anladım bu hikaye böyle bitir.Aglar çiçekleri baharın. Kadınlar küskün ve ürkek .Erkekleri yanlızdır memleketin.
Bazen çekip gitmesini istediğiniz gidince onun boşluğunu anlar gitmesinin nasılda büyük bir gaflet olduğunu hissedersiniz. Umutda öyledir umutsuzum dediğinizde içinizdeki umudun hala var olduğunu haykırmış olursunuz.
Eleştirisel bir bakış açısına sahip oldunuzmı kendinizi şu gerçeğe yakalatırsınız. İşin doğası istenmenizle ilgili bir durum oluyor.
olmuyorsa zorlama
Kim istemez arzuladıklarının olmasını.Yaşamın tüm kapılarının kendİsine açılmasını.Tüm kötülüklerin kendinden ırakta olmasını. geçmişi saygıyla anıp yarınlara umutla bakmasını .Kim çıpak bir özgürlüğü ruhunda hissetmek istemez. Eger kaderinde varsa senindir istediğin olmuyorsa da olmuyordur.
Kırlgan ruhlara sahibiz. Akıp giden bir ömrüm arınca misali ezik canlılarıyız.İstediklerimiz yaptıklarımız özlemlerimiz bizi tüketmekten öte bir yere götüremiyor.Korkuyoruz sevmekten sarılmaktan bedenimizin bize yüklediği baş edilmez dürtülerden.
Bu iş böyle olmayacak sevdalanmak kötü bir şey anladım.Irak şehirlerde kaldı tüm özlediklerim.Sende ırakta kalanlardan oldun biliyorsun.Yorgunum.Uyumalıyım şimdi.Bana kendini anlat uykuda bir kırmızı gecelik üzerinde olsun. Birde çilek rengi küpeler kulağında. Şiiirler okuyalım toprak kokan şiirler. Ölmek ırak kalsın bir adım. Sen akdeniz gibi ürkek bir ıslaklık içinde. Tüm devrimci sözcükleri yaşamın kadınlar içindir biliyorsun.Kadınlar hep ıraktır asıl hikayelerde.
Aniden bir sarsıntı oldu.Camlar titremeye başladı .Oturdugu koltuk kontorolsuzca dipten gelen sarsıntının etkisiyle onu sarsıyordu.Yer sarsıntısı birkaç saniye devam etti.Sonra durulur gibi oldu.Aniden yeniden hızlandı korku ruhunu baskınkınlamışken neyseki sarsıntı sakinledi.İhtimal Akdenizin dibindeki yer kırığı gerilim boşaltıyordu. bu gerilim boşaltmaları Alanyayı bir gün yerle buz edecek diye düşündü . Korku ona binayı terk etmesi gerektiği düşüncesini getirdi. İnsan denen canlı geçkin bir yaşta olsa dahi yine yaşamda olmak istiyor. Miladını doldurmuş yılgın bir binada olmak onun çökme riskini bilmek tüm bu gerçekliğin yanında ne zaman vuracağı belli olmayan bir yer sarsıntısının olasılığını beklemek korkuyla sizi arkadaş yapıyor.
Kimselerin önemsemediği insan tipleri içlerinde büyük bir olgunluğun hükümdarı olmuşlardırda bunu pek anlayamayız. Bizim için önemli olan kendimizin üst gözükmesi egomuzun cilalanıp üstlerde dolaşması. Ah zavallı insan ne çabuk unuttun korkularını ne vakit düştün o benlik kibirinin çukuruna. Sıska bacaklı bacaklarına ne vakit geçirdin ince ten rengi çorapları kimi sevdin niçin sevdin neyin peşinde tükettin koca ömrünü. Bilmiyormusun ölümün erken geldiğini en az duyguların anlık olduğunu .Varsa ruhundaki zerei miskal merhameti niçin çoğaltmanın yollarına bakmıyorsun.Bir şey olacaksa zaten oluyor. yaradan açıyor kapısını nasiplenmenin.Egiliyor kudretin önünde mazlumların başı. İnsan toprağa basarken yaşarken korkuyor incitmekten o bizi saklayan muazzam varlığı. Her şey iyi gitmiyor diye düşünüyorsak o sana bana göre bir algı oluyor bilmelisin. Eger bir kapı kapalıysa bilki bir başka azap kapısınıda kapatmıştır mutlak güç. Olmuyorsa olmuyordur. Vardır bununda bir gerekçesi.Bir hükmedeni .Uygun bulanı.
Kalabalıklar aynı zamanda yetmezliklerinde otağı oluyor. Egitimsiz insan yığınları yitik ömürler yetmezlik içindeki hayatlar.Neyi niçin istediğini bilmekten aciz dar kafalar.Ah nasıl olacakki bu cendereden kurtulmayı başarmak .Özgürce istediğin bahçeleri kurmak .Hangi düşünce seni alacak ömrünün baş mimarı yapacak.Kim çağıracak seni özgürlüğün sokağında dolaşmaya.Neyi niçin bekliyorsun anlat hadi.Hep ötelediğin arzuların ne zaman yaşamının rutini olacak senin.Sahip olmak istediklerin yada sahip olr göründüklerinin sahipliğini gerçekten kendinmi sanıyorsun.Neyin kavgasında olduğunu hangi hiçliğin gırdabında yitikleştigini niçin anlamıyor o çok dikleşen aklın.
Evet kendimizce kurmuşuz acının sofrasını kendimiz ruhumuz çarmıha germişzi.Cuma günleri koşarak gittiğimiz ibadet haneden yine koşarak çıkmışız kapısından olasılıkların.Kimi niçin ötelemiş şaşkın yüreğimiz.Niçin ekmekleri bölüştürmeyi başaramamışız.Ah o esmer saçlı kadınları niçin sevememişiz kardeşcesine.
Kendi sepetindeki zehirleri niçin görmek istemez bu insan denen canlı .Neden hep karşısındakinde aramayı sever yalanlarını yaşamın . Kim kimin yüregine hançeri saplamıştır görmek istemez. Hani kalıpcıl bir söz vardır ‘ Yalanı sevmem ‘ Kimbilir belkide o sevmediğimizi söylemeyi görev bildiğimiz yalan hayatın lokomatifidir. Dönüp bakalım arkamıza zamanın miskin haksızlığına inanmayalım. Nerdeler birlikte sofralara oturduğumuz sevdiklerimiz. Nerde o yavan unvanları hayatın. Kabalık olsada dolaştığımız sokaklar o ırak şehirde bir sandalyede oturup çay içtiğimiz zaman. Artık yitik ömürlerden ardıl bir hikayede belliki kimsesiziz.
Her sabah kalkar hızlıca hazırlanır kendini dışarı atardı .Çalıştıgı hastanenin eve yakın olması tek şansıydı .Bir vakıf üniversitesinin hastanesinde fizyoterapi servisinin koordinatörü olarak kendine iş bulmanın sevincini yıllar önce yaşamıştı düşündü tam on yıl oluyordu okulu bitireli iş bulması evlenip bir erkekle yaşamını birleştirmesi dünyanın karmaşasına dalıp içinde kaybolması.Sıra dışı bir ruha sahipti olurun ötesinde bir arayış içinde gibiydi .Eşine bir gün bir çilingir sofrasında demlenirken.Rakının ruhuna verdiği rahatlıkla akıl dışı sayılacak konulara girmişti. Toplum umut ahlak hepsi birbirine karışmış Laf alıp başını azgınca çatışkıyı sofraya meze yapmıştı. Ne dersiniz kendince yaşamak insanmı haklı yoksa ona nasıl yaşanması gerektiğini dikta eden toplumun hükümdar varsallarımı.
Eger emekçi sınıfındaysanız sizi toplum avam olarak görür.( Böyle olunca kendinizi ifade edemezsiniz. Hastanelerde hekimler mahkemelerde yetkililer makam sahipleri özellikle kapital toplumda sermaye ve mülkiyet sahipleri kendini farklı ve üste görürler. Birde cehaletinden habersiz tiplerde vardır. Bu tipler hep üst perdeden konuşurlar kendilerini farklı görürler.Hele bir iki ülke gezme fırsatları olmuşsa daha bir azgın davranış sergilerler. Gerçek şudurki yaşamak herkese farklı deneyimler sunuyor.Kimileri aklın almayacağı kuralları red edebilirken çoğunluğumuz bu yapıyı kült olarak yaşamın vazgeçilmezi olarak görebiliyor.Dogrusu yaşamımızın en büyük özelliği sınırlarının olmasıdır.Biz bunu görmezden geliyoruz.Sınırsız bir ömre sahip değiliz oldukça kısıtlı bir özgürlük bize uygun bulunmuş .Bu uygun bulma otoritesi nasıl olmuş oda bırakın siyaset bilimcilerin işi olsun. Biz hayatı anlamaya çalışırken zaman akıyor.Birey olarak hayat bizim için geride kamış bir hikaye oluyor.
Cehalet Hükümdarlıgı .Ne yapacağız nasıl edeceğiz yıkacağız bu cehalet hükümranlığını.Tabi önce kendimizden başlamalıyız. Dogruyu kendimize göre değil gerçeğe göre yansıtmanın arayışındı bulmalıyız.Tabi burda gerçekte kişiden kişiye hatta sınıfsal yapıya değişkenlik gösterebiliyor.Siz bakmayın ‘gerçek tektir ’safsatasına gerçek bir çok gerekçesi vardır o gerekçelerde her zeminde aynı değildir.Bir eylem bir ortamda ahlaksızlık olarak görülürken bir başka mecrada doğal bir yaşam ekinselligi olarak düşünülebilir. Tanrı çizgiyi çizer size kutsiyetiyle yön verir. Sizi kalıba sokar. O kalıp doğal ve sevisel yaşamı size kır çıçıkleri gibi önünüze açar.Açmış bir bahçede yaşamı kacaklamak sevmek özgürlüğünü rengarenk çiçeklerin. Yıkmak korkusunun cehaletin. Usulca yanaşmak bilgeliğine mütevazı bir ruha merhaba diyebilmek. Açmak sofrasını toprak damlı evin. Güzel kadınları ve işçi kadınları bir başka sevmek.
Geçen yaz her zamankinden farklı bir yazdı .Kimsenin aklına gelmiyecek herkesin saklı tuttuğu sapkın hayatların kara çallı yolculuklarında bir iz aradı. Kim neyi niçin tercih ediyordu.Dogal bir hayatı kim elinin tersiyle itmiş kabul edilmez çatışkıların hükümranlığına boyun eğmişti.Eşcinseller fahişeler yuvasını terk eden öngörüsüz kadın suliyetleri kişiliğini yitikleştirmiş kara çallı ruhlu erkek kırıntıları her şeyi kendi karanlıklarında saklar görünselerde yaşam korkusunu salıyordu ruhlara. Şehrin en büyük caddesinin en bilinen bankalarında veznedeki kadın geçkin yaşa takıntısına kapılmaktansa kendini yapının has figürü olarak görmeyi girdiği siyah ince çorabı kısa sayılacak siyah keten eteğiyle kadınlığını ortaya atan cesaretini izletmeyi başartıyordu.Kim nederse kim ne düşünürse düşününsün görülüyorki bu hayat günahlardan başka bir yoldaş kabul etmiyor gibi.
Yirmibirinci yüzyılın en büyük handikabı öngörüsüzlük oluyor.Bu süreç yaşamın tüm ilişkilerinde kendince öne çıkıyor.Kim neye daha yakın kim önceliği neye göre belirliyor.Kim hangi fantastik davranışı kendince başarı görüyor.Anlamakta zorlanan bir zaman devimini bize burdayım dedirtiyor.Evet korkunç bir öngörüsüzlük hepimizin yaşamını etkiliyor hiçbir şeye yetişemeyen milyarla insan kendi içinde mahkumlaştıgı fanusu kıramıyor. Ruhlar büyük bir dağın altında ezilmiş köy mahalleleri gibi artık ayak basılmaz ne istediği anlaşılmaz yıgnlara dönmüşler.Bedenen ölenler bir yana ruhen çökmüş kuru iskeletlerin sahipleri olmaktan kurtulamamanın gafletinde tükeniyoruz.Ah bu hayat böyemiydi aslında nasılda büyük dertleri öteleyip küçük sıkıntıları kendimize dert diye örgü yapmışız.Üzerimize girdiğimiz biz koruyan tüm katıklarımız boğazımızda düğümleniyor.Yaşamak bu olmasa gerek diye düşünüyor insan.
Nasıl unutabilir insan siz söyleyin. Birlikte hayatı kurduğu yitenlerini.O sofra şimdi öksüzmü kaldı bilmiyorum.Kim kırdı camlarını yolcu arabasının.Kim saldı korkuları ortalığa.Kim bıraktı sevmeyi o esmer bakışlı umudu.Anlat bana olurmu seni kim kirletti kavgalarında yalanın.
İçinde olduğumuz hayatla örtüşmeyi başaramıyoruz. Daim bir çatışkı ruhumuzu incitiyor.Tüm kuralalr bizi .ı. çocuk olmaya zorlarken aynı zamanda suskunluğa bizi mecbur bırakıyor.Belki bunun içindirki farkli nefes almayı başarabilenler tüm toplumca ötelenir olsalarda içten içe bir kıskançlığa muhatap olabiliyorlar. Sevmeyi eyleme geçirebilenler hayatı daha bir dolu dolu yaşamayı başarabilenler oluyor.Çogunlugumuz kendi içsel çatışkılarımızda nerde durmamız isteniyorsa orda beklyoruz.Hayat bu olmamalı.
Yine aynı sözleri söyledi ,aynı bakışları saldı derinliğine ruhunun.yine ayazca yaşadı kadınlığını kuru ve itici bir tende şehvet aradı.Sonra o eski kapılı evde sıvaları dökük sözcükler türetti yanlızlıgı.Çok geç kalmıştı yaşamak için ,saatleri sayılı nöbetçi askerler gibiydi.Dünyanın yarısında hoyratça sevildi kadınlar ,mevsim yaza aşina.çimler ve gelincikler açmıştı kara yazılı köylü kadınlarının dişiliklerinde.Sustu hiç konuşmadı anımsıyordu çocukluğunu toprak damlı evi.orda güvercinler uçurturdu mavilerinde gökyüzünün.Hiç yaklaşılmaz sevdalar eskitiridi uykularında kimselerin bilmediği.Sonra devrimci sözcükler ezberlettiler ona polisin sık sık kimlik sorduğu.Uzun bir aradan sonra oldu herşey ,yanlızdı ve ölüm onu unutmuş gibiydi.Kirli döşeklerde günaha girdi o masum bedeni kimseler tanımadı.şimdi dutlar olacak zamanı geldi ,serçeler sevinçlenecek .Ölüler bilmeyecek geldigini yaz sıcaklarının , aslında herşey aynı biliyoruz.Sadece umutlar değişiyor farklılaşıyor saç örgülü kadınların yok artık .Şimdi sarı boyalı saçları ile ürkek karanlıklı kadınlar dolaşıyor gecede.Ah seni arzulamak terör eylemi gibi büyük suç .Ahlaksızlık .İnan bana ben bu ahlaksızlığa dünden razı olmuşum .Ama buda bir yalan olsa gerek .Seni sevmek istemem.
Bir ramazan günü akdeniz bölgesinde konuşlanmış bir cemaat gurubunun akşam iftarına katıldım (iftar oruç tutanların akşam ezan okundugunda (gün bitimi ) birlikte oturdukları manevi hassasiyeti olan sofra. )Orda iftar sonrası sohbetlerde gözlediğim şu olmuştur. Dostlar inanın tarikatların topluma verebileceği bir kültürel ocak yok görünüyor.Sıradan insanların kümelendiği ilmin görünürde var derinlikte yok olduğu bir yapılanmayı hissettim. Evet dostlar günümüz cemaat yapılanmaları bizim bildiğimiz ilim birlikteliğinden ırak bir yolun yolcuları olmuşlar gibime geliyor. İnançlı olmak iyidir gaflette olmaksa felaket.
Yagmur yağıyor Alanya kendince sakin bir uslu çocuk gibi .Bu gün Pazar Pazar olması evde olduğunuz anlamına geliyor.Ceza evlerinde ihtimal görüş günüdür.Solgun bakışlı kadınlar bekliyordur kapının önünde.Saçları uzamıştır umudun.Af çıkacakmış öyle diyorlar. Bir ölüler geri gelemez artık .umut etmezler bir kahvaltı sofrasında oturdukları sandalye yanlızdır ölülerin. Gülümsemeleri acıdır geride kalanların. Ar damarı çatlamış yalanlar kendince avuturlar sevdalarını yitenlerin.Özgürlük belkide nefes almaktır. Yıkanmaktır nehirlerinde memleketin.İsimsiz kadınları düşlemektir .Evli ve yalnız kadınlarını gecenin.
Erkence öldü umut. Kimsez kediler gibi sakladı sözcüklerini zamanın .İsimsiz bir şehirde sakince bekledi ölümü.Ah hikayeleri karanlıktı işçi evlerinin. Sevdalanmak zor işti anlayacağınız bu umutsuzluğunda var olmanın.
Sevmekte para istiyor aşksa hastalığını paranın gücünde saklıyor.Şöyle bir bakın çevrenize yaşamdan kopuk insanlar hep üstlerde kendilerine yer buluyorlar.Çünkü çocukluklarından gelen bir zenginlki gücü onlara eylem rahatlığı vermiş.Yoksul aşkları öylemi dersiniz.Niçin hayatlarının baharında gençler acımtırak şarkılara mahkum oluyor dersiniz.Hele yazma sevdalısı olanlar farkındamısınız dünyanın en havalı ödüllerini alanlar çoğunluk zengin ailelerden geliyor. Siz hiç preletar bir yazarın Pirestijli bir ödülü aldığına şahitlik ettinizmi. Yok böyle bir durum hiçbir güç üzerinde tepinmeyeceği eşeğin önüne saman koymuyor.Onun için ödül almayı çok önemsemeyin. Şöhret birazda soytarı tipleri seviyor.
Acıdı biliyorum yüreği vakitsizdi bu ölüm.Yorulmuştu kısık bir sesti içindeki özlem.Anladı evet anlamsızdı tüm arayışları.Oşehirin kıyısında akan nehirde yıkandı umutları.Hiçbir güneş kurutamadı bu ıslaklıgını.Biliyordu toprak herşeyi örterdi.Günahları ve yalanları saklardı toprak,Masumca bakıştığı hayatla hiç sevişmemişti yüreği.Ah o hiçbir yere ait olmama duygusu yokmu.ahişe kadınlar gibi yorgun ve kimsesiz.Hani gül ağacından kovulmuş kırmızı bir renkti o.Belki böyle anlamlanırdı tüm sakladığımız günahlarımız.Sırrımız konuşamadıklarımızda gizli biliyorum.Anlatılmayan hikayelerde gizli .Ve ölümleri gecenin karanlığında bizi bekleyen.Işıkları sönerken sakladığın umut.ırakta bir yıldız gibi gizlenen .
Sözcükler çok önemlidir çünkü tanımlayıcı özellikleri vardır bazılarına daha çok anlam yüklesekte hepsinin sözde yazıda büyük bir değeri vardır. Agızımazdan çıkan sözcüklerin anlamları onların alfabedeki simgeleri ile yazıya dökülür vücut alır kültürü yaratır .Sözcüklerle barışık olmak lazım.
Gece boyu yağan yağmur güneş doğunca kendini o sıcak ışıkların gizlerinde tüketmiş oldu.Alanya kasım ayının bu ayaz günlerinde güneşin ışıklarını gökyüzünde misafir etmenin keyfini yaşıyor.Bir kaç gün önce akdenizden kaynaklandığı söylenen yer sarsıntısınında korkusu yerini kanıksanmaya bırakmış gibi.Herkes kendi rutin hayatının kavgasında silahsız askerler gibi yorgun bir bekleyişin içinde.
Ekmegimi kazanırken çalıştığım kurumda bazen önemli sorunları görmezden gelip basit konuları ciddiyete taşıyan tipleri gözlemlerdim.Sonrası baktımki bu yaşamın her adımında böyle büyük kavgalar uslulandırılırken yitik sorunlar üst perdeye taşınabiliyor.
Biliyormusunuz evliklerde bu durum daha bir belirginleşiyor.Çatının altında sizin ömürce anlayamayacağınız hikayeler sizin ruhunuzu törpülemeyi başarıyor. Bu birazda kabullenişin bir sonucu olabilirmi diye kendime sormadan yapamıyorum. Hani şair demişya ‘ Kadınlarla yatıyorum birde kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor ‘ Turgut Uyar.
Hani derler ya ‘aklımda deli sorular’ Bu durum benim içinde öyle önüme getirilen tüm resimlerde puslu bir yitiklik hissediyor ruhum.Bu niçin böyle oluyor sorusu beynimin içini kemiriyor.Yaşam birilerinin öncül kılındığı birilerinin ötelendiği işin ilginci öncül olanın hep üst perdeden konuştuğu bir hikayeyi dinletiyor ömürce. Suskunluk çok büyük bir yanılgıdır üçüncü kitabımmın adını Konuşulmayanlar olarak düşünmemin içselinde bu duygunun bana verdiği yüke belkide katlanmak için düşündümüşümdür.
Herşey ablasının ikibinonbirde ölümüyle ciddileşti onkolojik tüm olasılıklar yerini beklenen muhtemel sona bırakmıştı .Düşündü Alanyanın Toros dağlarının yamaçlarındaki yorgun kabirligin bir mudavimide abalsı oluyordu.Daha sonraki zaman diliminde bu sürece daha bir çok ölüme tanıklık ederek şahitlik yapmıştı.Ah siz biliyormusunuz zamanın çok acımasız olduğunu .Aklına çocukluğu geldi Diyarbakırdaki o toprak damlı evde yaşadıkları umutları .Anladıki ailede ölümle yitikleşenlerin ardından hayattan vazgeçilmezsede o hayat artık güleç bir ruhu beslemiş olamıyor. Kaybettiklerimizin hasreti ruhumuzun közleşmesine sebep oluyor.Biz yaşadığımızı var saymış oluyoruz.
Yaşama sınır koymak olmuyorda tüm öğretiler bizden bunu istiyor biliyormusun.Bence gelin önce kendimize sınır koyalım.Ruhumuzu dizginleyelim.Tanrı bizden hoşnutlansın. Huzur hücrelerimizi beslesin. Sonra ne olursa katlanılır olur. Açık bir zihin her soruna bir çözüm bir kabullenişi gösterir. Esas olan kendini tanımak kendine sahip çıkmak olmalı. Yaşam o zaman inanın kolaylaşacaktır.
Tüm yanlızlıgımla sevdim seni yanlızlıgım
Kapıda bir köpek gibi sadık senindim ben
Şehrin en yorgun binasında uyudu bedenim
Rüyalarımda sen vardın sendin içimdeki karanlığım.
Ah tüm kadınlar kovdu beni hayellerinden haklılardı tabi kim ister kimsesiz yalnız bir hikayesinde var olmak zamanın.
Düşünce aslında eyleme geçmenin birinci adımı oluyor.Onun için daim düşünce tepki çekmiştir.Düşünce karşıt görüşlerede ortam hazırlar.Alanı genişletir umudu çoğaltır.Yada düşünüleni tehlikeli alanlara iter. Biliyoruzki bir toplumda derbe yemek istemiyorsanız o toplumun çöplerini iyi tanımalısınız.Her çöplük içinde birazda katık saklar.Sizi o katığı alın paklayıp belleğinizde sofranıza katık edin.Yaşadıgımız toplum neyse biz onun hikayesi olmayı becerebilmeliyiz. Ötesi yoktur bu işin tavuk kümesinde keklik gibi ötemezsiniz.
Bazen çok şey değişir siz değişemezsiniz. Degişmenize musade etmezler.Siz diplerden kurtulmak istedikçe tekmesallar sözcükleri asalak kişilikler. Oluru olmaza bırakır ruhunuz.Beklersiniz vazgeçmişsinizdir bu yaşamı sorgulamaktan. Biliyorsunuzdur merak etmek ve sorgulamak sizi ötelere taşır vazgeçen bir ruh ilerlemeyi başaramaz.O nefes alan bir ölüdür artık.
Bir topluluğun bir üst kültür olabilmesi ortak değer üretmesiyle ilgili bir durumdur.Bu süreç insan ilişkilerindede böyledir.Birlikteliklerin rasyonel bir gerekçesi yoksa duygusal rüzgarlar çabuk dağılır ortada bir enkaz kalır.Siz birey olarak ya o enkazın altında ezik bir ömür sürersiniz yada kaçarak kendinize bir nefes ararsınız.Kaçmanın sorunu çözemediğini çok iyi biliyoruz.
Birilerinin sizden daha kötü görünmesi sizin çok daha iyi olduğunuz anlammını taşımamalıdır. Görünenle gerçekliğin uyumu çoğu zaman mümkünlülük seviyesine gelemiyor.Çok şey görünenden farklıdır bu ömür denen hikayede.
Hadi katılalım düşünceye ışıklar çoğalsın heybemde zeytin ekmek.Sevdası memleketin dagılsın kara bulutlar kadınlar gülümsesin.Renklensin başakları tarlaların gelincikler açsın.Katıksız gerçeklikle umut ısıtsın gecenin ayazını.Lacivert bir tutku içimizde gülümseyelim hayata olurmu.Haydi gel kadınım yaşamayı seçelim bu ülkede.Bak ölüm vakti geliyor halbuki bahar geldi memlekete hayallerde düşün sevinçlenmeyi artık.Düşünmek tohum ekmektir toprağına umudun. Ekmegi bölüşmek gibi sularda paklanmak gibi.
Kısık bir gecede yaşadı sessizliği. Günahkar bir ruha sahipti.Gürültüleri pencerede takılı kırmızı kiremitli evde aşk neyse ötelenmişti.Düşündü çok tehlikeli bir yolculukta bindi kara tirenine yanlızlıgın. Gitmesi gerekti ıraklara. Bilirim işçiler mazlum yaşar kadınlarda öyle işçi kadınlar ve işçi erkekler güneşi kucaklar karanlıgında gecenin.Çocuklar sever gülümsemeyi .‘Gülmek devrimci bir eylemdir’ öyle derler.Bilirsin en büyük devrim ölümdür yada korkmaktır özgürlügün heybetinden.Kırılgan sözcüklerde anlatılan yalan hikayelerinde kalır umudun.
Düşünmek ve sorgulamak büyük bir eylemdir.O derece tehlikeli dikenli taşlı yolda yürümek.Özlemek gibi kanatası bir yanı vardır sevmek gibi zor bir iştir arkadaşım.Gün batımlarında hüzünleşir gece . Dört duvar arasında seninle geçkin hikayeler-den bana anlattıkların kendince.Bir sabah kapı çalınmış ortalık dağınık varı vermişsin yanlızlıgıma.Yıkık köylerden soguk şehirlerden arda kalan ne varsa heybende. Döküvermişsin ortalıga bilirim özlemişsin yoksullugu acıyı ve hasreti.Haydi anlat bana nerdeydin ne yaptın.Büyük göçer yolculuklardan tozlanık üstün.Esvabın hiç değişmemiş.Ankara garında bıraktıgım gibi.Yıkık sözcükleri konuştuğum.Anlattıgım bu ülkenin renklerini kedilerini kuşlarını çocuklarını.Gün batımlarında özletir olur yılkı atlarının koşturmacası.Birde umutları dogan günün.Bir sabah kapı çalınır başlar yolculugum.
Sürüleşmiş yıgınlar ve mevki sahipleri hiçbir şey anlatmayan karanlıkta tüketiyorlar umudu.Sen bilmiyorsun bırakıp gitmek lazım şu dünyayı.Yıldızlarda bir yer bulup Işıltılar katmak lazım umuda.Sonra ekmegi eşit dagıtmak lazım.Güneşe ey vallahda yıldızlarıda bilmek lazım.Bu böyle olmayacak çünkü sular kirlendi.Tarlalarda ekin yok köylüler sevişmeyi unuttu toprakla.Bir yıldızlar özgür birde yalanlar.Sen bilmiyorsun yanlızlıgın ne olduğunu.Kalabalıklardaki hiçlik duygusunu.Hani kimselerin olmadıgı bir yerde bir ögle üzeri sofra kurmak çagırmak tüm kadınları .Hikayeler dinletmek hiçbir şey anlamayan karanlığa Bir ışık vermek.
Ah yoldaşım Gün gelir kara bir sis dolar gökyüzüne. Acıdır ölümdür kapıyı çalan.Yavan bir yalandır artık ömürce peşinde koşulan.Ben seni sevdim diyemem yok öyle bir şey.Sıcaklıgını özledim senin ırakta bir köşede bekledim. Olurya belki gelirdin nisan yağmurlarında.Çocuklar gibiydim çok özledim.Ben seni yurt gibi sevdim toprak gibi.Ekinler ektim ovalarına bir ben bildim.Ben özgürlügünü sevdim senin hırçın bakışlarını.Islandıgım göz yaşlarını sevdim hiç sevmedim seni sarılıp sevişmedi yüreğim.İşçiler mazlum yaşar bu ülkede .Birde işçi kadınları özledim.Fabrika vardiyalarında geçen öümür. Sokaklarda acısı var mahkumiyetin.Nerde o ışıkları sıcak ülke parklarında özgürlük şarkıları söylenen.Halbuki tanrı şahittir görüyorum beni terk edip gitmiyor hüzün.Ben geceyi bekliyorum saklasın beni koynunda.Aglatmasın sözcüklerini şiirin.Gün gelir anlamsızlaşır gün.Ben seni hiç sevmedim bilirsin.
Birgün çekip giderim biliyorum. Geride eksik kalmış sözcükler kalır.Yazamadıgım şiirlerin yetim duruşları korkunç ahlaksız soytarı tipler gülümserler arkamdam.Biliyorum tüm köylülerin tarlalarını gaspetmiş yobaz cehaleti eşkiyalagın.Ama onu bilmiyor kara bakışlı fahişe kızları gecenin.Karanlık hiç bırakmıyor sabahı. Özgürlügün kanatları kırılmış .Artık yolun sonundadır hikayesi ömrün.Ah nasıl üzülmem ben.Nasıl özlemem devrimci duruşunu yoldaşlarımın.Ben nasıl düşünmem bu memleketi kızıl bir elma hikayedir özlenilen ah soyunup dökünen hasret.Bir ramazan gününde oruç tutuyor umut. Neyi yasaklamışsa tanrı onu özlüyor gençliğim. Ah bir gün alıp başımı avuçlarımda senin yokluğun .Korkunç bir özlem kalacak geride kimsesizliğimden seni bırakacağım kendi hikayende.Çekip gideceğim ayakablarım kapı eşiğinde.
Anlatamadıgım neyse yanlızlıgım odur.Bir yerler aradım ikimize öyle çok ırakta değil.Yakında bir yerde acılarıma köz olan o gecede.Gidişin yokmuydu hani bırakıp sıcaklıgını kendince.Sonra mavi okyanuslara anlattım seni hani bilirsin.Aglaşır oda kapı sessizleşir yatakta ayazı kışın.Sokak ürkek bir karanlıktadır sıgınırsın kendine.Biliyorum korkunçtur ölümün arkasında kalmak.Issız gürültüler yaşar göçkün hasretler.Bilirsin çok sevdim seni mevsimler kadar değişken.Gidişleri vardı umudun senin gibiydi kimsesizdi.Çokca ölümler kabullendi ömür çaremiki.Sensin gel diye kaçırdıgım yolcu.Bekliyorum tiren garında o şehirde.Biliyorsun seni çok sevdim mevsim kıştı.Gelen ölümdü gördü yüreğim.Seni okyanuslara anlattım lacivertti gece.
Özgürlük aslında toplumsal içerikte doğal bir yönümüz değildir.Özgürlük kabul edilenle sınırlı yaşanan modern toplumda işin özü bir kandırmacadır. Özgürlük sadece size sınırları içinde bir pay verir. O sınırlar belirleyense sadece a değildir.Kültür Ekonomik yapı Aile ve bu süreçte ruhunuzun kabul gördüğü kalıpların hacmiyle direk ilgisi olan bir gerçekliktir.
Ruhumuzu yönlendiren yada ruhumuzdan beslenen tutkular bizim onları kontrol etme becerimiz olmadığında kadere dönüşür.Tanrı kaderi çizer onun yolculuğunu ve olasılgını bize bırakır.
Tüm renkleri yitikleşti bu mevsim mavi bir yıldız vardı tepede. Nehirler acı akıyordu kadınlar ıraktı doğumlarından umudun.Issız bir yıkılıştı bu.Nerdesin demenin anlamı yok kırmızı güller açsa ne olacakki.Ben seni sevdim diyemem.Ama alıştım sana papuçlarımı boyadım sen giderken perdelerin kapattım gecenin.İşsiz erkeklere anlattım kavgalarımı.Hani devrimler yapacaktık o güneşin ısıttıgı mevsimde. Biliyormusun sen çok sevmedim ben ama aradım bir kırmızı gülde.Bir sıcak çayda ısttın yüreğimi.Tüm renklerimi karattı gidişin.Ben bekledim toprağı ve ölümü.Sen gittin güneş doğmadı yağmurlar ıslatmadı göz yaşlarımı.Bir karanlıktı umut yitikleştim gittin sen.
En iyisi sevmeyi bırakmakmı bilmiyorum .Sevmeyi bırakınca anılardan vazgeçmiş olursunuz gibi geliyor insana .Anıların olmadığı bir hayat kökü sökülmüş bir ağaç gibi yavaş yavaş tükeniyor.
Önce ıssız bir sakinlik sardı odayı .Kırık bir vazo gibi bir çiçekti solgundu.Özlüyordu.Artık konuşacak onunla sohbet edecek bir kedisi bile yoktu.Yanlızlık onun hep korkularını beslerken.Niçin dedi niçin anlaşılır olamıyorum. Yırtık bir perde gibiydi onun penceresi kapatıyordu ışıklarını güneşin.O karanlığa mahkum bir fahişe gibi kabullenmişti yanlızlıgını.
En kalabalık aileler en yılgın ömürlerin müdavimlerini yaşatır olmuştuda bunu anlamakta zorlanıyordu. Kimbilir belkide hayatı sonsuz sandı .Her saat başı aynı haberleri veren izlence araçları gibiydi gördükleri .Kim bilebilirdi kim yol gösterebilirdi sakince kabulleni verilmiş bir kaderin alnında yansıttığı çizgileri kim silebilirdi.
vazgeçmeyi bilmeyen.Bana ırak bir hikayede bir kelebek olup kısa bir Özgürlük militansı bir ruh istiyor.Sorgulayan isyan eden. Gölgelere savaş ilan eden opeletsiz askerleri bekliyor hayat.
Birileri sizi önemsiyor ve sizi ödüle boğuyorsa kendinizden şüphe edin bilelimki üstüne binilmeyecek sıpanın önüne kimse saman koymuyor. Yaşamda sizi üzen sözlere muhtap oluyorsınız sorun sizde değildir. Birileri şımarıklığının cehaletinde basitliğin hiçliğinde tükenmişliği yaşıyordur. Bırakın bataklıkta böcekler kendileri gibi davranmanın keyfini yaşasınlar.Bazen keyif ölümden ötedir de farkedilmez olur. Bir sorun gider daha çetrefillisi gelir .Sorunun gider görünmesi sizin dışınızda gelişmişse onun sonucundan iylik beklemek büyük bir gaflet oluyor.Bir sorunu görmezden geliyorsanız o sizin ruhunuzu tüketir.
Bazen hayat öylesine tokat çarparki sizi kendinize getirdiği için Tanrı,ya teşekkür edersiniz.
Yaşamda kısıtlı bir alanda olma zorunluluğu varken ölümün gerçekliğinde düşüncede oldukça rahat olma şansını kendimize verebilirmiyiz. Bu sürecin adımlarında aile toplum töreler din gibi özgün verilerin etkisi ne olabilir. Yaşamda nerde duruyoruz. Dogrusu insan toplumsal bir canlıysa onun bireyselliğinin sınırları nerede bitiyor. Bizi şahsiyet olarak var eden etkenler ruhumuzu nerede nasıl besler oluyor.Toplummu yoksa kendince var olmak isteyen insanmı beklentide öncül oluyor. Neyi niçin ne kadar yaşayabiliyoruz.Toplumu onun hücresel varlıgı aileyi hangi döngü yaşatıyor.Sosyal bir varlık olarak bizi etkeleyen tüm kutsallarımızın başlangıç yada bitiş sınırı olasımıdır. Yoksa degirmende ezilen bugday başaklarımıdır toplumcu yanımızla halcemiz. Niçin ahlaksal olarak samimi olamıyoruz.İnsanca yaşam yolculugumuzda kurdugumuz uymamız istenilen yapılarda insanca hakça bir yaşamdan mahrum bırakılıyoruz.Ekmegi aşkı umudu niçin birileri kendi çarklarında yitikleştiriyor. İnançlarımız bizim kurtuluşumuzmu yoksa felakatimizmi oluyor. Yaşamın her sürecinde niçin yetmezlik içinde kalıyoruz. Baş edemedigimiz hastalıklar önleyemedigimiz sömürü düzenleri gerçeklerle bagını koparmış yanılgılar teknolojinin yetkenligindeki güçsel sınırsızlık yılgın korkular insan olarak bizi niçin mazlumlaştırıyor.
Toplumun dayatmalarından kurtulabilmek için kendimce çözümüm hayal kurmak oluyor. Yaşamda zaten bir hayal gölgesi degilmidir.
Bana hiç aşık oldunmu diye sorduklarında yanıtım gerçekçi oluyor. Evet zaman zaman kendimi hasta hissetmişimdir.
Farkındamısınız sabit düşünce bizi karanlığın içinde tutuyor. Birşeye tabi olmak aklı birilerinin gölgesinde tutmak bizi tekilden kopartıp özgürce düşünme becerisinden soyutluyor.Bu durumda düşünce baskının kölesi oluyor.Böyle düşünmelisin şöyle davranmalısın şöyle inanmalısın gibi kalıpların içinde iradeyi hiçleştiriyor.Dolayısıyla yenilik özgür düşünce bu iklimde kendine yer bulamıyor.Farklı düşünme o düşünceyi açığa çıkarma kabul görmüyor.Farklı düşünenin bu düşüncesiyle ufuk açma şansını bizlere verdiği görmezden geliniyor. Onun için toplumsal karekterimizde sağlıklı bir temele mualesef dayanmıyor.İçsel yada sosyal karmaşayı besleyen ana yanılgı inanın sabit düşünceylebeslenirken toplumsal yapıyıda oldukça hırpalıyor. Böyle bir iklimde yozlaşmış fikirler gerçekliği mümkün olamayacak yapılar kendini güçlü görüyor. Bir bireyin yada milletin hafızasında var olanın degişimede açık olabileceğini bilmek geçmişin her değerinin o değeri yüceltecek bir içsellige ulaşamamış olurunuda kabullrenmek yenilikten korkmamak yenilgie açık olurken özgün kültürel degerlerlede barışık olmak denklemi yerli yerine oturtmak ben ve biz içselligi iyi yorumlamak belkide hayatın ana akımına yön vermekte esas olur diye düşünmeyi becerebilmek. Bunu yapabilince var oluşumuzuda bir temele dayandırma cesaretini kendimizde bulabilmek.
Dostlar farkındamısınız aslında tanrının varlığını kabullenmek çok sorumluluk isteyen bir tercih. Tanrının varlığını anlamak size sorumluluk yüklüyor szin kendinizle hesaplaşmanızı zorunlu hale getiriyor. Yaşama bir maya tutuyor.İman sahibi olmak sizi siz yapıyor o derecede sorgulatır oluyor.
Azla yetinmeye alıştığınızda çıkarca bir bolluğun size sadece ızdırap vereceğini daha iyi anlıyorsunuz. Buna yaşamsal bilinç yansıması diyebiliriz.
Ben düzgün insanlara mahkumum. Seviyorum onların gölgelerini beni yakıcı yalanlardan koruyor. Cömertçe açılıyorum içimi onlara . Boşa geçmiş ömürler acı veriyor içime.
Güncel yaşam dialektigi oldukça kesikindir (Zıtların çatışkısı ) Bu çatışkılı durumu paylaşıcı boyuta getirmek yaşam bilinciyle ilgili bir durum olsa gerek.Çogumuz yaşamımızı pilanlamaktansa yaşamın bize yönelttiği yolculuğa eyvalalh diyerek hayatımıza devam etmiş oluyoruz.Sonrası o hayat yüreğimizi dağlıyor. Burda zorunsal olanların ötesinde tercihler ve yanılgılar biribirinin içine geçerken koca b ir ömrü feda ettigimizinfarkında bile değiliz.Özgün bir kültürümüz var bu kültürün özünü koruyup olması gerken içleştirip tortularını öteleyebildikmi yaşam biraz daha kolaylaşacak gibi. Bunun için bir beyin aydınlanması hepimizin ihtiyacı olan bir sonuç olmalı. Yoksa gölgelerin ardında ömürler tükenip gidiyor.
Bugün günlerden hüzün şöyle bir rakı alıp içmeli kımız niyetine. Her kadehte kovmayı becerebilmeli derdi tasayı .Yada aksi olsun hadi gelin tüm ahlaksızlığımızı avuçlarımızdan serpelim yerlere. Yerler özgürlük tohumlarını tanısın. Bir esmer kadın saçlarına savursun Akdenizde Ak deniz özgürlük nedir umut nedir aşk nedir tanımış olsun. Yaşamın tüm kıyılarında barış çıçekleri açsın denizlerin. Egede bir adada bir balıkçı meyhanesinde gece gelsin pencereye biz yıldızları sayalım ruhumuzda sevdalar olsun. O bizi bırakıp giden aşklara inat.
Yuvadan uçtunuzmu kanatlarınızı açmalısınız.Geriye baktınızmı o kanatlar kırılır uçamazsınız.Yuvanızı kuramazsınız.Nefes alamazsınız.
Konuşmayı beceremiyoruz içimizdeki ego buna engel oluyor.Kocaman yanlışlara boyun eğdiğimizin farkında bile değiliz.Siz bakmayın yavan sohbetlerine sözcüklerin bir yerlede yanlışları var davranışımızın.Bir yerlerde yitikleşmiş gerçekliği zamanın .Özgünleşmeyi becerememiş bataklıkta kulaç atmaya çalışıyoruz. Halbuki hayatın güzel bahçeleri var üzüm bağları kiraz zamanı var. Usulcacık sever ruhunu şeftali bahçelerinin sevecen gülüşleri var hayatta. Bizim dikenler arasında dolaşmaya hakkımız olmamalı.
Özgür olmayı başaramıyoruz. Çünkü bizim kültürümüz özgürlüğü benimsemiyor. Mutlak bir itiat sorunsuz bir kabul ediş istiyor. Dogrusu bizde özgürleşme yandaşı bir ruha sahip değiliz gibi. Birilerinin mutlak hükümdarlığında kendimizi güvenli görmenin yanılgısını içimizde taşıyoruz. Cehaleti bilgelik görüp koca bir ömrü yorgun geçirmeyi kendimize görev olarak görmekten kurtulamıyoruz. Birilerini hep üst görmek birilerini çokça memnun etmek yaşamın duygularını hep birileri için törpülemeyi zorunlu bir ahlak kabul ediyoruz. O birileri bir türlü yakamızı bırakmıyor. Güneşi balçıkla suvayıp bizi karanlığa mahkum ediyor. Dogal ve sevisel yaşamı bir yana itmiş korkuları ve biad etmeyi gerekli bir zorunluluk olarak ruhuma kazımış görünüyoruz. Onun için yaralıyız. Özgür değiliz.Özgür olabilmek için bir çabamız olduguda pek görünmüyor.
İnsan denen canlı çok ilginç bir yaratık .Mutlu olmaktansa mutsuz olmak için enerjisini harcamayı marifet sanıyor.Çokça yanlışları olan bir hayatı doğru kabul ediyoruz. Yaşamı sonsuz sanıyor olacagızki zamanı anlamsız kavgalarla geçirmeyi ömrü anlamsız heveslerle tüketmeyi marifet sanıyoruz.Dogru bildiklerimiz yanlış sandıklarımız ruhumuzda fırtınalar estire dursun. Biz yaşam kulvarında hep sessiz görünmeyi tercih ediyoruz. Sevmiyoruz sevdiğimizi sanıyoruz. Iraklara gitmeyi kurtuluş sanıp adım atmaya cesaret bulamıyoruz. Yaşıyoruz kim için ne için bu içimizdeki kavga anlamayı beceremiyoruz.
İnsanların gözlerine bakınız orda nefret ve umut el ele ışıklarını saklar o ışıkları siz görmeye çalışın sevmekten asla vazgeçmeyin .Sevmek yaşamda paylaşmayı getirir. Çiçekler açar pencerede perdeleri açıktır artık o sevinç dolu yüreğinizin. Yaşamak anlamlıdır.
Birgün bahar gelecek bu memlekete belki biz göçmüş olacağız.
