0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
135
Okunma

Uğursuz bir hava çökmüştü memleketin üstüne. Gökyüzü, paslı bir hançer gibi asılıydı tepemizde. Çamurlu yollar, küle bulanmıştı. Her sokak, her meydan, yetimlerin sessiz adımlarıyla yankılanıyordu. Bir ağıt gibi çökmüştü hüzün, duvarların soğuk yüzüne. İnsanlar konuşmuyordu artık, kelimeler taş kesilmişti dillerde. Oysa kelimeler, en çok da acıyı anlatmak içindi.
Kimse tam olarak ne zaman başladığını hatırlamıyordu. Belki bir sabah, belki de karanlığın en derin yerinde sinsice çökmüştü bu uğursuzluk. Önce gökyüzü soldu, sonra kelimeler eksildi dillerden. Hiçbir şey birden olmamıştı, ama her şey bir bakışta değişmişti. Şimdi sessizce akıp giden zaman bile külden bir perde arkasından izleniyordu. Umudun rengi silinmişti yüzlerden, anıların sesi fısıltıya dönüşmüştü.
Gece uğursuzdu, karanlık hiç dağılmıyordu. Zaman bile is kokuyordu, günler griye çalmıştı. Sokaklar, caddeler, geçmişin küllerini taşıyan rüzgârlarla doluydu. Eskiden çocukların kahkahalarıyla yankılanan şehir, şimdi ağıtlarla çınlıyordu. Analar sessizce ağlıyordu, gözyaşlarını içine akıtıyordu. Yas, bir gölge gibi sinmişti yüzlerine. Toprak kadar yorgundular, gökyüzü kadar dilsiz.
Bir zamanlar umudun yeşerdiği bu topraklarda şimdi külden bir örtü vardı. Anılar, zamana yenilmiş, ağıtların içinde kaybolmuştu. Memleketin eşiğine düşen her damla helaldi, ama o gözyaşlarını akıtanlara haramdı. Fırtına dinmiş miydi, bilinmezdi. Ama elde, dizde derman kalmamıştı. Bir avuç kül kaldı geriye, geçmişin aynasında asılı duran. Gökyüzü hâlâ sessizdi, topraksa hâlâ yaslıydı üstümüzde.
*
Mehmet Demir
5.0
100% (1)