1
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
280
Okunma

İnsanın mutluluk arayışı, varoluşuyla birlikte başlamış, ancak gerçek mesele, mutluluğu nerede aradığıdır. İnsan, çoğu zaman kendi iç dünyasında değil, başkalarında mutluluğu bulmaya çalışır. Bu durum, genellikle bencil bir yaklaşımı doğurur. Çünkü mutluluğu başkasında arayan insan, farkında olmadan çevresindekilere yük olur. “Beni mutlu et” diyerek, karşısındaki kişiden bir beklenti içine girer. Oysa gerçek mutluluk, bireyin kendi iç dünyasında inşa edilen bir duygudur.
Peki, bu döngüyü kırmak mümkün müdür? Bunun yolu, birey olmayı öğrenmektir. Ancak burada bahsedilen birey olma, bencilce bir yaşam sürmek değildir. Gerçek birey olma, önce kendini anlamakla başlar. Kişi, tüm olumlu ve olumsuz yönleriyle kendini kabul etmeli ve anlamalıdır. Kendini anlayan bir insan, başkalarına yük olamaz; aksine çevresine pozitif katkılar sağlar. Birey olabilmek, yalnızca kendi içsel mutluluğumuza odaklanmak değil, çevremize de fayda sunmak anlamına gelir.
Toplum, birey olmayı neden zorlaştırır? Çünkü toplumlar, kendi koydukları kurallar çerçevesinde yaşayan bireyler isterler. Bu şekilde düzeni sürdürürler. Ancak mutluluğu, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel bağlamda ele almak gerekir. Toplumun dayatmaları ve sınırlamaları, bireylerin gerçek mutluluğa ulaşmasını engelleyebilir. Çünkü toplum, genellikle sahip olmayı ve dışarıdan gelen onayları mutluluğun kaynağı olarak gösterir.
Mutluluk, aslında özle ilgilidir. Bireyin, kendi içindeki değerleri fark etmesi ve kabul etmesiyle başlayan bir yolculuktur. İnsan, her zaman mutlu olamayacağını kabul etmeli ve küçük anlarla kendini iyi etmeyi öğrenmelidir. Bu şekilde mutluluğu arayan birey bencil değildir. Aksine, bencillik, yalnızca kişinin kendi çıkarları peşinde koşarken, başkalarını da farkında olmadan tüketmesidir. Gerçek bencillik, sahip olma arzusu doyumsuz hale geldiğinde ortaya çıkar. Oysa bilinçli birey, sahip olmak yerine “var olmayı” tercih eder.
Günümüzde, insanlar neden birey bilincine ulaşamıyor? Bunun temel nedeni, kapitalist sistemin dayattığı tüketim toplumunun içinde kaybolmalarıdır. Toplum, “sahip olmanın” mutluluk getireceğini empoze eder. Bu düşünceyle, insanlar maddi ve manevi şeyler biriktirmeye çalışırken, gerçek farkındalık sahip olunanlarla değil, kim olduğunla ilgilidir. İnsanlar daha çok dışsal başarı ve sahip olma peşinde koşarken, içsel mutluluk ve huzuru göz ardı edebiliyorlar.
Peki, "Ben" bilincine ulaşmak için ne yapmalıyız? Bu süreç, hiç kolay değildir. Ancak, imkansız da değildir. Gerçek "Ben" bilincine ulaşmak, toplumsal bir sorumluluğa da sahiptir. Çünkü yalnızca bireysel farkındalık, tam anlamıyla bir mutluluğa ulaşmak için yeterli değildir. Bir toplumda çoğunluk mutsuzsa, birey de tam anlamıyla mutlu olamaz.
Bireysel farkındalık, yalnızca kendine odaklanmak değil, toplumsal sorumlulukları da içermelidir. Gerçek mutluluk, sadece bireysel bilincin bir sonucu değil, aynı zamanda toplumun ortak bilinç düzeyine ulaşmasıyla elde edilebilir. Bu nedenle, birey ve toplum dengesini kurabilmek için önce kendimizi anlamalı, sonra da çevremize katkı sağlamak gereklidir. Bilinçli birey, yalnızca kendini kurtaran değil, çevresini de dönüştüren kişidir. Bunu yaparken, insanlara farkındalık yaratmalı, paylaşmalı ve dayanışma içinde olmalıdır.
Sonuç olarak, bireyin "Ben" bilincine ulaşması önemli bir adımdır. Ancak, bu bilinç yalnızca bireyi değil, çevresini de dönüştürdüğünde gerçek anlamını bulur. Toplumun tüketim ve sahip olma odaklı dayatmalarına karşı durarak, bilinçli bireyler olarak fark yaratmak mümkündür. Gerçek mutluluk, sahip olmakta değil, bilinçli bir varoluşta saklıdır.