Toplum böyle bir şey çok erdemli şahsiyetleride aramızda saklar kendinden bi haber selam vermekten aciz tipleride. Tip olmak gerçekten farklı bir şeydir bunların her davranışı barbar bağırır vakitsiz öten horozlar gibidirler. Kendi karanlıklarına dipte olurlarda kendilerini göklerde sanırlar. Tüm bunlara birde kendini üst görenler vardır. ‘Ben buyum ‘ Havasında olurlar. Bize gelince emekçi yoldaşlar vatansever ülküdaşlarız biz ben olduğumuzu bilir biz olmayı tercih ederiz.
Vakitsiz ölümler : Nasılda kabulleni verdi ölümü Görünürde kudretli saygın cüsseli eğitimli devrimci duruşu olan bir isimdi. Birgün hastalandı hastalığının farkında bile değildi. Dürüsttü saygıyı hak eden bir şahsiyetti. Sessiz ve vakurca ölümü kabullendi yitişini anlamak çok hüzünlüydü. Biliyormusunuz vakitsiz ölümler çok yıkıcı oluyor.
Zaman acıyı unutturabilirmi olasıdır.Eger yaşadıgımız acılar aynı dozda kalsaydı nefes almak mümkün olamazdı.Acı dingilleşiyor.Bunu unutmakla karıştırmayalım.Büyük islam düşlünürlerinden biri şöyle demiştir. ‘ Bir zamanlar birlikte olduklarımın hasreti kemiklerimin iliğini yakıyor. ‘
Dünyada bütün insanlara acıyarak merhametiyle faideli şeyleri yaratıp gönderen insanın beşeri hayatına şevk veren yüce Tanrı bizi bağışla koru merhametini esirgeme. Ölümün dehşeti bizi bulduğunda bize merhamet et.Amin.
Orada sesizce duruyorlar.Çünkü seslerini çıkarmaya sebep olacak karmaşık fikirli insanlar yok etraflarında. Hepsi bizim gibi sıradan insanlar neyi niçin istediklerini bilmeden hep istiyorlar. O bitmek bilmez benim olsun duygusunu kendilerine baş tacı etmişler.Sokak onları hiç bilmiyor.Hiç gurbet görmedi onlar.Devrimci anarşist bir ruhlarıda yok oldukça silik o derece cüretkar bakışları var.Bir yerlerde dolaşan tilkilerle akraba gibiler.Belki tilkiler onlardan daha geride kalmış olabilirler kurnazlık denilen yalan dolanda. Yalandan söz etmişken ‘ Yalandan nefret ederim ‘demek pek gerçekçi olamıyor .Hayatın kendisi yalanken bırakın insanlar duymak istediklerini duysunlar. Siz nasıl bilirsiniz aşkı. Herkes nasıl bildiyse aşkı bende öyle tanıdım.Korkak yalın ve acımasız.Dünyanın en güzel ülkesiydi umut.Esmer kadınlardan sakladıgım acıydı aşk. Haydi buluşalım seninle karanlık bir gecede.Tüm yitenlerimizin hikayesi yüreğimizde.Ne olacaksa olsun artık dediğimizde.Biliyormusun uçsuz kimsesiz bir ömrü tükettik.Esmer tombul memeli bir hasret sakladı sütünü.Aç bıraktı bizi. Ölümdü, kapıyı çalan .Aşk dedikleri bir puslu hikayesiydi ömrün.
Gün geçmiyorki içinizde yeni bir yara açılmasın .Ruhunuz incinmesin.Korku hücrelerinize misafir olmasın .Artık çekilmez bir hayatın müdavimi olduğunuzdan emin oluyorsunuz.Bu dünyada hiç birşeyin düzeleceği yok gibi. Çöl fırtınasında kalmış gibisiniz.Arkanıza baktığınızda bir ömrü sere serpe dağıtarak tükettiğinizi anlıyorsunuz.Karşınızda sizi anlıyacak bir yoldaşınız yok.Kedileriniz bile sizi terk etmiş görünüyor.Umutlarınız karalar bağlamış.Kara bir yosun tutmuş cehalet. Güneşin ışıkları perdeleri kapalı odaları ışıltamıyor .
Yağmur ekim ayının son günlerini yaşarken şehri etkisi altına almış görünüyor. Yıllar evvel Ankarada ki memurluğumun ilk günlerinde babam şirin ustayı kaybetigim kasvetli hüzünlerimde de bu şehirde yağmur yağardı. Yagmurun günlerce sürdüğü olurdu .Çocuklugumun geçtiği Diyarbakırda da kış günleri kar yağar o kar ayaza döner dar küçeler evlerin damından kürenen karların azizliğiyle günlerce kapanırdı . Teneke odun sobalarında ısınılır bazı evlerde kömür yakıldıgıda olurdu. Kömürün evlere kadar gelmesi zordur.Yüregi pak güneşe hasret emekçi ömürlerini törpülemiştir kömür ocakları . Emek maden ocaklarında onurlanır.
Birini seviyorsanız yanlış yapıyorsunuz demektir .Kan bağınız olanları sevmenizse farklı bir durum çünkü yakınlarımız sevgimiz için bir çaba içinde olmuyorlar. Emek harcanmadan sevgiye muhatap olmaksa büyük bir haksızlık oluyor. Evet sevgi çok önemlidir kutsaldır etrafa saçılmasına musade etmeyelim. Hak edene gösterelim. Yaşam sevmeyi başaran insanlar için bir gazap ocağıdır. Sevmek hüzünü besliyor !
Biran sözcüklerin olmadığı bir hayatımız olduğunu varsayalım .Elektirigin olmaması gibi yaşamımız felç olmazmı .Anlatmak istediğinizi yazıya dökemiyorsunuz kendinizi anlatamıyorsunuz.Olası duyguları şiirelere dökemiyorsunuz.Varlıgınıza dair hiçbir veri yok ne kadar acıklı birdurum.
Kaybedenlerin acılarının yürekteki hüznünü bilemeyiz biz . Herkes kendi acısının korlarında tükeniyor. Kimbilir şiir belkide toplumsal olgudan öte bireysel haykırışımız oluyor. Anlaşılıyorki edebiyat ölümcül yaşamaktır .
Yazıyorsanız korkmayın çamurlaşın ! Başka türlü anlatamazsınız yaşananları. koca bir ömürde çoğumuzun yaptığı bu degilmi birilerini memnun etmek .kendi hayatımızı zehirlemek.
Bu gece seni aradım,sanki hiç aramamış gibi .Camlarda bekledim gelirsin diye. Sanki beklenilen gelirmiş gibi.
Çagırdım tüm korkularımı yanıma ilk ışıklar yanasrken şehirde yoktun sen. çekip gitmiştin yanımda bıraktığın özleminle bekledim .
Gidiyorsun hiç söylemiyorsun gittiğini. Bilmiyorsun yorulduğumu sen gidince. Ben kalınca seninle.
Biliyorum ‘ bu illet beni bitirdi ‘ demiştin ! öyle oldu ölüm aldı seni artık sen gelmeyeceksin ben geleceğim o meçhul karanlığa !
Ölüm bir yanılgımıdır .Yoksa bir devinimmi. Yaşam nereye kadar yaşamdır.Ölüm ötesinde karanlık nasıl aydınlatılacak .Hoş geldin inanç !
Yaklaşık biryetmiş( cm) metre kazılan toprakta maddesel varlığınız nötürleşiyor. beden yerini kemiklere bırakıyor ! kefen denilen beyaz bir beze sarılmış ceset üzerine çapraz konulan bir kasç tashtanın altında meçhuliyetin sonuna mahkumlaşıyor . Ağlayan ,gülen düşünen o muazzam ruh nerelerde şimdi !
‘Her canlı ölümü tadacaktır ‘ enbiya sür.35 ayet. Ölüm yaşamın bilinen haliyle yok oluşu !
Ölüm asla kolay değildir. Her insanın ölüm yolculuğu benzersizdir. Her hayatta kalanın iyileşme süreci de aynı şekilde farklıdır.Sevdiğiniz birisinin ölüme yakın olduğunu kabullenmek çok zordur. Eğer yaşlıysa veya ölümcül bir hastalığı varsa, ölümünün yakın olabileceğini bilmek genellikle uğraşması veya kavranması bizi zorlar.
Dostlar çevrenize bir bakın her şehrin bir üst sınıfı var.Onlar farklı yaşıyorlar farklı geziyorlar farklı bir hükümdarlığa sahipler. Onları düzen koruyor düzen onlar için var oluyor.İşçiler köylüler ve alt kademe memurları yapının kendi yokluklarında nefes almak istiyorlar.Biraz mürekkep yalıyanlar kendi yaşamlarında palazlanır görünselerde aslında onlarda korkunç bir çarkın yitik ömürlerine mahkum olduklarını anlayamıyorlar. Biz mavi yakalıyız. Mavi gökyüzü gibi sınırsız hayellerimiz var bizim. Tanrı bizi tanıyor biliyorum.Biz koruyacak tanrı bizi cennetinde umutlu bir sonsuzluğu avuçlarımızda ısıtacak .
Acı ölümün geride kalanlara bıraktığı en zorlayıcı duygudur. Yaşam anlamsızlaşır. arzular sönükleşir. Deger verilen herşeyin aslında gereksizliği daha bir belirgendir. Ölüm katlanılası zor bir yüktür hepimiz için. Birgün ölümün bizi bulacağını bilmek ve meçhuliyeti kabullenmek .
Kimbilir yazılan düşünülenin sözcüklere dökülmesinde bir şeyleri yitiklikten kaçırma duygusuda bize yön verir olmaktadır. Yaşam ve ölüm iki içsel varsalın ruhumuzdaki yoldaşları olmuyormu.
Gümüş bir tepside önüne getirdiler bakır bir cezvede pişirilmiş türk kahvesini. Kırmızı güllü halep işlemeli fincanlara şöyle bir göz attı ortadaki fincanı alıp önündeki sehpaya koydu. Evdekilerin kendisinede biçtiği bu agır abi rölünü artık sevmeye başlamıştı .Küçük bardaktaki sudan bir yudum içti arkadan çekersiz kahveden bir fırt çekti. yaklaşık onyıldır uğramadığı bu komşu evinde seksenini geçmiş merhum arkadaşının eşinin rahatsızlığında geçmiş olsuna gelmişti. Yaşam bir devinimdi oda bunu biliyordu. Kahveyi bitirince yarım kalmış suyu yine yudumladı. Yaşlı kadının yorgun bakışlarını takip eder görünüyordu. kendiside o yaşlarda olduğu halde daha dinçti hala bahçeye gider küçük çapa motorunu kullanır ağaçları zamanınnda budamayı ehmal etmezdi .Yinede bir şeylerin sonlarında olduğunu içten içe hissediyordu .Gençliklerinde hiç düşünmedikleri ölüm şimdi akıllarının odağında kendini hatırlatmayı görev bilir gibiydi. Neydi o günler o bıçkın delikanlılık anları gökyüzünde güneşin bir başka parladığı zamanlar .Geçmiş asla geçmiş değildir.
Esmer bakışlı kadının her sabah aynı saatte gittigi o kaldırımın taşlarında bugün onun topuklu sesleri duyulmuyordu. Acaba birşeymi olmuştu. Büyük ihtimal hastalanmıştı. Çalıştıgı fabrikanın mülkiyet kodomanı yetkinceleri yövmiyesini kesermiydi. Yoksa rapormu alırdı hasta olduğuna dair. Kimbilir belkide canı gitmek istememişti bu sabah her sabah mahkumlaşıp koşarak yetiştiği işine. ‘Canı cehenneme ‘diyesi gelmişti belki ‘işininde parasınında ‘
Tanrı günahları sevmiyor .Bizse seviyoruz çünkü yaşamak istiyoruz. Günahkarlarız bunu biliyoruz.
Nisan yaklaşıyor bahar geliyor memleketimin kadınlarının hüzünlü gözlerine. Artık daha çok özlenir oluyorlar ölümün alıp götürdüğü yolcular. Kimbilir belki bu son olacak birdahaki ilkbaharı göremeyecek gözlerimiz. Bir kadın Diyarbakır kerhanesinde kesecek saçlarını kendisini batağa düşüren umudun. Yorgun bir gece olacak son gecemiz bir türlü gelmeyecek o sabah .
Kapıda bir sessizlik içerde umutsuzluğu çaresizliğin. o gece saklanacak yıldızlar karanlığın arkasına ay hiç yokmuş gibi aratacak kendini . Geçkin yorgun bir ömrü yaşatacak gece herkese inat en umulmaz günahlar içinde. Ölüm gelecek kahverengi gözlü kadınımın hayellerine.
Ben seni hiç sevmedim sadece istedim yanımda olasın sabah olsun bir çay demlesin kara çadırın yörük kadınları Toroslarda bir köy evinde yaşamak umut etmektir anlıyorum.
Sınırsız fedakarlık çoğul bir aptallıktan başka bir şey değildir.Bunu insan yaş ilerledikçe daha iyi anlıyor.Sevgi her zaman size umut aşılamıyor. Çogu zaman sizi tüketiyorda siz bunun farkına ileri yaşlarda varıyorsunuz.
Deger görmek istiyorsanız değer vermeyi öğrenmelisiniz.Çogumuz bu gerçeği görmek istemiyoruz.Kendimizi önemsiyor.Dünyanın merkezinde kendimiz var sanıyoruz.Selamlaşmayı daha insanca başarabilen canlılar olamıyoruz.
İnsanın kabul edesi gelmiyor. Kurallar ve yaptırımlar hayat yalanlardan ibaret gibi.Bunu sende biliyorsun .Sokaka kedileri biliyor.Evli kadınlar ve eşcinseller biliyor.Bu yaşamın kimseye huzur vereceği yok gibi.Herkes kendini namus abidesi sanıyor.Birileri hep neyin ne olduğunu anlatıyor kendi karanlığında onları duymak mümkün olmazsada vazgeçmiyorlar kendileri olmaktan.sonra anlıyoruz görünenle yaşanılan asla aynı duygular olmuyor. Herkes keseri kendi için kullanıyor gibi. Üniveristeli akedemisyenler kendilerini çok önemsiyorlar. Onlar şiir okumayı sevmiyorlar görüyorum. Şiir okumayan insanlar sevmeyi pek bilmiyorlar diye düşünüyorum.Eli silahlı militanlar kendi doğrularında savaşıyorlar genellikle sakallı yeşil ünüformalı tipler bunlar. Onlarla edebiyat konuşmak mümkün olmaz gibi geliyor bana. Bir kadın saklanıyor gizlerine yalanının biliyorum herkesin kendi yalanı yüzüne taktığı kendi maskesi var.
Ben ne çok soru sordum sana bilmiyorsun .Yoruldum peşinde koşmaktan resmen bititim ben koca ömrü yalanların içinde tükettimde haberim olmadı .
Ah nasılda başkaları için yaşadık kan bağıyla bağlı olduğumuz kim varsa onları yakın sandık kendimize.Tüm yalanları biriktirip sakladık gerçeği .Önümüzde rutubetli bir duvar bekledik ölüm yıksım tüm azgın kalelerini yalanın .Öyle olmadı ama birileri kılıçlarını çoktan kuşanmış kirli gülüşlerini maskelerine ruj yapmıştı .Hani esmer memeli fahişeler gibi çekiciydi yalanları biz inandık onlara.Ölümü ötelerde bir puslu camın ardında sandık.Sonra en cafcaflı camanında cam kırıldı .Bir kadın bıraktı kendini kirli şiltelerin rezilliğine bedbah bir hayattı gitsede kalsada anlamsızdı .Sokaklarda kimseler yoktu bunlar olduğunda. Bir polis arabası köşede bekliyordu .Tüm hırsızlar kuytu köşelerde giri devlet dairelerinde birkaç güvenlik görevlisi gözleri boş sokaklarda güneş yitikti yanlızlıkları önderdi onların.Hayat esmer bakışlı kadınların gizlerinde saklanmıştı sanki Tanrıdan vaz geçmiş atesit bir erkek sokaklarda geziyordu.O sokak bizim sokağımız değildi biliyorum. Çok kadınlar sevdi çok kadınlar ıraktı gecesine zamanın .
Ben düşünceyi öznesinde sen varsan sevmişimdir.Seninle çok şeyi konuşmayı becerememiş olmuş olsakta benze senle yolculuklarımı<z iyi olabilir.Biliyormusun Ankara garından her gün Güney doğuya bir tiren kalkar .Kırmızı çizgili bir lokomatif çeker o tireni tahminim sıcak insanları alır götürür umudun zirvesine. Sence ikimiz o tirenlerden birinde olsaydık şöyle pencerelerinde Anadolu ben burdayım diyor.Kompartumanda sen ben ve çokça hayellerimiz bırakıp kendimizi umudun kolarına. Anadan bacıdan yada ayrılıklardan hikayeler anlatsaydı gözlerimiz. Ben seni sevmezdim biliyorum.Sende çekip gitmezdin yorulmazdım ben seni aramaktan yüreğimde.
İlk yazıtım izdüşüm kitabını yazarken şunu farkt ettim aslında her şeyin bir bitişi var ama bizler başlangıçlara takılı kaldık. Tüm yorgunluğumuz bu olmalı diye düşünüyorum.Yaşlarımız geçki ölüm yzakınlaştı bize ama biz hep çocuık kaldık içimizde biryerlede.Kadınlarla yattık Sabahları işe gittik.Akşam üzerleri yorgunduk eve dönerken .Yada hiç dönmedik bir yerlere hep nere gittiysek bir yanımız orda bıraktık .
İnsan sarılınca acı yerini terk eder diye düşünülür acının yitirilenin bıraktığı bir hüzün olduğunu görmek istemez umut. Kırık dalları olan ağaçlarda çiçekler açmaz.
Bir ağaç düşünelim dünya denen toprakta bir dalında çiçekler menekşe olsun adı türk kavimi diyelim ona bir dalında suları ıslatsın egenin özgürlüğü bir yünan meyhanesinde sirtaki oynayalım.Karşı kıyıda hurmalar olsun bir arap kızı sakız çiğnesin özgürce.Irakta çok ıraklarda yıldızlar ülkesi denilen yerde bir koreli kız saysın yıldızları gökyüzünde.Herkes kendi şiirlerini okusun gökyüzü hepimizin diyelim. Dikenli taşlı yoları temizliyelim .Askerleri emekli edelim.Beyaz zamambaklar ülkesinden hikayeler anlatalım .Kadınların saçları özgürleşsin .Yaşamak sevinçlesin yüreklerini insan denen canlının.
Ben seni çok farklı sevdim dedi sonra çekip gitti .Ben arkasından öylece baka kaldım .Hiç içmeyi beceremediğim halde bir yerlerden bir sigara buldum çakmağım yoksa mutvakta ocak ateşinde sigaramı yaktım.Sonra balkona çıktım. İlerde soytarı bir hayat kendini anlatıyordu sevmeyi bilmez erkeklere. Ben onlardan degildimSeviyordum neyi niçin sevmediğimi bilmeden. İsimsiz şiirler okuyordum .Ben gibi ölünce kabri bilnimez garip kimselerden biri olacaktım.İsimsiz olacaktı şiirlerim benim.Tıpkı sevdalarım gibi.
Duyguların yanılgıları bazen çıkmaza girebilir dogru nedir bilemezsiniz hüzün ve çaresizlik benliginizi tüketir sinirceli kişilikler ruhunuzu törpüler yasaklar ve görevler yaşamınızı mapus etmiştir.kendince hiç sinizdir ruhunuz size yetmiyordur onun için bir şeyler olmalısınızdır isminiz kişiliginize yetmez olur mutlak bir şeylerin içinde olmalı sürüye katılmalısınızdır .Halbuki dogal ve sevisel yaşamda insan zaten sosyaldır ruhsal olarak birey olarak birden fazla olmalıdır ama bu fazlalık ben olmayı tüketmemelidir alman faşizmin yeşerdigi toprakta bu topraktır ,bir şeyler için bir şeylerin emrinde olmak Bilelimki bu yanılgı insanların çogunlugunun mutsuzlugunun ana yanılgısıdır .Toplumun kendisine verdigi görevle tükenen ömürlerin sahileri . Kendileri tükenirken sevisel yaşamında özüne kibrit çaktıklarını nerden bilecekler. onun içindirki belkide tümce insanların yüreginde bir şeylerin eksikligi kanayıp durur Neyseki dünya ölümlüdür. ölüm bu parentezi açar sizi ötelere taşır gerçekçi kimliğiyle ile ben burdayım der.
Sana katlanmak gereklilikti biliyorum. Su içmek gibi nefes almak yada korkmak vakitsiz ayrılıklarından umudun.Bir hikaye olmak yalanlar arasında.Seni kabullenmek özgürlükle ilgili bir şey.Çok şey anlıyacagın kabullenmek yükünü.Ömür öyle uzun nehirler gibi değildir.Sağanaktır ıslatan yoksunluğunu.Korkmak anlamsızdır artık ölümden.Seni sevmek nedir bilmiyorum.Bildiğim ölüm senin yanında bulsun beni.Islak bir günah papuçlarıma arkadaş.Gitmek öyle olsun soğukça ve yalnız.Heybede yitik kadın suliyetleri.O göçkün kervan durmasın buralarda.Bir sen ol hikayesinde yitikliğin.Birde yokluğun o toprak damlı evde.Seni sevmek nedir bilmiyorum inan.Sadece gerekliliği var ısıtmak için.Ayaz gidişlerinden kurtulmak için.Biliyorum ölümüm kolay olmayacak sensiz.
Bazen yakın çevremden de büyük tepkiler alıyorum. ‘Onu anlattın şunu söyledin ‘ tepkilerin dozu oldukça yüksek oluyor.Aslında yapılmak istenilen yaşama bir ayna tutmak yaşanılana bir neşter vurmak .Eger bataklığın içindeyseniz kendinizde o bataklığın bir paydaşı olmuşsunuzdur bunun için haykırmanın bir anlamı olabilirmi. Hem bataklıkta olup sonrada bataklığı anlatanı suçlamanın ne anlamı var.
Aslında eylemci bir yapıdır hayat ve biz bu hayatta hata yapmadan var olma şansına sahip değiliz.Bir ormanda yol almak isityorsanız dalları çiçekleri otları kırmayı göze almalısınız. Çogumuz bunu yaparken kendimizi suçlu görürüz. Suç tabiki cezayıda arkasından sürüklüyor.Bu suç ve ceza kavramları insan denen canlıya ait bir gerçeklik.Diger canlılarda bunu göremezsiniz bir aslanın bir antilopla ilşkisini göz önüne getirelim tam bir vahşet degilmi aynı zamanda oldukça doğal bir sonuç aslanın fıtratında parlamak kendinden güçsüzleri kendi yaşamının devami için yok etmeyi becermek. İnsan denen canlı öyle değil.İnsanın kendisi merak eden sorgulayan kültür oluşturan bir canlı işin en can alıcı yanıysa keskin bir sosyal varlık olması .İnsan olmaka toplumcu olmakla özdeş bir sonuç oluyor.
Ben mutluyum demek için aptal olmak lazım hemen görülene kanıpta bu insan çok mutlu bir ömür sürüyor dememeliyiz. Bakalım ölüm onu nasıl bulacak hangi dağın yamacında toprak onu kucaklayacak geride kalanlar onun hakkında ne söyleyecekler.Biz türklerde şöyle bir adet var .Ölüyü musalla taşı denen bir yere tabutla koyup rutinişlevlerin arasında ‘mevtayı nasıl bilirsiniz ‘diye sorulur.Orda olanlarsa çokta iyi olduğunu bilmezseler dahi ‘iyi biliriz’ derler. bu iyi bilmenin içinde kötülükler varmı varsa ne kadar bir kötülükten söz ediyoruz yada bizim iyi bildiğimiz gerçekten iyimidir.Yada kötülük nedir niçin bireyin ruhunda kendine yer bulur. Gelin bu kötülük nedir kavramını biraz açalım.Bence en büyük kötülük kibrin bize bulaştığı halimiz olur.Biz bunun farkında dahi olmayabiliriz.
Degerli dostlar farkındamısınız dünyavi duruş tek başına yeterli olmuyor.Ruhun derinliklerinde birşeylerin boşluğunu hissediyoruz.Burada din devreye giriyor dinde aklın kılavuzunu öncül görüyor. Dostlar inancın ve onun filli karekteri dini görmezden gelmek inanın ruhta boşluk oluşturuyor. Dogru bir iş yapmak için doğru yaşamak gerekiyorki burda inanç dünyamız bizi kendine çekiyor.Bazı çevreler inanç din kavramlarını ilkelce bir eylem olarak görüyor olabilir bunun böyle olmadığını akıl sahipleri tabiki iyi biliyor. Burda şöylede bir durum var inanç merkezli kümelenmelerin oturdukları tabanın gerçekçi olmadığını kasvetli bir karanlığı eylemsel bir boyuta taşırken dinin özünüde zedelediğini bu süreçte bir kesim insanların böyle şeymi olur böyle dinmi olur noktasına geldiğini görebiliyoruz.Din yaşamı yönlendirir ama sizi yaşamdan koparmaz gerçekliği red etmez. Din insan yaşam bir bütünün içinde var olurlar.Bunu sert kalıplarda tutmak gerçeği ve yaşamı ötelemek olurki inancın amacının bu olmadığını inanç karekterimizin bizim için kolaylaştırıcı olup zorlaştırıcı olmadığını anlamak ana hedefimiz olmalıdır.Evet dostlar imanda bilinç istiyor. Onun için diyoruzki iyi bir inançkaraklı iyi kullanan bir müminin inancının ana gerekçesi oluyor.
Sizce dostluk nedir bence ruhların menfaatsiz uyumu olarak düşünülebilecek bir kavramdır.Dostluk samimiyeti getirir.Umarızki o samimiyet dostlar arasında bir yavan yapıya yol açömaz.
Kendimizi eğitmeliyiz ama bunu nasıl yapabiliriz bilemiyorum .Milyonlarca insanın yaşadığı ülkelerde eğitimin karekteri ne olabilir.Tabiki eğitim bilgiyle olur ama bu bilgiyi kim nasıl biçimlendirecek çoğu zaman bilgide ilkel bir karektere bürünebiliyor.Bilginin geçerli olabilmesi için beyinlerin özgür olması lazım.Kalıplaşmış algılarla bilim bizi bulurmu toplumun içsel yapısı buna nederece musade eder düşünülmesi gereken bir durum.
Hani daim mutluluk olmaz diye düşünürken şunu fark ettim evet mutluluğun içine serpiştirilmiş acılar üzüntüler kayıplar var. Onun için daim bir mutluluktan söz edemiyoruz.Diyelimki yüzelli yıl yaşadığınız bu yüzelli yılın ilk ellisiyle son ellisi arasında ne gibi bir benzerlik yada farklılık olabilir Sizi ne mutlu kılabilir.Yada vakitsiz kayıplarınızın ardında yaşam sizi nasıl eksik yanınızdan kucaklayabilir.Her şeyin hiçbir şey olduğunu gördüğünüzde yaşamda mutluluktan söz etme cesaretiniz olurmu.
Adalaet hukuk sevgi inanın bunların kendilerine has yasaları vardır ve yasalar pekte masum değillerdir.
Montaigne denemelerinde tanrı kavramından söz ederken Thalesin ‘Tanrı her şeyi sudan yaratmıştır ‘ sözünden bahseder .Tabi burda suyu nerden yaratmıştır sözüne sakın yönelmeyin bu hepimiz için bir felaket olabilir. İnanıyorsan inancı sorgudan muaf tutmalısın. Birde şöyle bir durumu görmezden gelemiyoruz ölüm var inanç bizi kendine mecbur bırakır. Boş teneke olmanın hiçbirimize bir faydası olmayacaktır. İnanç bizim yaralarımızın melhemidir.Hiç şüphesiz dünyayı yöneten sonsuz bir güç vardır .ve biz ona Tanrı diyoruz.
Gece saat onda erkence vaz geçerim yaşamaktan. Kendimi yatağa atarım.Ne özgürlük şiirleri aklımda nede kavgaları ekmeğimin.Sessizce saklarım kendimi o karanlık odaya. Hani gel dedide gidemedim yanına yolları dikenliydi umudun. Kimsesiz çıplak bir şiirdi avuçlarımda. Bir çocuk okula gidiyor annesiyle.Mavi bir önlük giymiş .Kısa bir gülüşü var kendince. Biliyorum özgürlük senden kaçmakla başladı senden gidince tükendi gece. Sabah hiç gelmedi kapıma.Perdeleri hiç açılmadı sevdanın.
Mal mülk edinme hastalığına düşünce insan kendin her şeyi mubah sanıyor. Kendi gücünü kişiliğinden degilde paradan alan bir asalıklar sınıfı oluşuyor. Burda insanın sorası geliyor nerde bu vicdan . Vicdan aslında hepimize korku verir .Bu korkunun mayasında içten bir huzur algısınıda temiz akıl sahipleri ruhlarında hissederler. Esas olay ruhumuzu temiz tutmak ve aklımızı özgür bırakmak .Gerçek ahlak özgür hareket edebilen akılla olgunlaşır bunu çoğumuz anlamak istemeyiz.Kenarda kıyıda kalmış kendince garipsemiş insanlar inanınki bu gerçeği daha iyi algılama yetisine sahipler . Özgür olmak içinse biraz paranız olmalı çokça bilginiz.
Dogada çok büyük bir denge vardır. İnsan düşündükçe buna şaşırıyor.Sonra için özüne inanç hükümdar oluyor.Bu düzenin oluruna bir yapı olduğunu akıl sahibi düşünemez mutlak bir güç hükümdarlığını sürdürüyor yaşam denen hikayede. Biliyoruzki zayıf yaratılmışız bu bizi kötü denilecek yollara sevk ediyor.İşin ilginci hepimiz kendimizi biraz kibrin boyasına bulamış kara bir isi renklere tercih etmiş görünüyoruz. Belkide tüm diktatörlükleri besleyen bu davranışımız oluyorda ruhlarımız bunun farkına varmıyor.İşin birde doğadan kopma yanı var doğadan üst olmak afaki bir kavram pek gerçekçi değil bunun böyle olacağını düşünmenin yanlışlığını ölüm bize çok iyi hatırlatıyor.
Biliyoruzki bir şeyi nekadar yasaklarsak o kadar tehlikeli oluyorlar .Bırakalım insanlar kendi bedenleri ve ruhları ile barışık olsunlar.Korku onları dizginlerince ansızın volkan gipi patlıyorlar.Sonrası sapık bir yansıma toplumu ve bireyi ateşe atıyor.Ateş aslında yaşamın ta kendisi yitik küllerin kimseye bir faydası olmayacaktır.Yeterki ateşin var olma çizgisi taşmasın .Sınır önemlidir sınır olmadımı benlikte olmuyor.Kaos öne çıkıyor.
Kerhüsrev derki ‘İnsanın yönetmeye hakkı olması için yönettiği insanlardan daha değerli olması gerekir ‘ (bilge ) Düşünsenize farzedelimki bir cahiller takımı yaşadığınız toplumu yönetiyor.Ah zavallı varlığım.
Ölüm kaçınılmazsa bilelimki sıkıntılarımızda ölümle yitikleşecek gittiğimiz yada gideceğimizi düşüneceğimiz yerde durum ne olur. İşin özü onu ölüm bizi bulunca anlayacağız.Tanrının cennet ve cehennemi bizi bekliyor.Kavuşmak için acele etmeyelim olurmu. Yaşam iyidir yada kötüdür bu kendimizle ilgili bir sonuç degilmidir. Biz iylige yönelebilirsek belki iylik egemen olacaktır.Ama çoğumuz çok acı bir ben duygusuna sahibiz.Oası her mülkün hükümdarı olmak istiyoruz. Ne kadar zavallıyız geçici bir dünya sınırsız bir mülkiyet özlemi içindeyiz.Portakal bahçeleri üzüm bağları ceviz ağaçları apartmanlar köşkler ne var ne yok hep benim olsun sevdası içindeyiz. İnanın ölüm var babalarımız bunu gördü torunlarımızda görecek .
Ne özgürlük şiirleri aklımda nede kavgaları ekmeğimin.Sessizce saklarım kendimi o karanlık odaya. Hani gel dedide gidemedim yanına yolları dikenliydi umudun. Kimsesiz çıplak bir şiirdi avuçlarımda. Bir çocuk okula gidiyor annesiyle.Mavi bir önlük giymiş .Kısa bir gülüşü var kendince. Biliyorum özgürlük senden kaçmakla başladı senden gidince tükendi gece. Sabah hiç gelmedi kapıma.Perdeleri hiç açılmadı sevdanın.
Aslında kendi kültürünü bilip tüm insanlığa merhaba ben burdayım ve sizinim diyebilmeyi başarabilirsek tüm savaşların köküne kibrit çakmış oluruz.Ama biliyoruz ki kader hükümdarlığını bize yaşatıyor.Bir çok yaşam yolculuğu kaderin hükmünden azat olamıyor.i
Herkes kendi fanusunda ömür tüketiyor .Ruhumuz cam ardlarına mahkum gibi.
Hayat çok enterasan inanın öyle işçiler öyle çiftçiler varki üniveriste rektörleri onların yanında yitik cahil kalırlar. Yaşam üniveristesi her yaşayana bir katkı veriyor inanın bir suçlu dahi bir an oluyor çok şeyi daha iyi algılıyor. Halbuki insanın düşünesi geliyor madem böylesi bir bilinç onda varsa kendini niçin koruyamayıp mahpus damlarında ömür tüketiyor. Düşünsenize bir genel evde yarı çıplak ömür geçirten bir kadını ona censelligin neyini anlatacaksınız. Akıl işimi bu bir zeytin üreticisinden daha iyi bile bilir misiniz zeytinin kıymetini.
En büyük ızdırap bir yerde kendinizin oraya ait olmadığını bilmenizle yaşanıyor.Ölüm sizi bulmadan kabul edilmesi en zor durum bu olsa gerek.Birde çok soruyoruz ölünce nereye gidiyoruz (Yada gidiyormuyuz ) İşin özü dogmadan önce neredeysek yine orda oluyoruz yani bilinmeyende.
Benim dogrularım sizin doğrularınız olamaz. Sizinkilerde benim için boş laflardan öte bir kavram olmayabilir. Camide hergün beş vakit namaz kılan birini düşünelim .Birde hiç camiye uğramayıp evinde üç rekat namaz kalan birini varsayalım .Sizce hangisi güven verir.Daim ibadet hanede boy gösterenmi .Her Pazar kilesede en ön sırada papazın söylevine amin diyen bir hiristiyamı daha bir mümin. Yada bir fabrikada ömür tüketen bir emekçimi tanrı katında makbul sizce imanın özü nedir. Günahtan kaçmakmı sizce günah nedir.Mülk sahiplerinin imanıyla emek yoldaşalrının imanı sizce tanrı katında aynımıdır.Mutlak güç hükmederken ‘Esirgeyen bağışlayan’ bir tanrı olarak bu dünyada bizi kendi halimize niçin bırakmıştır.Yada bırakmışmıdır. Tanrının hükümdarlığının sınırları sonsuz olduğuna göre. Kötülük kendini var etme alanına nasıl kavuşabiliyor .Her aşırılık birazda günahlara koşuyorsa biz nasıl sakin kalmayı başarabiliriz. İnsan denen canlı aklıyla her varlığa hükmedebileceğini sanıyor ve ne var ne yok karıştırıyor.Sonuç felaket bir durum oluyor.Eşitsizlikler yalan sevgi yansımaları menfaatkarlıga köle olmuş ruhlar. Ah bu hayat böyle yaşanırmı .Menfaatlerin egemen olduğu bir düzen maskeler takılmış sözde dostluklar sevigiy hak etmeyen kan bagı birliktelikleri. Sonuç kendine yetmeyen zavallı insan yığınları.
Bagımlılık birazda aptallıkla ilgili bir durum oluyor.İnançsa farklı bir kulvar inanmak biraz zorunluluktan kaynaklanıyor.Bizi kendine mecbur bırakıyor.
Tüm kötülüklerin sahipleri aslında biziz biz deyimini toplum adına kullanıyorum. Düşünsenize herkes ihtiyaçtan fazlasını biriktirmeyip paylaşsa içimizden birilerinin hırsızlık yapması söz konusu olabilirmi.Kendi yakınlarını korumayı bilen bir aile insanı her bir bireyin ailesi olduğunu onurunun önemsel olduğunu idrak etse birileri fahişeligi kendine meslek seçebilirmi. Tüm bunlara sebep hepimiz degilmiyiz. Son zamanlarda görüyorumki her ailede bir küsenler birde uyanıklar Bu sabah kafasına taktığı ne varsa kontolsuzca söyledi geçmişin dehlizlerinde adeta bir şarap gibi sakladığı tüm sürtük sözcükleri nakış gibi işleyip ellerini kaldırdı ‘senin dedi senin bana yaptıklarını kimse çekmez.’ İnsanların kendi davranışlarını önemsdiklerini biliyordu ama bunu bir hak olarak öne çıkarmalarına anlam veremiyordu. Sevdigini sandığı yuva kurduğu ömrü birlikte geçirmeye niyetlendiği eşini sevgi ve şefkatle sarmalamak varken bu öfke nedendi. Aklına kendine ve çocuklarına yapılan haksızlıklar geldi.Sözcükler boğazına kara tirenin vagonları gibi dizilivermişti.Kendini giripte çıkmakta zorlandığı bir tünelin içinde hissediyordu. Evlilik bu olmamalıydı. oluyor.Küsenler biraz küsmekte haklı olduklarını düşünüyorlar .Bence doğruda düşünüyorlar.Evet birileri sınırsız bir egoyla yükseklerde uçmayı marifet sanıyorlar. Her yükseklik bir düşüşü içinde saklarda buna anlamak kolay olmuyor.
Alanya da kasım ayı havada keyifli bir kış hevesi var. Biliyorumki Alanyaya kar yağmıyor bizi o zevkten mahrum bırakan bir iklimi var Şehrin. Birde bir vurdumduymazlığı var bu şehrin. Şöyle yüzyıllık bir hamam bulamazsınız bu şehirde. Her ne varsa sonradan bir yerlerden kaçırılıp vitrine konmuş egriti ruha sahip. Birde oldukça nazlıdır yaşatmaya bu şehir size hep eksik olduğunuz hatırlatır.Ölüleriniz tesbih taneleri gibi dağılmış şehrin kabirliklerine. İsimsiz birazda yorgundur umutlanırız korkutur yaşatmaya sizi hayat. Ama siz varsınızdır .Uydurma malları satan esnaf gibidir alanya içindeki derinliğe ulaşmanız kolay olmayacaktır bu şehirde .Mini etekli üniveriste öğrencileri biraz salaştırlar ruhlarının aymazlığına kanıp .Yinede gençler biz geçkinlerden daha bir şanslıdırlar. Umut onlara bizden daha cömert davranır.
Kendini farklı görmek farklı olduğunuz anlamına gelmiyor asla sadece sizi gerçeklikten soyutlar bir hükümdarlığa mahkum oluyorsunuz. Oturdugunuz apartmanda adımladığınız sokaklarda hatta dost meclislerinde içnizde bir yavan hikayesi duruyordur eksik olmanın .Belki hayat budur.Önem verdiğimiz ne varsa bizi önemsizleştirdiğinin farkında olmamışızdır. Neyseki her sabah güneş doguyor ve biz hayattayız.Yaşamayı becerememiş olsak dahi.
Aslında bizi doğrudan koparan ne olur diye sormayı başarabilirsek görürüz ki kin bizi ilkelliğin batağına sokuyor. O bataktan kurtulmak pekte kolay olmuyor.Belki ölüm burda bize bir kapı açıyor. Öyle bir kapı ki her yanı karanlık bir mahzenin içinde yitikleşiyorsunuz.
Bazı insanlar gerçekten üstmü yaratılmışlardır. İnsanın insandan bir üstünlügü olabilirmi. Dogrusu bu çetrefilli bir soru oluyor.Degerli okuyucum bu soruyu kendime niçin sordum burda sizin düşünmenizi niye istemiştim bulundum kendime sormadan edemiyorum.
Tanrının tüm emirlerini yerine getirmek lazım .Bunun gerekçesi ölümlü olmamız. Ölümün bizim için bir amaç olmadığını biliyorsak iyi bir mümin olmanın gerekçesi ne olabilir. İyi bir insan olmakmı asla.İşin özü iyi bir mümin korkuyu iyi yaşayan bir mahkumdan başka bir şey değildir.Evet korkuyoruz ve sınırsız kalacağımızı düşündüğümüz bir cehennemden kurtulmak için iyi bir mümin olmaya çalışıyoruz.İyimi yapıyoruz gerçekçe iman sahipleri kendince iyi yapıyor diye düşünebiliriz. Burda müminin kendi yolunun (mezhep ) yine kendi aklının ışığında aydınlanmasının gerçekçi bir sonuç olacağını görebiliyoruz.Birde şöyle bir durum var kendi ışığınız size yetmiyorsa arayış kaçınılmaz olur. Ben biliyorum olmuyor. Filan biliyor görüşüde asla gerçekçilik üzerine oturmuyor.Sonuç olarak ölüm varsa ona hazırlanmak gerekli bir eylem olsada yoran bir uğraş oluyor.Birde işin şöyle bir yönü vardır kader size ne yaşatırsa yaşatsın siz var olmaya devam edeceksiniz.Böyle düşününce ölümünde bir anlamı oluyor diye umutlanabiliriz.Aslında şöylede yapılabilir ölüm varsa var biz yaşamaya devam edelim.Biliyoruzki bu düşüncede günahların hükümdarlığına mahkum olmayı getiriyor.Yaşam kabul edelimki günahlardan ibarettir ve günahlar oldukça çekicidirler.
Farkındamısınız kurallar herzaman vicdanlarımızı beslemiyor. Bir çok sosyal öğreti bizi kendimizle kavga etmeye itiyor.Sonuç olarak yaşamımıza bedenimize bir bakalım kendi kendimizle kavga içinde degilmiyiz.Bir çok ayıplar yasaklar günahlar yaradılış yapımızın bize yüklediği bir kötülük degilmi. Evet biz ahlakımızla kendimize kötü topluma iyi insanlar olmanın miskinliğini yaşıyoruz.
Farkındamısınız ne dinsiz yaşayabiliyoruz nede dine gereken zamanı verebiliyoruz.Evet dinin hayatımızda bir zamanı yok .Çogumuz onu özel günlerde hatırlanması gereken bir hobi olarak görüyoruz.Bu birazda din adına konuşanların yanılgı dolu bakış açılarını topluma din diye dayatmalarından oluyor gibime geliyor. Ne dersiniz.
Görülüyorki tüm düşüncelerimizin kaynağı üst kabul ettiklerimizden alınmadır der bir düşünür. Bu durum bazen öylesi bir kısır döngü yaratırki çoğumuz ebeverimlerimizin gölgesi altında tükeniriz. Bu süreç ileri yaşlarda dahi ruhumuzda etki eder ve onu kendi nehirinde sürükler. gerçekte biliyoruz ki insan denen canlı dünden beslenir zamanını yaşar.
Bir toplumu en çok bir yenilik rahatsız eder onun için bir çok toplum dolayısıyla o toplumu oluşturan birey yüksek bir bağımlılığı muhafazakarlık olarak ruhunda besler.Bu durum az yada çok hepimizi etkileyen kavramlardır.Bunda görmekten kaçındığımız bir çok yanılgının payı oldugunuda bilmek durumundayız.Her şey olduğu gibi kalsın derseniz sizin gerilere düşmeniz kaçınılmaz olacaktır.
Bazen hayelleriniz oldukça ahlaksız olabiliyor .Belkide gerçek ahlak samimiyeti size zorunlu bir hükümdar olarak gösterirken siz arkanızı dönüyorsunuz.
Görünenin her zaman doğruyu gösterdiği mümkün olmayabiliyor. Degişim çoğu zaman belirsizliğe kapı açbiliyor. Çogumuz bu durumu bilmek istemeyiz.Görmek istediğimiz neyse gözlerimiz onu görür.
Biliyoruzki yaşam kendi yatağında akan bir nehirdir. Biz nehirde aklanıp paklanıp kirlerinden azatta olabiliriz kirleri kendimize aparat yapıp sahiplenmeyede kalkışabiliriz. İşin birde yaşamın dümeninin elimizde olmadığı gerçeği vardır.En üste olduğunuz bir konumda yaşamınız yada daha daha belirgin bir sözcük kullanalım kaderiniz sizi çaresizce çökertebilir.Siz bu karşı konulşamaz yitikliğiniz mahkumu olmuşsunuzdur.
Bazen şöyle bir durumla karşılaşa biliriz ‘ işte x kişi gitti artık iyilik bizim için bir doğal durum oluyor ‘ Bu genellikle siyasal zemindeki devinimlerde öne çıkıyor. Evet bir kötünün gitmesi elbetteki çok iyi peki yerine gelenlerin iyliksever karekterler olduğunu kim bize garanti edebilir.Yada dünün anarşistleri bugünün saygın demikrasi kahramanları olabilrmi.Olasılıktır ama sadece bir olasılık .
Ruhumuzdaki kötülüklere bir bakalım bizi huysuz yapan istenmeyen gölge kılan .Bireyin kötülüğünün yansıması onun kalbinin bir noktasında iylik olabileceği gerçeğini değiştirmiyor.Evet bu birazda birey toplum ilişkisinin bir gerekliliği olarak önümüze çıkıyor. Toplum size iyi yada kötü olma rölünde hiçte hak etmediği bir hükümdarlıkla üste çıkıyor. Kötülügün küllerini temezledigimizde görürüzki altındaki közde iyilik kendince vardır.Biz o varı öne çıkarmayı başarabilmeliyiz.
Tüm kötülükler daim menfaatlerin önde olmasından beslenir .Çünkü nefsimiz bize daim sahip olma dürtüsünü kamçılar.’Benim olsun ‘ duygusu hastalıklı bir yara olarak ruhumuzu kanatırda biz bundan kaçmanın yolu bilemeyiz.İşin aslı bu süreç doğal bir süreçmiş gibi önemsenir olur. Boş hayatlar rezilliği sahiplenmeyi kendince değer görür. Bu aslında değersizliğin bir kalıplaşmış karekteri olarak toplumda oldukça derindir. Gelin tüm küllerin temizleyelim yalanların.Yüreklerimizi açalım gerçekliğin hükümdarlığına. Yaşamanın bir anlamı olsun.
Önceki yazıtlarım İzdüşüm ve Konuşulmayanlar,da insanın üst canlı olduğunu kültür oluşturduğunu anlatmaya çalışırken bir durumu gözden kaçırmanın şansızlığını hisseder oldum. Oda şudur ki evrendeki tüm canlıların aynı döngünün canlıları olduğu gerçeğidir.Hepimiz yaşıyoruz yemek içmek ötesi duygularda var olmayı yaşamak istiyoruz. Sonuç ölüm çizgisinde buluşuyoruz. Burda kültür oluşturmak toprakta yeşermek özgürleşmeyi ruhen başarabilmek kendimiz olmak öne çıkar bir ekinsellk oluyor. Neyse dostlar bırakalım hayat bildiği gibi aksın.
Aslında birşeyler öğrenmek istiyorsak kendimizi okumalıyız.Kendimizi tanımadan yaşamı evreni hele bir başkasını tanıma şansını hayat bize vermiyor.İşin ilginci bize öğretilenin tekrardan öte bir özneside bulunmuyor.Biz var olan öğreti anlamaya çalışmanın ötesinde kendimizi anlamanın öğrencisi olmayı başarabilmeliyiz. Bir kaldırım kenarında saç sakal birbirine karışmış üstünü örten giysilerde kirler mekan tutmuş bir zavallının ruhunun çok üste bir karekter besleyebilecegini düşünmeyi başarabilirmiyiz.Bunu kendimize sordukmu.Yağlı vidaların tutundurduğu deri döner koltuklarda oturup üste olmanın dayanılmaz egosuyla şişen ruhların hükümdar gibi davrandıkları bir dünyada fakir olmanın ızdırabını kim dindirebilir söyleyin bana. Evet siz bakmayın din yorumcularının tanrının fakirleri sevdiği yalanına sevilen böylesi yorgun ve mahkumken ızdıraba niçin sorusu sorulmazmı dersiniz.Belkide bizim tanrımız bize verdiği aklı ve mantığı kulanmayı beceremediğimizden bize bu yitik hayatı uygun görmüştür. İhtimal tanrı şöyle düşünüyor.Ben sana sağlık verdim akıl verdim muazzam bir doğanın üst canlısı yarattım.Artık sende bu gerçeği gör. Özgürlügünü avuçlarına al. Kimseleri suçlama kimseleri kırma senm kendini tanı kendini tanıdıkça bana daha yakın olmanın yollarını bulursun. Ben sana pergamberler yolladım kitaplar indirdim senin önünü açtım .Sen kendi karanlığını kendinin kurtuluşu sanıyorsun.
Hiç şöyle herşeyi bırakıp gitmek istediğiniz sizin ruhunuza egemen oldumu. Mutlak olmuştur çoğu zaman hepimiz bu duyguyu hisseder oluyoruz.Ama bırakıp gitmek hiçbir şeyi halletmeyecek biliyoruzki bıraktığımız ne varsa bizimle gelecek .Onları geride bırakmayı beynimiz bize musade etmeyecek. Onun için kendimize olsun söylemekten çekinmeyeceğimiz çekip gitme sakın diyebilmek olmalıdır. Ah hayat sen ne yalan dolan bir kargaşasın.
Dostlar karanlığın içinde olduğumuzu kabul edelim .Bunun içselinde kendi varlığımızı başkaları için pasivleştirmek geliyor. Birielri insan olarak özümüzdeki duygularımızı iyi sömürüyor.Dosltlar insanların sözlerini iyi anlayın ama onlarla ilgili karar verirken eylemlerine bakın .Kim neyi niçin savunuyor.Farkındamısınız hepimizi kendi karanlıklarına çekmek istiyorlar. Kendi menfaatlerine dokunmadıkça sizi iyi bir insan olarak görüyorlar.Sorunlu bedbah karekterler bizleri kendi hükümdarlıklarına biad etmemizi istiyorlar. Yaşamın gelgitlerinde sınırsız bir köleliği bize reva görüyorlar.
Hayata yaşam biçimine neyi esas almalıyız dersiniz. Şehvet hırs arzu bizi nereye götürebilir. Bizi neden alıkoymuş olur. Vucud ruhla bütüncesinde hangi mertebede ömrü tamamlamak isteriz. Bilmeliyizki kendi ruhumuzu terbiye etmeyi başaramazsakta bunun için çaba harcamak kimbilir belkide bizi huzura götürecektir.Kendimize sahip olmak tüm şeytani heveslerden bizi kurtaran bir oruçla ulviyete ulaşmaya çalışmak kimbilir belki kurtuluşumuz olmacakmı. Beşeri her davranış içinde sıkıntıyıda saklıyor dostlar bunu bilmek durumundayız. Gelin elele verelim hadsiz olmaktan kenidimiz korumayı görev bilmiş olalım.
Bir amacı olmalı varlığımızın olması gereken yerde durmalı bedenimiz varlığımızın kalitesini ancak kendimiz anlayabiliriz.Gübreliklerde açan güller değerli olmuyorlar. Onlar gül bile sayılmıyorlar. O zaman olmamız gereken yerde olmanın yollarını aramalıyız. Bir düşünür şöyle der ‘ Ne kadar değerli olursanız olunuz yanlış yerdeyseniz degirsizsizsinizdir.
‘Hayat sona eriyorken bize yaşamayı öğretiyorlar ‘ der Cicere. Aslında uzunda yaşasak ölüm bizi bulduğunda yine erken ölmüş olacağız.
‘Yaşamın işe yaramayan tüm dialektik oyunlarını kaldırıp atmak lazım .’Montaigne
Ah şu kurallar töreler biliyoruzki bize yansıtılan cici gibi gösterilen bir çok veri aslında çok gerekli olduklarından yada üst doğru olduklarından değil kural olduklarından bizi bağlayan fikirler oluyorlar. Hani toplumda pek benimsenmez tipler vardır her değeri dışlayan her töreye tekme sallayan itici tipler . Ne dersiniz bu karmaşık ruhlu piç görünümlü soytarı denecek anarşist ruhlular kendilerince haklı olabilirlermi. Bunu düşünmek dahi tüm toplumsal kazanımların köküne kibrit yakmak olurki bu cesareti hangi deli gösterebilir.
Aslında hayatı güzellikle yaşayabiliriz. Bunun en basit yolu yapaylıktan uzak olup paylaşımcı bir ruhu yaşatabilmek olmalı. Benligimize biz olabilme becerisini verebilmeli .Belki ozaman şairlerin o duygu dolu dünyalarına yakın oluruz.Diam önce olan şiir edebiyat resim dünyaya dolayısıyla hayata renklerinin o sıcak keyfini taşıyabilirler.Hep karanlık şeyleri düşünmeyelim. Dogru kendince var olsun.Biz yanlış olalım ve ötelere taşıyalım ruhumuzun güzelliklerini.
Aşk sınırsız bir ulaşma hevesi .Bana göre bir hastalık anlamsız kontrol dışı bir anarşist duygu .Aşk birazda zevk almanın hevesi olarak karşımıza çıkar egosu yüksek aynı düzeyde anlamsızdır. ‘Kara sevda ‘ hezeranları günümüz çağdaş karekterli bireylerin ruhları için anlamsız duygulardan kaçınmak mantıklı olmazmı sizce. En sevdiklerimizi toprağa veren ve ölümle nişanlı olan bizler neyi niçin sınırsızca sevme isteme yanılgısına düşelimki.Anlaşılan aşk dertsiz kalplerin gereksiz ağrısı olmaktan öte bir şey ifade etmiyor.
Aslında ruhlarımız çokta akıllı duygulardan beslenmez örnegin kendini beğenme hissi yada bilgiçlik heveslerimiz. Daha ötesi cinsel dürtülerin kontrolsüz yansıması aile mahremiyet inanç namus daha bir çok var olmasını istediğimiz bundada kendince haklı olduğumuz değer sürümcesi. Biliyoruzki herşey kendince gelişir ve toplumu ileri taşır.Birey çoğu kez bu gelişmenin gerisinde kalır.Evrensel birikime ulaşamadığı gibi yerelinde gerisine düşer .Bunun tersi birikim gerektirir burda tabularla uyumsallık olduğu gibi çoğu zaman çatışkı kaçınılmaz olmaktadır.
Anadoluda bir söz vardır bilinir ‘Kırkından sonra azanı teneşir paklar.’Gerçektende kırklı yaşlarda insana bir sakinlik gelir biraz yalnız kalmak istersiniz biraz durulur ruhunuz. İslam pergamberi manevi öncümüz Hz Muhammed kırk yaşında pergamberlikle onurlanmış bu süreci vefatına karar yirmi üç yıl geçirdiğini biliyoruz.Kırklı yaşalr olgunluğun başladığı yaşlar oluyor.Yaşamın aslında çokta sarışacak bir sevgili olamayacağını tanımış oluyoruz.Edindigimiz bizim olduğunu var saydığımız tüm mülklerin aslında hiçliğin hükümdar olduğu bir yaşamda anlamsız olduğunu anlayamıyoruz.
Yapmak istemediğiniz görmek istemediğiniz olmasından rahatsızlık duyduğunuz bir eyleme katlanmak zorunda kalmanız ne kadar ızdırap verici oluyor. Bilakis yapmak istediklerinizi yapamama zorunsalıda bu yanılgının bir başka sonucu oluyor.
Hep gereksiz sözcüklere muhatap oldum.
Sevdiklerim bırakıp gitti o meçhuliyete.
Sen ıraktaydın ruhun ötelerdeydi bedenin yanımda kaldı biliyorum.
Ama sen bambaşka başakların hasadında savurdun saçlarını.
Bazen ortadaki fili durumu kabullenmek için empati yapmaya çalışırsınız .Bu durum mevcut durumun iyi olduğu yada sizii güzele doğruya götürdüğü için bir kabul ediş olmaktan öte yanılgının yılgınlıgndan yorulmanızın bir sonucu olabiliyor. Böylesi olurlarda insan ilişkilerinin içieriginde yada toplumsal devinimin siyasal boyutunda karşılaşmak sizi yorsada siz bu olurluluga uyum sağlamak durumunda kalırsınız.
Not :
Biz, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na ve bu savaşın yüce komutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e inançla bağlıyız. İlerici düşüncemizin odağına ‘Kemalist’ düşüncenin kutsal bağımsızlık harcını koyarız.” (Uğur Mumcu)
Degerli dostlar bu ülkenin bir yurttaşı olmak bu toprakların bir insanı olmak tozlu taşlı yollarda bir ömür geçirmek siyasal karekterde dürüstçe dik durabilmek ve yaşamında bilimi ve gerçekliği öncül kılabilmek inanın devlet kurucu büyük devrimci özgün türk mileyetçisi Önder Mustafa Kemal Atatürk,ü anlamaktan geçiyor.Atatürkün düşünceleri tarih sahnesinde yaptıkları ülkeyi taşıdığı büyük devrimci vizyon. Atatürk milliyetçilik anlayışının özgün karekteri Her türk yuttaşını Atatürk çizgisine taşır. Çagdaş demikratik özgürlükçü düşencenin hamurunda Atatürkçülük yatar.Kemalist idolojinin içeriğinde bilim ve gerçeklik özgün türklük bilincinin yattığını bu öznenin ırkçı karanlığımn çok ötesinde bir kültürel tercih olduğunu siz okuyucuyla paylaşmak isterim.Evet Atatürkçü düşünce çağdaştır ve bilimsel bir içeriği mevcuttur.Odagında yurt sevgisi ve medeniyet gerçeğine ulşama amacı taşır. (On kasım 2024.)
Yaşam öylesi akıntılara sürüklerki insanı siz ‘Ben bunun için mi varım’ sorusu beyninizi kemirir.Daim kabul ediş sizi tüketirde bunu kendinize dahi söyleyemezsiniz.Halbuki yüzleşmek lazım .Nerdeyim nasıl bir yaşamın içindeyim .Hayat bana ne veriyor.Ben hangi kabul edişin çaresizliğini yaşıyorum.
Günümüz insanı mücadeleyi sevmiyor. Ne istediğini de bilmez görünüyorç kültürle pek ilgisi yok gibi. Bunda da kendince haklı bir yanı var .Günümüz toplumu bireyi ezmeyi seviyor. Tüm arayışlar ölüm sonrası varsayımlarla şekillenir oluyor.
Farkındamısınız bizi yöneten insanlar çok şeye söz veriyorlar ama akıllarının bizden üstün olmadığını görebiliyoruz. Ama onlar üstteler dünyayı yönetir görünüyorlar. Bazen eleştiridigimiz ilkel bulduğumuz kimselerle karşılaşınca onlara ilgi gösterir oluruz. Bu ne büyük bir zavallılık. Anladımki önce kendimize değer vermek mecburiyetimiz olmalı. Kendine değer vermeyen hiçbirşeyin değerini bilemez.Bu kendimizi üst görmenin yada kibirli olmanın bir sonucu olmayacaktır.Sadece var olmanın bilincini yaşamış olmakla ilgili bir sonuçtur.
Yaşamın tamamı sevgiyle ilgilidir sevmeyen hayatı yaşamamış demektir.
İnancımızın öncüsü Hz muhammed “Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!” Hadisiyle sevmenin önemini yalın olarak açıklamıştır.
Sevmenin özüde paylaşmaktan gerçiyor.
Yuhanna incilinde şöyle der. ‘Sevmeyen kişi tanrıyı tanımaz çünkü tanrı sevgidir.’1yuhanna 4:8 bap.
Kutsal kitap Kuran, Fatiha süresinde bizim tanrıyla irtibatımızı çok net açıklar.
‘ 1-FATİHA:
1 - Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle.
2 - Hamd o âlemlerin Rabbi,
3 - O Rahmân ve Rahim,
4 - O, din gününün maliki Allah’ın.
5 - Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti. (Ya Rab!).
6 - Hidayet eyle bizi doğru yola,
7 - O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.
Evet insan olarak tanrıya muhtacız bunun başka bir anlatımı olamaz. Tanrı bizi korusun. Bizi karanlığımızın içinden alsın gerçeğin aydınlığında paklasın.Amin.
Sen kimin nesisin anlat hikayeni bana. Issız bir yorgunluğun içinde gözlerin. Bakışların kara gözlü bir sevda gibi yangın. Ben seni tanımak isterim . Seninle şiirler okumak. Anadan babadan yardan. Tüm sevdalarımı önüne dökmek. Bir sabah vakti kapını çalsam hani insanlar uykudayken daha ezan yeni okunmuşken minaresinde sokağın. Ah sana kendimi anlatsam bir çay demlesek .Gözlerim gözlerinde. İşsiz erkekler ve hiç gülmemiş kadınlardan sözcükler devşirsek aydınlığına umudun. Tüm askerleri terhis etsek yüreğimizde. Bugday tarlalarında kırmızı gelincikler. sen sütyen takmamışsındır bırakmışsındır özgürlüğüne kadınlığını. İsimsiz şehirleri konuşmuş olurmuşuz seninle. Ölüp yitenlerini acının. Ama olmaz ki hep ben konuşuyorum. Ben aç kalkıyorum sevginin sofrasından . Sen çekip gidiyorsun yapma öyle. Bak birazdan güneş doğacak aydınlanacak odamız. Birazdan avuçlarım donacak benim ayazında yokluğunun.
‘Sabahın sahibi vardır’ der üstad Nazım Hikmet. Anlıyoruzki hayatın sahibi sabahında sahibidir.
Kırık dökük bir hayatta var olmaya çalışıyoruz.Dostum bilmelisin gerçek şudurki hayat ileriyi düşünecek kadar sonsuz bir zamanı dahası bize umudu vermiyor.O zaman gel olanı kabullenelim sakin ve vakurca bu yaşamın yolculuğuna kendimizce bir değer katalım.Yaşama değer vermek onu önemsemek kendinize değer vermek olurki. Bizleri diğer canlılardan farklı kılan bu olmalıdır diye düşünelim.
Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin son yılına girmek üzereyiz. Dostlar yaşam akıp gidiyor. Gördüklerimizin gerçeği yansıtmadığının farkındayız. Yaşadıgımız toplum hayatı anlamaya çalıştığımız gençlik yıllarına kıyasla daha puslu ve yitik bir karmaşının içinde. Ömrü kendi gerçekliğinde bize yaşatma şansı vermeyen bir yolculuğu ömür kulvarında kaderimiz olarak kabullenmiş oluyoruz. Günahlar yasaklar ve ümitsizce tüketilmiş bir hayat. Olay bundan ibarettir.
Bugün hava çok güzel .Ölüler biliyormu bunu kararsızım.Meyveleri özlüyorlarmı. Yoksa oralardadamı yoksulluk var ordadamı kılıçlar çekik kınından.Ordadamı günah sevmek bir çift kara gözü uykularda.
Herkes nasıl bildiyse aşkı bende öyle tanıdım. Korkak yalın ve acımasız.Dünyanın en güzel ülkesiydi umut. Esmer kadınlardan sakladıgım acıydı aşk. Haydi buluşalım seninle karanlık bir gecede. Tüm yitenlerimizin hikayesi yüreğimizde. Ne olacaksa olsun artık dediğimizde. Biliyormusun uçsuz kimsesiz bir ömrü tükettik. Esmer tombul memeli bir hasret sakladı sütünü.Aç bıraktı bizi. Ölümdü, kapıyı çalan .Aşk dedikleri bir puslu hikayesiydi ömrün.
İyi yaşamak iyi bir ruha sahip olmak lazım. Bu olmayınca bunalırız hele ki günümüz toplumunun biçimsel degerleri bizi huzursuz eder.Nezamanki çaresizlik korkusu vardır sevenlerin yitisinin baş edilmez korkunç derbederlikler sizi bulmuştur .Çöker omuzlarınız dünya karanlıklaşır hiç bir şeyin anlamı kalmaz
Düşünüyorumda yaşamda en büyük sevgi evlat sevgisi onların varlıgı yaşamınızın odak noktasıdır Tanrı bu sevgiyi vermiştir size . Onların ciddiyet kazanan rahatsızlıkları siz kahreder .Su bile içmek istemezsiniz günlük yaşamda gerçek dertler sizi bulmazsa suni dertler isiz kendinize bulursunuz .Yaşam zor bir süreçtir ansızın çaresizlik yanı başınıza gelir işte o zaman sahip olduklarınızın degerini anlasanızda her şey çok geçtir ,Umalımki bu yaşamda kimse çaresiz kalmasın .
Şimdilik yaşıyorum biliyormusun. Sabahları pencereden güneşin ışıkları içiri vuruyor.Esmer kara gözlü bir genç kadın gülümsüyor hayata. Benim içinse ne varsa ırakta kaldı. Devrimci bir özgürlük aradı avuçlarım yorgun ve kimsesiz bir ülkünün peşinde ömür tükettim.Şimdi ne oldu biliyormusun ruhumdaki kelepçeyle bekliyorum. Sokakta onbinlerce insan var. sakkallı gençler dar pantolonlarını giymiş kendi dünyalarındalar.Genç kadınlar saklamışlar tüm umutlarını sere serpe bir yavan hayatın içindeler.İşçiler ben gibiler yorgun ve yitik. Kediler dahi farklı bir ömrün müdavimi olmuşlar sakince bekliyorlar neyi niçin bekliyorlar anlamıyorum.Anarşist ruhlu tipler oldukça revaçta keyfini çatıyorlar bu yalan dünyanın . İsimsiz bir kadın bana kendini anlatıyor rüyalarında özgürlüğün. Her şeyden vazgeçmiş bir suskunluk misafirimiz olmuş.
Yaşamda kendimiz olabilsek her şey yoluna girecek gibi .Bireyin en büyük kavgası kendisiyle olan kavgasıdır.Bu kavgada işin içinde öğretide var diye düşünebiliriz.Çogumuz kendimizi tanımlamaya çalışırken iyi yönlerimizi öne çıkartırız.İşin birde şöyle bir durumu var. Başkalarını eleştirmeyi kendimiz için hak olarak görürken kendimizin ve kan bagı olduğumuz kişilerin eleştirinin odağı olmasını pek kabullenemeyiz. Hayat böyle bir aymazlığa bizi mahkum edebiliyor.Birde ruhlardaki bencillik varki bu karekterde kibirde kendine yer bulur. Bu durum normal bir insan zekasının kaldırabilecegi bir sonuç değildir.
Önümüzdeki günlerde yeni bir yıla gireceğiz 2025. Bazılarımız yeni yıl kutlamasını pek benimsemiyorlar onlara göre noel kutlamak bizim inancımıza ters .( Noel hz. isanın doğumunu aralık ayının yirmi beşinde kutlanması ) İsanın pergamber olduğunu biz Müslümanlarda kabul ederiz. Ama onun tanrının oglu olduğu görüşü red edilir.Çünkü tanrının vasfı bizce farklıdır.Yeni yılın kutlanmasıysa farklı bir durum .Bir kendini yenileme gibi düşünebiliriz.
Çam agıcının süslenmesi durumu varki oda biz türklerin tarihinde bilenen bir durumdur sonsuzluğu ifade eder. Yaşamla Barışık olmakta fayda var gibi. Ne dersiniz.
İnsanın zeki olması (Akıllı ) güzel bir meziyettir. Ama biliyoruzki zeki olmak farklı bir durum zekanın eğitimle parlatılması farklı bir sonuçtur. Egitilmemiş öğrenmede eksik kalmış bir zeka sahibi için ızdıraptır. Yaşam kendince acıları bize yaşatırken yanılgılara katlanmanın anlamı olmuyor. Bırakın herkes kendi merasında otlasın.
Yaşam bize bir fayda sağlamadıysa ölümden korkmamak lazım diye düşünebiliriz. Size hiçbir şey vermeyen bir hayatta var olmanın kavgasını niçin yapıyoruzki. Düşünsenize on yıllardır aynı evde aynı sokakta aynı günlerin ardışık varlığında ömür tüketirken neyin kavgasını yapacaksınızki .Her sabah kalkıyorsunuz aynı oda aynı perdeler aynı eleştirisel bakış. aynı korkular aynı beklentiler.ve siz bunu yaşam olarak görüyorsunuz. Red ediyorum yaşamak bu olmamalı.
Gereksiz gerilimler ruhu yoruyor.İnanın bazen değil çok zaman yalnız olmak belkide huzura kavuşmanın bir gerekli tercih olacaktır.Yinede yanlızlıgı savunamayız. Korkarız ruhumuzun incinmesinden.
Dialektik olarak biliyoruzki içsel çatışkılar daim olacaktır. Bu sonuç bireyin ve toplumun kendi yaşam akışının bir yansımasıdır. Yaşam var araış gerekçe olur. gerekçeleri aramak iyiye güzele gitmek kalıpsal olarak dirençlede karşılaşabilir. Bilinmesi gereken yaşamın akışkan olduğudur.
‘Su akar yolunu bulur ‘ toplum ve insan daim araış içinde olmaya devam edecektir kuşkusuz.
Hani gitmek istersiniz ötelere kaçmanız lazımdır artık bu öldüresi tek düzelikten yapay kavgalarından zamanın. Sakallı cüppeli yalanlardan .
Tüm devrimler cici çocuk değildir biliyoruz. koşar adım özgürlüğü törpüleyen bir cenderede olabiliyor değişkenlik. Bir kadın sarkık memeli bir yalana inanıyor. Kovuyor yüreğindeki tüm dişilikleri saklanıyor.
Devrimler aslında kadınların hükümdarlığında başarılır. Çocuklar anneleri sever biliriz.
Duyguların yanılgıları bazen çıkmaza girebilir .Dogru nedir bilemezsiniz hüzün ve çaresizlik benliginizi tüketir sinirceli kişilikler ruhunuzu törpüler yasaklar ve görevler yaşamınızı mapus etmiştir .Kendince hiçsinizdir ruhunuz size yetmiyordur onun için bir şeyler olmalısınızdır isminiz kişiliginize yetmez olur mutlak bir şeylerin içinde olmalı sürüye katılmalısınızdır .Halbuki dogal ve sevisel yaşamda insan zaten sosyaldır ruhsal olarak varlık olarak birden fazla olmalıdır ama bu fazlalık ben olmayı tüketmemelidir .Alman faşizmin yeşerdigi toprakta bu topraktır bir şeyler için bir şeylerin emrinde olmak Düşünüyorumda bu yanılgı insanların çogunlugunun mutsuzlugunun ana yanılgısıdır .Toplumun kendisine verdigi görevle tükenen ömürlerin sahibi ,kendileri tükenirken sevisel yaşamında özüne kibrit çaktıklarını nerden bilecekler. Onun içindir ki belki de tüm insanların yüreginde bir şeylerin eksikligi kanayıp durur .Neyseki dünya ölümlüdür. ölüm bu parentezi açar sizi ötlere taşır özsel dogurganlıgı ile ben burdayım der.
Hayat çok ilginç bir yolculuk .Hele yanlızsanız.burdaki yanlızlıktan kasıt ruhunuzun kendini yanlış hissetmesi.Ait olma duygunuzun körelmiş olması .Görünürde yaşamın içindesiniz kendinizce bir çevreniz var. Merhaba dediğiniz dost olduğunu düşündüğünüz insanlarla iletişiminiz mevcut ama yanlızsınız.Biliyoruzki hayatın kendisi yanlızlıkla örülmüş.Kalabalıklar arasında olmanız sizin buı yanlızlıgınızı nötürleştirmiyor.Sevmekte yetmiyor bazen .Daim bildiğim kendime anlattığım sınırsız sevgininde insafsız bir acı verdigi gerçeğini yaşıyor olmam olmalı.Onun için her sözcükte dizelerim bana şunu hatırlatır aşk hastalıktır.
Bir islam aliminin sözüdür ‘Gübreliklerde açan gülleri koklamayınız ‘ der. Burda gübreliklerin ne olabileceği yoruma açık bir durum.
Hayata bir bakarsanız üstüne çizgi çekesiniz gelir. Yinede tüm güllerin bir kıymeti vardır diye düşünelim.Ama özgürlügü simgeleyen karanfillerdir bilrisiniz. Bugday tarlalarında açan kırmızı gelincikler gibidir karanfilin verdiği umut. Ama tüm bunlar gülün değerini ötelemiyor.
Tüm insanlık sevgiye muhtaçtır bunu anladım ruhlar sevginin yeşerdiği toprakların üzerinde var olmak istiyor.
Sonra tüm inançlarımızı yıkayıp paklamak lazım.Çok kirletildiler.Çok yalanlara mahkum edildi umut. Eskimiş bedenlerimizi çok hırpaladı günahlarımız. Özeldiklerimiz dönülmez yolculuklarda yitikleştiler. Biliyorum tüm umutlar yerini acıya bıraktı.Ekmegi paylaşamadık .İnsanca gülümseyemedik acıya.Çok yanlış yaşadık çok tükettik kendimizi. Yanında uyumak istediklerimiz hep ötelerde uyandılar gün doğumlarında biz gecesinde kaldık karanlığın.
İki insanın ortak bir hayatı paylaşması yüksek bir beceri istiyor.Bunun için eğitilmiş olmamız lazım diye düşünebiliriz.Tabi eğitimin bilgi olarak alınması olumlu bir araç olsada amaç o bilginin sizi değiştirmeye ikna etmeside gerekir.Burda tüm tabuların konumunu ve üzerimizdeki yükünü hatırlamış olmalıyız.Kültür doğrusu tabuları anarşist bir ruhla red etmeyide zorunlu kılmıyor.İnsan kendine hükmedecek bir kudreti daim arıyor.Çünkü sanılanın aksine güçlü değiliz.Bu bizi insan ilişkilerindede etkileyen bir sonuç oluyor. Ne red edecek cesarete sahibiz nede sert duvarları yıkmaya müsait bir ruhumuz var.İnsan günahlarla sevaplar arasında gidip gelen bir zavallı sanki.Korkak ve biçare.Farkındamısınız değişmekten korkuyoruz.Degişince boşlukta olacağımız duygusu bizi baskılıyor. Bir yandan özgürlük istiyoruz öte tarafta biad etmeyi ön koşul görüyoruz. Ah birde kendimiz olup ruhumuzu özgür maviliklerin sonsuzluğunda kutsamayı becerebilsek.
En büyük felaket eleştiriye açık olmamak oluyor. İnsanlar daim yağlanmayı istiyorlar.Tüm kötülüklerine meze olsun istiyorlar sözcüklerimiz .Bundan en fazla yüreği ince insanlar kırılıyor. Onlar bu kahpeligin acılarını daha bir hissediyorlardı. Aslında bu hayatta çok can sıkıcı şeylerde var .Öyle işte bırakıp gidenler oluyor.İstemeden.Toprak alıyor sevdiklerimizi.Geride kalanlar yokmu daim geride kalmanın acısını hissediyorlar.Korkuyorlar yaşıyoruz demeye.
Şimdi ölüm senden başka her şeye yakışır inan. Sonsuzlugu sen tatmalısın . Çekip gitme sakın olurmu. Kim kaçarsa kaçsın hayattan kim mercimek gözlü yetimlerimi üzerse üzsün duygularımın . Sen üzme beni. Akşam ışıkları yansın odamın sehpada birkaç leblebi bir kavun ve rakı soyunsun gözlerimde gözlerin.
En büyük öğreti ocağı nedir diye sorulacak olursa kendimiziz demeyi söylemekten çekinmemeliyiz. İnsan denen canlının tüm öğretilerinde kendi içsel olgunluğunun yada yetmezliğinin görünür olması doğal bir durum olarak düşünülmelidir.Birey yetiştirilmek istenir okullar öğreticiler bunun için vardırlar.Aslında öğretim ve eigimin miarlıgında kalıpsal olarak insanı anlamayıda içeriğe katabiliriz. Anlaşılamamış bir insan eğitilemez bunu bilmek durumundayız.
Yaşamı düşündüğünüzde öne çıkan duygu yetmezlik oluyor.Yaşam karanlıktır aslında biz çoğunluk onu aydınlatacak bir bilincede sahip değiliz.Bir adım ötenin ne olabileceğini bilemiyoruz. Siz bakmayın hersabah güneşin dogduguna bizler karanlığındayız bilinmeyenin.
Biliyormusunuz aslında sevmeninde sınırları olmalı yakın kan bagı olanlarla ilişkilerde bunu gerçekleştirme şansınız mikro düzeyde. Sevgi sizin ruhunuza kelepçesini takmış oluyor. Ama anlamak istemediğimiz yada çabalayıp anlamadığımız yaşamın kendimize özel olduğu gerçeği. Bunun için paylaşaılabilecek ne varsa paylaşmak lazım. Korkusuz özgür ve ahlaklıca yaşamın tüm renklerini bahçede görmek için tohumlarınızı iyi atmalısınız. Burda umut öne çıkıyor umut etmek bir uğraşın sonucuna odaklanmak .Dahası ilşkilerde birey toplum döngüsünü iyi yorumlamak yaşama bir yol açıyor.Biz olabilmek için önce ben olmanın olgunluğuna erişmek ana hedef olarak önümüzde duruyor.
Dogdugum yere bağımlı olmak istemem .Bence tüm evren bizim için bir şans. O şansı nasıl yaşamak istiyorsanız öyle kullanmalısınız. Bunu yapabilecek ortamı kendinize tanımalısınız. Bazen şöyle düşünmeyi becerebilmeliyiz insanın yaşadığı her yer benim için bir yurt olabilir. olasılık insana bir umut veriyor. Tabi gittiğiniz yerde yine sizsinizdir ruhunuz kendi kültürünün özüyle beslenmeye devam eder. Kendinizden kopamazsınız.Bu evrensel yakınlaşmadan sizi soyutlamaz sadece sizi tanımlar. Birde şöyle bir şey var .özgürlük zamanı (çağı ) kabullenmekle ilgili bir durum.Yaşam size ne veriyorsa ona sırtınızı dönemezsiniz.
Birilerini gaddarlıkla suçlamak çoğumuzun kolayca yaptığı bir sorgulama biçimi oluyor. ‘Olacak işmi bu yapılırmı ,bu bir vicdansızlık gibi ‘ sözcükleri ardı ardına sıralamayı kendimize hak görürüz. Hatta gerçek erdemli insanların büyük bir hüsümetle idama mahkum edildiklerini görebiliyoruz. İktidarda olanların kurduğu yasalar çoğu kez doğayla yaşamla hoşnut yasalar olamadığı gibi yasalar eşit ve hakça da uygulanamıyor. Düşünsenize bazen geçerli sebeplerle de olsa birilerini ölüme yolladığımızda doğanında bizi ölüme mahkum etitiginin farkında bile olamamanın aymazlığını yaşıyoruz. Düşünsenize bugün yasak olan kötü olan yada öyle düşünülen bir veri sonra bir başka gelişmede normalleşebiliyor. Sevgide de böyledir çoğumuz hak edilmemiş sevgilere mahkum etmişizdir ruhumuzu.
Genç kadın gözlerini masadaki çiçeğe dikti .İçten içe beceriksizce koparılmış önemsizce vazoya konmuş birkaç gün sonrası çöpe atılmayı bekliyor gibiydi .’Tıpkı benim gibisin’ diye söylendi çiçeğe bakarken ötelenmiş olmaması gereken yerde duran sonrası kenara itilen. Yıllar evvel üniveristede okurken bir erkekle tanışmıştı. Erkek onu sevdiğini söylüyordu. Onunla yakınlaştılar kadın olmayı onunla anlamıştı. Sonra erkek ondan ıraklaşır bir tavrın içine girmişti. İlk önce telefonlara cevap vermemeye başladı sonrası sosyal medya paylaşımlarını görmezden gelmeye başlamıştı. İlişkilerde pislikçe davranılabileceğini biliyordu. Ama böylesini kaldıracak bir ruhun kadını değildi. Kendini kullanılmış olarak düşünüyor İçi içini yiyordu. Masadaki vazoyu iyiden iyiye inceledi şimdilik o vazo o çiçegi koruyordu onu içindeki suyla besliyor varlığına katkı veriyordu. Aslında ilişkilerde cinsellik özne olarak dursa da bunu aşmak lazım diye düşündü .’O beni kullandı bende onu kullandım ‘diye kendine telkin etti. Nasılda salyaları akan köpeğe dönüşüyordu bedeni o ukela kirli sakallı piçin. Masadan kalktı sakin adımlarla kafeden dışarı çıktı . Cadde kalabalıktı ve hayat onu bekliyordu.
Takılıp kalmanın anlamı yok. Yaşanmışlıklardan suçlanmayı bir yana bırakmalı .Nefes alabiliyorsak o nefesin önemini bilelim.Gerçek çaresizlikler ruhumuzu tüketmeden biz o ruhla barışık olalım .ne dersiniz.
Düşünsenize ölümde tüm yaşam yitikleşiyor. Geride kalanların hüzünü hayatın deviniminde sakinliyor. Bir kabul ediş ortaya çıkıyor. Sizin arkanızda kalanlar sizi unutur görünmüyorlar ama biliyorsunuz ki ölüm geri dönülmez yolun ta kendisidir. Bir çok umut ölümle yerini çaresizliğe bırakıyor. Sevgi bir azap oluyor ruhunuzda. Simsiyah bir keder tüm renlerini siliyor sevincin. İsimsiz kadınlar kendilerince yaşıyorlar hikayelerini. O hikayeler şiirler yazdırıyor güleçletiyor sözcüklerini zamanın .
Ah nasılda aşık oldu hayata aşkın ne olduğunu anlayamamışken duyumsadı hasretini aşkın. Dogrusu ben aşkı hastalık olarak düşünmüşümdür.Bilmiyorum siz ne düşünüyorsunuz.Birşeyi duyumsamak için sınırsız bir özlemdir aşk .Belki o duyumsanmak istenilene kavuşunca aşk gerçek yüzünü gösterecek .Kendini değersizleştirip çekip gidecektir hayatımızdan. İşin birde diğer penceresi varki ordan bakış biraz korkutuyor insanı aşk merak etmeklede ilgili bir durum.Düşünsenize sizi yarattığına iman ettiğiniz tanrınıza duyduğunuz özlem. Onunla ilgili sınırsız o derece tehlikeli hayelleriniz. Tanrı aşkına yönelince bu aşkın hastalık olduğu fikrim biraz anlamsızlaşıyor gibi. Tanrı aşkı imanımın bir amacı oluyor.
Düşünelimki tüm algılarımız öğretilerimiz alışkanlıklarımız küçük yaşlarda bize verilenlerle biçimleniyor. O zaman insanın mimarı annelerimiz olmuyormu. Ne dersiniz bu annelik hükümdarlığı o görkemli sevgi tahtının kıraliçesi olmayı hak etmiyormu. Bir insan yavrusu için en önemli sevinç annesinin sıcaklığını hissetmesi babasının güven hisseni yaşaması olmayacakmı. Evet doğanın en zor büyüyüp gelişen canlısı insan yavrusu oluyor. Büyüse dahi daim korunmayı kendince gerekli görüyor.Bazen aile bazen toplum çoğunluk hayatın kendisi onu korunması gereken bir hisle yaşatıyor.Yaşamak çok önemli bir durum .
Son zamanlarda sahipsiz kediler gibi ruhum beni öteliyor. Olmam gereken yerde durdurmuyor beni. Işıklarını uzatanlara koşar adım gidemiyorum. Kendi yorgunluğum beni kuytu tiren istasyonlarının bekleme salonuna sığınmış kirli kedilere dönderdi. Kimselerle gerçeği konuşşamamanın üzüntüsü beni yıkıyor. İşin birde şöyle bir durumu oluyor bilirsiniz gerçek denilen sonuçta her matamatik işlemde farklı oluyor. Yaşamında bir matamatik problemi olduğunu varsayalım topladıklarımız bizim olduğunu sandığımız tüm artı değerlerde birilerinin hakkının olduğu gerçeği kendini hatırlatmaktan vazgeçmiyor. Doganın yasalarıda bu durumu çok iyi biliyor .Avuçlarımızda ne var ne yok küm taneleri gibi döküşlüp saçılıyor zamanı gelince. Onun için mülkiyet sahibi olmayı pek benimsemez ruhum .Bana ait bir ömrün sahibi olamadıysam benim olduğunu sandığımın benim olamayacağını idrak etmem lazım. Yaşam fakir esvaplı büyük düşünceli ruhları mutlak kutsayacaktır. Tanrı bunu bize gösterecektir biliyorum.
Bazen insan aklıyla gönlü arasında kalır. Gönül yorgundur yanılır siz aklınıza yol verin. Akıl sizi doğruya götürecektir. Korkuda doğrunun bir yoldaşıdır bunu unutmayalım cesaret akıllı insanın işi değildir. Akıllı insan korkar .
Orda bekliyor merdiven tam karşısında masanın ardında sakince benim ordan geçmemi bekliyor. İkimizde konuştuklarımızı unutmuş gibiyiz. Bir kadın özgür olmalı demişti son konuşmamızda bu özgürlük oldukça çetrefilli bir sözcüğün ortaya attığı anarşt bir düşünce gibi geliyor insan aklına. Çünkü toplum kurallarını koymuş onunlada yetinmemiş cehennemden sayfa sayfa korkular yazmış beynimize.Allah aşkına böyle siste önünüzü nasıl görebilirsiniz.Nasıl özgür ve kadınca davranabilirsiniz. Bunu kendisine söyledim şöyle bir baktı ‘ömrünü boşuna yaşamışsın ‘diye söylendi .Bende farkındaydım bunun ama ne yapabilirdimki.İnsan bazen mahkumiyete alışıyor zincirleri kopartamadan öylece sonunu bekliyor hikayenin .Ama o orda öylece bekleyecekmi onu bilemiyorum.İşin birde şöyle bir yönü varki ileri yaşlarda yoldan çıkmayı beceremiyorsunuz .O yürüdüğünüz tozlu topraklı dikenli patikalar sizin ömrünüzü tüketmeye yetiyor .Bir şeyi yeter yapmak her zaman kolay olan bir sonuç olmuyor.
Yazmanın ilk adımı gözlemekten geçiyor. Düşünce gözlemden beslenir bunu ben anlıyorum. Gözlemek düşünmenin önünü açıyor. Yazma sanatını bir açı veriyor o açı sizi ileri götüren gerçeğe ulaştıran temel yönergeniz oluyor .Zaman bazen sizi alır ya acının içine atar yada üstlerde bir yere taşır.Siz kendinizde hükümdarların ruhunu beslersiniz.Siz yineden halk olduğunuzu unutmayın usulca yaşayın ömrünüzü kaypak gösterişlere meze olmasın ruhunuz.
Saat sabahın yedisi hükümet yaz saati uygulamasına geçmediği için saatin göstergesi doğayla uyumlu değil. Sokak karanlığın hükümdarlığına mahkum olmaya devam ediyor. İhtimal dışarda polis ekipleri elektirikli otomobillerinin içinde devriye geziyorlardır. Her sabah yedide Atatürk caddesinden geçen hava yolu şirketinin servis aracı yolcuları Gazipaşa havaalanına götürüyor. Türk hava yolu şirketinin Airbus uçaklarının tekerleklerinin her altı uçma sonrası değiştirildiğini düşünüyorum. Ama hayat öyle değil sizin için altı sayısının bir anlamı yok her altı günde sizi sevindirecek bir olay yaşamınızda olmuyor.Şöyle her altı ayda bir saçları değişik göz sürmeleri yitik bir sevgilide girmiyor hayatınıza. Saatin yedi olması sizin için bir şey ifade etmemeli. Belki bir hikaye anlatılır birgün sabah saatin yedisinde bir ölüm gelir .Yırtılır umudun perdesi.
Güneş her dogdugunda nefes alıyorsak yaşam bize bir umut veriyor diye düşünmeliyiz. Ama sen düşünmek istemiyorsun çekip gidiyorsun benimse çekip gitme sakın demeye gücüm kalmamış.
Özgürlügün olmadığı yerde sevgininde bir anlamı olmuyor. Çünkü sevgi özgürlüğü ister özgürlüğün telli dikenli sınırları sevgiyi köreltir. Bunu hepimiz toplumsal içerikte görüyoruz.(Özgürlügün sınırları olduğu gerçeği bir başka konu. )Özgürlük kendi ifade edebileceği bir alanı kendi için kurmalıdır. Sosyolojide buna bireysel tercih diyebiliriz. Toplumda bir resmi kültür vardır ikincisi toplumsal kültlerin bir yansıması üçüncüsüyse bireyin kendi var olma sevdası . Yaşam böyle bir toprakta bizi besliyor bazen zehir soluyoruz bazende umut.
Umut varsa eğer yaşamda amaçta olur.Özgürleşir sözcükleri şiirin bir kadın soyunur paklanır gecede.Yıldızlar izler tüm günahlarını karanlığın.Anlamak istemiyoruz anlaşılan görmezden geliyoruz .Özgürlük bedenimizde başlamalı ruhumuz sarmalı sıcak duyguları perdeleri açık olmalı sevdanın .Ölüm gelecekse gelecektir neyapabiliriz. Biz günaha girmeliyiz anlasana başka türlü yaşamak mümkünmü .Ekmekleri nasıl dağıtacağız. Sevgiyi mahkum ettiğimiz bu rezillikte.
Senin bu isyancı halin beni korkutuyor biliyormusun hayat. Vakitsiz çığlar düşüyor üzerime. Nefesim kesiliyor seni özlemekten.Irakta bir dağ köyünde ışıkları yanıyor taş duvarlı toprak damlı evin soyunup dökünürken aşk .Ölüm kapıyı çalıyor. Anlıyorum kimsesizdir bu uumt denen acı . Gidenler gitmiştir geride bir yalan hikayesi kalmıştır özlenilenin.
Evet zaman degişiti bunu farkediyoruz insafsız bir çark dünya düzenine egemen olmuş.Bizimse ona karşı koyacak bir gücümüz yok. Lise yıllarında babam şirtin ustanın emekli maaşıyla şimdikinden daha bir umutla yaşama bakıyorduk .Kapitalist düzen böylesine hükümdar bir despotluğa ulaşmamıştı. Esmer sıska yapılı postane memurları aldıkları maaşlarla bir çok ihtiyaçlarını giderebiliyorlardı.Şimdi öylemi yaşam emeğiyle geçinmeye çalışanlar için bir kasırganın içinde nefes almaya çalışmak gibi.
Tanrı bana seni verdi biliyorum. Al sarıl ve ısın dedi .Gözlerin siyahtı senin esmer buğday ekmeğimdin .İçten içe sevdim seni ben .Kendime bile söyleyemedim sevdiğimi.Kılçıklı bir balık gibiydi kaderim hep takıldı umutlarım yetmezliklerime.Bogazımda bir acı nefes aldırmadı bana yokluğun. Ben baştan aşağı günahlar içinde. Kim hatırlar öldüğümde beni. Kim anlatır hikayesini bu hüznün.
Şartlar ne olursa olsun insan yaşamak istiyor. Bunu Alanya da deprem yansımaları olunca daha iyi hissediyorsunuz . Yer yüzünün hükümdarlığında hiçliğinizi daha iyi anlıyorsunuz. İşin içinde bilinmezlikte var. Sınırsız bir özgürlüğümüz yok. Sonsuz bir hayatın görünür haliyle mensubu da olmuyoruz. Neyse ney hepimiz boş teneke gibiyiz.Çok ses çıkartıyoruz.İçimizdeki kibri ezip geçemeyen ruhlara sahibiz.
Biliyormusun gel seninle çekip gidelim ruhumuzun içselligine. Sana şiirler okusun gecem. Issız sakin bir hikayemiz olsun. Özgürlük için savaşmış kıllı devrimci erkekler ve memeleri özgür kadınlar paklayıp kirlenmekten azad etsin korkuyu. Biliyormusun susmak ölüme kardeş olmak gibi kemiklerimin iliğini yakıyor. Ekmegimizi çalıyor yalanlar. Ah bu memleket niçin böyle hüzünlü anlatın bana. Niçin gözleri buğulu camları özgürlüğün. Neyi alıp götürdüler bu sokaklardan. Mini etek giymişti saçları esmer kadın. Oldukça karanlıktı gözleri kimdi neyin nesiydi anlayamadım. Çok şeyi anlamadım ben bu dünyadan .Siz bakmayın beyaz önlüklü hekimlerin hastane koridorlarında kasıntı hikayelerine. Özgürlük onlar içinde çetrefilli bir hikaye. Ölüm onlara da yakın. Umutsuzluk onlarında heybesinde .Yetim çocuklar gibi yüreğim.
Umudunu kaybetmiş hareketsiz kalmış işçi sınıfı gibi duygularım. Görünürde de olsa yetmezlik içinde bir düşünce kısıtlıgı ruhumu daraltıyor. Esmer bakışlı genç kadın benden umudunu kesmiş olmalı ki selamı sabahı kesmiş gibiydi. Sonra ne oldu bende anlamadım .Tam kılinigin kapısından içeri girecekken elinde karton bardakla çayını dudaklarında hissetiginde karşılaşır olduk. Bana nasılsın serdal bey dedi. Bu topraklarda kendine bey dedirtmek yada şöyle saygın bir hanım efendi olabilmek kolay olmuyor. Cehalet hemencecik dişlerini gösteriyor. O konumsuz kişilik yoksunu soytarı yüzler kendi hükümdarlıkları yıkılsın istemiyorlar.
Ah ne zaman olacak büyük randevu. Kimler gelecek kabrime . Kim toprak atıp üzerime. kim konuşacak adımı .Nerde olacak mezarım .Kimseziligime kimler şahit olacak .Şiirlerim öksüz kalacak .İşçiler yine fabrika dişlilerine mahkum. Yine kadınlar ürkek dolaşacak bahçelerinde umudun.Yine vakisiz akşam olacak .Sen penceredisindir sevdiğim .Yagmur dinmiştir bir toprak kokusu açar sevinçlerini hüzünün .Topraktır beni koynuna alan sen üzülme olurmu. ölüm herkes için herkes için bu acı kahve sen gülümse yıldızları görününce gecenin.
İsmini duyunca agladıgım bir hasrettir hüzün. Başka neyapılabilirimki söyleyin bana .Çekip gitme sakın demenin anlamı yokki biliyorum.Gidenler istiyerek gitmediler.Kim toprağa girmek ister.Kim ister üstüne kürek kürek toprak örtülsün. Karanlıgın içinde. Kim o görkemli gökyüzüne bakamamanın çaresizliğini yaşamak ister. Kokrmayın bakın yıldızlarına gecenin.Orda umutları yaşıyor göçüp gidenlerin.
Ah şu arzularımız yokmu. Doymak bilmez mal edinme hırsımız . Her şeye sahip olma duygusu .Paylaşmayı red edişimiz .Alanı daraltmamız. Sonrasında sevgiden söz etmemiz. Dünyaya nasıl geldiğimizi düşünmekten nasıl yaşamalıyız sorusuna evrimleşememiz. Tökezliyen ve ötekileştiren bir hikayenin baş aktörü olmamız.Kendimden biliyorum aslında insan denen canlı göründüğü gibi bir benzerlikli duyguya sahip değildir.Duygu sizin var olmak zorunda kaldığınız yaşam karekterine göre farklılaşabilir. Siz toplumla çatışkıya girmek istemezsenizde bu süreçte ruhunuz size yüksek bir kült baskıyı yaşatmaktan geri durmaz. Ekilmemiş topraklar nasıl verim vermezse eğitilmemiş duygularda size katkı veremezler.Belkide biz insanları diğer canlılardan farklı kılan davranışlarımızı olgunlaştıran akıl gerçekliğinde egitlmemizle ilgili bir sonuç olarak görülebilir.Burdaki eğitim sözcüğü size okullarda öğretilen kısır çizgilerin ruhunuza işlediği verilerden çok farklı bir durum.Birey toplum içinde doğal ve sevisel yaşamdan beslenebildikçe ilerliyor.Kendi ruhunun güneşle buluşmasını dolayısıyla aydınlanmasını sağlıyor.Bu süreç bizi yaşam bilinciyle tanışmaya götürüyor. Biliyoruzki kalıpsal eğitim çoğu kez birey ve toplumu tökezletiyor.Bizim burdaki eğitim algımız yaşam gerçekliğiyle ilgili bir var oluş gerçeğinden beslenir oluyor.Egitimin belkide ana amacı kendimizi tanımakla ilgili bir arayışın ele avuca konulmuş bir zorunuluk olarak görülmesi oluyor.Bir şeyin zorunsal olması içinde gereksizligide taşır.
Yagmurun cömertçe yagdıgı bir aralık günü bize gel olurmu. Biz derken çoğul olduğumu düşünme sen yoksun ben hep eksiğim.Ak ciğerlerimde dumanı sıgaranın.Acı bir kahve fincanımda. Yorgun bitkin değilim .oldukça iyiyim ölüme varmak için .Geç kalma bırak sol söylemleri ülkücü özlemlerini ununt zamanın .Dedenden kalan mal mülk bırak yitikleşsin yalanlarında hikayenin .Sen kadın olarak gel memelerin özgür kalsın usulca sokul karanlığıma benim. Ben sözcükler eklemiş olayım dağarcığına. Bir yılkı atı gibi kısrak ve özgür çekip gidelim dag yamaçlarına. Neyi sevdiysek yanımıza alalım.
Her yılbaşında korkarak nefes alır bedenim.Ölüm yakınlaştı biliyorum.Esmer bir kadın ululca sevişti yalanla. İşsiz sevgisiz yada sensiz bir yavan sofra oldu umut. Sokakta bir kedi oldukça ıslanmış yağmurdan tıpkı benim gibi kimsesiz ve bıtkın. Hükümet emekli maaşlarına zam yapmadı böyle olunca bir ıslak mama alamadım kediye ben. Anlatamadım kendimi .kirli sakkallı prefesörler otağ kurdular yalanın dergahına. Ben seni aradım bulamadım .Karşımdaydın .Soframda katıktın .Tutup saçlarını senin ıslattımmakdenizde Ak deniz oldun sen.
Bir umut sevdi yüreğim.Çocuklara şekerler dağıtıldıgı bir dünya varmış.Şehrin kenar mahallesinde bir fırın ekmek pişirirmiş umutlarımıza.Bir kadın şalvarlı ve cüretkar özgürlük için çığırtmış tüm duygularını bedeninin .Iraktan bir tiren geliyormuş kırmızı çizgili lokomatifin çektiği. Anadolu biliyormuş o tireni. Kompartumanında ciğeri yaralı biri Ankara yollarına misafir. Siz Ankarayı bilirmisiniz ben o şehri Ruhumda yaşattım hep. Cebecide bir hastanede yine böyle yılbaşına yakın . Karlar altında ankara biz karmaşık acılara yoldaş .Ah ben seni çok sevdim Ankara adını sakladım sevdiğimin.Sonra gittim taşlı yosunlu bir sahilde daldım sularına korkularımın.Bogdu beni bu bulanık deniz.Akdeniz oldum ben .Sensiz ve kimsesiz.
Fıstıklı çukulatayı severmisiniz farkettimki ben çok seviyorum şöyle gizliden gizliye sevdiğim bir çok şey var Diyarbakırın burma kadayıfı Adananın yüzük çorbası Ankara mantısı Alanyanın gülüklü çorbası .Konyanın etli ekmeği.Bazen düşünüyorum ölüler bu zevkleri tadamıyorlar.
‘Yaşamak Güzel Şeydir, Ama Nasıl Yaşamak?
Yaşamak güzel şey hiç kuşkusuz... Güneş, gökyüzü, toprak, deniz, ağaçlar, buğday tarlası, sardunyalar, çocuklar ve tümüyle evren kuşatmış dört bir yanımızı... Bu evrende soluk almak, soluk vermek, düşünmek, yürümek, koşmak, arkadaşIık etmek, sevmek, bir fincan köpüklü kahveden bir yudum almak, bir sigaradan bir nefes çekmek, şiir okumak, saksıdaki çiçeklere su vermek güzel şey...’ İlhan Selçuk.
Sabah kalkıyorsunuz rutin işler evin ihtiyaçları ,Ödenecek faturalar . Biyolojik gereksinmeler.Acıkmanız. Evliliginizin size yüklediği özgürlüğünüzün daraldığı birilerinin hep yön vermeye çalıştığı bir arzunun olmadığı farklılığın ötelendiği bir hayat . Bir gününüzün bir diğerinden hiçbir farkı yok. Ve yıllar geçiyor. Zaman dönencesi önünüzdeki olası yaşam beklentisinide kısıtlıyor. Ne kadar ömrüm kaldıki diye düşünüyorsunuz.Elliyıl evel neyse dünya şimdide öz aynı .Sadece teknoloji sizi oyalıyor. Samimi olmayan sevgileri varmış gibi önemsiyorsunuz. Yaşam mahkumiyetinici tescilliyor.
Not : Yazıp yayınlama şansı yakaladığım tüm yazıtlarımda Türklük kavramını anlatmaya çalışmışımdır . Ülkede kendini aydın gören bir üst gurup var bunlar Türk kelimesinden nefret ediyorlar. Kendilerinede sormuyorlar kimim . Siz sorsanız Müslümanım diyorlar. İyide Müslümanlık bir din senin bir karekterin kavimin yokmu kardeşim. Türküm demekten korkan bir garip zümre var bu ülkede işin ilginci bu tipler toplumun tüm mercalarında oldukça söz sahibi gözüküyorlar.Ortak özellikleri yaşadıkları bir parçası oldukları halka tepeden bakmak .
İnsanın kendi bedenine eziyet etmesi onun gereksinmelerini görmezden gelmesi ona ve bedenimizin muazzam inşasına karşı büyük bir haksızlık oluyor.Bazı dinlerde insanlar bedeninin varlığıyla sorun yaşar görünüyorlar.Belkide haklılar özü tanıyamamış bir zihnin özün kıymetini bilmesi nederece mümkün olabikirki.Tabiki olamayacaktır.Suni değerler anlamsız kült öğretileri hepimizi kıskacına almış doğru sanılanın doğru olamayabileceğini dahi idrak edemeden tükenen bir ömür.
Hayat unvanların makamların ihtişamına kurban edilemeyecek kadar önemli bir kavram. Üstelik varlığı sınırlı olan bir kavram .Hayatı ne çok ciddiye almalıyız nede anlamsız görmeliyiz.Yaşam önemlidir ve bilgelik istiyor. Ah bunu bir anlayabilsek .Bildiklerimizle bilgeyiz ya bilemediklerimiz.
Yılın son günlerindeyiz.Ömür bir azgın nehir gibi dolu dizgin akıyor.Yaşamı avuçlarımızda tutmak mümkün değil.Hayat olduıkça insafsız adaletsiz ve büyük halk yığınlarını sahipsiz bırakmış gibi.Tüm kabul görmüş değerlerin bazen anlamı olamadığını ruhunuz size hatırlatıyor.Yinede üzerinize yapışmış güncel kültür dogmalarının aynı zamanda sizi besledigi gerçeginide görmezden gelemiyorsuz. Bir yazıtımın adını konuşulmayanlar koymuştum .Evet söylenmesi gerekenleri söyleme cesaretiniz olamadımı ezilmeniz kaçınılmaz oluyor. Belkide devrimci bir karekter özgün bir ülkünün ruhu beslediginde anlam kazanıyor.
Ah ankara yorgun hayatların şehri ben seni çok sevdim biliyorsun. Ama sevmek yetmez devrimci bir başkaldırış gerekli hayata karşı. Yoksa korkarsın yaşamaktan . Bilirim böyle hayat geçmez. Bak sisleri dağılıyor yalanın gençlik parkında havuzda yeşil başlı ördekler yüzüyor. Bizde mevsim karakışta takılı . Kulak memeleri üşümüş yârin. Yada yok öyle bir yar bilmiyorum. Bir bildigim emekçiler garip kalır bu dünyada. İbadet hanelerde cenneti anlatır birileri. Birileri cehennemi yaşatırda hikayesi unutulur göçüp gidenlerin.
Sıcak suyun içine zerdeçal ve zencefili koyup kaynatıp sakince içmeye başladım.Yanında ısırgan otu salatası .Birde tarçınlı sütlaç istedi canım .Ama her canınızın istediğine ulaşamazsınız. Olsun şimdi sarı renkli sıcak suyu damağımda gezdirmeliyim. Sonra sarı bir gül kopartmalıyım hayellerimdeki bahçeden .
Nefes almakta zorlanınca ilçedeki kamu hastanesine muraccaat ettim. Nefes testi akciğer filmi ve tam kan sayımı hekim isteğiyle yaptırıp sonuçları öğrenmek için iki gün sonrası kilinige tekrar gittim. Genç bir asistan oldukça agır bir ciddiyet içinde tahlil sonuçlarına baktı herşey iyi görünüyor dedi . Birde temografi çekelim. Hekime göre kalp yetmezliği nefes darlığı yaparmış. Ben bunun böyle olmadığını kalp yetmezliğinde akciğerlerde su toplaması olasılığının ilk dönem daha öncül bir belirti olduğunu düşünüyordum. (Sonra ögrendimki bu durum ileri evrelerde gündeme geliyormuş. ) Bu düşünceyi paylaşmak tereciye tere satmak olacaktı . Benim en sevmediğim davranış bilgiçlik taslamak olduğuna göre haddimi bilmeliydim. Hekim ne diyorsa ona uymak edeptendir diye düşündüm. Edep sen nelere kadirsin.
Tüm insanlar sevgiyi ararlar umut sevgide gizlidir çünkü. Kırılgandır insan yüreği vakitsizdir onun için tüm sevdalar .Hepside yorgun altların getirdiği bir heybenin içinde saklar unutulmuş olanı ama biz anlayamayız.Biliyorumki ömür dedikleri hikayede sahte bakışlı bir yalandır dostluk.
Dostlar ölüm vakitsiz geliyor farkındamısınız. Göçüp gidiyor sevdikleriniz bir hüzün çöküyor yüreğine sevdanızın.İşsiz umutlar gibi darmadağın bir hayat sizi kendine mahkum ediyor.
Artık bu hayatın anlamı kalmadı diye düşündü. Okuyup iyi hekim olmuştu. Çizgi üstü işler yapıyordu. Ülkenin tüm izlence kanalları haber siteleri kendisini göklere çıkartıyor hükümetin en etken kişileriile ahbap çavuş ilişkisini yaşıyordu .Dediklerine göre yurt dışından çok teklifler almışlardı hatta akıllarından İsveçlilerin verdiği Nobel almak dahi geçiyordu.Ama bir şey vardı halk yaptıklarını fantastik buluyordu. Direk yaşama katkı veren bir bilimsel ilerleyişin simgesi olamamışlardı. Aylar yılları kovaladı popilst yansıma yerini önemsizliğe bıraktı .İnsanlar daha gerçekçi konularla ilgiliydi.Yaşam mücadelesi geçim derdi ve ciddi yüksek riskli hastalıkların gidişatını önemser olmuşlardı. İlginçtir bu halk sevdaları kavgaları umutları hep çizgi ötesidir.Hani yaşamak ciddi işti böyle diyordu şair. Haksızda sayılmazdı.
İnsanın akıl yoldaşı olan birinin ölümünü duydunuzmu kötü oluyorsunuz. Bunun için aranızda kan bagı olmasına gerek yok . Halbuki ölüm hepimiz için bir gerçek. İnsan denen canlı acılarını saklıyor. Bunu niçin yapıyor anlamak zor.
Gün geçmiyorki içinizde yeni bir yara açılmasın .Ruhunuz incinmesin.Korku hücrelerinize misafir olmasın .Artık çekilmez bir hayatın müdavimi olduğunuzdan emin oluyorsunuz.Bu dünyada hiç birşeyin düzeleceği yok gibi. Çöl fırtınasında kalmış gibisiniz. Arkanıza baktığınızda bir ömrü sere serpe dağıtarak tükettiğinizi anlıyorsunuz.Karşınızda sizi anlıyacak bir yoldaşınız yok.Kedileriniz bile sizi terk etmiş görünüyor.Umutlarınız karalar bağlamış.Kara bir yosun tutmuş cehalet. Güneşin ışıkları perdeleri kapalı odaları ışıltamıyor.
Kimseye mahkum olmadan kendimce yaşadım ben,kendimce ettim ibadetimi günaha kendimce girdim.Akdenizi izledim kıyıda bir yerde acıktım biliyorum şurdan bir simit almalı ve çekilmeli bir kıyısına hüznün.
Hepimiz canlı bir organizma olarak ölümcül yanımızla şimdilik yaşıyoruz. iletişim çagı toplumları bir birine yaklaştırdı ama o bir birine yaklaşan toplumda insanlar hem kendileri ile hemde yaşadıkları toplumla çelişki içindeler .Günümüz toplumu insanlardan sadece özveri istiyor yasaklarla insan ruhunu inciltiyor. Acaba sevgi böyle bir toprakta yeşere bilirmi mutluluk insanların gözlerinde pırıltılar yansıta bilirmi tabiki yansıtamaz . Bu nedenle dünyamızda bizlerde dahil sinirceli bir kişilikleri ile bu günleri yaşıyamıyan yarınlarıda puslu olan yıgınlar toplulugu olmaktan öteye gidemiyoruz.Buna günümüz evrensel yanılgıların yükledigi olumsuzluklarıda eklerseniz böyle bir dünyada hissetmek umut etmek umu ettigini yudumsamak mümkün olamıyacak gibi Nasıl oluyorda hala şiirler yazabiliyoruz edebiyatı tütsüyoruz anlıyamıyorum .Kendime soruyorum toplummu haklı yoksa gönlünce yaşamak istiyen insanmı .O insanki sevmek istiyor yaşam kalitesini yoksulluktan ötelere taşımak istiyor ,ve dogan her günü sevinçle karşılamak isityor. Önümüzde bizi bekleyense ölüm denen meçhuliyet.
İnsan ileri yaşlara ulaşınca yaşamındaki bir çok kavramın önemsiz olduğunu daha iyi idrak ediyor. Umut bile anlamını yitiriyor.
Biliyormusunuz insanın kendini bilmesi ne güzel bir şey. Kendi kültürünü önemsemesi .Varlıgının budununu tanıması .Çagın gereklerine açık olması .
Edebiyatta deneme yazarlığı doğrusu okuyucuyu hayal kırıklığına uğratabilir. Okuyucu tutarlı devamlılığı olan sürükleyici bir roman havası görmek ister yazılanda. Deneme yazmanı için bu durum böyle olmuyor. Bir deneme yazarı yaşam ağacından birşeyler devşirip heybesine katmak istiyor. Bir başka yaşanmamış hayatlardan okuyucuya bir pencere açmayı kendince gerekli görüyor. Bu nedenle bir deneme yazarını yaşamın tortularını toplamaya çalışan sokaklardaki bir kâğıt toplayıcısına benzetebiliriz.Uzaktan itici olan içine girdikçe bilgeliği öne çıkan bir ruhun var olduğu anlaşılır deneme yazıtlarında. Dogrusu bu konuda Montaıgne ne düşünürdü çok merak etmişimdir.
Tüm ağaçlar birlikte ormanı oluştururlar. Birlikte yükselirler gökyüzünün güneşinin ışıklarına.Arılar bir çiçekten değil bir çok çiçekten beslenirler bal yapmak için.Toplumlarda öyledir bir çok farklı görüşü içlerinde yaşatıp harmanlayabildikleri ölçüde çağdaşlaşır.Hayat sizi sürükler kendi yolculuğunda .
Ömür kırık cam parçaları gibidir.Siz onun bu kırıklığını ileri yaşlarda hissedersiniz. Tüm doğru kabul edilen olurların anlamsızlığını ölüm size çok iyi gösterirde .Artık çok şey için geç kalınmıştır.
Ah nasılda vazgeçemiyoruz bu yalan yaşamaktan doğrusu bundada azda olsa bir haklılığımız vargibi.Tanrı bizi dünyaya yaşaşamk için göndermiş bunun i,çinde kutsal kitaplarla bize yön vermeyi uygun bulmuş.İnsanlık tarihi boyunca kutsiyet insan ruhunu etkilemi,ş çoğu kez onu beslemiş ona bir yol açmış.
Bazen hayatı akışına bırakmak lazım gülleri hanım ellerini sardunyaları begonyaları sevdiğini anlatmamak lazım geceye. Esmer bir dişinin varlığının kavgasında olmamalı ruhunuz. Kim neyi önemsiyorsa bırakın gitsin o yolda. Gökyüzünün o sınırsız varlığınla hoşnutlayın ruhunuzu. Kendinizi saklayın gök yüzüne . Parlak yıldızları bir kenara bırakın en sönük yıldızların en kuvvetli benliğine yoldaş olun olurmu. Sevecekseniz eger mazlumları yetimleri öksüzleri sevin . Birde işçi kadınlarını sevin olurmu memleketin. Güzel işçi kadınları daha çok sevin.
Yaşam hepimiz için bir devinim bu toplum içinde birey içinde kendi sürecini yaşatmaya bizi zorunlu kılıyor.
Aşkın burjuvazisi olurmu sizce. Duygunun sınıfsal boyutu olurmu. Olasıdır.
Yaşamda farklılık varsa duygudada oluyor. Aslında güçlü zümre haksızlığı hepimize yapıyor ama bunu kendi için bir hak görünce sorun yok görünüyor.
Esas problem nedir biliyormusunuz dostlar birileri karar veriyor ve birileri yaşamımızı kendince yönlendiriyor. Halbuki ömür bizim özgürlük bizim hakkımız bırakın biz bahçelerimizdeki çiçekleri kendimizce sulayalım.
Güç sevgiden ırak duruyor. Emegin hakkını vermeyi bırak emeği önemsemiyor. Üzüntü verici bir durum . Büyük toprak sahipleri geçmiş yüzyıllarda (feodal düzen ) ellerinden kırbacı hiç eksik etmezlerdi. Günümüzde emekle geçininler kırbahçtan öte yok sayılmakla ömür tüketir oluyoruz. Sahi ey sevgili kardeşim ne olacak bu insanlar hali demeye mahkummuyuz ne dersiniz.
İnsan aklı toprak gibidir .Verim almanız için onu beslemelisiniz. Aklın beslenemedigi yaşamlarda özgürlükte yeşermiyor.
Kendiniz için istemediğiniz başkalarına reva görürseniz tanrı size bunun hesabını sorar. Konuşulmayanlar adını verdiğim yazıtta (kitap ) Tanrı bekliyor demiştim evet tanrı bizi sınıyor ve bize rahmet ediyor. Biz bunu anlamaktan biçare kendimizi hükümdar sanıyoruz. Olacak işmi ölümlü bir yaşamda ölümsüz bir kudret sahibi olduğunu zanetmek . Mümkünlülügü zor bir durum . Çünkü biz kendi hayatımızın sınırlarına muktedir canlılar değiliz.Varoluşumuz ona göre pilanlanmamış. Yaşam bizim dışımızda bir hikaye. Dogrusu biz tanrıya muhtaç mahcup kullarız.
Yeni bir dünya kurabilirmiyiz. Olurmu dersiniz yaşamı yeniden formalatmak .Tüm hatalırımıza bie çizgi çekip yeniden başlamak yol almaya. Tütsümek tüm gerçekliğini umudun.Sevmekse seviyorum diyebilmek. Gel yine kendimize dönelim .Kendimizi tuvala çizip renklerini özgürleştirelim ruhumuzun.
Yaşam bizi mutlu etmediyse onu kaybetmekten korkmamalıyız.Ama işin sonunda ölüm denen bilinmezlik var. Ölüm yasalar gibidir her zaman iyi yüzünü göstermez size.
Aslında yaşanılanın iyi veya kötü olması bizim kendimizle iligili bir durum oluyor. Siz kalıplar içindeyseniz nefesiniz kesiliyorsa ve o kalıpları kıramıyorsanız yaşam sizin için mutlu ve huzurlu olabilirmi. Kalıplar derken sabit fikirleri anlamalıyız. Mantık dışı ama kabul görmüş fikirler varya çoğulu tartışmaya dahi açılmazlar. Sonrada kendi mecrasında karşıt arayışlara konu olurlar. Bu birazda tabulaşmış verilerde karşımıza çıkıyor.Dogru bilinen doğruymuş gibi korunur oluyor. bazen yıllar sonra bazen onyıllar sonra yanılgılar su yüzüne çıkıyor.
‘Benim bütün amacım kimseye muhtaç olmadan yaşamaktır ‘ Diye konuşuruz.Bu birazda sağlıkla ilişkilidir.Sizi ekonomik olarak devamlı sırtlayacak birini bulmak zaten yaşamın akışına ters bir durumdur.Bunu düşünmekse bireyin ruhen dipte olmasının bir sonucu olabilir.
Yaşamın en ışıltılı konumunda var olmuşken ölümle yiten insanlar tanıyınca görünen değer verilen bir çok şeyin anlamsızlığını daha iyi anlar oldum. Yeterki bunu algıya taşıyabilelim.Bunun için anlamanın özünde ilk açmamız gereken kapının kendi ruhumuz olduğunu biliyorum. Bilmek size yön verir.Sizin yönünüzün tutarlılığını size isbatlar.
Hayatı menfaatlere göre yaşamayı kendine rol görmüş kişilerin ileriki yaşam serüvenlerinde yanlızlık ve tükenmişlik içinde çöküşlerine tanık oluyoruz.Düşünsenize daim birilerinin gölgesinde kalmışsınız biirlerinin aymazlığını kendi kurnazlığınız zannıyla yaşamışsınız sonra anlamsız bir ömür tükettiğinizi geçte olsa anlıyorsunuz.
İnsanlar başkalarında gördüklerini yanış eylemleri kendilerininde yaptığını görmezden geliyorlar’Filan şunu yapmış filanın ailesi şöyle davranmış’ Aynı eylem içinde kendi aile fertlerinin olduğunu aynı çatışkıların menfaat hevesiyle kendi otaglarındada var olduğunu görmezden geliyor. Önce kendimize bakalım geçken bir ömürde yüzeysel menfaatler için ilkelleşmeyelim bu mümkünmüdür evet mümkündür.
‘Bu dünyada hiç gerçek dost yoktur ‘denmiş olsakta size burda bir söz söyleme şansım olmalı diye düşünüyorum.Can dostlarım. Bİliyormusunuz insanın kalitesi mal mülk para ile anlaşılmıyor. Yaşamda kendinizle barışıksanız size beyaz olarak gösterilenin kara olduğunu bilecek bir kültürel yoğunlukla içselleşmişseniz toplum sizi yerlerde sürüklesede siz kalitenin bir yodaşı olduğunuzu hatırlatın kendinize. Hatırlamak düşünmeye kapı açıyor.
Dogru yol diye bir yol aramak aptalca bir durumdur .Siz ruhunuza sahip çıkın o size istametinizi belirleyecektir.Dogru yol yükseklerde yada karşınızda durmayı pek beceremez.Siz kendi doğrularınızı bilin o doğruların yaşadığınız toplumun değerlerine karşı samimi olmasına çalışın.İçinizdeki hükümdarlığınızın yetgeni kendiniz olun. Yaşamın tüm ilişkilerinde bunu başarabildiginizmi varlığınızın bir değeri olur. Bunun dışı kabul edişler özümüzü tüketir bizi değersizleştirir.Rezilligimiz boyumuzu aşar.
Özgürlük nedir sizce hadi anlatın bana özgürlüğü .Özgürlük asalak ruhlu çığırtkanların umutsuz gülşlerimi kirliliğin içinde. Yada bir yetimin hakkına el uzatma cesaretini. Evli bir kadını soyup namus zırhından kirli şiltelerde kirletmekmi ruhunu.Yada erkekçe kavgasını vermekmi ekmeğin temiz olması için .Sizce demikrasi özgürlüğü getirebilirmi sizce.Yoksa suçun büyü insan olma kavgasımı bu puslu hikayede.
Yaşamda sığınabileceğimiz tek kuytu yine yaşamın kendisidir. Yaşamla barışık olmayı başarmak için önce kendimizle hoşnut olmanın yollarını aramalıyız. Bunun için takip edilecek tek yol kitaplarla barışık olmaktır.Her kitap bir amaç için önünüze çıkar ruhunuz onu kabullendikçe sizin varlığınız kendimce bir değer taşımış olur. Ben olmayı başaramadan biz olamıyoruz. Çevrimize baktığımızda şunu görebiliyoruz en red edilesi tipler bilgiç tipler oluyor.Ah ruhum sen beni bu rezillikten koru. Beni kendime bırak.
Herkesi dinleyip önemsemeden önce kendimizi dinlemeyi esas kabul etmeliyiz.Kendimizin bize sunduklarını öteleyip başkalarının tabağına kaşık salladıkmı o tabaktakiler bizi hazımsızlaştırabilir .Önce kendimiz var olabilelimki diğer varlıkları benimseyebilelim.Kendimizi hiçlendirmek silik suliyetleri öncül yapar.Biliyoruzki bu bir yetmezliktir .Siz bakmayın cehaletin kılıç salladıgına okumayan sorgulamayan merak etmeyen kişiliklerin fikirleri cehaleti besler.Biliyoruzki bilgiçlik bu topraktan beslenir ve bilgiçlik cehaletin katviziti olur.Evet bilgiçlik cehaletin karvizitir.Oldukça pırıltılıdır yapay bir boşluğa mahkumdur.
İnsanları yargılamayı bırakmayı başarabildiğinizde özgürlüğünüzü hak etmiş olursunuz. Çogul kalabalıklar size haklı ve doğru olduğunu göstermez. Milyonlar buruyganlara oyverdiginde onlar bunu kendi kötülükleri için bir gerekçe olarak daim önde tuttular.Tutamadıkları sözler milyonların ciğerini közledide bunu anlamadılar.
Nekadarda insafsızız öylesine yürekli ölüleri toprağa verdikki geride kalmak insanı kahrediyor. Belkide yaşama küskünlüğümüzün gerekçesi bizim için budur. Kaybettiklerimizin yokluğuna alışamamak. Turgut uyar şöyle der. ‘Kadınlarla yatıyorum birde kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor.’
İnanmamız gereken çok hikayeye mecburuz .Evet mecburiyet bizim yaşam gerekçemiz oluyor. Bundanda şikayet etmiyoruz.
Aslında bedenimiz tıpkı ölüm gibi gerçekliğimizi perçinliyor .Hatta diyebilirizki fizik ötesi olurlulugunda kabul görüşü bir yana üzerinde düşünülmesi bile bedenimizin varlığıyla ilgili bir durum.Burda ölüm sonrası ne olur bilinmezliğini hepimiz yaşıyoruz.Burda akıl devreye giriyor yada girmelidir.
Ölüm sonrası hakikatı ne olabilir. Burda inanç devreye giriyor ve inanç hem bir kapı açıyor hemde olasılığı olura döndürme şansı veriyor.
Artık biliyorum hayat ölümle başlar . Sizi bu yaşamda tutan beden geçici bir kafes öz varlığınız ruhunuz oluyor. Bizler o ruhu ızdıraplar içinde kan revan içinde bırakıyoruz. Çünkü gerekli olanın ötesinde bir sahiplenme duygusuna sahibiz.Kırık bardaklarda rakı içimeye çalışan sarhoşlar gibiyiz.Kontrolsüzüz.
2024 ün son günündeyim zaman akıp gidiyor.Aklımdan geçenlerle aklımın red ettikleri birbirini tamalıyor.Ne derece ahlaklıysam o derece ahlak dışı bir uumda muhtaçlığım var. Toplum ve insan çatışkısını ruhum kabullenmiş görünüyor.İsimsiz kadınlara özlem duyan yeni yetme gençler gibiyim.
Yaşam dialektiginde kendimce son dönemeçte bir arzu ruhumu ateşliyor.Biliyorum geçen yıllar hepimizin sevdiklerimizi bizden kopardı .Özgürlügü bilinçle haykıranlar yitikleşti .Tanrı bizi bu süreçte serbest bırakmış gibi .Tanrı bizi yarattı ve kendimizle bıraktı .Bizse çıplak günahlarımızla uslu çocuklar gibi mahcubuz yaşama karşı.
İnsan ruhu yer kırıkları gibidir (fay hatları ) acıyı biriktirir sonra enerjiyi tüketir ve sizi yaşamdan koparır. Bunun için ne diyebiliriz ne yapabilirz. Bu acıyı zamanla kabul edilir düzeye biz getiremezsek dahi zaman getirebilirmi. Şöyle düşünelim çok sevdiğiniz hayatı paylaştığınız birinci derece yakınınızın ölümünün olduğu günü hatırlayın yaşam sizin için gök yüzünün üzerinize çökmesi gibi büyük bir külfet anlatılmaz bir çaresizlik olmamışmıydı. Sonra zamanla olay kanıksanır oldu ruhunuzda öfke yerini kabul etmeye bıraktı. Acı bir soru işareti gibi zamanla yitikleşsede nokta hep kaldı.Ne dersiniz her canlının yaşayacağı ölüm döngüsünde umut bizi ayakta tutabilirmi.
Ne varsa kısaldı görürüyorsun. Başta sevdalar ve umut. Kısa bir hikaye oldu gençik. Mor lastikli bir don giymişti gençlik boyundan büyük kavgaların hikayesiydi zaman. Eli silahlı anarşistler an geldi saygın bir yalan oldular hikayesinde geçmişin.Ah o lacivert gözlü kadın söylesene niye öyle geç buldu gözlerin gözlerimi. Alanya sen oldun hikayesinde geçmiş kışarımın.Torosların ardında kış kıyamet .Keskin bir soğuk Alanya sokaklarında. Bense tüm günahlarımı bohçaladım yoladım ötelerde bir anına zamanın .Şimdi çekip gitme vakti ama olmuyor bırakmıyor gözlerin gözlerimi.. Tüm yitirdiklerimizi özlüyor geeln güncem. Anlamsız şiirler yazıyorum sonra çiziyorum üstlerini sözcüklerin. Çarmıha gerilmiş bir yalan umutlarımda. Bence en baştan koşmalıydım sana özür dilerim bunu başaramadım hayat. Kara bir kıştı üşüdüm çok üşüdüm ben. soytarı yüzlü piç bir kavga avuçlarımı yaktı benim.
Yirmibirinci yüzyılın ilk çeyreğini geride bıraktık . Kendince kurallarını yaşatıyor ömrümüz. Çekip gidenlerin gerisinde olsakta yeni gelenlerin ilerisinde koşuyor günlerimiz o büyük meçhuliyete. Şöyle bakınca kötülük salmış ortalığa tohumlarını tüm günahlar yaşamaya korku salıyor üzerimize. Niçin böylesi haksızlıklar senfonisi çalıyor yaşam denen sahnede. Kim neyin hikayesinde kendine yer buluyor. Özgürlük papuçları boyalı bir umut olmuş yürüyor yokluğunda sevincin. Tüm kadınlar ve erkekler yeniyıla girmiş olsun bakalım .Birileri oldukça huzursuz ve despot bir karşı koyuşta yaşama çelme takmak var iişin içinde. Ah bu hayat böylesi yitik bir karanlığa mahkum olmamalı ne dersiniz. Tüm çiçekler aynı bahçesinin toprağında renklerini göstemreli . Kırmızıda güzeldir beyazda sarıda güzeldir mor leylaklarda.
Dogrusu bizde özgürleşme yandaşı bir ruha sahip değiliz gibi. Birilerinin mutlak hükümdarlığında kendimizi güvenli görmenin yanılgısını içimizde taşıyoruz.Cehaleti bilgelik görüp koca bir ömrü yorgun geçirmeyi kendimize görev olarak görmekten kurtulamıyoruz. Birilerini hep üst görmek birilerini çokça memnun etmek yaşamın duygularını hep birileri için törpülemeyi zorunlu bir ahlak kabul ediyoruz.
Gerçek aşk saklanılan aşktır ızdıraptır koyu bir perdenin arkasında gizlenmiş gözyaşlarının içine aktığı bir duygu nehrinin akıntısında dolaşan kabul görmez arayışların bir matemidir.
Tüm ibadethanelerin hükümdarları belkide tanrının gazabına en çok uğrayacak olanlar olacaktır. Kendilerini cennetin varisleri olarak görenlerin cennetin gölgesine bile ulaşamayacaklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Güneş her dogdugunda nefes alıyorsak yaşam bize bir umut veriyor diye düşünmeliyiz.
Bu gece seni aradım,sanki hiç aramamış gibi .Camlarda bekledim gelirsin diye. Sanki beklenilen gelirmiş gibi.
Çagırdım tüm korkularımı yanıma ilk ışıklar yanasrken şehirde yoktun sen. çekip gitmiştin yanımda bıraktığın özleminle bekledim .
Gidiyorsun hiç söylemiyorsun gittiğini. Bilmiyorsun yorulduğumu sen gidince. Ben kalınca seninle.
Biliyorum ‘ bu illet beni bitirdi ‘ demiştin ! öyle oldu ölüm aldı seni artık sen gelmeyeceksin ben geleceğim o meçhul karanlığa !
Ölüm bir yanılgımıdır .Yoksa bir devinimmi. Yaşam nereye kadar yaşamdır.Ölüm ötesinde karanlık nasıl aydınlatılacak .Hoş geldin inanç !
Yaklaşık biryetmiş( cm) metre kazılan toprakta maddesel varlığınız nötürleşiyor. beden yerini kemiklere bırakıyor ! kefen denilen beyaz bir beze sarılmış ceset üzerine çapraz konulan bir kasç tashtanın altında meçhuliyetin sonuna mahkumlaşıyor . Ağlayan ,gülen düşünen o muazzam ruh nerelerde şimdi !
‘Her canlı ölümü tadacaktır ‘ enbiya sür.35 ayet. Ölüm yaşamın bilinen haliyle yok oluşu !
Ölüm asla kolay değildir. Her insanın ölüm yolculuğu benzersizdir. Her hayatta kalanın iyileşme süreci de aynı şekilde farklıdır.Sevdiğiniz birisinin ölüme yakın olduğunu kabullenmek çok zordur. Eğer yaşlıysa veya ölümcül bir hastalığı varsa, ölümünün yakın olabileceğini bilmek genellikle uğraşması veya kavranması bizi zorlar.
Acı ölümün geride kalanlara bıraktığı en zorlayıcı duygudur. Yaşam anlamsızlaşır. arzular sönükleşir. Deger verilen herşeyin aslında gereksizliği daha bir belirgendir. Ölüm katlanılası zor bir yüktür hepimiz için. Birgün ölümün bizi bulacağını bilmek ve meçhuliyeti kabullenmek !
Kimbilir yazılan düşünülenin sözcüklere dökülmesinde bir şeyleri yitiklikten kaçırma duygusuda bize yön verir olmaktadır. Yaşam ve ölüm iki içsel varsalın ruhumuzdaki yoldaşları olmuyormu.
Gümüş bir tepside önüne getirdiler bakır bir cezvede pişirilmiş türk kahvesini. Kırmızı güllü halep işlemeli fincanlara şöyle bir göz attı ortadaki fincanı alıp önündeki sehpaya koydu. Evdekilerin kendisinede biçtiği bu agır abi rölünü artık sevmeye başlamıştı .Küçük bardaktaki sudan bir yudum içti arkadan çekersiz kahveden bir fırt çekti. yaklaşık onyıldır uğramadığı bu komşu evinde seksenini geçmiş merhum arkadaşının eşinin rahatsızlığında geçmiş olsuna gelmişti. Yaşam bir devinimdi oda bunu biliyordu. Kahveyi bitirince yarım kalmış suyu yine yudumladı. Yaşlı kadının yorgun bakışlarını takip eder görünüyordu. kendiside o yaşlarda olduğu halde daha dinçti hala bahçeye gider küçük çapa motorunu kullanır ağaçları zamanınnda budamayı ehmal etmezdi .Yinede bir şeylerin sonlarında olduğunu içten içe hissediyordu .Gençliklerinde hiç düşünmedikleri ölüm şimdi akıllarının odağında kendini hatırlatmayı görev bilir gibiydi. Neydi o günler o bıçkın delikanlılık anları gökyüzünde güneşin bir başka parladığı zamanları .Geçmiş asla geçmiş değildir !
Esmer bakışlı kadının her sabah aynı saate gitigi o kaldırımın taşlarında bugün onun topuklu sesleri duyulmuyordu. Acaba birşeymi olmuştu. Büyük ihtimal hastalanmıştı. Çalıştıgı fabrikanın mülkiyet kodomanı yetkinceleri yövmiyesini kesermiydi. Yoksa rapormu alırdı hasta olduğuna dair. Kimbilir belkide canı gitmek istememişti bu sabah her sabah mahkumlaşıp koşarak yetiştiği işine. ‘Canı cehenneme ‘diyesi gelmişti belki ‘işininde parasınında ‘
Seküler düşünen insanların din adına öne çıkarılanlarla doğrusu bir sorunu var gibi. Bununda sebebi din gerçeğimizin geçmiş yüzyılların verilerine tavizsizce biad etmesinden kaynaklanıyor izlenimi var.Bu konulara ilgi duyanlar bilirlerki bazı otorite görünürlü yapılar dinin dolayısıyla verilerin çaga göre yorumlanamayacağını düşünür oluyorlar.Onlara göre ictihad kapısı kapanmış görünüyor. Böyle bir görüşün sağlıklı olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.İctihad hüküm çıkarma düşünme gerçeklikle sonucu anlamaya çalışmadan daha doğal ne olabilir.Düşünsenizie beşyüzyıl evvelki bir görüşü sabit hüküm olarak düşünebilrmiyiz.Dinamizmi ana faktör olan bir hayatta durulgan bir gereklilik olabilirmi. Şartlar eylemler yaşam değiştikçe dinin insan üzerindeki fili karekterininde özde değişmeden dinamize olmasının tabi bir sonuç olacağını niçin görmezden gelme zorunluluğuna kendimize mahkum etmiş olalımki. Yüzyıllar evvelki görüşler üst oluyorda günümüz din alimlerinin görüşü niçin red edilir olsun.Akıl dinin ana sığınağı degilmidir.Aklın öncül olmadığı bir din anlayışı ne gerçekçidir nede anlamsaldır.İnsanın en büyük özelliği akıl olduğuna göre aklın ötelendiği bir inanç yapısını nasıl doğal ve samimi bulabiliiz. İmanın tek bir öcüsü vardır oda tanrının insana nasipledigi akıl gerçeğidir.Akıl bize doğru bir inancı mümkün kılacak yegane varlığımızdır diye düşünmeliyiz. Burda şu tesbiti yapmak gerçekçi olacaktır geçmişten gelen fikirler ve veriler kökten red edici bir konuma sokularak yok kabul edilmesi gerçekçi olmayacaktır ama onlarında üst bir sorgusuz gerçek olarak görülmeside uygun olamıyor. Dinde öğrenmeyi anlamayı sorgulamayı kendince kabul etmek durumunda bir gerçeğimizdir . Din özsel olarak inancın bir sonucuysa osonucun gerçekçi bir karekterde olması için çaba harcamak inanca verilen değeri göstermiş olacaktır kuşkusuz ne dersiniz.Dostlar kabul edelimki tanrı (Allah ) esirgeyen ve bağışlayandır.Aksini düşünmek gerçekçi olmayacaktır.
Uzun zaman olmuştu şehirin dışına çıkmıyalı .Bir aile dostunun teklifiyle kendimiz yolarda bulduk. eşim ve ben . Yaşadıgınız şehrin önemini sizin yaşamınızdaki değerini ondan uzaklaşınca anlıyorsunuz. Biliyormusunuz dünyanın var oluşunda patlamaların önemli işlevi olduğu fizikçilerce ifade edilir. İfade edliemeyense dünya yoksa (evren ) neyin patlaması oldugudur.İşte yaşadığınız şehri geçicide olsa bıraktığınızda içinizdeki özeminin sınırlarını çizemiyorsunuz. Ruhunuzda bir patlama oluyor sizi sürükleyip götürüyor.Yaşadıgımız hayat bizim hayatımız sanılsada o yaşamda bizden başka herkes söz sahibi oluyor.Bunu önleyemiyoruz.Toplumsa çok ilginç bir küme daim devimnim içinde.
Güller açar her ilk baharda .Her ilk bahar aynı değildir oysa. Yitiktir umutları geçen ömrün.Giden gitmiştir kalanda ciğerde bir kor.Yaşıyorum sanır ıraktan görenler.
İnsan ilginç bir canlı ruhu özgürleşmeyi başaramıyor.İşin ilginci eleştirisel beceresinide kendi için kullandığı pek söylenemez. Üçüncü kişileri detay bir seviyede çözümlemeyi başarabilenler nedense kendileri için aynı beceriyi gösteremiyorlar. İşin özünün kendimize ayna tutmnak olduğunu görmezden geliyorlar. Ne yazıki insanlar başkaları hakkında kendilerinde söz söyleme yetkenligini görürken işin ucu kendi birinci derece yakınlarına gelince bir büyük direnç göstermek mecburuyetine kendilerini mahkum bırakıyorlar.
Yaşam daim renklerin çiçeklerde boy gösterdiği bir gül bahçesi değildir.Yaşam mücadele isteyen ruhu kanatan bir dikenli yolun bir zorunsalı olarak doğan her canlıyı kendi bünyesinde mahkum eder.
Ruhunun özgür olmasını istiyorsan beynine format atmalısın.Özgürleşmek kendinden kurtulmaklada ilgili bir durum.Tüm öğretilenlerin aslında anlamsız olabileceginide düşünmek lazım.Yada öğretinin bir yol gösterici olabildiği gerçeginide görmek lazım.Peki neyapabilirz nasıl olacak bu işler .Dogru sanılanın içinde gerçek doğruyu nasıl anlayacağız. Kendimizi gelin bir soru yoagmuruna tutalım. Kimim dünyada var olu nedenim ne. Niçin sınırsız bir eşitsizliğe mahkum edilmiş bir çağın toplumunda var olmaya çalışıyorum. Dogru olan benim doğru sandıklarım olabilirmi. Niçin içimdeki bagımsal ruhu özgürleştiremiyorum. Yaşamın bana vermesi gerekenlere niçin ırak bir hayata mahkum edilmiş oluyorum.Bu sonuçta benim bir sorumluluğum olabilirmi. Bilinçsizce var olduğum bu yaşamda gidişimde oldukça bilinçsiz ve yetkensiz bir sonuçla olduğuna göre yanılgılarım bana ne kaybettirecektir.Dünyadaki tüm dinler niçin birbirini red eder görünüyor. Tüm pergamberler tanrının pergamberi tüm ibadet haneler tanrının evi kabul ediliyorsa (buda tartışmaya açıktır sizin yaptığınız bir binayı kutsamanız ne derece mantıklı olabilirki )Niçin birbirlerini red edici oluyorlar. İşin özü bu yaşamda din bizim için bir kurrtuluşmudur yoksa bizi mahkumlaştıran bir hükümdarmı. Ne nekadar niçin gereklidir.
Düşünsenize telefonunuza bir mesaj geliyor. Bir isim ve yanında ölüm bildirimi. Yaşam budur işte hangi düzeyde hangi konumda hangi yaşta olursanız olun ölüm size hiçliğiniz hatırlatıyor.Sonra düşünüyorsunuz nasıl oluyorda böylesi bir dünyada tutkuyla var olmanın kavgasını veriyoruz.
Sınırları var her durumun istesekte istemesekte kuralları var eylemimizin. Biz bu eylemsel karekteri kendimize bir zırh olarak giymiş kendimizi korumanın yolunu bulmuş gibiyiz. Bu durum bir saka kuşunun kafeste güvende olması aynı zamanda gökyüzünün özgürlüğünden ırak olması gibi bir hikayenin baş aktörü yapıyor bizi. Ne yapalım hayat neyse odur.
Dünyanın değerleri aşındı diye düşünürüz.Aslında aşınma belkide bizi gerçekliğe götüren bir metod oluyorda biz bunu anlamak istemiyoruz.
Aslında geçmişin danıtılmış değerleri tarafımızca yasdsınacak ötelenecek bir gerekçeyi kendi bünyesinde hak etmemiş olsakta değişimin ve yenilenmenin var olduğunu düşündüğümüz değerlerin yaşam gerçekliğinde olunlaştırlması gereklilini hepimiz görebiliyoruz. Durum şundan ibarettir hepimiz bilinç altımızda bizi yönlendiren bir çok kültürel değerin aslında bizi birazda mahkumlaştırdıgını görme cesaretine erişemiyoruz. Burda şöyle bir sonucu görebilmeyi başarırsak iş birazdaha kolaylaşacak gibi birey toplumu oluşturur ama o toplumun üst karekteri olma şansı olamaz. Toplum kendi sürecini kendi oluşturur birey doğal sevisel karekterinde buna katkı verir. Yada bundan beslenir.Dialektik burdada öncül oluyor.
Hüzün hiç yakışmıyor insan ruhuna sonra anlıyoruzki yaşamak hüzünle kardeş olmak gibi bir durum.Dönüp başka tarafa bakamıyorsun .Bırakıp gitmek için bir adım atsan engel oluyor kader.Kader deyince işin özünde çok derin mevzular var. Haydi diyor gir bu karanlığa belki aydınlanırsın.
Kader sizce ne olabilir .Metafizik açıdan derinliği nerde biter. Düşünsenize ciddi bir hastalığa yakalanmışsınız sizce bu kader degilmidir. Yada onlarca yıl bekleyip sizin yaşadığınız coğrafyadaki bir deprem aktivitesi kaderin bir sonucu olamazmı. Tekonoloji sizin toplumda yeterince kabul görmemişse bunun sorumlusu kim olabilir. Kaderinizi sizmi çiziyorsunuz. Yaşadıgımız toplum bizim kadedrimizin celladımıdır yoksa kurtarıcısımı .Ne dersiniz Kadınlar ve erkekler gerçekten eşitmidir toplum bu konuda samimimidir. Yoksa yapay kulelerin gölgesinde kalmış süt dökmüş kedilerniyiz. Özgürlügümüz birazda mahkumiyetimize bizi mecburmu bırakıyor.
Toplumsal içerikte ana bellek edebiyat olur. Edebiyat içsel olarak taihe ışık tutmayı başarabildiği ölçüde o tarihrteki yaşam odagınıda gelecek kuşaklara iletir.Yazmanın bir olumlu boyutuda burda karşımıza çıkar. Edebiyat emektarı bunu yaparken ya kurguya yönelir (Roman,hikaye ,) yada fikirle durumu tesbite çalışır (Deneme ) .İşin rijit (direk ) bir ana yönüde şiirdir.Şiir sanılanın aksine hayalperest bir karekter taşımaz.İster toplumcu yönü olsun ister bireysel duygunun yoğunluğunu taşısın şiirin insancıl bir edebiyat işlevi olduğu gerçeğini görmek durumundayız.Bu nedenle edebiyat yolculuğunda emek veren her isim benim için önem arzeder.Bu sürece okuyucuyuda katmak durumundayız.Edebiyat kimliği olan bir yazmanın toplumca benimsenmesi yada tanınması pek kolay olmaz doğrusu gereklide değildir.Edebiyatı yaşamın içine katmaya çalışmanında bir gerekçesi olamaz biliyoruzki edebiyatın beslendiği kaynak toplumsal topraktır.Edebiyat yazım düzeyi ne olursa olsun toplumsal varlığın bir ekinseli olarak yaşamı kucaklar. Belkide yazma tutkusu birşeyleripaylaşma arzusunun bir gerekçesi oluyor.
Kendi geçmişinizi anlamak istememizden doğal bir durum olmuyor.Bende Kafkas kökenli babam şirin ustanın (Şahiner ) Batum kırsalındaki ata yerleşkesini hep merak etmişimdir.İşin birde şöyle bir boyutu vardırki görmezden geliyoruz.Tüm dünya tüm insanların gerçeğini kabullenmek.Göremedigimiz bir durum tüm halkların insanlık tarihi boyunca göçlerle yer değiştirdiği gerçeği oluyor. Örnegin biz türklerin kökenin Afrika olduğunu günümüzden kırkbeşbinyıl önce afrikadan göçlerimizin olduğunu kırküçbinyıl önceden orta asyada Anadoludaysa yaklaşık kırkbinyıldır var olduğumuz gerçeğini bilmemiz lazım .Evet genel görüşün ötesinde biz türkler Anadoluda binyetmişbir yılının çok öncesinde var olduk .Burda sümerleri tanımamız lazım sümer türklerinin bu topraklarda Mezopotamya çevresinde dörtbinyıl öncesinde devlet kurduklarını bilmek durumundayız. (Kaynak türklerin budunu sezgin onat )
Bu topraklarda kavimlerin daim var olması doğaldır bilinen değişik isimlerde kültürel boyutu olanların türk kültürel etkenliğinde homoejenleştigini ortak geleceğe ivme oluşturduğunu gerçekçilik boyutunda tesbit dogru olacaktır. İşin siyasal yönünün uzamanlarına bırakıp insan odaklı çağdaş bir ülkede nasıl şyaşamalıyız onun mucadeslesini anlamaya çalışalım.
Çocuklugumda Diyarbakırın bağlar semtinde istasyon lojmanlarında ordanda sonraları fatih mahallesinde toprakdamlı bir evde yaşadığımı daha evvel ifade etmiştim. Orda kendimizce bir umutvar yaşama sahiptik . Yıllar geçti ömür kendini tüketti şimdilerde Alanya bizim için bir gerçeklik olarak varlığımızın öznesi oluyor. Akdenizdeki deprem yansımaları alanyada bizi korkuta dursun .Alanya vazgeçilmezimiz olarak içimize işledi.
Popilist bir kültür işin özüne katkı verebilirmi. Açıkcası bir ülkenin kültürel yoğunluğunda popilst yaklaşım nederece önem arz eder. Popilst yaklaşımların işin öznesinde geçerli bir katkısı verebilirmi. Muzikte kültürde resimde sanatın tüm karekterisinde popilst yaklaşım nasıl swgerlendirilebilir. Kabul edelimki tüm sanat dallarının figürleri güncelde olsalar kitlelere ulaşmak isterler kimileri bunu büyük bir olgunlukla karşılarken bir çoğunun ilkel kibirsi karekterlerinin öne çıktığını görebilirsiniz. Yazı böyle değildir. Bu nedenle düşünen yazan beyinlerin yaşamları hep çetrefilli olmuştur ve daim yönetimle çelişr bir karşıtlığı onlarda görürsünüz. Güç yazılanı kontrol etmek ister bunun içindirki basın özgürlüğü düşünce özgürlüğü hukuk üstünlüğü daim degerr verilmesi gereken bir temel gerekçemiz olur. Toplum ve insan birbirini tamamalr aynı zamanda karşıt bir devinimin ana temasını oluştururlar. Dogru olan farklıdır doğru sanılan farklıdır ikincisi birinciyi daim gölgede tutar.Biliyoruzki öğretilerin çoğunluğu yapay varsayımlara dayanır doğrusu toplum egemenleri insan denen canlının günümüzde toplumsal içerikte düşünceyi öe çıkarmasını pek benimsemezler düşünen insan sorgular sorgulayıncada çatışkıyı görür.Yaılgıyının tespitini kolay yapar.Sorgulanmaksa topulmsal yapının temel karekterinde (siyasal ) pek tasvip edilmez.Günümüz demikrasilerinin zaman zaman yalpalanmaya maruz kalmasının ana sebeplerinden biride budur. Egemen görüş (bunu üst kültürel varlıkla karşıtırmayalım ) kitleler üzerinde kendi varlık düzüenlerin daim ettirebilmek için kullandıkları genelde toplumun öz değerleri olur. Ne yapalım dünya böyle bir dünya ve bu dünyada milyarlarca insan pastanın tepsisine dahi yanaşamıyor. Birileri üst çoğunluk ezik toplumsal toprağın ana bileşkesi olarak varlığını bile algılayamıyor.
Yaşam düşünenler için doğrusu bir ızdırap nehridir.
Kültürel gelişim kısa bir zaman dliminde gerçekleşemiyor. Ulusal ya da evrensel karekter devlet politikaları bireylerin güncel tercihleri buna çoğu kez direk baskınca rölü benimsemiş oluyor. Edebiyat yaşam insan odaklı olduğu düzeyde bu sürecin bir paydaşı olurken aynı yapıda bir etki mekanizmasınıda kültürel boyutta sağlamayı başarıyor.
Bazen biryerlere gitmek istiyor insan değişik yaşamlara tanıklık etmek istiyor.Kalıbını kırıp fanusunun dışındada kulaçlar atmak istiyor.Açıkcası özgürlüğü hissetmek istiyor ruhlar ötekileşmeden ötekileştirmeden paylaşılabilecek olanı paylaşmak istiyor.
Seni görünce saklanırım ben üzülürüm korkak bakışlarımı görmeni istemem. Ölülerimin geride bıraktığı hüzünlere bulaşma sen. Devrimci şiirler okumayı sevmem ben. Sonra bir kır kahvesinde mavi boyalı bir masada gökyüzünü anlatırım sana sen yoksundur yanımda olsun biliyorum senin ellerin üzerimde. Kırmızı bir gül koymuş biri masaya anlaşılan sevmeyi bilenler var bu dünyada ben onlardan değilim. Ben ömrümce korkmuşumdur sevmekten düşünmekten ağlamaktan. Ben çok şeyden korkmuşumdur sen anlamazsın bu duyguyu . Korku başa beladır. Korkmazsam çekip gitmezmiydim ben. Bakma sana çekip gitme sakın dediğime Benim. Sende gelmelisin benimlen. Şöyle Toroslarda bir kara çadırda birkaç keçi besleyelim geceleri gökyüzünde yıldızlar olsun şöyle özgürlüğü anlatsın bize. Sana Nazım,dan şiirler okumuş olayım. Sen bakma bana öyle sen yoksan bir yanım değil çok yanım eksik benim .Sen yoksan var olamamki ben.
Bu şehirde bir tiren garı olsa herşeyi bırakıp oraya gidebilirdi. Bir bilet alır ıraklara dogup büyüdüğü sonrada yanlızlıga mahkum olduğu topraklara gitmeyi düşünebilirdi.Gerçi nereye gitse sorunlarda onunla gelecekti. Bir türk generali şöyle der ‘Kaçarak özgür olunmaz. ‘
Zor olan bir birlikteliğin bırakılması olsa gerek. Kendinizi yitikleşmiş hissediyorsunuz. Aslında herşeyin daim iyi olacağı bir kavramıda gerçekçi görmemeliyiz. Bazen vazgeçmek saihiplenmekte daha erdemli bir davranış olurda biz bunun farkına varamayız. Ne yapalım sevda böyle bir şey bırakıp gitmekte gerekli oluyor bazen yada gidene dur diyememek öylece bakakalmak ardından. Sonra bir çay içmek biliyormusunuz acıların hemen ardından ne yapıp edip bir sıcak çay içmek lazım . O sizi yaşamaya mecbur bırakır.Birde beyaz renkli güllerden bir demet yapıp kadınınıza vermeyi unutmayın sakin.Tabi işin birde şöyle bir reconu var kadınınızda gerçek bir kadın olacak sarıp sarmalıyacak ruhunuzu.Fark ettimki bir çok birlikteliklerde özellikle evliliklerde ne gerçeklik var nede sahtelik bir puslu hikayedir zamanı gelince koppar ipler .Siz bunun farkında değilsinizdir.
Biliyormusunuz bilimin kalıpları olmamalı diye düşünenlerdeyim .(Bunu metodla karşıtırmayalım bilime ulaşmak için gerçekçi realist bir yolu takip etmek icab edebilir .) Bilimin bir misyonu varsa oda gerçeği anlamak olmalı diye düşünenlerdenim .Bunun ötesi akıldakini doğru olduğunu varsayıp bunun için verilen çabanın bilimsel olduğunu idda edemezsiniz.
İnsanlar kalıplarından çıkamıyor.Evet böyle olunca tartışmadan kaçınıyor.Bireysel durumumuzla yaşamın evrensel gerçekliği birbirine kalıpsal bir konumda olmaya bilecekken bunu görmezden gelmek kabul görmüşün peşinden yüremek nederece yaşama katkı verir.
Yaşamın tüm hoşa giden eylemleri ahlak kavramının içiriğine pek uymuyor. Din içinde böyle oluyor.Gerçi ahlak dine mahkum olan bir konumda olmadığı gibi dinide kendi içeriğinde besliyor.Din Ahlaksız olmuyor.Dinin süreceli varlığında aslında ahlaklı olmak arayışı yatıyor denilebilir. İşin özü nedir noktasına gelirsek işin özü gerçekçilik çokta kabul gören bir durum olmuyor.
Gerçegi aramaya çıkan tüm düşün insanlarının ilk çağlardan günümüze daim tepki gördüğünü görebilmeliyiz. Farklı düşünmek sizi red edilen bir süreçte ötelere itiyor.
Bazen görünenle gerçek birbirinden çok farklıdır .Siz görmek istediğiniz gibi görürsünüz çünkü algılarınız o yöndedir. Burda biraz konu ilişkinin yapaylıgınıda hatırlatır size.Toplumsal içerikte kadın erkek ilişkilerinde yaşama bakış açılarında siyasasl yada kültürel algıda hep görülmek istenin öne çıkar.Siz her yapay algıyı gerçekl,ik kulvarında sanırsınız.Halbuki yaşam böyle değildir.İşin en çetrefilli yanı hepimizin içseli umutta sonsuz ve sınırsız omadıgına göre .Yaşamı görünürün ötesinde anlamaya çalışmak belkide bizim nefes almamıza öncül olacaktır. Belki o zaman isimsiz kadınlar sevginin hazzını yaşayacaklardır hikayelerinde uçsuz bucaksız hayeller kendine bir sınır koyacaktır. Belki sevdalar geçici olmaktan vazgeçmiş olacaktır.
Size fayda sağlamayan hiçbir değer (maddi yada manevi yok hükmündedir.)Bir varlık sizin yaşamınıza katkı veriyorsa anlamlıdır. Yaşamda geçici olduğuna göre bugün durumum nedir ne olabilr sorusu öne çıkar. Buna yaşama bilinci olgunlaşmış bireyler olabilirsek doğru bir yanıt verebiliriz. Çogumuzun yanılgısı burda başlıyor. ‘Gübreliklerde açan gülleri koklayınız.’ Tükenirsiniz çamurlar içinde kalırsınız.Birde gülleri çekip çıkarmak var bataklıktan kol kanat germek var.Dogrusu işin bir başka hikayesi vardırki o gübrelikleri öteleyip pak temiz bahçelere kavuşturmak sevdasını memleketin.Yaşamın bir keyfini anlayıp yeşertmek tohumlarını özgürce. Sonuçta ne demiş şair ‘ Bu memleket bizim ‘ Ah ne farkımız var söyleyin dünya aynı gökyüzünün altında degilmi.Kim söker aparatlarını haksızlığın .Kim tüm dünyayanın ovalarında çadırlar kurar. Kim paylaşır paylaşılabilecek olanı. Ekmegi bir tepside etli bulgur pilavını kim dağıtır yüreğinin aç umutlarına. Ah kim kimi sever Kim katlanır hücrenin azgınlığına bedenindeki kavgasının. Kim hoşlanırda varamaz yanına konuşamaz hikayesini sevdasının.
Ah benim bu mahzun halim ölümler tümen tümen üzerinde biliyorum
Sen kimsesizlerin hikayesi bu yolculukta .
Kısık kediler gibidir umutlarım dolanır yüreğimde yumak yumak .
Ah benim yaşadığım şehirlerde korkusu vardır sevdanın
Aşk ıraktır erkek ellerine gecenin
Kimbilir kimin nesidir bu yalanm şarkılar.Bu korkunç yanlızlık.
Kim anar göçüp gidince kimbilir benim.
Bazen güneş doğar zaman sabahındadır sevdanın .Bir kadın kaçar pencereden oldukça sevinçker bakışları vardır.Askerler yalnız ölür umutlarında bu ülkenin.
Orda bekliyor o bilgiç bakışlı sürtük kadınlar .Kısa mini etekleri kütük bacakları onları dikat çeken bir obje yapıyor. Kapıda bir güvenlik görevlisi var. Oldukça miskin bir karekter gibi duruyor. Böylesi bir işletmede daha hareketli birilerini görmek istiyor insan.
Aniden karar verdiğimiz bir yolculuk için dolabın üzerindeki boş valizi indirip içine giysileri doldurmaya başladık kazaklar iç çamaşırlar bir iki pantolon koca valiz sanki aylarca gidiyormuşçasına içini doldurduğumuza eger aklı olsa şaşırmış olurdu. Neyseki cansız varlıkların görünürde böylesi bir yeteneği yok. Cansız varlıklar deyince düşünmek lazım gerçekten cansızlarmı yada rutin yaşamlarda tek düze bir hayatın mahkumları olarak bizler nederece canlılığa sahibiz.
Düşünsenize yer kabuğunu cansız biliriz gerilimini boşaltırken hepimizi çaresiz ve yılgın bırakabiliyor. Koca koca binaları yıkıp toz duman ediyor.
Biliyormusunuz yolculuklar beyne format atıyor adeta sizi yeniden yaşama ve yaşanılan yere bağlıyor.Alıştıgınız yolları önemser oluyorsunuz.Birde farkına varıyorsunuz çevrenizdeki yapaylığın.Daha ne olsun Tanrı aşkına yaşama bir ivme kazandırıyor yolculuklar dönüşler önemseniyor.Umursanmaz gözüken avuç içi hayatlar özlenir oluyor.
Yoldaşlar bilinki severim ben insan denen canlıyı .Ekmek eşit bölünsün isterim. Ülkücü bir sevdadır benim için yurt severlik. Yarin belindeki kuşak kırmızı olsun isterim.Gök yüzünde al bayrak özgürlüğümü anlatsın yıldızlara. Ben yetim çocukların gözleri gülsün isterim. Öksüz duygulardan arınsın yürekleri .Çok ser isterim ben haddimi aşan. Kimsenin kimseden üstün olmadığı tüm çiçeklerin özgürce açtığı o toprakta hikayeler anlatırım umuttan yana. Ezanlar okunurken vaktin birinde ben ölümü hatırlarım bilirsin. Bilirsin ellerin ellerimde olsun ölüm gelince. Benİ Toroslarda bir yamaca gömün olurmu.Bir türk kahvesi için beni anlatın şiirlerimde. Anadan babadan kardaştan yardan ve nefes almaktan bukadarmış nasibim.
Ben bütün kadınlara yakın tümce kadınlardan ırak .Ben yanlızğın kasvetinde bir garip serdal Ah nasılda severdim o esmer bakışlı umudu sen gidene kadar. Biliyorum bu şehir beni sevmiyor bende sevmiyorum kendimi. Hikayeler dinliyorum kuvvayi milliye hikayeleri çanakkalede mavi gözlü bir komutan gözleri babam şirin ustanın gözleri gibi tüm anadoluyu sığdırmış yüreğine. Bahar çiçekli bir fistan giymiş anam .Yolculuk nereye deme bana korkutma vakitsiz ölümlerinde beni gecenin. Ah Ankara ben seni sevdimde anlamadın sen. Ne demiş şair ‘Çok kadınlar sevdim zaten yoktular ‘ Atilla İlhan.
İlk baharda ölmek istemem ben. Ölümüm kasımda olmalı şöyler çamurlu ayaz bir kış mevsiminde bırakıp gitmeli bu dünyayı .Yinede korkuyor ölümden insan .Sevdikleri gitmiş olsada vakitsiz bitli bir kadın saçı gibi sarmış bu dünyanın yalanı bizi.Hani anlatılırya geçmiş devirlerden kervanlar göçermiş sahra çölünde .Hatırlıyorum doğduğum o kadim şehirde delliller hanı diye bir han vardı .Dört ayaklı minarede beklerdi ölüm .Kimbilir nasılda akardı dicle kendince. Geçenlerde bir yolculuk yaptım şöyle dostça dolaştı ruhum karadenizde. Kızılırmak üzerinde bir köprü sinopta hapishane ve Sabahattin ali. Heykelini dikmişler şöyle kara kuru bir hikayeden alınmış birkaç sözcük vardı belki kendince.
Ah alanya ne oluyor sana anlatsana . Niçin yitik bir hasret var sokaklarında. Atatürk caddesinde bir kadın geçiyor tüm umutları yüregimde ölüyorum ben. Seni Akdenize benzetmek ne güzel köpük köpük seviyorum seni ben. Saçları boyalı kadınlar ötelerde dursun. Sen gel uykularıma benim.Görürsün seni sevdigimi sen yanımda yokken.Ah nasılda özgürlük kokar kadınlığın biliyorum. Bende gülerdim çiçeklerin açtığı mevsimde bende şiirler okurdum kendimden.Biliyorum bir kadın bekliyor beni tanrı cennetinde kutsuyor namuslu kullarını birde esmer bir gece soyunup günaha sokuyor düşlerimi .Düşlerimde seninleyim ben. Kitap yazmış diyorlar şirinin oglu serdal ben sadece ruhumu seriyorum ortalığa.Hiç apartmanım olmadı benim. Şöyle dört çeker bir araba. ince topuklu ince çoraplı bir kadınım olsun isterdim hikayede .Hep kendimde sakladım kendimi .Büyük devrimleri özlerken gençliğim.Hani bu kadim türk yurdunda özgürce büyüsün işçi balaları mavi bir önlük olsun üstlerinde. Onlara Mustafa kemali anlatırken öğreticiler ah bir uçurtma olsa umut gökyüzünde. ök yüzü bilirim telli dikenli sınırları tanımaz. Kaplar yüreğimi mavilerinde.
Yıllar geçiyor bir çok önemsenenin ne kadar önemsiz olduğunu anlamaya başlıyorsunuz.Çok sahip olmak istediklerinizin hiç anlamı olmadığını görebiliyor artık benliğiniz. Uçsuz bucaksız bir yalan dolan denizinde tüm dünyanın bir çocuğusunuz artık elinden oyuncakları alınmış olan.
Herkesin önemsediği bir şeyi önemsemek zorunda değiliz. Benim doğrularım sizin için yanlış olabilir. Biliyorum her insan kendi kümesinde ömür tüketir. Dünya denen çöplükte.
Güneş doguyor görüyorum .Ama karanlığım gitmiyor odamda.Ne yapsam kime sitem etsem mevsim yaz yada kış farketmiyor içimdeki yanlızlık. Hani bunca derdin tasanın içinde şöylr gülümsemek yokmu yârin gözlerine bakıp tabi bunun için önce bir yar bulmam lazım.Oda pazarda meyve degilki anasını satim.
Bu gün cumartesi zenginler ihtimal arabalarına binip boğazda yemeğe giderler. İstanbul zenginleri seviyor.Neyseki ben Ankara adamıyım .Şöyle gençlik parkında bir kafede gençliği arıyor gözlerim. Karşımda kırşehirli Kezban . Reyhanım biliyor kezbanı önemsemiyor çok ıraklarda bir yalan olmuş herşey oda biliyor. Bazen kapı çalıyor .Kim gelidi diye meraklanıyor insan. İşsiz erkekler ve yorgun bakışlı esmer saçlı kadınlar özgürlük şiirleri okuyor hikayesinde zamanın.
Kalabalıklar gürültüdür orda Haykırışları duyamazsınız sizi alır bir kıraç toprak gibi yitkletirde siz anlamazsınız.
Hayat gençlikten ibaret sanıyoruz.Yanılıyoruz tabiki. Çaresiz bir yolculuğun peşine takılmışız gidiyoruz.
Hava oldukça kasvetli dışarda bir keskin gürültü kulaklarımızı tırmalıyor.Tüm pencerelerini kapatmışım odanın.Karşı binada esmer bir kedi pencereden dışarı bakıyor.Oldukça sakin bir bakışa sahip. İhtimal kalbiniz dakikada bilmem kaçıncı kez atarken bir an gelecek bu çalışkanlığını unutup sizi ölüme yollayacak .Böyle şeyler nasıl aklıma geliyor bende anlayamıyorum.İhtimal havanın kasvetinden olacak .
Nasılda korktum kendimden insan böylesimi çaresiz olurmuş dostlar.Hani bugün akşam oldu diyelim sabaha çıkma şansı varmıki birimizin. Öylesi yanlızım işte .Bilirsiniz kediler yalnız yaşar işin aslı kadınlarda öyledir siz bakmayın eş olduklarıma başına buyruk ruhları sizede alır götürür o sevda denen rutubetli dehlize gömer.Ah nasılda özleriz önce göçenleri üzerlerine toprak örteriz o çürümeye hazır bedenlerinin. Sonra bırakırız onları çıkıp dalarız hayatın yorgunluğuna o kısa fikirli şiirlerden dizeler usuumuzda.
Farkındamısınız özgürlük ıraklarda kaldı puslu sömürgeci bir yitikligin içinde tüm emekçiler. Beyaz yakalı bir yalan kendini oyalıyor. Mavi bir gök yüzü tüm bu kavgalarında insanın gülümsüyor acıya. Biz bu dünyada en çok kimi sevdik dersiniz. Anladımki muhabbet hapis almış bir mahkumun ruhu özgürlüğü yaşayabilir.Sokakta gezen biri mahkumiyetin içindedirde anlamaz bu durumu .Kapitalizim çok şeyi ezer geçerde siz kendinizi üste sanırsınız. Birileri birilerinden üstün yaşar çünkü o birileri cüretkar bir asalak piçligi kendine güç saymıştır.Biz öyle olamayız yetim hakkı yiyen rezil bir hayat bizim hayatımız olamayız.Baz kediler gibiyiz hep yalnız kalırız acılarımızla.
Yazmaya çalıştığım tüm verilerimde (İzdüşüm ,konuşulmayanlar,yansıma farkettimki hep ruhumun bana yüklediği bilinç yolumu çizmiş .Türk olmamın bana verdiği külütürel huzur emek hak özgürlük kavramları beni birbirinin zıttı görünün bir çok görüşün aslında insan odaklı olarak birbirini tamaladıgı gerçeği. Önümüzde dağlar gibi duran görünürde ahlak toplum insan bütüncesine yön verdigini sandığımız belkide olması birey ve toplum için gerekli olan bir çok kavramın dozunu aşarak bizleri zehirleyebildiğini görebilmek görünürde ahlaklı içsel karmaşık azgın ruhların mahkumu olur olmak. Hayatı zorlaştırmayı kendimiz için gerekli görmek.Ruhumuzu çarmıha germek. Kendimize sorabiliyormuyuz biz gerçekten sevmeyi becerebiliyormuyuz diye. Sevmeyi başarmak hayatı avuçlarında bir çiçek gibi büyütmek degilmidir.
İşin kolayını o kapıda bekleyen yalan bakışlı pislik herifler biliyor.Yaptıkları tek şey paranın peşinde koşmak onlar için herşey mubah.Hani güvercinleri öldüren onlar kadınlara tecavüz eden onlar.Yetim hakkı yiyip sonrada iş yapmış gibi ortada sırıtan sırtlanlar onlar. Tüm korkuları harmanlarıp güvenin öz kardeşiymiş gibi caka satanlar onlar. Böyle olunca yorgun ruhlu garip duygular çekip gidiyor hayatımızdan. Güzel insanları ölüm onları bulduğunda hatırlıyoruz. İnsanın haykırası geliyor çekip gitme sakın diye. Ama dinlemiyor dürüst bakışlı yoldaşları ömrümün .Tek teke çekip gidiyor meçhuliyetine anlaşılmayanın.Hani anlatalım dersek neyi anlata bilirizki.Kimin saçlarını okşar garipliğimiz.Piç ruhlu suliyetler hükümdarı olmuşlar bu yalan dolan hayatın.
Sakince bekliyoruz hayat bizide sevsin diye ama öyle olmuyor. Hayat kirli ruhlu birilerine daha bir cömert davranıyor.Sıska dişiliğini ten çorabanda resmileştirmiş kötü bakışlı kadınlar kırmızı ciplerede dolaşıyorlar sokaklarında şehrin.Dar paçalı pantolonlu yavan ruhlu erkeklere kadınlık yapıyorlar. Bir atesitler ve inançkarlar kendilerince haklı bir hikayeyi yazıyorlar yaşamlarında. Ömürce çalışıp didinmiş yılgın ruhlu emekliler parklarda bir kırık kanatlı güvercin gibi tünemiş bekliyorlar o bilinmez yolculuğu. Farkındamısınız koca binalara sahip tanklara toplara sahip devlet birkaç yıl ömrü kalmış emekliye insanca bir yaşamı veremiyor .Birileri üst katlarında yaşıyor zamanın puslu hikayesini. Hani birkaç ay sonra o ruhumuzu okşayan dinin kutsadığı günde niçin yaşadın niçin günahkar oldun diye soracak kendine ruhumuz. Neyi sevdiysek yanlış sevmişiz anladım. Kimsesiz kalmış civcivler gibi ürkek dolaşıyoruz yalanlarında bu hayatın. Bizde bilirdik sevince çiçekler açar bahçelerinde umudun. Bizde bilirdik renklerini yaşamanın ama düzen bize kayıp şiirler yazdırdı bu hikayede.
Biliyorum son baharındayım ömrümün. İsımsiz korkular bedenimde misafir.Kimim ben kimden kaldı bu acı yüreğimde. Anlatmak hikayesini bir rakı masasında birkaç dost birkaç gıram beyaz peynir .Şöyle yatsı namazından sonra. sekmi içmeli hayatı karar veremiyor insan.
İnsan ileri yaşa gelince içten içe bir korku yaşıyor ölümden yana .Öyle ya ne bilelim ne olacak ölüm gelince ruh kimleri saracak meçhuliyetin arafında. Geride kalacaklar yine sabah kahveelri içmeliller. Yine şiirler okumalı geride kalan hayat. Mevsim yaz olmamalı bunu biliyorum .Haziranda ölmek zor olur sen yanımdayken.
Bence insan yaşarken yüzyılı devirmeli .Yüzyılda bir olur devrimler biliyorsun.Kafası bozuk ahlak yüzyılda bir özür diler memlektten.
Zaman herşeyi kanıksatıyor. Acılar kabuk bağlıyor.Sokakta insanlar koşturup duruyor hayat denen hikayesinde zamanın .
Biliyormusun dostum yanlızlıgım benim.Yaşamak çok güzel bir sevinç. Evet yaşamak gülleri sevebilmektir dalında umut etmektir sevmeyi sevilmeyi.Bir kış gecesinde kestene közlemektir yârin gözleri gözlerinde.
İzledigimiz kendimiz değiliz. bende kendim değilim sende. Evrende nefes alıyoruz çok şükür yaşıyoruz .Baharda başakları olgunlaşcak buğday tarlalarının gelincikler açcak aralarda. Aralarda bende seversin beni özletirsin uykularımda.
Ah bu dünyaya çok erken gelmişiz devrimci sözcükler bagazımızda çok ıraklardan kadınları özlemiş yüreğimiz.
Bir erkek için dünyanın en etken duygusu onu önemseyen bir kadının olmasıdır. Siz ona bakıyorsunuzdur o size. Aradaki duvarlar yerinde kalsa da olur. Sıkıntısı olmaz gülümsedikçe. Şöyle düşününce fark ettiğim tek doğru hayatı boş verip kuralsız yaşayan insanların daha mutlu göründüğü gerçeğidir. Evet bizler sınırları belli fanusun içinde japon balıkları gibi aynı alanda dolanıp duruyoruz. İçinde bulunduğumuz suyun kirliliği bile bizi rahatsız etmiyor.Çünkü doğru olanın o olduğunu düşünüyoruz.Hani bazen olurya toplumsal dialektik çatışkıyla en olmazı üste çıkartır .Milyonlar büyük yanılgılarının mahkumu olduklarını dahi anlamazlar.Bireysel ilişkilerde de bunu görebiliyoruz. Çevremize bir bakalım birinci derece kan bağı olupta küskünlüğü yaşamayan kaç insan görürüz.
Her sabah kalkıyoruz aynı işler aynı sözcükler aynı dertler aynı umutlar.Hani binip bir uçağa şöyle ıraklara gitmek istiyor insan .Bir valiz hazırlayıp tüm derterini bohçalayıp bırakmak dehlizlerinde dünün. Olmuyor tüm dertler sizden evvel sizinle yola çıkmaya hazır bırakmıyor sizi. Uçalşara binmekten söz edince uçaklardan söz etmeden olmyor.Düşünsenize o dev cüsseli metal yığının nasıl havalarda uçurtuyor tekneloji oturduğunuz koltukların ardındaki o muazzam o derece karmaşık sistemleri görmüş olsak acaba binebilirmiyiz o uçaklara.Herşey muazzam bir teknolojinin hükümdarlığının bize anlatır uçakların gök yüzünde süzülmeleri.
Hükümet dünyayı yönetir görünüyor.Sonra düşünüyorsunuz sizin dünyanız şu sokağın bitiminde bitiyor gibi. Akdeniz kaçıyor sizin sıska kuru kavgalarınızdan. Halbuki ben denizin mavisini severim . Sizde seversiniz. Bizim mavileri sevdiğimizi hükümet bilmiyor.
Bir yerlere kaçı versek seninle. Şöyle ağaçların bol olduğu geyiklerin yamacında dolaştığı bir köyde kendimizce şiirler okusak gök yüzüne bakıp. İşçiler saçları örüklü kız çocuklarına ekmek dağıtsa kediler sıcak bir sobanın yanacıgında uyuklasa. Tüm ölüler huzurla beklese arafta tanrının cennetini. Birde tüm akasyalar mevsiminde açsa kokusu yediveren bir çiçek olsa hayat. bahar gelmiş olsa .
İnsanlar farklı düşünür bir avuç insansa daha bir gerabet içinde.Gerabet sözcüğünü bilinçli kullanıyorum (tuhaflık gariplik alışılmadık ) Bu tipler kendilerini entellektüel olarak görür bunun içinde ilk tercihleri toplumun kabul ettigini red etmek oluyor. Kültürel düzeyin üzerinde olabilmek farklı bir arayıştır gereklidir ama her önümüze geleni kendini üst görüp küçümsemekse halkçı karekterle uyumlu olamıyor. Bunu bazı yaşam yansımalarında çok iyi gözlemliyoruz.
Zamanın ruhu oldukça puslu bir bilinmezliği bize dikta ediyor bizimse onunla uğraşacak ne vaktimiz nede kuvvetimiz var. Ruhumuz cesaretli bir haykırışı dahi yorgunca red ediyor. Gülümsemeyi unutan umutlara mahkum olmuş bir ömrün çırpınışını yaşıyor ömrümüz.
Biliyormusun dostum insan korkuyor .Tanrının belkide bize nasipledigi akıl kavramınından sonraki en önemli şevk nezaman öleceğimizi bilmememiz oluyor .Böyle olunca hayatla barışık oluyorsunuz.Düşünsenize çaresiz bir hastalığa yakalandınız olasılıkların tamamı sizin hayatınızın sınırlı olduğunu söylüyor. Diyelimki iki yıl ömrünüz kalmış yada iki ay nasıl nefes alırsınız nasıl gülümsersiniz umut etmeyi başarabilirmisiniz.Bilelimki yaşamak güzel şey.
Kalabalıklar arasında kayboluyor sözcükler .Çünkü gürültüde yitikleşir sözcüklerin anlamı . Herkes kendince gülümser acının ardından. Geride kalanlar kedileri sever. Kedilerdir gülümseten umutları yaşarken. Ben o yüzden çocukluğumun kedilerini hiç unutmam .Biliyorum kediler miyavlarken çekinmezler hiçbir şeyden .İnsan öylemidirki bir söz söylersin karın gücenir hükümet kızar komşun selamı sabahı keser.Ben kedilerin özgürlüğünü kıskanıyorum.
Her sabah erkence uyanır umudum. Şöyle bir düşünürüm ıslak bir ağaca yağmur altında tünemiş serçeleri. Sarı saçlı esmer kadınlar geçer hayellerimin yanından. İsimsiz bir sokakta beklerim tüm yitirdiklerimi. Nasılda ağlar sen gidince korkularım özgürlük ekmeği paylaşabilmek bölüşebilmek umudun ışıltısın. Sevmekten öte olmalı her şey .Ölüleri özlemenin anlamı yok .Giden gelmiyorki o meçhulden. Anlaşılan bu hikaye böyle bitecek .Güller zemheriyede sevecek baharıda sen giderken.
Yaşamak bir zülümdür biliyormusunuz. Sonunda ölüm var çünkü .Tüm kazanımlarınızı unvanlarınızı sitatünüzü yok edip geçiyor üzerinizden.Bunun için yaşamı layıkıyle var etmek lazım.Yarin gözlerine bakmadan önce yetimlerini kucaklamak lazım garipliğin. Issız sözcüklere bir anlam yüklemek lazım. Çok şey lazım var olabilmek için . Neyse haydi bir çay demle demlensin yüreğimiz sıcaklığında umudun olurmu.
Yaşamın sınırları var biz bunu görmek istemiyoruz.
Aslında bu hayatın bir anlamı vardır mutlak . Ama biz bunu anlamaktan aciz insanlarız ruhumuzdaki eğoyu dizginlemeyi başaramıyoruz.Yorulmuş yolcuları olmuşuz umudun.
Kauntum yaşamalıyız . Yani özü anlamaya çalışmalıyız.En küçük parçanın en mikro miktarını tanımlamayı başarmalıyız.Burda bilinçle gerçekliği bütünleyici bir özneyi aklımızla olgunlaştırabilrsek belkide kauntum düşüncenin içseliigine kavuşabiliriz.Eger en içsel duyguyu algılarsak onun gerçeklik yansımasıda bize kendini açıklar. Burda bir çok kavramında afaki olduğunu görebiliriz.Örnegin zamam kavramı örnegin yaşam dialektigi yada ölümün kendisi ölüm sonrası olasılıklar. Evlilikler sosyal yaşam iş yaşamı mülkiyet ilişkileri.Zerre noktasında bir öz varlığın miktarının anlaşılması dahada açmaya çalışalım fikirleri iman tanrı pergamberler ölüm aile akrabalar görevler beklentiler sitatüler.Toplumsal ilşkide ciddiyet yada ciddiyetsizlik. Örgütlenme sınıfsal yapılar okullar okullarda öğretilenler .Saglık insan bedeni tıp disiplini bilinenler bilinemeyip bizi çaresiz nırakan sonuçlar. Düşünmek düşünmenin ışığını kendimizde besleyebilmek .Kauntum bilince erişebilmek .
Biliyoruzki her toplumun kendi özgü bir yolculuğu vardır. (kültür ) bu yolculuk geçmişten gelir daim devinim içinde devam eder. Bu insanı etkileyen her değer için böyledir. Öz baki kalsada etkence daim kendini yeniler.Kalıpsal boyut burda çatışkıyı getirir.Kült yapı kültürü vasatlaştırmaya yönelebilir.Her çağın getirileri farklı oldugunua göre kültüde farklılaşmaya musaşt olmalıdır.İnsan aklından çıkmış insanı etkileyen her değer aynı zamanda değersizleşmeye aday bir karekter oluyor.
‘ Biz, Kur’an’ı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah’tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.’
Önümüzdeki öğretilerin inançkarlar için en önemlisi olup yüce bir değer olarak görülen kutsal kitap kuran,nın ta-ha süresinden bir ayeti burda düşünmemiz için önümüze getirdim. Zerre kadar hayatımıza etkimiz olmadığını anladığımızda bir çok şey için geç oluyor .
Şartlar size ne söylerse söylesin umudu kesmemek lazım .Yaşam her durumda kendi sevdiriyor. Çiçeklerin açması üzüm bagları .sevecenliği bir kuzunun .Şehrin ışıkları yaşa diyor kaç ölümün gölgesinden. Kendin ol .Yapay yalanların kulvarında dolaşma.İnsanları sevmeye çalış buna kendinden başla. Birileri insafsız sözcükler kullanabilirler takılma onlara kendi yolunun dikenlerini kendin temizle.
Bazen çok samimi olmadıgınız ama varlığını bilip güven duyduğunuz insanlar oluyor. Bunların ölüm haberlerini duyunca yıkılıyorsunuz.Yıkılınca yeniden ayağa kalkmak sanıldığı gibi kolay olmuyor.(02 şubat 2024. Antalya.)
Yaşamı özgürleştirmek için önce beynimizi özgürleştirmeyi başarabilmeliyiz. Sınırsız bilgisizlik kirliliğini zerreciklerine kadar boca ettiğimiz beynimize format atabilirmiyiz.Kenidimizi nasıl özgür bir karektere taşıyabiliriz bunu başarma uğraşında bize bilgelik yapacak olan ne olabilir.Açıkcası burda yine kirlettiğimiz beynimiz bize ışık olacaktır diye düşünelim bunun için şartlarımız ne olursa olsun büyük düşünmeye çalışmalı güncel sorunların içinde tükenmekten vazgeçebilmeyi başara bilmeliyiz. Kimbilir belki o zaman dünyanın renklerinin bizim için bir anlamı olacaktır.
En büyük yanılgı eksik bilgiyle sonuca gitmeye çalışmak oluyor. Olmayan birşeyi var kabul ediyorsunuz bu durum sizi ya mutlu kılıyor yada çaresizliğin içinde nefesinizi kesiyor.
Gün geçmiyorki eleştiridigimiz yanlış gördüğümüz durumlara kendimizi mahkum etmeden yaşayalım .Evet eleştirilen her davranış bazen kendi içsel karekterimizdede var oluyor.Biz bunu anlamktan öte görmeyi dahi başaramıyoruz.Çok merak ediyorum ölüm sonrası ataistlermi yoksa inançkarlarmı o meçhuliyette huzurlu olacakalr.Ruhlar neye nasıl kavuşacaklar.Zaman ötesi nerde nasıl bir rölle bizi mahkumlaştıracak.
Bir fikri kabullenebiliriz bu sorun yaratmaz ama bir fikri savunmak için fikirsiz olmak lazım.Ne demek istiyorum biliyoruzki düşünceler daim değişebiliyor .Çünkü dünya değişiyor değişen dünya geçicide olsa her daim iyiye güzele yada doğru kabul edilene evrilmiyor bazen her şey ters yüz oluyor. Birilerinin çok önemsediği bir kavramı bazıları ilkellik olarak görebiliyor .Dürüt olmak algısı her bakışa göre farklılaşabiliyor.Birileri için falaket sayılacak bir tercih bir başkası için yaşamın doğalı olarak görülebiliyor. Kimileri okumayı yazmayı yaşam biçimi olarak görüyor kimileri elinde kitap görüleni yapay buluyor. çoğunluğumuz ya red edici oluyoruz yada kabullenmeyi ana gerekselimiz görüyoruz.
Yaşamın geleceği yok. Kısa bir ömre sahibiz ve ömür kısıtlı bir toplumun yorgun bir yolculuğunda umudu tüketiyor. Tüm bunlar yaşama karşı gülümsemekten vazgeçirmemeli bizi. Eger yaşıyorsak gülümsemeyi becerebilmeliyiz. Gülümsemek yaşama karşı bize güç verir.Ama yaşam döngüsü çileli toplumlar bir tıramva yaşarlar kültürlerindede bu çileli duruşa bir anlam yüklerler. Günümüzde müzik alanınıda popilst karekterde bunu görebiliyoruz.Acıyı isyankârlığı yetmezliği sözcüklerde biçimlendiren yansımalar ülkede (Arabesk ) denilen bir yansımayı müzik olarak var ettiler.Dogrusu çoğunluğumuz bu süreçte bu bize yansıtılan ve müzik çizgisi tartışılan veriye çokta soğuk bakamadık .Ezilen horlanan doğal sevisel yaşamı baskılanan bir toplumda böylesi bir issyankar müzik anlayışı sanılanın ötesinde kabul gördü benimsendi.Dogrusu bu süreci bir toplumsal isyankarlık olarak görmek gerçekçi oluyor.Halk yığınları bu aynada kendini görür oldu kabullendi. Kabul edelimki ekinselligin kalitesi bizim yaşamımızla ilgili bir sorun neysek o çizginin üstünde duruyoruz. Ötesi yok bundan rahatsız olmanında bir anlamı yok.Ortaya konan bir kültürel değer düzeysel olarak altlarda olabilir oluyorda bu bunu ortaya koyanın içselinde öte toplumun içselinin bir sonucu degilmidir. Neyi niçin sevmemiz gerektiğini bize yaşam çizgimiz söylemiyormu. Birde şöyle bir durum varki oda toplumsal gerçekliğin dışında suni bir karekteri besler oluyor.Toplumun kendi külütürünün dışındaki kültürel etekenlikler zaman zaman zaman evrensel kabul görsede halkta karşılığı olamıyor.Burda şöyle bir soru önümüze çıkabilir halkın kültürel donanımı yetersizce bunun sorumlusu kim olabilir. Halkı bu süreçte suçlama cesaretimiz olmaz olmasıda saçmalık olacağına göre süreci kendi çizgisinde kabullenmek gerek diye düşünebiliriz.
Kendimizi özgürleştirmeyi başarabiliyormuyuz.Yoksa kurallar görevlerin içinde tükenip gidiyormuyuz.ikibin yirmidört yılının ocak ayı oldukça sıkıntılı bir zaman diliminde ömürü geçirtiyorum.Erkence uyanmışım saat sabahın altı kerkbeşi akrep ve yelkovan öyle hissettiriyor dışarda ezan okunuyor (Ezan Müslümanları namaz ibadetine çağıran bir karekter ) Toplum ve birey için din ögretisinin önemli olduğunu düşünüyorum. Katı bir karekteri olsada yaşamda inanç din ibadet gibi verilerin bizi etkilediğini biliyorum. Bununda sebebi ölüm gerçeği. Bilinmezlik meçhuliyet. ve tüm bunların ruhumuzda oluşturduğu yetmezlik.
Düşünce özgürleşmeyi başarabilmmişse önemseldir.Beyin içsel olarak özgür değilse o beynin ortaya koyacağı fikirlerinde sıkıntılı olacağını biliriz.Özgür beyin özgür düşüncenin toprağıdır.Toprak kıraç olursa ekinin güçlü olması ve kabul görmesi mümkün olamıyor.Dar alanlarda özgürlük gelişemiyor.
Doganın büyük enerjisi mekandan muhasır dogmamış ve dogurmamış tasvir edilmesi aklın gücünü aşan yüce güç (tanrı) bizi korusun .Buna çok ihtiyacımız var. Ölüm bizi bulduğunda ruhumuzu muştalasın .Bizi cennetini nasiplesin. Görülüyorki bu dünya emektar dürüst ruhlara kapısını açmıyor.
Yaşadıgını sanmak başka yaşamak başka biz yaşamak için mücadele etmeliyiz.Bunun için samimi olmalıyız.Samimi olursak tanrının bizi mazlum bırakmadığını görmüş oluruz.
Takip ettiğiniz yol sizin aradığınız umut sizin tarikattınızdır .Bu görüşe göre her yolun bir çekici ışığı olmalıdır.Bazende ışık kendinde öte bir karanlığı saklarki sizin yolunuzun dikenleri ruhunuzun çiçeklerini eziklemiş olurda siz bunun farkında olmazsınız. Günümüz yol arayışlarında bu gerçeği görebiliriz.
Dünyamızın var oluşu bizimle ilgili bir durum değildir var oluşunda bizim paydaşlığımızda söz konusu değildir. Büyük patlamayla var olduğu ifade edilen dünyamız yokkende kainat (evren mevcuttu diye düşünmelyiz.Öyle olmazsa yokluğun patlaması söz konusu olabilirmi dersiniz. Bizim dünyaya gelip belli bir yaş düzeyine erişinceye kadar dünyadanda naberimizin olmadığını biliyoruz. Dünyanın var oluşu bize bağlı değildir yok olmasıda bizim etkenliğimizde olmayacaktır.Biz doğarak var olduk ölümlede görünür halimizle yok oluyoruz .İşin gerçeği budur.Peki ölüm nedir işte bütün mesele bunu anlama çabasından öte bir arayışı önmüze çıkarmıyor.
Gelin özgürlük için düşünmeye çalışalım . Özgürlügü önemseyelim. Yaşamı hepimizin için sevgiyle besleyelim ötekileşmeyelim ötekileştirmiyelim. Zamanın ruhunda tükenmeyelim tüketmeyelim. Aydınlık beyinlerle güneşi kucaklayalım .
İnsan egosu yüksek bir canlıdır.Kendisini çok önemli görür.Her insan kendi dünyasında kıral pozisyonundadır. Böyle görülmek böyle düşünmek kendini oldukça havaya katar. Bunun için bu yalan dolan dünyanın malzemeside azımsanmayacak kadar çoktur. Makam sahibi olmak mal mülk sahibi olmak bankalarla arası iyi olur olmak. Bu tiplerin bir ortak yanıda saklanamacak kadar doğal bir cehaletlerinin olmasıdır. Cehaletinde doğal olanıdamı varmış diyorsanız evet efendim dogal cehalet birazda doğal felaket gibidir. Bundan kurtulmak için ne yapabiliriz (Cehalet ) Önce düşünceyle barışık olmalıyız bunun hemen yol arkadaşı sorgulamadır. Neden,niçin nasıl. Bize öğretilenleri sorgulamadan başlamak en gerçekçi tercih olacaktır. Yaşam doğruların bile zamanla yer değiştirdiği bir akışın içinde doğrular yanlışlar yada öyle bilinenlerin daim yer değiştirdiği bir akış. Ve biz bu akışta yitikleşmeye müsait görünüyoruz.
Eski çerçivesi kırık bilgisarayımın başında artık parmak uçlarımın baskısından tükenmiş tuşlara basıp birşeyler karalamaya çalışıyorum .Yazmaya çalıştığım içimdeki fırtınaların bir açık penceresi gibi perdelerimi sonuna kadar açıyorum. Oldukça yorgunum tüm ruhsal karamsarlığımdan kurtulabilmek için erkence yatağa giriyorum. .Bu anlatı yazıtım benim dördüncü açılımım olacak .İnsan düşünmeden edemiyor bu yazma hevesi nerden geliyor diye.Sonra anlıyorumki yazma benim için var olmak gibi bir gerçeklik .Akıp giden ömre direnişin kalesi .Burdayım diyorum varım.
İlk kitabım İzdüşümde açıklamaya çalıştım kapitalizim biz emekçilerin kanını emiyor .İşin birde siyasal islam yönü var.Ülkede ilmi bir kökeni olan tarikat cemaat yapılanması yerini çıkar ve işbirliğine bırakmış. Ortada kalmış insan yığınları bir şeylere tutunmaya çalışıyor.Bir çok birey seküler yaşam gerçeğinden umudunu kesmiş olacakki onbinlerce mürit tarikatların bayat yapılarından kendleri için bir medet umuyor.Bu süreç kapitalin tarikat buruygasnlarının kasalarını banka kasası gibi doldurmaktan öte bir sonuçta vermiyor.İlmin yerini cehaletin sömürü düzeni her yeri kaplamış .toplum büyük bir savrulma içinde kimse hayata karşı bir sevgi ve umut taşıyamıyor. Ezenler ve ezilenler gökyüzünün altında birlikteler.
Bir yerde değil çok yerde yanlışlık var.Bu hayat böyle olmamalıydı. Hani yaşamı birlikte paylaştıklarınız size görevler yüklüyor sonra o yükün altında tükendiğinizi görmek istemiyor. Gerçek şudur ki ölümü yalnız karşılıyorsunuz.O zaman yaşamda bir sınır olmalı . Sınırsız bir katlanış ebedi bir mahkumiyet oluyor. Siz ömrü ziyan etmiş oluyorsunuz .Bunu görmezden gelmek kendinize haksızlık oluyor.
Tam bir yıl olmuş toprağa vereli bir dostu . Onbin yıllık ölülerin içinde şimdi o. Biliyorum kendide anlam veremedi tanrının bu buyruğuna. Yani insan anlayamıyor tüm pislikleri yaşarken dünyanın iyilerinin erken ölümüne.
Sarayda şimdi sofralar kurulmuştur.Kadife sandalyelerde oturmuştur konuklar.Badem ezmesi yaban ördeği birde ısırgan otu salatası manda yoğurdundan bir meze bulunur beyaz örtülerin üstünde. İtalyan sipagettisi pek yavan kaçar bu sofraya .Soytarılar üst perdeden methiyeler düzerler o sofrada kırallarına.
İşçiler ve köylüler pek bilmezler öyle sofraları .Birde müminler hoşlanmazlar öylesi cafcaflı akşam yemeklerinden. Yüzleri poduralı kadınlar mor renk bir peçete sürerler kırmızı rujlu dudaklarına. Bu sofralarda memleket toz pembedir. Fahişe bir yapaylık vardır ince dudakların gülümsemesinde. Yıl milattan sonra onbeşinci yüzyıldır. Tanrı bırakmıştır tüm kötülüklerin rularını .
İyi yaşamak kendini iyi tanımakla ilgili bir durum.Kendinizi düzeyinizi sınıfsal bilincinizi iyi yorumlamışsanız hayat sizi düzeyli olmaya zorlar. Ne yazıkki çoğunluğumuz tercihlerimizde yanılgılarımızı yaşatırız.Sonuç böyle olunca arabesk bir karmaşaya hayat diye mahkum oluyoruz.Üst düşünebilmenin önemli olduğunu bilmek istemiyoruz.Topragın üzerine çıkabilecek tohumları ekmeliyiz ruhumuzun tarlasına.Böylece yaşamın tüm renklerine kavuşma şansımız olur belki .Bilmeliyizki ebeverinlerden önde torunlardan geride bir hayata mahkum edilmiş fanileriz.
Ben senden daha mutlu değilim bunu bil. Korkuyorum mutlu olmanın o sihirli formülüne kavuşmaktan .Kimbilir belki çinli bir erkekte benim gibi düşünüyordur.Yada ilkel bir kuytunun arayışlarıda bizi birleştirmiştir isveçte bir göl kenarında içilen bir sütlü kahvede.Sütlü kahveyi severmisiniz.Ben türk kahvesine aşina olsamda bir İngiliz çayındaki sütün verdiği lezzete kaçkın bakmam biliyorum.Aslında bir ağacın dalları gibidir.Kavimler özü insan olmakla ilgili bir toprağın köklerinde birleşir.Sevinçleştirir yaşamı doğan güneşin ışıklarına bir anlam yükler.Hoş bakışlı kadın gülüşleridir yaşam dedikleri hikaye.Montaigne derki ‘ İnsan oglu her varlığa bir düzen vermeye kalkmıştır.’ Böyle oluncada insanlardada var olan doğal yasalar yerini yapay karmaşalara bırakmıştır.Biliyorzki doğal ve sevişe lyaşamdan uzaklaşmış bir kültürü medeniyet diye üstlerde taşıyoruz.Belkide tüm çatışkılarımızın temelinde bu vardır. Kurallar yasalar tabular yasaklar ahlak. İnsan aklı çöplük gibidir orda kıymetli bir madeni düzgün bir fikri çok nadir bulursunuz.
Bir birey için en büyük felaket anlaşılamamak oluyor.Toplum içinse gücün yetkeninin tek odakta olması .Böylesi bir yapıda birey ezilir toplum sürünür.Biliyoruzki özgürlük gücü ekmek gibi dağıtmayı kuvveti paylaşmayı zorunlu kılıyor.Bu süreçte birey ve toplum hukuk kavramını özde içleştirmiş olurken paylaşımcı etkenlik öne çıkıyor. Halk kitleleri demikrasinin kendilerini yüceltece bileceği gerçeğini çok önemsemesinler. Kendi kültürel olgunluğunu tamamlamamış toplumlarda demikrasi sacın üstündeki yufka ekmek gibidir. yanıp tükenmesi kaçınılmaz oluyor. Demikrasi bilge kültürlerde anlam kazanıp topluma katkı verir. Yaşam cehalet bataklığının adıdır. Obataklıgı bahçeye dönderebilmek yüksek karekterli bireylerle mümkün oluyor.Unutmayalımki yönetgenler halk adına hizmet eden memurlardır siz onları üstlerde görürseniz kendi astlığınızda tükenmeyi göze almalısınızdır.Yaşamın hamurunda yetmezlik olsada yeter olana ulaşmak zor bir sonuç olmayacaktır. Yaşamak birazda kendinle savaşmakla oluyor.
Tüm ötelenmiş sayfaları sarımtırak bir hal almış kitapları bulup tozlu raflarından zamanın alıp okumaya çalışıyorken ölümü uuntmuş görünüyordum. Anımsıyorum bir çok tanıdığı ölüme yolculamış yaşamın geçkin bir anında tüm beceriksiz duygularım beni mahkum etmişken zamanın ruhu dedikleri bu rezil kavgada malum olmuşlar arasındaydım.Evet yaşama dair ne varsa akıp gitmişti avuçlarımızdan .Sonra yıllar evvel yar diye sevdiğim kadını özlediğimi anladım.Kiminle nerde yaşıyordu kimbilir yoksa göçüp gitmişmiydi bu yalan dolan dünyadan.Akdenizde yer kabuğu korkutuyorda yılgın ruhları.Ricter ölçeğine göre beş şiddetinde bir acıydı ölümlerin geride bıraktığı ruhumuzda. Yinede korkuyordu insan ölüm ötelerde beklesin diyordu şimdilik.Eli silahlı anarşistler bey gibi kayşılanır olurken kimi niçin suçlayabilirdikki Kimi kovardık uykularımızdan.Yılgın koşularda geride kalmış arap atı gibiydik. Asil öylesine yavan bir sofrada ekmeği arıyordu sabahımız.
O karanlıgın derinliği yokmu korkuttu bizi biliyorum.Güneşi balçıkla sıvadılar yalan ruhlu sözcükler.Yeni yetme kızlar kısa mini eteklerinden vaz geçmemişlerdi ayazında umtlarının .
Aslında hep bizden kuşku duydu hayat kimi niye sevdik niye bağlandık yine boynumuza ipler geçirtmişti uumtlarımız.Kaskatı kesilen bir ölü beden ruhumuzu esir almıştı.Farkındamısınız tüm hayellerimiz kederlidir bizim. İsimsiz sokaklarda tanınmaz izlere sahibiz. Kabul ediyorum artık biz bu hayatı kendimiz için yaşamayı beceremiyoruz.
Cuma günü kutsal kitaba uyup namaza gittim .İbadet hanede (cami ) kasvetini yaşıyordu umudun.Cüppeli bir imam mimberde hutbeyi okuyordu .Dışarda kora sesleri bir çıglıgı ambulansın. Pencerlerinin camlarında mavi işlemeli nakışları vardı çininin.
Biliyorum tüm yolar ölüme gidiyor. İstesekte istemesekte.Ama ne yapalım günahlara dalalım yaşamak için ilginçtir herşeye günah diyoruz sonra tanrının cennetinde o günahlardan bir hayat bekliyoruz.Neyse şu küçük aklımız herşeyi açıklamaktan aciz gibi bunu görebilmeliyiz. Aslında hayatı bir yaz gününe benzetebiliriz.çokta güzel olur.çiçekli bir entari giymiştir o saçları sarı boyalı kadın.Çok önemli bir mevkide çok önemsiz hikayeleri yaşatıyordur kendine. İhtimal iyi maaş veriyordur hükümet tüm saçları boyalı kadınlar ırak dursun diyordur yatağımdan o kısık sözlü şehvet.Biliyorum en önemli yaşam iksirimiz umut etmek oluyor. Umut ‘Fakirin ekmeği ‘ Namusu yaşamın kavgalarından arınmanın .
Pablo Neruda şöyle der. ‘Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat.Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın.ateş de pay alır kendine soğuktan.’ Ah bu şairler yokmu sözcüklerin hükümdarları yoldaşları ömrümün.
Çiçek açmış bir akasya ağacının altında seninle bir kadeh rakı içmek isterim. Biliyorum gerçekten beni seven kimse yok anlıyorum.Hani ölünce kimseler tanımaz toprağımı şiirlerimi kimse okumaz uzak çok ırakta kalır hayellerim sen kendince yaşa uzunca bir ömürde olurmu. Ben sarhoş olayım yokluğunda senin .İsimsiz şiirler yazayım.Köhne bir apartmanın kıytırık bir hakayesi olsun seninle sevişmelerimiz duvarlarının izlerinde korkuları olsun yaşamanın .
Enbüyük yanılgı sapla samanı birbirine karıştırmak oluyor.Toplumsal düşünce kavramına baktıgımızde bizi etkileyen her değerin aynı zamanda bizi yozlaştırdıgınıda görebiliyoruz.Bu süreç insan ve toplum gerçekliğinde her alanda karşımıza çıkan bir durum oluyor. aörnekleyecek olursak ırk millet kavramları milliyetçilik bir kültürel (ulusal ) varlık olarak kabulümüzdeyken ırkçılığın bunun çok dışında bir patolojik durum olduğunu söyleyebiliriz.Yine din gerçekliğinde özle yavanın birbirine karştırıldıgını geçmişin kültür karekterinin din adına öne çıkarıldığını gözlemlemek mümkün olabiliyor. Sınırları algıdan muaf bir cehaletin içinde kendimize yol bulduğumuzu sanıyoruz tabiki bu durum içsel dünyamızda ciddi tıramvalar yaşatıyor. Bunu itiraf etmeye bile cesaretimiz olmuyor.
Daha güneş doğmamıştı güneş hiç doğmadı zaten .Ölüm engelledi çok büyük düşüncelere sahip insanlar vakitsiz girdiler toprağa. Evet güneş doğmamıştı daha pencereden dışarı baktım .Yıldızlar var gökyüzünde bizim gibi değiller özgür görünüyorlar bir uçak gidiyor batıdan doğuya tahminim Gazipaşa hava limanına inecek gibi yada yanılıyorum içinde kimler var o uçağın sarışın beyaz kürklü bir kadın bir parababasının koynundan çıkmış olmalı kendince solgun bir bakışla koltuğuna oturmuş. İhtimal yediyüz fitte filan uçuyor uçak uzatsam yakalayagım özgürlüğün.Ama dışarda bir ayaz var alanyanın pek alışkın olmadığı .Pencereyi kapatıyorum .Hep kapattım pencerelerimi ben .Perdelerini çektim özgürlüğün.
İpini koparmış buzağılar gibi hayat yerinde durmayı beceremiyor.Kıytırık ruhlu kadınlar kopuk erkeklere paspas oluyorlar görüyorum. Bu hayat böyle olamalı aslında .Sofra tüm insanlara açık tüm yetimlere dağıtılmalı ekmek .Erkence göçüp gitmek var bu dünyadan hırsızlar ve zalimler ölüm onları bulunca nasıl bir duruşları olacak bilmiyorum .Suçun maddi unsuru insan olmak .Tüm yasalar yasaklar günahlar insanlar için .İnsanlardır kırmızı bir şarapta buluyorlar özgürlüklerini .Korku insanları hizaya getiriyor. Bir tiren yol alıyor Anadolu bozkırlarında içinde geçmişin hasreti var biliyorum .Bende gitmek isterdim o tirenin kompartumanında. Bende sevmek isterdim yârin saçlarını şöyle kendimce bende keyiflenmek isterdim.Ölmeden önce bir hikayesi olsun bu topraklarda umudun.Bugday başakları arasında kırmızı gelincikler.Ah bana kırmızı rujlu esmer kadınları yaşatıyor yanlızlıgım.
Seni düşünürken kendim oluyorum ben.Şiirler okuyorum boş odamda. Yok özür dilerim sen varsın.Şu masanın üzerindeki papatya çiçeğinde.Penceremin yağmur izlerinde ve dinlediğim yalnız türkülerinde anadolunun. Anadolu yurdum benim beni sakla nehirlerinin deltalarında.
Hayatın bir anlamı var büyük halk yığınları bu gerçeği göremediğinden ve dış dünyada olup bitenin üstünde düşünemediğinden çatışkıya mahkum oluyor. Böyle olunca felsefede kendine alan bulamıyor.Kimbilir belki tüm yaşamı red etmektense var olanı anlamaya çalışmak daha bir tutralı yol olacak gibi görünüyor. Din iddaları olan bir kavram ve bu kavram çoğu kez çatışkalara zemin hazırlıyor .Çatışkılarda ilginçtir devinime açılıyor yaşamı dinamikleştiriyor. Hayata bir anlam katıyor.
Hayatın hiçbir evresi yokturki insanı sonsuz mutlu etsin.Her yolculuta olduğu gibi her durakta sizi terk edenler olacaktır.Siz birlikte olduğunuz anların kıymetini bilmelisiniz. yolculuğun sizi bir yerlerde yalnız bırakacağını bilmeniz lazım.Çogumuz bunu ileri yaşlarda anlamanın hüzününü yaşıyoruz.
Farkındamısınz özgür olabildiğimiz ölçüde insan kalabiliyoruz.İşin özü özgürleşmekle ilgili bir durum .İşin özüne inemiyoruz özgürlük avuçlarımızdan kayıp gitmiş bunun farkında olamıyoruz.
Yaşamı insan kurguluyorsa kabul edelimki düşüncelerinde insan karekterinde bütünleştirebilmeyi başarmalıyız.Tüm idolojilere insan olarak açık olduğumuza göre karşıtı değil bütünleştiriciyi savunmak bilgiyi ve kavramı bu hamurda yoğurmak icab etmelidir diye düşünmeliyiz.Farkındamısınız ruhumuz tüm idolojilere kendi benliğinde yer açıyor. İlk yazıtım izdüşümde bu düşüncemi yansıtmaya çalışırken sol yada sag kalıpların insan odaklı olduğunu kabullenmek gerçekçi bir sonuç olacaktır kuşkusuz.
Ah şu ölümler yokmu ölümler tüketir yüreğin cevherini közleri alevlenir çaresizliğin.
Çocuklugunuzun yaşandığı şehirde ömür geçirmek oldukça keyifli olurdu her halde .Günümüz yaşam akışında bir ağacın yaprakları gibi herkes bir yana savrulmuş oluyor. Ara sıra duyduğunuz ölüm haberleri sizi geçmişin o görkemli umut bahçesine götürür olsada gerçek olan tesbih taneleri gibi dağılmış akrabalıkları yitikleşmiş yeni neslin birbirini tanıyamadığı bir yılgın hayat yolculuğu .Dünyada milyarlarca insanın yaşadığını düşünün darlanınca arayabileceğiniz kaç telefon numarısı yazılıdır telefonunuzda iki kişi hadi rahat olalım üç kişi. peki nerede kan bağıyla yakın olduğunuz akrabalar .Apartmanlarda durum daha vahim ‘Nasılsın ‘ demeye çekinen insanlarla komşu görünüyoruz. Böyle olunca insanlar kendilerini bir sığınağın içine atıyorlar . Bende sizdenim duygusuna mahkumlaşırken tarikat cemaat siyasal kalıpların piyonu olmaktan kurtulamıyorlar. Özgürce düşünen kişilikli yurttaşlar olmayı bir yana bırakıp cemaatleşmiş partilere mahkum yitik yorgun çaresiz insan yığınları olarak tükeniyorlar. İşin tuhafı bunun farkındada olamayan bir karanlığın içinde kalıyoruz. Bu karanlık yaşamı yok eden hastalıkları toplumda var ediyor. Enfeksiyondan muzdarip canlılar gibi tükenişi yaşatıyor.
Sorumsuz kişilikler pimi çekilmiş bomba gibidirler. Onları yok saymakta sorunu çözmüyor en vakitsiz zamanda yolunuza çıkıyorlar. Niçin böyle oluyor insan denen en değerli canlı ilkellik ruhumuzdamı var. Doganın üst canlısı olarak yaratıldığımıza göre bu ilkellik bu boş alan nasıl kendine yer buluyor.Yaşam hikayemizde.
Nedende büyük bir özlem var geçmişe karşı içimde. Çouklaşır ruhum özleyince. Ben kendimden öte herşeyim biliyormusun. Özlemekte benim üstüme yoktur. Bakma sevindiğimde çiçekler açtığında. Benim çiçeğim bilmez açmayı korkar yaprakları nefes almaktan. Tüm yalanları üzerime taşır doğan günüm. Ben ağlarım her akşam sen gelmeden önce .Biliyorum gelmezsinki sen.
Kireç badanalı göçmen evleri hatırlatır bana çocukluğumu .Bir mavi gözlü kız dolaşır uykularında umudun.Ah bu memleket bizim biliyorum.Onun için hüzünlenir ayazlarında yüreğim.Tüm sevdiğim kadınlardan bir sen olursun .Çekip gitmişsindir ötelere .Bilirim ölüleri sevmez kimse sev beni olurmu ölmeden önce.
Aslında ben tanımyamadım kadınları . Dogrusu onlarda beni tanımadı.Günün ortasında kısa mini eteklerinin altına giydikleri siyah ince çoraplarında ilan ettiler kadınlıklarını .Devrimci kızlar özgürce dağıtırken saçlarını memleket için .Ölürken emperyalizimin tank paletlerinin altında .Kim yaptı Çanakkale savunmasını normendiya çıkarmasına kim komuta etti paris karanlığı yaşarken. Hani İngiliz gemisine binip kaçanlar nasılda hükmediyorlar yalanlarına zamanın .Esmer kıllı erkekleri gazzenin gözü pek öldüler özgürlük için herkes onları bıraktı yanlızlıklarında. Sokakta züppe ruhlu bir zamanın ruhu bu dünyada sevmek çok zor biliyorum kuşları kedileri heleki kadınlardan bir kadını bir den çok olanı .
Şeytan yeşil rengi sevmez diye bilinir. Bunun için yeşil renk kutsiyetli bir renk olarak algılanıyor.Dogaya bakalım üç ana renk görürüz mavi yeşil kahverengi ama sarılarıda vardır kırmızısıda doğanın hele saflığı anlatan beyaza ne diyebilirizki bu renge saygı duymamızı öncül yapan siyahın asaletine ne demeli bence şeytan renksizliği sevmez isterki loş bir hikayesi olsun hayatımızın.
Bazı gençler memleketi terk ediyormuş .(Beyin göçü ) Olasıdır gidebilirler ama düşünelim Mustafa kemal Atatürk,te beyin yokmuyduda kaldı mücadele etti. Büyük öncü Hz Muhammet niye o put perestlere karşı ömrünce ilahi nizam için uğraştı . Çekip gitmek olasıdır ama her olasılık mantıksal değildir.Gitmek sorunu çzömüyor kalalım bu topraklar bizim ötekileşmiyelim ötekileştirmeyelim .Kendimizi üste görmeyelim.Halk olalım ulus olalım Tanrının hoşnutlandıgı yolu çiçeklerle donatalım .Akıl yegane yönergemiz olsun.
Şöyle şehre yakın bir köy olsa yanında bir akarsu ceviz ağaçlarının gölgesi vursa toprak yola. Karşı evin ahırında birkaç inek .Sincaplar tünemiş olsa ağaçlarına sevdanın .Esmer gözlü bir kadın bakraçta süt ısıtsa tüm yetim çocuklar içse o sütten. İşçiler gece vardiyalarında içi verse o sütten.Cigerleri özgürlük dolu bir ülkem olsa benim. Sende anlatırsın belki hikayeni bağ bozumlarında bir şarap içsek şöyle bir sini üstünde çökelek ve yufka. Yüzleri gülse yıldızların gece boyu .Tüm özlediklerim yakamda bir çiçek kadar yakınımda. ‘Bu dünyada en çok babamı sevdim ‘der şair Bense çok sevdim herşeyi sevdim herşeyi kaybetti şiirlerim Yılgın ömürlerden yorgun atların çektiği tozlu topraklı yollarda yitenlerim oldu benim.Bana sevdadan söz etme olurmu. Tüm çiçeklerim kurudu benim.
‘Tanrı herkese kalbine göre versin.’ derler sanki kalp bıraktılarda birde laf söylerler. çok söyler bize dillerinin kemiği yok onların kaçırtırlar tüm umut serçelerinide kuşların özgürlüğünü dert ederler. Bilmezler uçmak için sadece kanat yetmez yürekte gerek.
Önce bir şiir okumalı küçük mercimek gözlü umutları avucumuzda beslemeli. Sonrası sevmeli güzelliklerini bu yaşamın .Bilmeliyizki sevmeninde bir gerekçesi olmalı boş yere sevdim demek olmuyor.Ha deyince bahar bile sevilmiyor.
Not : Bir ülkenin özgür bir karekterde olması için öncelikli olarak yurttaşlarının ruhlarının özgür olması gerekir.Bireyi mahkumlaştıran en büyük etkense kültürel donanım eksikliğidir diye düşünülebilir (cehalet ) Cehalet kavramını okul okumaklada hiçleştiremiyoruz okulların büyük çoğunluğunun öğrencilerine meslek diploması vermekten öte bir kazanım sunamadığını görebiliyoruz.O konumda dahi verilenin öğrencinin yaşamına katkı verip vermediğiyse başka bir tartışma konusu oluyor.Görüyoruzki bir toplum kültürel olgunluğa erişemediyse yada var olan kültürel donanımı nötürleştirilip geriye kayan bir karektere bürünüyorsa o toplumda özgürlük eşitlik birliktelik paylaşım kavramlarının ötelenme konumu öne çıkmırş oluyor.Bu süreç toplum ve insan demikratik karekterini yavanlaştırıp ilkel çag gerisi biryapaylıgı topluma dikta ediyor.Birey kendi gelişiminde zaafa uğramışsa bu süreç toplumada yansıyor.Kabul etmeliyizki külütürel olgunluğa erişememiş halk yığınları özgürlüğü gerçekliği ve medeniyeti yaşamlarının bir gerekliliği olarak göremiyor.Bu gidişat toplum devlet hukuk boyutunda çatışkıyı ve gerilemeyi kaçınılmaz kılıyor.Süreçte toplum tüm yapılanları sorunsal bir sonuç olarak görmektense olması gereken bir gerçeklik olarak kabulleniyor.Yanılgı kaçınılmaz oluyor.İnsanlık tarihinde ülkeler ve bireyler daim bu çatışkının var olduğunu görmezden gelmiş yaşamları karanlığa mahkum olmuştur.Olması gerekense çağın evrensel değerleri ile barışık olmak özgürleşmeyi amaç görmek olmalıdır diye düşünmeliyiz. Özgür bir toplumun özgür fikirlerle beslenebileceğini görmek istemiyoruz.
İnsan bedeninin en önemli üç organı beyin kalp ve akciğerlerdir diye düşünelim sonra bu üç organa karaciğer ve böbrekleride etkiliyelim tüm bunların içinde beynin özel bir yönünün olduğunu hepimiz biliyoruz . Bu yapıyı dört ana sistem bütünleştirdiğini görmekteyiz.Bunlar lenf, sindirim ,sinir,ve kan dolaşımı sistemi olarak bütünceyi oluştura dursun.İnsan bedeninin sağlıklı olabilmesi için daha bir çok parçacığın bu muaazzam makinenin bütününü oluşturduguda bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.İnsan bedeni hayatta kalabilmemiz yaşama devam edebilmemiz için sağlıklı olmak zorunda böyle oluncada bedeni ve onun çalışma yapısını bilen sağaltımcıların önemsel olmasından daha doğal bir sonuç olmuyor.Bunun için ülkeler hekimlerin yetişmesinie özel önem veriyorlar.Ve hekimler (popiller ismiyle doktorlar ) daim önem arzeden bir saygınlığı kendileri için gerekli görürler.Kabul edelimki insan canlısı için en önemli kurumlar hastaneler oluyor.Mevcut tıp bilimine ulaşmayı kolaylaştırmış toplumların saygıyı haak ettiklerini düşünebiliriz.Toplum ve insan güvenlik ister buda polisiye güvenlikle saklıksal güvenliği öncü kılıyor. İnsan sosyal bir varlık olarak toplumcudur toplumunsa kendi dinamiklerinin olduğu bilinen bir sonuç oluyor.
En büyük aptallık başkalarının rahatı için kendi ihtiyaçlarınızdan vazgeçmek oluyor.Bunu sizden istiyenler birinci derece yakınlarınız dahi olsa en hafif bir tabirle bencil olduklarını kabul etmelisiniz.Yaşam bana şunu gösterdiki menfaatler öne çıktığında yakınlık ıraklaşıyor.Çok yakın bildiklerinizin sizi bir çöp yığını gibi kenara ittiğini görmeyi başaramıyorsanız.Bu hayat sizi ezmekten asla vaz geçmeyecektir. Bireysel ilşkilerde menfaatkar davranan ilkel ruhlar iliginçtir size hükmetmeyide kendilerinde hak görebilirler. Açı hep onlardan yanadır.Yedikleri içtikleri malları mülkleri çoğaldıkça ilkelleşirler.Yırtık bir ruhları vardır sizi o ruhun karanlığında tutmak isterler. Başkalarını memnun etmek sınırları olması gereken bir tercihtir.Yoksa siz hiçlginizie sınır koyamazsınız yok sayılırsınız.Kendinize yazık edersiniz. Bu süreç sizi yanlızlıın içine iter siz bunu görmekten muzdarip bir karanlığı kendinize yol seçmişsinizdir.
Ben kendimle kaldığımdan beri sen varsın yanımda .Yanlızlıgım afakidir benim tütütnsüz sıgaramken sen nasıl diyebilirimki tütünsüz sevgisiz kaldım.Ben hep seni bildim.Özledim seni türkü notalarında aradım .Şiirlerime yoldaş oldun sen.Sen bendin bende sen. Sen daim yanlızdın biliyorum. Aç kurtlar gibiydi özledimlerimiz kim derki senisiz yolculuklarım olacaktı benim.Issız patikalarda kaybolacaktım.
Şöyle bir etrafınız bakın kim size ne kadar yakın kim ne kadar çaldı hayellerinizi kış nasılda üşüttü umutlarınızı güneşinizi kim kovdu pencerenizden.
Otorite her şeye dikta edebilir bunun tek istisnası hayellerimizdir insan beyni hayal kurmayı iyi becerir ve hayeller ruhumuzu besler. Burda sorun şu olabilirki hayallerinde yaşamın tüm verilerinde gördüğümüz bir sınırının olması gerekli olduğu gerçeğidir.Hayeller gerçekçiliği silikleştirdiğinde patolojik bir durumla karşılaşmamız beklenilen bir sonuç olur. Sınırlar hayeller ve gerçekler birbiriyle iyi geçinmelidir bu sürece yaşamın dialektik gerçekliği adını verebiliriz.
Toplumsal farklılıklar içimizde düşmanlıklar yaratmamalı diye düşünmeliyiz.Bunun için tekil ve çoğul halimizi dengede tutmayı ırak durduğumuz oluşumlarında toplumsal gerçeklik olduğunu kabullenmeyi başarabilmeliyiz. Bu hikayeye tarikatlarıda katabilriz.Sevgidli dostlar tarikat izleen yol demektir tercih kökeninde din olabilir siyaset olabilir menfaatkar arayış olabilr bunların hepsini bir oluşumda görmek mümkün olabilir.
Bunları olduğu gibi kabul etmek toplumda her kümenin kendi işlevinde var olma hakkı olduğunu bilmek bize ve düşüncemize yeni alanlar açmayı sağlamak hedefe ulaşmada bize katkı verebilir diye düşünelim. Ülkede onlarca yapı var bu yapılar amaç ve gerekçeleri ne olursa olsun hukuk içinde kaldıkça ve anayasal düzenle barışık oldukça kabul görme şansını hak ederken amaçları yaşam gerçekliğinin gerisinde bir puslu arayış oluyrosa toplum ve onun tüzel karekterinin müsamaha gösterme şansı olmayacagınıda bilmek gerçekçi olacaktır.Sivil toplum kurululuş olarak var olmak için net gerçekçi ve özgür bir yapımızın olması gerektiğini bilmek durumundayız.Burtda şöyle bir durum ortaya çıkıyor hiçbir özgürlük sınırsız değildir.Toplum bu süreci böyle yaşıyor.
Gelecek ne getirir bilemeyiz.Bir canlı olarak ölümlüyüz.Ama ulus olarak bizi ne bekliyor .Burda geleceğin algısı nedir bilemeyiz ama bizim var olma benliğimizi sürdürebilmek için Türklük bilincini kültürel düzeyde yaşatmak zorunda olduğumuz gerçekliğini görebilmeliyiz.Ülkenin ortak değerlerini benimsemek bu değerleri önemsemek ve bu değerleri evrensel kültürle bütüncelemek ana amaç olmalıdır.Kendiniz olmadan var olma şansınız olmuyor. Özellikle edebiyatın deneme ekolunun bu sürece katkı verdigini düşünenlerdenim.
Yaşadıgı kültürün özgün değerlerinden bihaber yaşayan birileri kendini bilim insanı olarak lanse ederken ilkel köklerinin koyu karanlığında olduklarının farkında bile olamıyorlar bu ne acı bir durum. Bir aydın beyin önce kendi külütürünü tanımalı kendi toprağının (Anadolu ) gerçeğini özümlemeli sonrası yolculuğunu evrensel boyuta taşımayı başarabilmeli.Birileri kendi toplumsal ,içeriğinden kopukluğu aydın olmanın gerekçesi görebiliyorlar .Bu durumun kültürel bir gerekçesi olamayacağına göre birey kendi kibirinin karanlığına tutsak kalmış olur. Böylesi bir tercihin sosyolojik bir kısıklık olduğunu rahatça söyleyebiliriz.
Bir şeyin farkında olmak onu sere serpe ortaya dökmenizi sağlamıyor.Kendi korkularınız buna engel olabiliyor.Konuşamadıklarınızı yazma şansınızda olamıyor.Hayat ölümlü karekterinde bize oldukça yapay bir ortam sunuyor.Korkuyoruz bu korku var olma gerçegimizide törpülüyor. Yapabilecegimiz kendi alanımızı korumak olmalı diye düşünmeliyiz.Hayat bize dünyayı düzeltme şansı vermiyor.Sıradan ruhlar hükümdarlıklarını kurmayı başarır görünürken asil ruhlar acı çekiyor.
Düşünüyorm kimi düşündüğümü bilmeden. Güneşin ışıkları Akdenize vururken bir akşam alacasında Akdeniz oluyor yüreğim seninle. Biliyorum küçük serçeler gibi mahzun bir kalbe sahibim.Her an saklanıyor ağaçların arasına umutlarım.Saçları sarı bir kadın çekip gidiyor sokağın karanlığında kimin nesi bilmiyorum.Mini etekli bir kadın sıska bacaklarını Salı vermişken sere serpe özgürlüğe ben korkuyorum hatırlamaktan yokluğunu .Çünkü seviyorum o hiç üzerinde güneş doğmayan hayellerimde seni özlüyorum. Bir mor bakış fırlatıyor gözlerime kadınlığın . Tüm amaçlar anlamsızlaşıyor sen olmayınca.Kimi niçin özlediğimi bilmiyorum.Bir sen varsın sokağın başında o otobüs durağında .Ankara oluyor yüreğim sıhhiyede o tiren köprüsünün altında çay içmişimdir seni düşünüp .Seni avuçlarımda saklamışındır bir karınca gibi.Özgürlük yukarılarda bir yerde Anıt kabirde bir asker gözleri Anadolu. ve sen gençliğimin hasreti sen Anadoluda bir garip kabirde devleşen ceset.
Nasılsın dedi bilmiyordum nasıl olduğumu bir bildiğim uçsuz çöllerde bir garip kum tanesi olduğumdu.
Sen kendini nasıl tanımlarsan tanımla bu ülkenin bir evladısın biliyorum .Haydi otur sofranın aydınlığına şiirler okuyalım gök yüzüne bakıp .Tüm insanları sevelim tüm insanların kendince çok şeyleri kayıp. Ah Özgürlük dikenler arasında bir yolculuktur. Sen biliyorsun bunu.
“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.” Albert Camus.
Ölümler oluyor tümen tümen kara bir deve dolaşıyor karanlıgnda umutsuzluğun.İsimsiz ölülerin resmi geçiti yüreğimde acılaştırmış hayatı.Biliyorum küçük insanlar küçük menfaatleri büyük görürler. Unuturlar ölümün kasvetini.Geride kalmak çokmu iyi sanırsınız yitikleşirken ömür. Siz bu ülkede nasıl ağlanır bilirmisiniz. Belki birkaç ay sonra sag kalırsaa bedenimiz yine bahar gelecek Anadoluya yine aydınlık sevinçler arıyacak ruhumuz.Otobüste bir kolejli kız gülümsetecek hayallerini gülüşüyle memleketimin.Her şey için geç kalmışız biliyorum acının damıtıldığı ruhların yorgun emekçileriyiz biz.İşçiler esmer olur ne yapalım bu bizim kaderimizmiş öyle söylüyor sakaları bitli karanlık ah nasılda özlüyorum bir bilseniz sen anlatsan ben anlatsam soyunup yıkansak kızılıramkta ıslansak karadenizin hırçın ruhunda sonra sarı tüylü alman kadınlarını tanısak alanya sokaklarında yüreğimizdeki bu acı bitmez biliyorsun.Çok ölümler sevdik biz çok ölümler kucak açtı garipliğimiz.
İlk yazıtım İzdüşüm,de bu ülke yorgun insanlar ülkesi diye yazmışım. Şimdi görüyorumki tesbitim oldukça tutarlı ve gerekçesi olan bir sonucun tesbiti olmuş .Yaşmının ileri safhasında bu ülke oldukça derin acılar yaşıyor.Depremler yokluk umutsuzluk yaşamın adeta yönencesi olmuş. Ülke tüm süreçte kendince mazlumlaşmışken ülkede bir kayak merkezinde otelde çıkan yangın kemiklerimizi sızlattı onlarca insanımız evlatlarımız ateşler arasında yanıp büyük bir acıyla yaşama veda ettiler. Evlerinden mutlu çıkmışlardı kendi çaplarında durumları iyiydi mutlu görünüyorlardı bir şeyi hesaba katmadılar bu ülke ciddiyeti pek benimsememiş gibiydi. Kader diye bir kavram vardır bizim etki alanınıda olduğumuz inanç sisteminde. Olacakalrın tanrının takdirinde olduğu kavramı .Burda şunu açıkça ifade edelimki kader sizin yetki ve beceriniz dışındaki sonuçlardır.Tanrı insana akıl nizam etmiştir o akılla cüzide olsa iradesini kullanır.O irade yaşamı kolaylaştırır.Tümce olası gerkenleri yapmayıp devlet kontrol mekanizmasını öteleyip ortaya çıkan tırajedilere kader deme şansımız mümkün olan bir sonuç olmamaktadır. Tanrımız akılk vermiş insanlar çoğulcu yapısıyla toplumlar oluşturmuş toplum kendi güvenlik var olşu karekterinde devlet örgütünü oluşturup olgunlaştırmış ama bir şeyleri öylesinie eksik ve yanlışta olmaliki bir tatil otelinde üle insanları felaketi yaşayıp hayatlarından oluyorlar. Bu durumua kader diyebilmek büyük bir gaflet olur. Akılla var edilmiş bir canlı böylesi felaketlere mahkum olmamalıdır diye düşünüyorum. ocak 2025.
Korkuyoruz korkan bir insan çabuk yorulur .Yorgunuz kendimizi anlatmaktan vazgeçmiş gibiyiz.Bu sonuç bizi kendimiz olmaktanda ötelere gidiyor.
Kalıplar yasaklar ve kabulleniş nedersiniz hayat bu olmamalı .Her istenileni yapma şansını kendimiz için hakr göremeyeceğimize göre. Burda yasaların saygınlıgınıda kabullenmek toplumsal varlığın bir zorunsalı olmuyormu. Sınırlar burda ortaya çıkıyor ölümün sınırını unutmadan yaşamın sınırlarını gerçeklikle oluşturabilmeyi başartmış yapılar çağdaş toplum olmakta bir adın önde oluyorlar. Bu biz bireyler içinde gerekli bir sonuç olmalı .
Aklımdan geçenleri söyleme cesaretim olsa gökyüzünün üzerime çökeceğini iyi biliyorum.
Atlara binip yol katedenler o atlarda sizinde sahip olduğunuzu anlamak istemezler. İnsan denen canlının en büyük zafı belkide merhametidir.Merhamet hak edilmeyen kişilere melhem oluyorsa sizin yara almanız kaçınılmaz olmaktadır. Günümüz yaşam anlayışının belkide en büyük aymazlığı burda kendini gösterir oluyor. Biz yinede merhametten vaz geçmeyelim en gaddar görünün kalplerin içlerinde bir bam teli vardır ve bizi beklemektedir diye düşünmekten vazgeçmeyelim.
Her sabah yeni bir umut doğar hiç bilinmez yolculukların müdavimidir umut. Korkulur ölmün cehenneminden aslında herşey yollu yordamlıdırda anlamaz onu katı bakışlı hikayesi ömrün. Ah nasılda bırakıp gittiler ölüler sevilmez oldular çabukça kefenlendiler üzerlerine küreklerce toprak örtüldü çekip gelmesinler diye.
Hani kalsalar nasıl olacakki bu .Tüm korkunç soğukluğunda ölümün nasıl sevişeceğiz sevgiyle anlatın bana .Esmer bir kadın saçları saklanmış kadınlığından erkeklerin gözleri kara kara bakarken hayata. kim derki sevilir sokak kedileri ekmek için miyavlarken.
Bir evde kedi besliniyorsa o evde sıcaklığı vardır insan olmanın .Anadan babadan yardan yitik olmanın hikayesi vardırda kimseler bilmez.
Farkındasamısınız tüm düşüncelerimiz kendi içselligimizin dışında gelişiyor .Bir bakıyorsunuz başkalarının yüksek görünümlü fikirleri bizi kendine bağlamış oluyor. Biz dişlinin çarklarına ezilmeye mahkum buğday taneleri gibi dağılıyoruz.
Evet dostlar güçlünün hükmettiği bir toplumda mazlumun ezikliği kaçınılmaz olur. Günümüz dünyasında gidişat mazlumun ezikliğinin doğal bir sonuç olarak görülmesi olmuştur. Adalet fırat kenarında bir koyunun kayıbından kendini sorumlu bilmezse burda adalet var diyememenin mahzunluğunu yaşarız.
Maxim gorkinin Ana kitabı beni çok etkilemiştir. Sovret devriminin toprağını oluşturan bir kültür vardır rus edebiyatında Bunun karşıtı gibi görünen Amerikan edibatıysa doğrusu sorgulayıcı bir edebiyattır. Ken Kensey Guguk kuşu ,Horold robins Tek başına kitapları buna bir örnektir. Amerikan edebiyatı kendini sorgulamayı önemli görür ve bundan çekinmez Çok özgün bir kültürel yoğunluğu olan Türk edebiyatımız direk sorgulamayı hoş karşılamaz biraz kuralcıdır.Buda doğal olsa gerek .Yada büyük bir düşün yanılgısı bilemiyorum.
Biliyormusunuz dostlar refaket etmek çok önemli bir durum.Sizi sorumlu yapar ve sizi kendi işlevinde sürükler. Çok agır bir hastanız vardır ve sizin onun refaketçisi olmuşsunuzdur.Bu size bir görevdir.Yada bir toplumda ciddi bir yıkımı vardır sizi onu yaşamak zorunda kalmışsınızdır örnegin deprem sel yanfın gibi afetlerin getirdiği faciaya tanıklık etmek gibi daha korkuncu toplumda iç çatışkılar başlamıştır ve siz doğal sevisel bir yaşama ıraksınızdır artık amacınız her şartta ayakta kalmaktır.Birde sınıfsal hatlar arası kopuklukların yaşam üzerine etkileri var.Bu üçüncü durum için çok düşünür kafa yormuş çok devrimlere insanlık şahitlik etmiştir .Günümüzde bir çok kazanımı toplum sağlamış görünsede milyarlarca insanın yaşam kavgasının devam etmekte olduğunu gözlemlemekten öte kendi yaşam yolculugumuzdada görebiliyoruz.Birde işin doğal biyolojik yanı var geçen her yıl sizi meçhuliyete taşıyor.Siz bundan kaçamıyorsunuz.
Yapmak istediklerinizi hemen yapınız çoğumuz elimizdeki imkanların yetersizliğinden öte cesaretsizliğimizden gerilere düşüyoruz. Çevremize baktığımızda günü yaşayanların yarınıda daha bir kolay yorumladıklarını görürsünüz. Korkuyla adım atmadıkça yitikleşmek kaçınılmaz oluyor. Bırakın ruhunuzu sizi istediği yere taşısın. Sürüden kopmanında sürünün bir parçası olmaktan öte daha bir anlamsal olduğunu kabul ettirin ruhunuza.
Ah şu yasalar yokmu doğru olduklarını hiçbirimiz idda edemeyiz.Ama vardırlar bir büyük sorun önümüze gelin o yasaların doğrulukları anlamını yitirebilir.Ama var olmaları pehimizi bağlar.Tıpki bir ailenin ferdi olmak gibi. Sizi kendi çarkında dönmeye mecbur bırakır.
Aynı yöne bakmayı başaramadığımız insanlarla yaptığımız evlilikler arızalar çıkartır.Bunun için diyebilirizki birlikte aynı yöne bakmayı başardabilecegimizi umudugumuz insanlarla yola çıkmalıyız.Bunu çoğunluğumuz başarabiliyormu bu sorunun yanıtı biraz çatışkılı.
Burda yaşamı gözlemlemek bunu yazıya dökmek varsa bir görüş ortaya koyabilmek .Yaşama bir çizgi çizebilmek kimbilir belkide gerekli olan birilerinin acısını yüreğinde duyabilmek .
Korkarak yaşanmıyor biliyoruz. Bizde yaşadığımızı idda etmiyoruz.Hayattamıyız evet şimdilik hayattayız.Yarın ne olur bilinmez. Sadece umut etmeyi gerçekten çok istiyoruz.
Not: Yirmibirinci yüzyılın en rezil tarafı dostlar her saatin paraya göre kurulmuş olmasıdır. İnsanın sorası gerliyor bu kâğıt paralar bir takasa aracımı bir sömürü aracımı. (Dolar,Euro,Siterlin,Bizim için Tl )neyi ifade ediyor. Güç niçin insan yaşamını önemsemiyor ve düzen niçin adaletle oluştuşmayı beceremiyor. Toplumsal varlığımızda karşımıza çıkan yapı niçin akıl süzgecinin varlığını bize hissettiremiyor.Tüm doğal afetlere karşı niçin doğal olmayan ölümlere mahkum ediliyor bu ülkenin insanları . Bir sömstr tatilinde güle oynaya bir kayak merkezine tatile giden aklın almayacağı bir tırajediyle hayattan koparılıyor. Toplumsal yaşamın en önemli vazgeçilmezi olan devlet yönetimi ve içeriğinde birimler denetim ve kontrolda nasıl böylesi gaflet içinde olmayı başarabiliyor.Nedersiniz bir şeylerde yanlışlık yokmu.
Degerli dostlar insan sosyal bir varlıktır ve yaşam karekteri sosyal iletişimle şekillenir.Birey yada siyasal karekterde yurttaş kendi boyutunun ötesinde esasta toplumca yönlendirilir.Toplumun çoğulcu katılımcı ve emek yoğun saygınlığa ulaştığında kültürel milli yapı halka üst bir kültürün kapılarını açar. Özle evrenselin birlikte olgunlaşmasına katkı verir.
Degerli dostlar Dogru ve yanlış inanın yüzeysel tortulardır.Bugün doğru sanılan yarın yanlış görülebilir.Bügün bir kavramı önemser görünüyorsak onun karşıtını ötelemenin anlamı olmayacaktır.Özgür düşünce çok geniş bir açıyla öne çıkar.Gerisi karanlık sadece karanlıktır.
Anlatılmak istenen şudur hiçbir doğru gerçeği ifade etmez ve içinde yanlışı korumayı kendine gerekli görür.
Ah nasıl anlatmalı bilmemmki depremde yıkılan binalardaki ölümler.Madende yitip giden emeci hayatları .Bir kaç günlük tatil için gittikleri otelde yangının çaresizliğinde hayatlarından olan çocuklar büyükler bu ülkenin insanları .
Biliyoruz insanlık sosyal olarak toplumcudur toplumsal yaşar bu süreçte bizi güvende tutan mekanizma devlet kavramıdır. Devlet ciddiyeti kurallar uygulamalar denetim kamu otoritesi bu sürecin ana bileşenleridir . Ama bakıyorsunuz bir yerlerde birileri rahat hareket etme şansını yakalıyor. Maddi güç birilerinin önünün açar görünüyor.Yasalar yönetmelikler denetilebilirlik yerine keyfiyete bırakabiliyor .Sonuçta yitirilen hayatlar hüzün hak edilmemiş acılar üstümüze üstümüze geliyor. Bir kamu düzeninde amaç bireyin yaşam hakkı olmalıdır diye düşünmeyi becerebilmeliyiz. Devletin var oluş gerekçeside budur. Bu süreçte devlet yasalar ve onun uygulanışından tüm kurumları ile sorumlu olmalıdır.Devletin var oluş amacı insandır. Görülüyorki bir yerlerde çok ciddi yanlışları olan bir yapı kendine yer bulmuş. Çagdaş devlet kavramı bu yanılgıdan kurtulmayı başarabilmelidir. Devlet otoritesi her alanda denetim yaptırım karekterini hukuk içinde uygulamayı amaç edinmek durumundadır. Bilelimki her alanda kamuya hizmet eder görünen yapılar devletin kontrolünde bir zeminde var olurlar kimse toplumsal karekterde devlet yapısından daha üst ve yetken değildir. Olmamalıdır. Yoksa çaresizliklerimizin sonu gelmeyecek gibi bir gerçeklikle karşı karşıyayız. (Bolu otel yangını 2025 )
Dostlar toplumda görüyoruzki devlet çok önemli bir kurum .Devletin işlevinin sağlıklı olması özgün bir karekterinin bulunması direk yurttaşların yaşamına etki ediyor. Bunun için çağdaş hukuk çağdaş devlet karekteri vazgeçilmez bir gerçekliğimiz oluyor.
Farkındamısınız yaşadığımız toplumun kültürel genlerinin dışında davranma yada düşünme şansını kendimizde göremiyoruz. Kültürel genlerimizse akıl gerçeğinin dışında şekillendirilmek isteniyor çünkü o zemin gerçekliğin dışında güç arayanlara o şansı veriyor. Kültürde böylesi bir yapıda yavanlaşmaya mecbur bırakılıyor.Burda şunu belirtmek esastır Bir ulus kültürünün varlığıyla ayakta olur. Özel duygu ve inançlarımızın bilimle özdeşleşip özdeşleşmiyecegi bizim kendi varlığımızla ilgilidir ama iş toplumsal düzeye gelince seküler düşünce öncül olmak durumunda olmalıdır. Aksi ne oluyor.Dostlar aklı kullanamazsak yaşam ilkelleşiyor.
Akşam olunca hüzünleniyor insan şöyle bir yuva olsun istiyor.Kapıda bir sıcak güler yüz.Sofrada bir çorba olsun umuyor.
Yaşamak dostlar biraz fırtınalı bir yolculuk oluyor. Sonuçta limanla çok aydınlık olmuyor. Işık ötelerde bir duş artık.
Yaşamın odağı nedir sizce biliyoruzki yaşam sonsuz değildir.Yaşam bildiğimiz sınırlar içindede olmayabilir.Evrenin başka dünyalarında başka canlıların olmasıda olasılık dahilinde degilmidir.
Ne yapalım dostlar nasıl bir ömre sahip olalım. Dünya menfaatlerimi ömrün onurlu mucadelesimi hangi yerde durmak lazım sizce.
Birileri karanlıkta durabilir.Bizim için felaket o karanlığa bizide mecbur etmeleri oluyor. Yanlış yollarda adım atanlar bataklığın içinde bizlerinde çırpınmamıza ortam yaratıyorlar. Ah öylesi bir karanlıkki bu kırmızı kırmızılığı bırakmış beyaz kayıp baharın renkleri vazgeçmiş kendinden.
Farkına vardımki olgunluğa erişmiş ruhlar acıların ulu orta ortalığa dökmüyorlar. İçlerindeki fırtınaları yada yaşam yolculuğunda önlerine çıkan acıları kendi başlarına göğüslemeyi başarabiliyorlar. Sonrasını zamana bırakıyorlar biliyoruzki acıyı kabullenmekte yüksek bir ruh istiyor.
Ne yazikki insanlar kendileri gibi davranmanızı istiyorlar kendi hükümdarlıklarını öncül yapıyorlar.Kaplarındaki sütün haramlaşmasının önemsemiyorlar onlar için esas olan güçlü görünmek ve sahip olmanın gücünü hissetmek. Soytarı ruhların ana karekteri budur dostlarım kendilerine ait olmayanı sahiplenip o sahiplikle ruların dizginlerini ellerinde blulunsurmayı kendileri için hak görüyorlar. Böyleleri genelde kan bağıyla yakınlarınızda daha çok ortaya sere serpe dökülüyor.Çünkü dışardakilerin size böyle yakın olma şansları olmuyor.Bizim set çekemediklerimiz kendilerini, yakın bildiklerimiz oluyor.
Siayasal dialektik açısından baktıgımızdada durum bundan farklı bir görüntü olamıyor.Fikirler sabit olunca onun felaketide farklı oluyor. Düşünsenize onbin yıl evvel güneşi tanrı sananlar günümüzde yaşasalardı acaba yine aynı görüşü yüreklerinde taşırlarmıydı.Gelecekte insan denen canlının inanç anlayışı ölüm var oldukça devam edeceğine göre acaba nasıl bir devinime kendisini evrimliyecek. Ölüm olduğu müddetçe inanç bizim gelecek nesillerimizide etkiler olacaksa (olacaktır ) Öz ün ötesi görünürde yaşamsal inancın dialektiginde ne olabilir diye düşünülecek bir zamanın olacağını şimdiden farkındalıkla görebilirmiyiz.Kimbilir gelecekte hükümdarlığımız inançlarınmızı nasıl etkileceyecektir insan denen canlı yaşam döngüsünde cinsiyet yanılgısını aşmayı başardığında belkide iman etmenin değeri şimdikinden daha bir anlamlı olabileçektir.
Biliyormusunuz dostlar bu yazıtımda (kitap ) her düşünüleni yazma cesaretim olmadığını bilmenizi isterim . Bu durum yaşam kökenim ailemden başlıyor yaşadığım ülkemin siyasal dialektiginin bende bıraktığı yoğun anlamsızlıkla devam ediyor. Görüyorumki tarih boyunca yönetimde olanlar kendi varlıklarını tasvip eden güç varlığının dışında bir odak olsun uygun görmüyor. Bazen düşünüyorum Türk milli mücadelesinin amacı sadece devlet kurmakmıdır diye. Düşününce anlıyorumki milli mücadele aynı zamanda uygar insan karekterini oluşturmaya çalışıyor. Burda kültürel ocakta türk karekterinin çizgisini iyi tesbit edemedik. İnce çizginin bizi belirli bir düzeyde tutmasının önemeni anlayamadık .Daim öncül kılmaya çalıştığımız türk kavramının kültürel bir ivme boyutunda olduğu gerçeğidir. Dünyada ikiyüzün üstünde devletsel örgütü olan bir kültürel gerçeklik ortada dururken kendi kültürel varlığımızdan niçin vaz geçer olalım diye kendime soruyorum. Bu toprakların kültürü bizi bağlıyorsa bunun bir ismi olmayacakmı geçmişi geleceğe taşıyan nehirden niçin vazgeçmiş olalımki. Burda uygarlık kavramından söz ederken uygarlık toplayıcı bir kavramdır çağdaştır ve kalıpları esnektir akıl onun ana öncü dayanağı olmaktadır. Bilelimki gerçek uygarlık hamurunda yoğurulmuş kavimlerde özne insan odaklıdır ve tüm veriler insana ve onun yaşamına özgüdür.
Gelecekte sevgide doğal hamurunu kendi varlığında hissettirmenin şevkini yaşayacaktır tüm bahçelerin tüm çiçekleri daha bir özgür atacaklardır tohumlarını toprağa .Kimsenin kimseden üstün olamadığı unvan sitatü makam kavramlarının insan olma onunrunun altında hiçleştiği sevginin insan hamurunda yoğurduğu bir dünyayı gelecek nesiller kurabileceklerdir kuşkusuz.Bizler bunu başaramadık torunlarımız adına mahcubuz.Yaşam bizi karartılı puslu bir ömre mahkum etti. Yaşamak pamuk ipliğinde bir haikaye oldu tüm emekçi yoldaşlar için. Artık umut ettiğimiz ülkümüzünde üstü küllendi içimizdeki köz yitik hikayelerinde kaldı umut etmenin.
Genç dostlarıma şunu söylemnek isterim. Hiçbir güç gençliğin verdiği gücün yerini tutamaz.Siz o gençlik atının üstünde ovaları dağları aşarsınız.
Dostlar her sorunu kendi ortamında değerlendirmek lazım diye düşünenlerdenim. Bu durum insan ilişkileri için geçerli olduğu gibi kamu yapılanmalarındada geçerli bir temel sonuç getiriyor. Düşünsenize her birey yaşadığı topluma göre kendine zemin bulur kamusal güç içinde bu durumun degişkenligi söz konusu olmuyor.Süreçle ilerleniliyor özgürleşiliyor devinim kaçınılmaz bir ana etken oluyor.Bu durum sosyal dialektik olguda her nesne için geçerli bir durum oluyor. Birey dünyavi düşünemeyi sosyolojik açıdan başarmak zorundadır.İçselinde metafizik arayışlara yönerlmeside doğal bir sonuç olur.Bu durumu tersine çevirme yanılgısı ister birey ister toplumsal yapıda sonuç olarak çokta parlak bir geleceği hiçbirimize verememektedir. Özgür düşünce gücün dağılımı yaşamın özsel paylaşım kuramı ötelenmekten öte öncelikle dikate alınması gereken bir gerçeklik olmaktadır.Burda bireyin özgürleşme kararlılığının toplumsal olarakta pozotif bir sonucu olacağını görebilmeliyiz. Yaşam katı kurallarla gitmiyor dostlar.İşin birde şu yönü varki kuralların olmadığı bir toplumsal yapıda toplum olmuyor.Orda kaos hüküm sürüyor.İZDÜŞÜM,de anlatmaya çalıştığımı burda tekrarlamış olayım işin özü dengeyi oluşturmak bu süreçte hukuk kavramı öncül oluyor.
Çıg gibi geliyor ölüm . Neyapabilirizki bu kasırgaya .Ölümler tümen tümen ordulaşmış salıyor ateşini üzerimize. Gün geçmiyor kaytbetmedigimiz bir cephe yok.Böylesi karanlık olurmuki gelen gece. Ah nasılda sardı toprak sevdiklerimizi .Nasılda ağlamaklı oldu yaşam denen hikaye.
Farkındamısınız yaşam daim değişiyor bu durum birey içinde ülke içinde gerçekliği olan bir durum.Bir çok olguya bakış açımız değişiyor degişmeyide yaşam bize zorunlu kılıyor. Tüm bunlara rağmen güncel zamanda tedirgin olduğumuz hepimizin mutsuzluğumuzun önde olduğunun mahcubiyetini görüyoruz.
Dostlar hayatın sonsuzluğu olmuyor.Beden yitikleşiyor bu süreçte hazırlıklı olmalı sınırları iyi çizebilmeliyiz. Mademki yaşam sınırlı umudunda sınırlı olması gerektiğini kabul etmerk gerçekçi olacaktır diye düşünüyorum.Nekadar büyük bir yük insanın düşünmek zorunda kalması.
Birey bir kültürün mensubudur bu külütürn kökleri derin yada yüzeyde olabilir.Kabul edelimki birey kültürede katkı verebilir.Burda kültürün özgünleşmesinde yazının önemini bilmek durumundayız.Dostlarım yazı konu edilince işin odağına dil gerçeğini koymak zorundayızdır.Biz bu coğrafyada siyasal karekterde ulus devlet gerçeğinde dil kavramından söz ederken Türkçenin ana tamamlayıcı olduğunu ve kazanımıyla birleştirici olduğunu bilmek durumundayız.Bir toplumda içsel olarak ister lehçe ister özsel olarak farklı dil gerçekligide olabilir burda esas olan içsel bir boyutta tüm ulusça kabul görmüş kökleri özgün olan bir dilin varlığı gerçeğidir. Dil gerçeği bilelimki ulus devlet ötesi bir yapılanmadada birleştiricidir.Özeldir.Türk dilininin türk devlet sosyolojisinde önemsel bir öncü olmasından daha tabi bir şey düşünelemez.Bu bir gerçekliktir.
Dünya nüfusunun sekizmilyar düzeyinde olduğu ifade ediliyor bu muazzam insan birikiminde kültürel karekterlerdede oldukça yoğun bir potansiyeli görebiliyoruz.Buna karşın insan iç güdü ve davranışlarının düşünce yapılarının kültürel etkileşime bağlı olarak farklı olduğunu yada olmasının doğal bir durum olduğunu görebiliyoruz.Sıksık toplumsal düzende öne çıkarmaya çalıştığımız hkuku kavramının bu insan doğasında var olan içsel yapısınıda görmezden geldiğini bir çok toplumun hukuk işlevinde insan var oluş karekterini görmezden geldiginide toplum bize gösteriyor.Kimilerine göre tanrının yarattığı birileri içinse doğanın en üst canlısı olan insan varlığının öznesinin beyin olduğunu beynin düşünce karekterinin insanı farklı kıldığını bilyorken insan toplum ve yaşam içselinde özgürlüğün önde olduğu bir toplumsal hukuk yapısınıda olgunlaştırmakta geride kalındıgınıda görmüş oluyoruz.Hukuk çok derin bir kavram neyse konuyu uzmanlarına bırakalım ama bilelimki kanunlar hukuk için bir gerekçedir ama tek başına yeterli değildir.
Dostlar çevrimize baktığımızda kültürel sosyal hukuksal bir kırlmanın içindeyiz.Gençligimizin umutlarını tüketmiş bir siyasal karekter bu yaşlarda dünya düzenine egemen olmuş gibi. Yüzyıl evelin umutları bizleri terk etti gitti. Kendinden vaz geçmiş bir insanlar yığınına döndürüldük. Bekliyoruz birileri gelsin herşey düzeltsin.Sınırsız bir biad etme yanılgısı hepimiz için yaşam yanılgısı olmuş görünüyor.
Tanrı yeni pergamber göndermeyeceğine göre bu dünyadaki haksızlıklar konrolden çıkmış doğal kabul edişe evrimleşmiş sömürü düzenleri insanın yaşam döngüsündeki çaresizliği nasıl olacakta iyiyye güzele evrilecek dersiniz. Burda akıl sahipleri şunu diyebilişler İnsanı insan yapan aklın kullanılması esas olmalıdır.Burda şöyle bir sorun karşımıza çıkıyor aklı kullanma şansı özgürlükle mümkündür .Buda öz kültürel değerlerle barışık (Bizim için türklük kavramında töre gelenek vs ) aynı zamanda çağın tüm kültürel kazanımlara açık bir kültürel toprakla var olmak olur. ‘…Bir Agaç gibi tek ve hür bir orman gibi kardeşcesine.’ N.Hikmet.
Sabah ezanı okunuyor.İnaçkar insanlarımız ihtimal namaza kalkmış oluyorlar.Dışarda agresif bir rüzgarın uğultusu var. Bilmiyorum bu gece dünya ölçeğinde kaç ölü kabirdeki ilk gecesini geçiriyor.Acaba beden torağın altında o ürkütücü yanlızlıgındayken ruh nerede oluyor.Şuana kadar vefat eden insan sayısı nedir diye dünsek afakimi olur.Ruhlar nerede bekliyor yada bekliyorlarmı yada onlardamı farklılaşıyor. Ölüm bir ruh için ne ifade ediyor.Daha rasyonel olalım ruh dediğimiz şey ne olabilir.
Ölüm gerekçelerini yok etme şansımız olabilirmi .İnsan ömrü ne derece uzayabilir sonuç ne olur.ortalama üçyüzyıl yaşama beklentisi olan bir insan için ilk yüzyılındaki tanrı algısı nasıl yorumlanabilir.İbadetleri nasıl bir yapıya dönüşür. Yada dönüşürmü. Ölümü erteleme şansımız olursa doğumlarda devam edeceğine göre insanlık nasıl bir çoğul karekterde var olurDüşünelimki dünya nüfusu yüz milyar dünyanın sosyal kültürel ekonomik yapısı nasıl bir konuma yönelir.Görülüyorki düşünmek tehlikeli bir eylemdir. Neyse dostlar sabah oluyor ve bir çay hakkımız olmalı.
Büyük bir şehri bıraktığınızda oranın kültürünüde bırakmış olmuyorsunuz. Kültür o özgün karekterini sizde etiket olarak taşıyor. Şehri bırakıp kasaba türevi bir ortama girdiğinizde ilk gördüğünüz lokal bir korumacı duygusunu kendine zırh yaratmış insan figürleri oluyor. Bu durum ileride ömrümüzün odak noktası olacak olan Alanya içinde böyledir Antalyanın batısındaki kemer içinde böyle. Evet birşeylerin kolay kabul edilmediği korumacı bir yaşamın içinde kadim bir alanya evinin kiracısı olmanın ötesinde yapabileceğimiz çok bir alanımızın olmadığını görebilmeyi beceriyorduk. Anadolu Türkmenlerinin sevgi dolu doğal bir insan kolonisi burada kendine yer bulmuştu.Eşim reyhan hanımında kara koyunlu yörüklerinden olduğunu burda hatırlatmış olayım. Türk ulusunun ana karekteri şehirlerde biçimlenmiyor .Türk köylüsü türk töresinin adeta okulu gibi .Saygın o derece dirençli bir karektere sahip.Alanya benim için önemli bir varlık o derece beni yoran bir yanlızlıga mahkumiyeti alanyada yaşıyorum. Dostlar bence insan ömründe bir kez olsun alanya olmalı.
Bir edebiyat ekinselinin metodu evrensel yazım karekterinden etkilenmiş olabilir bu doğal bir sonuçtur ama beslendiği toprağın kendi kültürel toprağı olması gerektiği açıktır.Bu nedenle dostlar benim için türk edebiyatı özdür .Bu torak içinde çok tohumlar besler çok çi,çekler açtırır .Çok renklere açıktır . Evrensel kültürle harmanlanmak farkli bir durumdur öz külütürü ötelemek farklı bir durum ikisinin amacı ve açısı çok farklıdır.Öz kültürel kaynağı yok sayıp küçümseme algısı aslında yazarı olası bir cevherden ıraklara iterki varılavilecek yer yavan susuz bir çöl olacaktır.Agacı besleyen kendi toprağıdır. Yagan yağmur o toprağı sarmalayan gök yüzünün yağmurudur. Kendi kültürümüz bizim giysimizdir yırtıp çıkartmaya çalıştığınızda ayazda kalırsınız.Bu kaçınılmaz bir sonuç olur.Özle beslenip var olana açılmak yazıyıda bir anlam yükler size yol açar. Umut verir.Kendi köyünü ötelere atmayı marifet sananlar bilmelilerki başka köyler sizin için bir eksik sofra olurlar o sofradan daim aç kalmak kaderiniz olur.
Rüyamda akdenize bakan bir köy evinde yaşıyormuşum .Esmer bir kadın tandırda ekmek yapıyor tanımıyorum kimin nesi. Gözleri zeytin ezmesi gibi lezzetli bir bakış fırlatıyor hayata. Bir saka kuşu gelmiş bahçedeki dut ağacının dallarına konmuş. Kendince etrafı süzüyor. Sokaka köpekleri dolaşıyor ortalıkta üçdört köpek arkadaş olmuşlar koşturup duruyorlar patika yolda. Yolun ötesinde bir susam tarlası var. Susam iyi para ediyormuş. Herşeyin kendince bir değeri var bu hayatta sadece insan olmak akça etmiyor gibi bir ömrü yaşatıyor hayat bize. Kırmızı papuçlu bir kız çocuğu okula gidiyor üzerinde mavi bir önlük. Yaşı geçkin kocamış kadınlar korkuyorlar ölümün belirsiz karanlığından. Yürekleri kıpır kıpır korkunun cenderesinde. kalp atışları oldukça yavaş hayatlarının .Sonra farkına varıyorsunuz herkes kendinin çok önemli olduğunu düşünüyor.Soytarı ruhlu piç bir bakış fırlatıyor sünepe tipli yalaka tipleri aymazlığın.
Bizi etkileyen bir çok değerin aslında hüzünlü bir anlamsızlığı olduğunu hepimiz biliyoruz Ama buna karşı bir direncimiz yok. O nedenle ben devrimci ruhlu insanları çok severim burdaki devrimci ruh kavramını yenilikçi devinimci olarak düşünebiliriz. Sıradan anarşist ruhu bu sürecin dışında görmeliyiz.Tabi bireyin bir devrimci karekteri olması için bir amacıda olmalı (ülkü ) bu amacında toprağı gerçekçiliği var etmeli afaki olasılığı düşük yada eylemei amaçsız adımların pek gerçekçi bir varlık gösteremediğini biliyoruz.
Yaşamın en önemli birlikteliği aile olmakla ilgili .Ama ne yazıktırki kapitalist sermaye düzeni aile kavramınıda içten içe törpülüyor.Ebeveyinlerimizde gördüğümüz fedakarca aileyi var etme çabası yeni nesiller bir yana yaşını başını almış ömür döngüsünün son dönemecinde olan bizleri dahi etkiler bir aymazlığa koşuyor.Birlikte yola çıktıklarınız bir bakıyoresunuz ruhlarını o yolun başında bırakmış oluyorlar.
Dostlar biliyormusunuz çoğu birlikteliklerde bedenler birbirine yakın ruhlar farklı dağların farklı ardlarında kendi hükümdarlıklarını yaşıyorlar.Bu birazda kültürel zorlamanın bir süreci olsa gerek.Tüm bunların kökeninde kültürel yetmezligimizinde var olduğunu burda itiraf etmeyi başarmalıyım.Evet çoğumuz kısık bakış açılarımızla ufun ötesine ulaşıp kenidimize doğru düzügün bir yol çizemedik. Çogulunlugumuz algılarımızın esiri olarak çemberirimizi kıramadık.Kısabir ömürde kazanılan maddi menfaatleri kendimiz için başarı olarak gördük.Dik durmadık özgür düşünmedik.Bırakın yaşamı kendimizidahi yeterince tanıma şansımız olmadı . Büyük paraları evlere otomobillere yatırdık bir kitap almayı gereksiz bir iş gördük. Dipte kaldık görünürde üstlerde dolaştık .Böylesi bir toplumun özgürce çağdaş bir kulvarda var olacağını düşünmek .Bunun umutlanmak aklın kabul edeceği bir durum olamıyor.
Dostlarım farkındamısınz çoğunluğumuz kendimizden vaz geçtik birilerinin şemsiyesinin altında kuru kalmayı ıslanıp özgürleşmeye tercih ettik. Yaşam yanılgısı bizi tükettir oldu biz bunun olurlulugunu kabullenmek istemedik. Tanrı bizlere akıl nasipledi biz o aklı kullanmayı becermedik.
Dünya bize kıssacık yaşamımızı sonsuz gibi canhıraş bir kavgayla geçirten hikaye.Bu hikayede acımasız bir yolculuğun silik canlıları olmuışuz.Evet kabul edelimki tanrı bizi diğer canlılardan üst yaratmış biz kendi içimizde birbirimizi yerlerde sürüklemeyi esas amaç edinmişiz.Dünyanın acımasızlığına bizler ona değer vererek yanlış kararlarla adeta kabul edişimizi ilan etmiş görünüyoruz. Sonrası vakitsiz ölümler hüzünler .Bir içimizdeki kasıntı tipler bu iklimin dışındalar onlar kendilerini yeryüzünün tanrısı sanıyorlar. Oldukçada güçlü görünüyorlar. Bu bizlerin kabullenişiylede ilgili bir durum szi kenidinizi köle olarak görürseniz birileri efendi olmayı hak görür oluyorlar.
Bzi yönetenlerden ciddiyet bekliyorsak biz o ciddiyeti onları seçerken gösterme yeterliliğine kendimizi taşımayı becerebilmeliyiz. Yaşam daim bir dönemeçli yoldur biz o yolun kavşaklarının ötesini göremiyoruz. Ozaman tüm değerlerin sorgulanmayı zorunlu kıldığını bu zorunluluğun içinde saygınlıgıda besledigini görmek durumundayız.
Akıl sizi inanca götürür. İnançda sizi meçhuliyete mahkum eder. Ah keşke ölülerle konuşabilseydik. GÖrülüyorki hayat üzerinde kafa yorlumaya değmeyecek kadar bir puslu camdan öte bir şey değil. O camın ötesini görmekse ölüm sonrası mümkün olacak gibi. Yaşayalım bakalım şimdilik. Ölünce insan nereye gidiyor diye düünmeyelim. gelirken nereye geldiğimizi biliyormuydukki. Yok öyle bir şey. Hepimiz perdeleri kapalı atlı bir arabanın içinde gidiyouz bilinmeyene.
Karar almak çok önemli bir tercih bizlerin yaşamını ilkelleştiren en önemli yaşam yanılgımız karar almakta yanlış tercihlere yönelmemiz oluyor.En büyük yanılgıda birilerini memnun etmek birilerinin keyfini öncül görmek .İlginçtir o birileri sizin birinci derece yakınlarınızda olsa sizi hiç önemsemezler.Siz onları pışpışladığınız oranda onlar adına iyi görünürsünüz.Burda problem şöyle oluyor birielri keyfine yaşarken siz kendi yaşamınızın umutlarından feraget etmiş oluyorsunuz.Bu durum bireysel ilişkilerdede hukuk kavramının ruhsal dünyamız için gerekli olduğunu gösterir olsada bunu görmezden gelmek daha bir kabul görüyor.
Büyük bir güç olabilirsiniz .Eger kendinize hakimseniz.Bunun için yüksek bir kapitale sahip olmanızda gerekli olmayabilir. Ama esas olgu karekterinizle ilgili bir durumdur.Evet bilmeliyizki mülkiyet size güç verir ama o güç kargan bir zemindedir.Esas olgunluk bireyin karekterinde anlam bulur.
Hani görülemeyenlerin yokluğunu idda edebilirmiyiz mümkünlülügü olan bir durummudur bu.
Zaman acıların zirve yaptığı bir hikayenin adı nasılda bırakıp gittiler umudu yaktılar hiçliğin karanlığında. İlkel bir kavga dolaştı sokaklarına ruhun. Özgürlük menfaaten öte bir kuvvet olmadı rezilliğe.Zaten kimse özgür değildi bir ölümler hükümdardı sabahında gecenin . Bir hekim farz iki çalışmalarını anlatıyordu kaşınarak.Yok şu oldu yok bu oldu. Haydi hep beraber zerdeçal tüketelim o iyleştirecek olmuş korkularını hastalıkların. Ölüm kovalamış kısa saçlı yalan. Akdeniz helen fayına mahkum etmiş tüm çürük binalarını şehrin. Bana yaşamak ne demektir anlatın olurmu.
Güneş doguyor her sabah ‘Tanrı seviyor insanları ‘ .Serçeler kanat çırpıyor.İşçiler esmer işçiler ben gibiler.Sevdalanıyorlar memlekte.‘Bu memleket bizim diyor ‘şair.Kimileri görmezden geliyor yaşamayı.Cenneti bekliyor dolayısıyla ölümü.Küçük bir heves gülümsüyor umutlarımda.Yarin hikayesi yüreğime kazılı.Kıyıda bir akdeniz kasabasında.Köpürüyor dalgalrı ruhumun.Seni özlüyorum gecede.Sen kimsin bilmiyorum.
Hayatı olduğu gibi kabul etmiyoruz. Aslında yapmamamız gereken huzuru aramak olmalı.Bunun için çok beklenti içinde olmamalıyız. Yaşamı olduğu gibi kabul etmeliyiz.Gerektiginde özür dilemeyi becerebilmeliyiz.İşin özü tüm bunlara karşı dik bir duruşumuz olmalı.Kendimizi önemsemeliyiz ama bu önemsellik bizi başkalarını hahir görmeye etmemeli.Yaşam rotamız bilim olmalı bilim yaşamın ana kılavuzu olarak bize ışık tutuyor.
Günahlarımız ruhumuzun bize yüklediği bir sorunsalmı.Yada tüm suç beynimizi iyi kullanmadıgımızdanmı.Biz kendimizi ahlaklı görürken başkaları ahlaksızlığımızı bizden iyi biliyorsa biz kendimizi kandırmış olmuyormuyuz.Ahlaklıysak neye göre hangi ahlakın yakınsalıyız. kutsal kitabınmı .Kendi egolarımızınmı.Yoksa bunların dışında tüm suçların ortak karekterimidir ahlaklı olmamız.İnsan denen varlık niçin böylesi sıradan ve yetmezlik içindeyken kendini dünyanın egemeni olarak görüyor.Çogunulgumuz çok basit zevkleri yaşam sanıyoruz aslında olması gerkren yaşamın küçük kılvılcımlarını hayatın aydınlığı olarak görüyoruz.Tabiki yanılgılarımıza bir yanılgıdaha eklediğimizin farkında bile değiliz.
Tanrımın bana nasipledigi cüzi aklımla şu gerçeği anlatmaya çalışmışımdır.Tüm görüşler insan aklının öznesinden çıkmış yada o öznede kabul görmüştür.Bu nedenledirki tüm sözcüklerimde sağ sol kavramlarının birbirini tamalayıcısı olarak görmüş bunu izaha çalışmışımdır.Burda bir farkındalığımızda İslamiyetle sosyal demikrasinin aynı hamurdan beslendiğini görmemiz gerektiğini ifade edenlerle mutabık olmayı zorunlu kılıyr.Evet dostlarım tüm dinler özellikle islamiyetin sosyal adalette büyük önem verdigini bu karekterle sol düşünceyi bizim için değerli kıldığını görmek durumundayız.Birileri din toplum inssan üçgenini muhafazakar kavramda sağ idolojinin ana mimarı yapmaya çalışsada bunun böyle olmadığını bizzat dinin (İslamiyet ) kendisi temiz akıl sahiplerine açıklar görünüyor. Yaşam tüm düşünce kavramlarını içinde besliyor bu gerçeği görmezden gelmek suya hikaye yazmak gibi anlamsız bir çaba oluyor. Din toplum insan tüm kazanımlarını içinde besledikçe doğruya güzele iyiye ulaşabilir oluyor.
Ah bu karanlık kaderimiz yobaz bataklıklarda tüketiyorsun bizi. Tüm renkler siyaha boyanıyorda görmezden geliyorsun !
Hayat alıp başını götürmüş beni .Cehalet oturdugum binanın kirişlerinde ben burdayım demiş,.Ne perdelerimi açabilmişim dogan güne ne kendimi anlatabilmişim odamda.Rutubetsel bir yanlızlıgın ıslıgı kulaklarımda çekip gitmek istiyorum dünyanın şurasında burasında yaralı kalplerden bir otaga ,yüregimle nefes almak için.
Dostlar artık görmek zorundayızki özgür değiliz bizi koruyacak bir umudumuzda kalmadı .Issız bir sessizliğin içinde tükeniyoruz.Adalet yitikleşip gitmiş.Sevgiler usulca saklamış kendini. Gülümsemek olası bir eylem olmaktan çoktan uzaklaşmış.Sadece ezenler ve ezilenler kalmış bu yaşam arenasında.
Şimdi ben ölürsem ne olur dersin. İhtimal iki sorguı meleği soracak bana ne yaptın hayatında bende anlatacağım Şiirler yazdım fikirler açıkladım yazılarda. Sonra kenara çekildim. Korktum konuşmaktan daima yazdım.Yazmak belki beni kurtardı yanlızlıgımdan kendimi anlattı bana .
Sonra söyledim ben kimseler inanmadı iki artı ikinin dört etmediğine. Sonra unvanlı prefesörler konuştular konuştukça yavanlaştı sözcükleri .Ben korktum okumuş insanlardan kaçtım cahillerin arasına.Cahiller bilge bir çay demlediler bir sofra kurdular sonra kovaladılar tüm yetimlerini ruhumun Üniveriste mezunları atama bekliyorlardı hep beklediler hep yanlış sözcüklere mahkum oldu umutları. Neyseki çok kadınlar sevdik çok kadınlara hasretti şiirlerimiz.
Dostlar önem verdigimiz bir çok şeyin aslında önemsiz olduğunu ölüm yüzümüze vururdan biz bunu görmezden geliriz. Tüm yaşamın anlamsızlığı hepimiz için bir geçreklikken var olmak kültür oluşturmak eşitcil bir yaşama evet diyebilmek amaç gibi görünsede aslında insanlar arasındaki kavga asla bitmiyor. Sorgulanmayı sevmeyen ama sorgulamayı hak gören canlılarız.En büyük felaketimizse yaşamın sonsuz olduğu hissini içimizde saklamamız.Evet dostlar hiçibirimiz samimi olamıyoruz. Ruhumuzu aklayıp paklayacak bir umudumuzda yok.
Biliyormusun insan varlığının devinimini sağlayan tek enerji tutkularımız oluyor.Tutku alır sizi çağın ötesine taşır yada diplerde yitikleştirir.Tutku merakla kardeştir merak edersiniz szorgularsınız oda size yeni kapılar açar o kapılar ardına kadar açık olmayabilir önemsenmeye bilirsiniz sıradan insanlar sizi kendi egolarında ezmeye çalışabilir daha önemlisi bunda başarıldıda olabilirler.Sonra bakarsınızki o çok üst perdeden yaşar görünenler yaşamın çiçeklerinin varlığından dahi haberderr olamamış .Ömürleri karanlık dehlizlerde tükenip gitmiş olur. Tüm yaşam toprağının özü sadelikten geçiyor dostlar doğal kalabilmeyi başarmak lazım.Siz hiç tüylerini sarıya boyamış bir bir tavuk gördünüzmü.Eger kümesteki tavuktan farklı olduğunuzu düşünüyorsanız bu farklılığı yaşamınızda hissettirmeniz lazım. Bilelimki toplum ve ulus son bir bekanın müdavimi olsada biz bireyler yavan güdük bir ömrün mahkumlarıyız.Bunun için oldukça geniş açıları olmalı bakışımızın paylaşmayı bilmeli. Paylaşılabilecek olanı.
Tüm yazıtlarımda aile kavramı üzerinde durmaya çalıştığımda şu gerçeği görebildim.Aile görünmek başka bir durumdur aile olmak başka bir sonuç. Aile paylaşmaktır dostlar samimi olmaktır.Dikenleri sofradan ırak tutmaktır.Aile olmak unla suyu birleştirip ekmek yapabilmek onu bir sofrada bölüşebilmektir. Özde insan olma değeri esastır tüm varlıkların var oluş sebebi insanı insanca yaşatabilmek olmalıdır.Bunun için özgürlük içinde kurallarıda saklar. Akıp giden bir zaman sürecinde ömrün sınırları çok geniş değildir. Tüm düşünce ve duygular tüm sosyal yapılar insanı insanca var etme üzerine yapılanmadıkça umut hep boynu bükük insanlar için ulaşılmaz bir hayali besleyecektir. Hayatın problemli olduğunu kabul ettiğimizde yaşama şansına erişmiş oluyoruz. Problemlerin büyük çoğunluğu yok etmeyi pek kabul edecek gibi bir ruha sahip değiller bu bize onlarla yaşamayı zorunlu kılıyor yok edemiyorsan kabul et kendi içselinde kendi ruhuna bir şans ver.
Bir ülkede sanat bir cemiyetin (burjuva ) sınırlarının ötesine taşamıyorsa halk yığınları sanatı görmezden gelip gereksiz bir uğraş olarak algılarsa o toplumda kültürel toprağın kıraç bir karekter taşıdığını görebiliriz. Burda okullara görev düşüyor diye düşünmeyi becerebilsek dahi okullarında kültürel seviyelerinin tartışılır olduğu gerçeğini saklayamıyoruz. İ
Günümüzde insan yığınları güncel gereksinmelerinin karşılanması sürecinde yetmezlik içinde olunca bir karanlık loşluk bir çok şeyi gölgelediği gibi umutlarımızıda gölgeliyor. Yaşam bilinmezliklerle dolu bir sona bizi mahkum ediyor.
Oldukça ayaz bir alanya havası var.Bense kendi yetmezliğinin bilince bir ruhun sahibiyim.Yola çıktıklarım başkalarının yolarının dikenlerini temizlemeyi kendilerince daha önemli gördüler. Kısık çok kısık bir nefese mahkum bırakıldım. Tenceremde bilmediğim yemekler pişirtiyor umut.Özlüyorum geri gelmesi mümkün olmayan bir umudu.Evet dostlar bir an bu kitapta yazılanları uuntun kendiniz düşünün.Birlikte olduklarınız<ı birinci derece yakınlarınızı çemberi genişletin akrabalarınızı dostlarınızı yada dost sandıklarınızı. Görürsünüzki sofranızda oturanlar sizin için oturmuyorlar. Sizin için gülümsemiyorlar.Siz yetim çocukların mercimek bakışlı gözlerinizi gerçeğe dönemiyorsunuz.Kendi yanlızlıgınızdaan bihaber.Sürtük bir yalanın hükümdarlığına mahkum sunuzdur.Hayat böyle bir şey.Dostlugun en büyük yoldaşı menfaat oluyor. Dostlarımın beni çok sevdiğini anlamak işstesemde gerçek bir dost olduğumuzu düşünemiyorum.Sizde düşünmeyin aynı soralara oturduklarınızn ötelerde sevinçlendiklerini görün artık.
Farkındamısınız dünyada günde yüzbin civarında insan ölüyor. Geride kalanlarsa hiç ölmeyecek gibi bir mücadelenin içinde kendilerini üst sınıflara atmanın peşindeler.Ortak akıl ortak paylaşım ötelere atılmış.Ben merkezli bir zekanın ziftleşmiş karanlığına mahkum edilmişiz.İnsan yığınları yaşamlarından bezmiş yorgun ruhlara mahkum edilmiş .Baharın geldiğine sevinemiyoruz doğan her çocuğun doğumu onu bekleyen bu acımasız hayatı düşündükçe korkulur oluyor.Birileri üst perdesindeler bu tiratronun birileri sahne arkasında tozlu bir bilnmezligin gizlerinde tükenir oluyorlar.
Yaşamın ana gerçeği ölüm olduğuna göre ölüme karşı zırhımızı girmek itiat etmek kabullenmek kaçınılmaz oluyor.Evet dostlar din ve benliğimizden söz ediyorum. Dinin önemli bir kültürel özne olduğunu akılla biçimlendikçe yaşama katkı verdigini düşünenlerdenim.Din fizik ötesi bir oluru bize açıklamaya çalışıyor.Bu topraklarda İslamiyet dünya gerçeğinde hiristiyanlık varsalınıda ekleyelim milyarlarca insan din geçregiyle kendine ölüm karşısında bir konum arıyor. önmüzdeki günlerde bir aylık bir oruçlu olma tercihine muhatap olacağız.İnanmak bedenini ve ruhunu inancın karekterinde olgunlaştırmak ne dersiniz. Din önemli bir kültürel ivme olduğunu kabullenmiş olalım.
Demikrasi özgürlük eşitlik hukuk eğitim öğretim sağlık barınma afaki bir hikayesi olmuş gerçekliğin. Birileri oldukça güçlü sınırsız görünen mülkiyete sahipler çogunlugmuz gölgesindeyiz hikayelerin.Aydınlanma umududa kalmamış görünüyor bu yolculuğun patikasında.
Dostlar sizce sanat kimin için olmalIdır. Sanat hayal gücünün özgürlünü bize veren en önemli ekinsellik olarak bizlere şans verirken olurun ötesine ulaşma şansıda verir. Dogrusu sanat düşünmeye bizi zorunlu kılar. Aslında yaşamda sosyalojik olarak görürüzki en büyük sanat ailedir aile bir ahenk manzumesidir. Evet aile sorumluluktur emektir hatta yükle tanışmaktır ama önemseldir.Aile toprak gibidir sizi alır büyütür. Sanat ailenin olurunda anlam kazanır kendine yol bulur düşünüyorum. Belkide yanılıyorum. Yaşam yanılgılardan öte nedirki.Neyi anlatabilirizki yaşama dair.Yitik ömürlerden öte.
İhtimal dahilinde degilde hiç acı çekmemiş insanlar aslında hiç yaşamamış olanlardır. Hiçbir yürek yokturki acı çekmeden atsın. Özlemeden yaşasın.
Unutmamalı göçüp giden o güzel insanları. Bir dut ağanın altında gökyüzünde güvercinler uçarken kırmızı sütyenli bir umut saçlarını okşamalı gençliğimin. Ah bu ülke nasılda kanattı yaralarını yetimlerinin nasılda yitik ömürlere mahkum bıraktı bizi. Neyi kim için savunacağımızın şaşkınlığında özgürlüğümüzü kilitledi yalan dolan kavgaları ömrün.
Hayatta kıskana bileceğim tek olur gençliğin önündeki zaman umududur. Ne çareki ileri yaşlara ulaşmış bizler için her doğan günün bizi meçhuliyete götüren bir yolculuğun adımları olmaktan öte gidemiyor. Dünyaya şöyle bir bakın adaleti özgürlüğü bilgiyi gördüğünüz bir yer olursa ne olur benide oraya çağırın.Sürünerekte olsa gelmeye çalışırım.
Sıkıcı bir hayatın içine dalmış ömür tüketiyoruz.Yinede her sıkıntının bir aydınlık kapısı olur diye düşünelim ve o kapının açılmasını bekleyelim. Kimbilir belkide o yılgın ruhlarımız bizi hoşnutlayacak mayıs doğan kuzuların o sevecen halcelerinden açan gelinciklerin kırımızısından kendimize şöyle bir tutam sevinç devşireceğiz.
Saat sabahın onu akrep ve yelkovan tüm zamanın Çarkının yoldaşları olarak daim birbirlerini kovalıyorlar. Aylardan ramazan ayı ramazan ayı hicri takvimde yılın üçüncü ayı bu ayda müsülüman insanlar tanrının emri gereği oruçlanırlar. Oruç enteresan bir ibadet sizi kendi nefsinizle hesaplaşmaya götürüyor. Bu hesabın artısı eksisi ne oluyor bunu anlamak kolay olmazsa gerek.
Ah özgürlük seni çarmıha gerdi bu yalan dolan kavgaları ruhumun .Sende çabuk bırakıp gittin .Beyaz önlüklü esmer kadının menekşe gözleride seni ırak buldu kendinden nedense adımları geri geri gitti umudun. Ruhundaki fırtınalar hiçte yaşana uygun değildi.O menekşe gözlü beyaz önlüklü kadın üşüttü yüreğini sevdasının.İsmini yazmaya çekindiği bir hikayeydi onu tanıması .Sonra çekip gitmesi karanlığına.
Her birey kendini ifade etme düşündüğünü paylaşma inandığını yaşama hakkına sahip olmalıdır.Bu insan olmanın kendisine verdiği bir hak olarak kabul görür. Toplumsal varlıktada bu temel kavram geçerliliğini kabul ettirir olmaktadır.Burda bilmemiz gereken bizin için doğru olanın herkes için olamayabileceği sonucudur. Bunun için yaşama yolculuğumuzda kalıpları çakarken alanı geniş tutmak evrensel kültüre ve olurluluga bir ortam oluşturmak karşıtıda anlamanın yollarını açmak doğrusu yaşam yolculugumuzda daha bir sevgiye yakın olmaya çalışmanın ana amaç olması gerektiğini kendimize anlatmayı başarmak .Belki ozaman ortak değerlere daha bir samimi yakınlaşmak şansı hepimizi için olması kolay bir sonuç olacaktır ne dersiniz.
Benimi sordunuz bana hikayemimi dinlemekmi istediniz. Nasılda saklamıştım sizden kendimi.Islak bir kadın dudağı gibi özlediğin umut nasılda kaçıp gitmişti hikayesinden ömrümün. Biliyormusunuz Hiç memnun değilim bu hayattan. Kitapları özlüyorum kitaplardan kaçıp. Esmer bir kadın bana menekşe gözlerini hatırlatıyor. O beni biliyor ben onu. Sonra özgürlük bırakıp gidiyor sevdayı . Sevda şiirler yazıyor kendine hergün bir uçak geçiyor gökyüzünden.Birilerini bir yerlere götürüyor.Ben yine kendi hiçliğimde şiirler okuyorum gölgelerine o sedir ağaçlarının ardında saklanan kim varsa özlüyorum ben. Bir uzun yol otobüs şöförü bana hikayesini anlatıyor uykusuz korkak kavgalarını ömrünün. Bizde bilirdik bir yerlerde eksik bıraktık sevdayı .Mor bir baş örtüsünün sakladığı saçları bizde severdik hani fırsat verse hayat.Ölmek neysede geride kalmak çok kötü .Ne hayattan vazgeçmek var .ne hayatla sevişmek.Esmer sıska bir sinsi hikayedir ruhumun evlikileri .Ah ne yapabilirim siz söyleyin .Devrimci bir eylemse ölüm.Devirir gözleri gözlerimi.Bu hikaye böyle bir şey işte. Ah dostlarım sizi hiç tanımadım ben sizi hiç dost gömedimse suçlamayın beni. Sizde anlatın kendinizi bu ihkayede.Sizinde vardır yüreğinizde geçmiş ardış sevdalardan bir menekşe gözlü.
Düşünelimki hayatı gerçeklik üzerine oturtmamız lazım geldiğini görebilmeliyiz.Zihin bize sınırsız bir hayal gücü veriyor.O hayal gücünün hükümdarlığında çoğumuz gerçekliği kenara itiyoruz.Ruhumuz bize gerçeği görme şansı vermeyebiliyor.Aileden başlamak üzere daim gerçekliğin bizi yaraladığını olması gerekendense olanı kabullenme bize gerekli olarak baskılanıyor.Biliyormusunuz dostlar tüm kültürel olgunluğumuz toplumsal varlığımız gerçekçilikle beslenmedikçe yanılgı kaçınılmaz oluyor.Ömür boşa geçmiş bir soluk hikaye olarak yitikleşiyor. Sanatta ve edebiyatta gerçeği yansıtma ve gerçeklik duygusunu oluşturmayı ana ölçü olarak gören yaklaşım bilmeliyizki köklü bir kültürel bütünceyi içinde taşıyor. Duygularımız bizi insan yapıyor aklımızsa insanın var oluşunu tamalıyor.Duygular dünyası bizim varlığımız gerçekçi yönümüzse toplumsal olurlulugumuz oluyor.
Dostlar toplumcu olmak zorundayız.Toplumcu olmak birazda üretken olmakla ilgili bir durum .Şunu belirtmek gerekirki üretileni kitlelere ulaştırmak gönülden geçsede bu herzaman mümkün olmayabiliyor.Benim içinde böyle oldu ruhumu yaşamı öne çıkartmaya çalıştığım yazıtlarımda (kitap )toplumsal içerikte yaşama ulaşamadı diye düşünüyorum. Degerli dostlar eger bu kitap sizin elinize ulaştırsa bilinki ölmüş olsamda ruhum sizinledir. Evet ölümlere mahkum olsakta bedenimiz toprakta çürüyebilir ama ruhumuz bu gökyüzünde nefes alan her insan canlısının yanı başında olacaktır.Yazmak belkide bizlere bu şansı veriyor.
İnsan geçmişini bırakamıyor doğrusu şöyle okkalı savunulacak bir geleceğimizde olmuyor.Zamanın getirisi meçhuliyetten öte bir şey değil.
‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir fendir ‘ Mustafa Kemal Atatürk.
Degerli dostlar toplumsal içerikte toplumda oluşan dinsel kümelenmelerin gerekçesini ilim öğrenmek olduğunu idda edenlerin samimi olmadıklarını düşünenlerdenim. Bu kümelenmelerde işin vitrininde öğrencilerin barınması ilmi görünür olsada özde menfaat güç temini siyasal karekter oluşturmanın öne çıktığını görebiliyorum. İlmi ilimsiz var etmeye çalışmanın külfetini hem kendilerine hemde topluma yaşatır olmanın gafleti içinde bir durumdan söz ediyoruz. Evet dostlarım önceki yazıtlarımda sivil toplum örgütü gibi görmeye hazır olduğum bu özde bilimi ve gerçekliği red eder görünen bu tip yapıların ülkenin çağdaş karekterinle barışık olmadıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Bir ülkede kurucu iredenin bilimi öncül ettiği bu nedenlede düşman görüldüğü bir yapının o ülke ve halkına fayda veremeyeceğini burda belirtmek gerçekç i olacaktır diye düşünüyorum.
Çogumuz kendimizi çok üst görmenin diplerinde yaşıyoruz.Biliyormusunuz bir çok ülkede insanlar sorgulamayı sevmiyor kitapları ise bir obje olarak görüyor. Hani bazı akedemik tipli figürler var izlencelerde kitaplıkların önünde konuşmayı ana amaç görüyorlar. Bizde onları çok kültürlü görüyoruz. Biliyormusunuz işine aşık insanların sosyalleşmesinde tanınılır olmak amaç olmuyor. Omerca biraz kibirin ruha verdiği mahkumiyetle ilgili bir durum.Tıpta sosyolojide hukukta arkolojide işin emektar hocaları kendilerini gizli tutmayı kendilerine saygı olarak görüyor. Ne yapalım birileri böyle var olmayı kendileri için elzem görüyorlar.
Yapılabilecek hiçbir şey yok. Ölüm ben varım diyor .Ne yapabilirizki tanrının mekanında tanrıya isyan mümkünlülügü olan bir durum olabilirmi.Evet koca dünya bazen dar geliyor yanıyor yüreğimizin hücreleri.
Sonuç olarak dostlar hayat denen hikaye hep umutla geçer. ‘Umut fakirin ekmeği’ derlerya çok akıllıca söylenmiş bir söz diye düşünüyorum. Birde umudun ruhu yordugunuda bilmek durumundayız devamlı umut et sonrada ömrü yoklukla tüket. Biliyormusun tanrı insan denen canlıyı yarattığında onun dünyaya sınırsız bağlanacağını tanrı olarak biliyordu .Onun için onu hep pergamberlerle ikaz edip yol göstermiştir.Yinede insan denen canlı hayata sınırsızca bağlanmaktan vazgeçememiştir.Unvanlar sitatüler makamlar mal mülk onu bu dünyanın vazgeçilmezi yapmış geçicide olsa acılarını öteletmiş kendini ölümün gölgesinde dahi sonsuzluğun umuduna mahkum bırakmıştır.
Dostlarım yaşamın ana dönencesi ekonomidir ekonomi mülkiyet gücüyle birlikte toplumve birey için vazgeçilmez görünmektedir. Yaşamda günümüzde kabul görmüş liberal ekonomi kavramının kabul edilmez olduğunu birçok yazıtımda (Kitap ) anlatmaya çalışmış olmakla birlikte bilmeliyizki emek ve özgürlüğün öcül olmadığı hiçbiri üretim tüketişm ilişkisi insancıl değildir.Bizimse tüm varlığımızın kazanımlarında insan olma bilincinin olması gerektiğini kabul etmek yaşamın özünde bu gerçeği görmek esas amaç olmalıdır.Tanrı sosyal olarak yattığı doğanın en özel canlısını sömürü çarklarında tükensin diye yaratmamıştır şüphesiz. Yaşamak aklın bize sunduğu bir gerçeklikle özdeşleşir ve hayatta olmaktan çok öte bir durumdur.Ne yazıkki karanlıgımız bizi bu gerçeklişkten koparıp yoksunluğun karmaşasında tüketir olmaktadır.
Dostlar bilelimki yanlış yanlıştır.Yanlışın aması fakatı yoktur. Oluyorsa esas yanlışı o sözcüklere evrilip kırıtanlar yapmış olurki.Bu büyük bir yaşam yanılgısının fili gerçekliği olarak önümüze çıkar. Bazen bakıyorsunuz bir ömür verdiğiniz davam dediğiniz konularda ciddi bir kırılma oluyor.Çünkü yaşam bize gösteriyorki hiçbir dava sorunsuz ve parlak bir geleceği veremiyor. Düşman görülen bir çok fikir bir bakıyorsunuz yaşamın bir gerçeği olmuş. Onun içindirki daim kapıyı aralık bırakmak gerekiyor.
Bazen çok şey için çok geç kalıyoruz.Bizler yaşamın sınırlarını çizmekten kendimizi muaf görünce yaşam kendisi bu gerçeği üstleniyor.Koşup durduğumuz bir hikayede son noktayı koyuyor. Kazanımların önemsenenlerin öylesine anlamsızlıklarını görebiliyoruzki insan olarak ‘Ben bunun içinmi mücadele verdim ‘ diye kendimize sormuş oluyoruz.Tüm yaşam birikimimizin aslında anlamsız kuma yazılmış bir yazı gibi geçken olduğunu çok geç farkediyoruz. Evet dostlar dünya menfaatlerinin kırıntılarını öylesine büyük görüyor oluyoruzki gerçek bir yaşam yansıması bizim bu dünya varlığımızda anlamsız bir hiçliğin içinde olduğumuzu bie unutturmuş görünüyor. Degerli dostlar inandığımız tüm değerlerin bir anlamı yaşamsal bir katkısı vardır kuşkusuz burda anlatılmak istenen bu yaşam denen hikayenin yitik bir yaşam karanlığı olduğunun irdelemesi oluyor. Evet güneş dünyamızı aydınlatıyor. Güneşin varlığı büyük bir keyif veriyor.Sabaha ulaşmak umudu yeşertiyor.Ama ruhumuzdaki karanlık bizim kolay defedeceğimiz bir kuytunun karanlığından öte direk yaşamın bir gerçekliği olarak rumuzu sarıp sarmalıyor.
Küçük sözcükleri severim ben. İddasız saf ve kimsesiz sözcükleri.Onların o sakinliği beni cezbeder.Dalarım yanlızlıgına sözcüklerin.Vakitsiz terk edişlerini kabullenir şiirlerim. Sonra bir haber gelir bir dost göçüp ğitmiştir yalanlarından dünyanın .Emekçi tayfaları yetim kalmıştır. Ben kimi seveceğim şimdi söyleyin olurmu. Kimi düşünecek geceleri karanlığımda umudum.
Geliin biraz düşünelim yaşam nereye akıyor onu görmeye çalışalım .Dostlar geçmiş özleriz ama geçmişe mahkum olmak istememeliyiz.Tutucu bir görüş sağlıklı bir görüş olamıyor.Yaşam çağın gerçekleri ile bir anlam kazanıyor.Burda daim öncül kıldığımız bir duruma yine dikat çekelim .Denge ne recedici olalım nede direk kabullenme aymazlığa düelim. Bilelimki biz torunlarımızdan geride kalıyoruz onlarda kendi torunlarının gerisinde olacaktır. Bunda ısrar etmek karanlığa mahkum olmak olurki yaşam bunu hak etmiyor.
Tanrı yarattığı canlıları korur. Düzenini sevgi üzre inşa etmiştir. Tanrının gücünde sevgiyi görürüz. Sevginin olduğu bir bahçede dikenler sizi acıtamaz. Yapmamız gereken ruhumuzdaki sevgi tohumlarını büyütmeyi başara bilmek olmalıdır. Bu bahçede korkulara yer yoktur. Renkler yaşamı ışıltır anlamlaştırır.
Yaşamaktan korkmamalıyız yapmamız gereken sadece bunu başarabilmek olmalıdır.Kültür bir toplumun duruş düşünüş ve geçmişten gelen birikimlerin ortak bütüncesi olduğuna göre kültürün temel karekterini olgunlaştıran ek katmanların olmasıda kaçınılmaz oluyor.
Edebiyat içindeki çatışkılarda bu sürecin dışında olmamaktadır. Dogru olanlarla doğru sanlılanlar her daim örtüşemeyebilir. Birey bunu algılama sorunuda yaşaıyabilir. Bu durum tüm toplumu etkiler görünürse orda özgürlük yara alır. umut azalır. Toplumsal çatışkı öne çıkar.
Edebiyat çatışkının bir tarafı olmamalıdır. Yazı düşünce sadece arayışa katkı vermek durumundadır. Yaşamak birazda gerçeğe ulaşma uğraşı degilmidİr.
Korku birazda bilmemekle ilgili bir durumdur. Onun için korkuyorum bilmediklerimin o okyanusları taşırtan çoğulunda zerre değil bildiğimizi sandıklarımız. Bunu anlıyorum. Korkuyorum onun için muhatap olmak istemiyorum gerçekle. Ben kendi hayellerimde gök yüzünün yıldızlarını saymaya çalışırken kendi hayellerimin mahkumiyetinde olmayı kabullunmiş oluyorum. Beni anla olurmu.
Günah korkunun baş buruyganı. Bu yoldaşlığımızı bitirmemiz lazım. Kapının ardında sakladığımız yorgunluğumuzu dinlendir artık. Tanrı tüm kötülüklerimizi affeder biliyorum.Sadece ekmekleri eşit dağıtmayı becerebilmeliyiz. Kırmızı bir resim çizmeliyiz karanlığı kovalayıp,İçinde yeşil yapraklı umutları olsun gülümsemenin.
Özgürlük korkusuzca bakabilmektir okyanuslara. Akdenizin ulaşabildiğini bilmektir uçu bucağı olmayan ötelerdeki sulara. Ben ölünce yıldızlar yine geceleri görünecekler. Yine korkacaklar kadınlıklarından umutlar. Haydi gel okyanuslarda ıslanalım. Çıkarmıyalım hayellerimizi üstümüzden. Tüm yitenlerimiz yüreğimizde. Aglayalım seninle yaşamaya dair. Aglamak özgürlüktür bilirsin sevince.
Yine sabah oldu kapımda beklediğim kimse yok. sen yanımdasın çünkü konuşuyorum yokluğunla gece boyu. Yalnız kadınları düşünüyorum köhne köylerin kırmızı çatılı kireç badanalı muhacır evlerinde. Bir kadın dolaşıyor usumda o sen değilsin başkasıda değil. Ona bir çay demiliyorum gözlerinde.Bak sabah oldu sen yoksun.
Yaptıgım en aptalca şey alanyada sokakta yürümek .Yapacak başka işim yok çünkü ! aynı yansımalarda bir çekilmezliği var bu şehrin. Karşımda Alanya kalesi anlamsızca ben niye burdayım der gibi bekliyor. Güneş doğudan doguyor benimde dogdugum o dicle nehrinin kıyısındaki şehre merhaba diyordur önce. Sonra buralara ulaşıyor. Toros dağlarının ötesinde kar kış kıyamet derler ya .İşte o mevsimdeyiz şimdi. Alanyada güneşin parlaklığına inat soğuk . Tıpkı umutlarım gibi.
kırmızı kaplı pul defterinde ablamdan kalan pullar var. Postanede çalıştığı yıllardan geride bıraktıkları. Birde cumhuriyet dönemi merkez bankasının çıkarttığı şimdi kullanılmayan kâğıt paralar .Babamın demiryolu saati. Onları saklıyorum. Namus gibi korunması gereken dürüstlüğüm olmalı bu sahiplenme diye düşünüyorum.
Saat sabahın dokuzu üniveriste hastanelerinin unvanlı hekimleri beyaz önlüklerini giymişlerdir şimdi. Kapıda bekleyen onkoloji hastaları ve mutsuzluk. Rektör saygılarını iletiyordur gücün yetkenine. Güneş pencereleri aydınlatmış oluyordu. Şimdi hastalarla görüşmek için unvanlı prefesörler bir general adesıyla koridorları dolduracaktır. arkalarnda beyaz önlükleri ile genç asistanlar . Topuklu ayakabalı ince narin bilekli kadınlar. Zaman milattan sonra ölümden önce.
Beni yasakladılar seni sevmemem için. Sonra kapatmak istediler ruhumu. Bilmiyorlardiki bir şeyleri kapatmak çok şeyleri açıyor !
Tanrı sizi bunun için görevlendirmedi. Öyleyse neden onun adına hüküm vermeye kendiniz yetken görüyorsunuz. Tanrı içinmi kendiniz içinmi !
Önce doğanlar sonra doğanlara büyüklük taslayınca biryerlerde yanlış gidiyor işler. sönük ruhlu böcekler saldırıyor yalanlarını kılıç yapıp. Ah yorgun bakışlı kadınım benim sen bunu anlamaktan imtina ediyorsun.
Pazar günün kilisedeki toplanmayla Cuma günkü camideki toplanmanın tek amacı var Tanrının hoşnutluğunu kazanmak. Buda tapınağının duvarları arasındaki mistik dualardada aynı amaç ortaya çıkıyor mutlak gücün hoşnutluğunu kazanmak.Tanrıya sahipliğimiz onun bize sahipliğiyle ilgili bir durum.Biz varsak tanrıda var. Bizim varlığımız sürece olarak değişken ve meçhuliyete açık. Tanrının kudreti onun adına bizden ötede olduğunu kanıtlıyor. Böyle olmamış olsaydı Tanrı varsalıda sorgulanır olurdu. En meteryalist görüşü benimseyenler dairi Tanrı olgusunu görmezden gelemiyorlar. Çaresizligimiz okadar belirginki Tanrı bizim kurtuluşumuz oluyor. Ölümlüyüz Tanrıya muhtacız durum bundan ibaret.
Tüm insanların güçlü zengin olmalarına imkan yok. Düzen bunu istemiyor. Çogunluk hükmedenin gölgesinde yaşasın istiyor günümüz kapital gücü. Bunda bir yanlışlık var.
Korku bizi bu mahkumiyete mecbur bırakan sadece korku başka bir şey değil. Hiçbir şeyin sahipliği avuçlarımızın içinde değil herşey pamuk ipliğine bağlı koptu kopacak.
Ya bu azgın selin arkasında sürükleneceğiz.Yada bir korkunun içinde tükeneceğiz. Yaşam bu iki kulvarın yolculuğunda gizli. Şöylede yapabiliriz dört duvar arasında ikimiz bir hükümdarlık kurabiliriz. orda kendi kurallarımız geçerli olur. Tabiki kendince yaşamak isteyen bir birey bunu ne derece başarabilir bu durum saglıklımıdır. Toplumcu yön nerde geride kalır. Yada kalabilirmi.
Biliyoruzki en gerçekçil yaşam toplumcu paylaşımcı bir topraktan besleniyor. Bu toprağın suyuda özgürlük oluyor. gerisi yalan ve saçma. Haydi gel güneşe gülümseyelim.
Ailede ölümler üst üste gelince herbir kabir kendine başka mekanlarda yer buldu .Dagılmış tesbih taneleri gibi garip kabirlerin mazlum sahipliğini yapıyor ruhum.
Bu durum ruhumu incitiyor,Bir aile kabirligimizin olmayışı. Kimbilir belkide kökleşme duygumuzun bir sonucu olsa gerek bu düşünceler. Bir yerlere ait olmanın ruhumuzda bıraktığı miskin bir huzuru yakalamış oluyoruz.
Milyarlarca insanın yaşadığı bir dünyada milyarca umut besliyor kalplerimiz. Hepimizin ortak amacı insanca yaşamak ömrü insanca yudumlamak. Hücrelerimizin bizi mahkum etmeyeceği bir sağlıklı ömre sahip olabilmek !
Gün gelir seni hatırlatır gece. ışıkları yanarken o kadim şehrin. karanlık katran ağaçlarının üzerine çökmüşken yırtık kahpe menfaatler silik ruhları esir almışken.Gözlerimiz arıyorsa birbirini . Biliyorumki yaşamanın bir anlamı vardır.
Cehalet kolayca silinecek bir toz zerresi olmuyor. Biliyorum sevgide yok etmiyor onu. Köhne taş duvarlar arasında yılgın yaşlı kadınların sinsi bakışlarında tünemiş baykuşlar gibi dönmüş bize bakıyor.
Tahtalı dağının göründüğü penceresinde gecikmiş bir ölümü bekliyor zaman . Şiirler saklanıyor ıışklarından güneşin. Zaman cehaletin hükümdarlığına mahkum
Koca ömrü sonsuzmuş duygusuyla geçirtip sonra ürkek tavşanlar gibi ölüme mahkum olduğunu anlamak benim için akıl alacak bir durum değildi. Nerden bilebilirdikki hayatın böylesi hızlı akıp tükeneceğini. Kimi niçin sevdik biliyormuydukki.Yada nefretimizin bize yükledegi yükü nasıl kaldırabilecektik. Tüm işçiler ve köylüler emeklerinin gücünü nasıl anlatacaklarki .Neyin hikayesinde konuşulacak bir yolculuğu anlatacak yitikliğimiz.Ne yapalım günahlardan vazgeçemeyen ruhlara sahibiz. Karanlıktır yolculuğumuz bizim.
Degerli dostlar İzdüşüm adlı kitabımda olsun konuşulmayanlar adlı kitapbımda olsun iki ana gerçeği yansıtmaya çalışmışımdır.Bunlardan birisi milliyetçi ruhumuz (yurtseverlik ) ikincisi sosyal demikrasi kavramı Sosyal demikrasi içeriğinde millet olma kavramınıda taşıma şansı olan sağ ve sol kavramlarını aynı düzlemde buluşturan bir kavram olarak önemlidir. Onun için sosyal demikrat duruşumuzun olduğunu söylüyoruz. Demkirasi eşitlik insan hakları konusu içseleştildiginde sol görüş öne çıkıyor.Biz milliyetçi ruhumuzla sol görüşle bir bütünce içinde olmak durumundayız.Dünya karşındakinide dikate alma onu kabullenme mecburiyietiyle var olan bir sosyal ivmeye doğru gidiyor .Yaşam fikirleride evrimleştiriyor. Degerli dostlar bireysel olarak fani canlılarız bu yapımız bize fedakarlıklarımızında sınırlı olmasını zorunlu kılıyor. Hayat sonsuz değildir.Birey olarak yurttaş yönümüzde yaşamın kendi işlevinde sınırlı olmak durumunda kalıyor.sınırsız bir hayatımız yok sonsuz bir hayalimizin olmasınında anlamı olmuyor.
Gençlik yıllarımda (Bindokuzyüzyetmişli yıllar) demikrasi özgürlük emek işgören hakları üzerinde ülkenin toplumsal bilincinde şimdikinden daha bir gerçekçi yöneliş vardı .Günümüzde yaşamın tüm ağırlığı omuzlarımızda bizi yorgunlaştırır olurken aynı zamanda bu yanılgıyı kabullenişin yavanlıgınıda yaşar oluyoruz.Toplumcu paylaşımcı duruş yerini kendini kurtarma rantsal güce kavuşma arayışına bırakır oldu. Evet dostlar şöyle hayatımıza bir bakalım sonsuz bir doyumsuzluk ‘benim olsun ‘duygusu ruhlarımızı esir almış görünüyor. Ortak bir zeminde buluşma imkansız bir amaç gibi. Yaşam çetrefilli bir yolda yüreğimizi dağlamaya devam ediyor. İlkel çağdışı bir karanlığın içinde ömür tüketmeye mecbur bırakılıyoruz.
Farkındamısınız inançtan vazgeçemiyoruz.Özellkle biz müslümanlar için bindörtyüzelliyıl önce pergamberimiz (Hz muhammed) e vahir olarak indirlmiş kutsal kitabımız kuran önce hitap olarak gelmiştir bu süreç yirmiüç yılda hitap olarak daha sonra kitaplaştırlarak günümüze kadar gelmiştir.Kuranın toplanıp kitaplaşmasının özel bir çabaya ihtiyaç duyulduğuna burda belirtmek durumundayız.Kutsal kitap boşlukta olan yolnu kaybetmiş ölüm karşısında bilinçsizce savunmasız insana yol gösteren önüne açan onu kurtuluşa ulaştıran önemli bir kap olarak bizi yönlendiriyor. Kuran kitabı inanlar için çok özel bir kitaptır ve aklın çizgisinde anlaşılmaya çalışılmalıdır.Kutsal kitap anlamaya çalıştıkça derinleşir derinleştikçe ilmi öne çıkar bir özneye sahiptir. Kuran aynı zamanda duygu dünyasının bir önemli ilacı olarak bize ulaşıyor.Kuran bir sosyal varlığı olan önemli bir kitaptır. (İnanlar için.) Tanrı inanlar için çok önemli bir kavramdır .Tanrının zihni doğanın yasalarıdır diye düşünelim .Ve şöyle diyelim tanrı varlığını doğada perçinlemiştir.
Özgürlük anlayışı bizim kendimizle olan durumumuzun bir sonucu oluyor.Çevremize baktığımızda şunu görebiliyoruz.En büyük mahkumiyetimiz kendimizi üçüncü kişilere karşı sorumlu hissetmemiz.Aslında sorumluluk yaşamın bir gereği.Hatta bu sorumluluk duygusunun ete kemiğe bürünmüş hali inanç ve din üzerinde kendini bize tanıtıyor.Bu süreç çoğu kez bizi geriye götürür görünsede biz bu durumdan kendimizi soyutlama şansını bulamıyoruz.
Dostlar hayat bana şunu net olarak ögretmiştirki birilerinin çıkarlarına çomak sokmadıkça kabul görür oluyorsunuz.Gerçegi öne çıkardığınızda problemli görülüyorsunuz.Artık tüm ilişkiler çıkarlar üzerinde dönüyor.Ve buna dostluk kardeşlik diyoruz.Tabiki yalan söylüyoruz.
Yaşam suskun insanlar için bir azap denizidir.Bagırın çağırın azgınlaşın yoksa bu hayat mazlumlar için acı bir mezeden öte bir şey değildir. Sınırsız sonsuz bir ızdırap denizi. Yüreği yufka insanlar için bir puslu yolculuğun adıdır hayat. Dünya merhametten nasiplenmemiş azgın ruhlar için yaratılmış gibi. Çogunlugumuz sessizliğin mahkumları olmuşuz.Nasılmıyız.Yorgun ve yılgın.
Hepimiz biçimsel olarak afakiyiz. Gölgeyiz. İşin özü gerçeğin değil meçhuliyetin yansımasıyız. Bilinmezligi kendimize dost edinmeye çalışıyoruz. Büyük mabedler yapıyoruz. Küçük hüzünlerin gırdabında Hiçligimizi anlamanın ötesinde kendimize hayel bahçeleri kuruyoruz.
Senin korkunu yaşadı yüreğim.Bahçede oturdugumuz o masa bir dut tabagı .Eski pencerelerinden süzülüyor ışık. Seviniyorum seninle olduğuma.Gel diyorsun yanlızlıgıma benim. Varıyorum yanına. Bir kadın seviyorum ben. Kavgaları bunaltıyor güncemi. Senmisin o söyle bana. Memleketin halcesi gibiyiz ikimiz. Vaz geçilmez hikayelerden. Şiirler okuyor gözlerimiz. Irakta o köyde çocukluğun. Keçiler dolaşırdı anlatımlarında Ah nasılda sevinirdik güz dönümlerinde. Ömür dedigin neki zaten. Ölüme inat gülümsemek yaşama. Haydi bir çay demle ikimize. Yanında zeytin çökelek. Birde yufka ekmek.Şiirler okusun gözlerim gözlerinde. Yaşam denen hikaye bu olsa gerek.
Gelirsin bir gün saçların dağınık yüregin acı dolu.Kimsesizligimi görür avuçlarınIsıtırsın beni.Bir serçe gibi ürkek ve sevecen.Ötelerden bir ışık olursun.Perdeleri açılır odamın.Yatagımda bir sıcaklık bilirim yakınlardadır hüzün.Bize bakıyordur.Aglıyordur ıraklarda bir köyde.Bir kadın yanlızlıgına.İlmek ilmek ömür tüketir gece.Güneş ısıtmaz bilirim.Yoksun yanlızlıgımda benim.Sensizim.
Özgürlük belkide yalnız olmakla ilgili bir durum. Kendiniz kalmak için size ait bir alanının olması gerekiyor.Birliktelikler bu alanı ya yok sayıyor yada görmezden geliyor.Daha ötesinde sizin varlığınız kanıksanıyor.Görevleriniz öne çıkıyor.Siz o görevleştirilmiş isteklere yanıt verebildiğiniz ölçüde kabul görüyorsunuz.Sevgi saygı sözcüklerinin anlamsızlığını çok daha iyi idrak etmiş oluyorsunuz. Birlikte yaşamı paylaştıklarınızın size paylaşılacak bir hayat bırakmadığın anladığınızda çok şey için geç kalmış oluyorsunuz.
Yaşamda kısıtlı bir alanda olma zorunluluğu varken ölümün gerçekliğinde düşüncede oldukça rahat olma şansını kendimize verebilirmiyiz. Bu sürecin adımlarında aile toplum töreler din gibi özgün verilerin etkisi ne olabilir. Yaşamda nerde duruyoruz. Dogrusu insan toplumsal bir canlıysa onun bireyselliğinin sınırları nerede bitiyor. Bizi şahsiyet olarak var eden etkenler ruhumuzu nerede nasıl besler oluyor.Toplummu yoksa kendince var olmak isteyen insanmı beklentide öncül oluyor. Neyi niçin ne kadar yaşayabiliyoruz.Toplumu onun hücresel varlıgı aileyi hangi döngü yaşatıyor.Sosyal bir varlık olarak bizi etkeleyen tüm kutsallarımızın başlangıç yada bitiş sınırı olasımıdır. Yoksa degirmende ezilen bugday başaklarımıdır toplumcu yanımızla halcemiz. Niçin ahlaksal olarak samimi olamıyoruz.İnsanca yaşam yolculugumuzda kurdugumuz uymamız istenilen yapılarda insanca hakça bir yaşamdan mahrum bırakılıyoruz.Ekmegi aşkı umudu niçin birileri kendi çarklarında yitikleştiriyor. İnançlarımız bizim kurtuluşumuzmu yoksa felakatimizmi oluyor. Yaşamın her sürecinde niçin yetmezlik içinde kalıyoruz. Baş edemedigimiz hastalıklar önleyemedigimiz sömürü düzenleri gerçeklerle bagını koparmış yanılgılar teknolojinin yetkenligindeki güçsel sınırsızlık yılgın korkular insan olarak bizi niçin mazlumlaştırıyor.
Ölüm bizi tanrıya mecbur bırakıyor. O süreçte din öncülümüz oluyor. İnanmak kabullenmek ve ötelere göre kendimize yön çizmek. Bunu yapmaya çalışırken dünyavi karekterden kopmamak. (Burda dünyavi karekter söylemi yaşamın gerçek ivmesi olarak düşünülebilir.) Yaşıyoruz arzularımız ihtiyaçlarımız ve bize yaşama sevinci veren umudumuz var .Bu olgular yaşamın dinamigini oluşturuyor.
En acımasız yetmezliklerimizde Tanrıya tevekül edebilmeliyiz.Anlamalıyızki geçici olan bu dünyaya her insan kendi işlevinde var olur. Ötesi tanrının hükümdarlıgındadır. Sebeplere yapışıp gerisini tanrının hükümdarlıgına bırakmak . Sınırsız amasız ve gerekçesiz yaşamın tanrının hükümdarlıgında oldugunun kabullenilmesidir. Biliyoruzki biz canlılar konrollü bir yaşamın içindeyiz.Kontrolü saglayanda doganın mutlak gücü olan tanrı (Allah ) .Biz inansakta red etsekte degişen birşey olmuyor.Red etmek size bir güç vermiyor.Bilakis sizi boşlukta savunmasız ve yetmezlik içinde bir puslu yönergeye bırakıyor.
Dogrusu temiz akıl sahipleri, inançlı olmanın gerekliligini hissediyor.Yaşamın sınırlarını görebiliyor .Burda inançlı olma olgusu aklın kullanılmasıyla ilgili bir durumdur. Akıl inanmak için ilk gerekli kavram olarak bizi yöntir.Tanrı kutsal kitaplarında insana hükmeder ve onun yolunu gösterirken aklı öne çıkartır.Akıl muhaasebesi yetmezlik içinde olan bir varlıgın kendini yaşamını toplumunu olgunlaştırması mümkünsel bir durum getirmez. Ancak temiz akıl sahipleri (özgün , serbest ) yaşamı ölümü varlıgı anlamaya çalışır. Ve bu girdigi süreç onu hayatın varlıgında bir büyük gücün (enerji ,varlık ,otorite ) oldugunu bize kanıtlar.İnançlı insanlar bu gücü Tanrı olarak bilirler.
Çogu kez önümüze bakalım deriz aslında önümüze bakmak yetmiyor kafamızı kaldırıp gökyüzünede bakmak lazım.Gökyüzünün o muazzam sonsuzluğu bize hiçliğimizi hatırlatır biz kendimize getirir. Şünkü çoğumuz kendimizde degilkiz geçen her günün bizi meçhuliyete yaklaştırdığını bilmekten aciz insanlarız. Yaşamın kendimizden ibaret olduğunu sanıyoruz yanılıyoruz. Dostlarım siz olun asla kendinizi sınırsız bir gücün hükümdarı sanmayın. Sınırsız bir güç sınırsız bir felaketin yoldaşıdır ve sizi yalnız kalmaya mecbur bırakır çevrenizdeki kalabalıklar sizi terk ettiğinde sizin gidecek bir yeriniz olmayacaktır. Kibriniz sizi mahkum etmiştir o mahkumiyetin bir sonuda olmayacaktır.Gerçek karanlık yanlızlıgınızın size yüklediği çaresizlikten öte bir şey değildir.
Kimbilir belkide her şeyin bir zamanı var o zaman geçince yenilik kaçınılmaz oluyor. Özgürleşebilen beyinlere ne mutlu.