0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
335
Okunma

“ Esmeden rüzgâr kıpırdar mı ki yapraklar
Soluyorsa günün rengi neden doğar ki şafaklar
Bir haniler silsilesinden yankılanıştı bu güne,
Yok mu bir borcumuz bizim, destansı mazimize…”
Gecenin bedelini ödeyen veya ödemeyi göze alanlara bir başka doğacaktır elbette şafaklar. Günün her zerresini daha az sorunla yaşayabilmenin, yarına büyük umutları beslemenin ve özgürlüğün içini alabildiğince renklerle dolduruşun ardında bir şeyler olmalıdır sanırım. Bize bu gün atıl gibi gelen hayatların, manzaraların ardında bambaşka gerçeklere yatıyor olabilir. Bir tarım arazisi nadasa bırakılmış olduğundan habersizlere göre ataletin, miskinliğin, vurdumduymazlığın çağrışımını yapabilir zihinlerde. Oysa gerçek bambaşkadır. Sonraki yıllarda daha üst seviyelerde rekolteler elde etmek amacından ötürüdür bu manzarası. Peki, onca genç ve dinamik nüfusuna karşın halen umut edilen sıçrayışları beklentileri karşılayabilecek ölçüde gerçekleştiremeyen ülkemizin manzarasının ardında ne veya neler vardır. Meselemiz, bu hayati konuyu olabildiğinde irdelemek ve vaat olan gerçekliği de yine olabildiğince yansızca sorgulamak olmalıdır.
Bir yiğit gurbete gitse,
Gör başına neler gelir” derken dillere pelesenk olan halk şiirimizden mısralarda, hayatın içinde çokça nedenden ötürü var olan “göç” gerçekliğine vurgu yapılır. Buradaki göç büyük olasılıkla ülke hudutları dışına taşan bir göçtür. Geniş anlamda göç kavramı; andan ana, mekândan mekâna, duygudan duyguya ve hatta düşünüşlere de evrilim manaları taşır kuşkusuz. Her göç bizden bir şeyleri alıp götürür ve her dönüş, bıraktığımız gibi göremeyişinin acısını da yaşatır maalesef. Hangi nedenle ve hangi türden olursa olsun her göçün irdelenmesi gereken kendine mahsus bir; manzum öyküsü, derinliği, geride bıraktığı düşmüş omuzlarla, solgun bakışlarla göze çarpan enkazı ve göçün yapıldığı adreslerde de çetin mücadelelere konu yanları ve yarattıkları toplumsal değişimler vardır.
Bir zamanlar yurdumuzdan kalifikasyonuna bakılmaksızın binlerce insanın bu göç furyasının özneleri olduklarını her birimiz biliriz. Sanat eserlerinin çoğuna da tema olan bu sosyal gerçeklik, kim bilir sayısız binlercesini “Günün birinde dönecek nasılsa” duygu ve düşünüşünde pencerelerin dibinde nöbetçi kılmıştır bilinmez. Tam da bu olguya değinmişken, mekânların değişimindeki adlarıyla iç veya dış, yetişmiş insan gücünün bir anlamda elden avuçtan yitmesiyle de “beyin göçü” denilen sosyal gerçeklik ortaya çıkmaktadır. Ekonomik zaruretlerden ötürü içte ve veya dıştaki göçleri bir şekilde anlamak ve yeri geldiğinde de bu gerçekliğe destek versek de, bizim bütün olanaklarımızla ve çeyrek asırlık emekle yetiştirip kalifiye hale getirdiğimiz insanlarımızın başka ülkelerin toplumlarına mal olmalarına nasıl seyirci kalırız ki? Sen küçücük yaşlardan itibaren tüm değerlerini, olanaklarını zorlaya zorlaya uzmanlaşmış ve her yerde rüştünü ispatlamış insanları yetiştir ve sonunda da bu ülkenin kaymağı tabirinden elit grubunu hamiliğini başkaları yapsın! Kendimi bildim bileli bu konunun yurt kalkınmasındaki önemine gereken hassasiyetin gösterilememiş olmasına hayıflanır dururum.
Yurdumuzdan göç eden farklı mesleklerden kalifiye işgücünün, sanatkarın, bilim insanlarını, mühendislerinin bir envanteri tutacak değiliz ancak, sadece 2010-2017 yılları arasında çok sayıda bilim isanı, sanatkat ve mühendisin yurt dışına gittiği ve orada hizmet verdikleri de acı bir gerçektir. Bizlerden biri olarak farklı sahalarda elit niteliklere hazi olan bu değerlerimizin göç nedeniyle kaybı, ilgili sahalarda uzunca yıllar telafisi mümkün olmayacak çaıkların yaşanması anlamına gelmektedir. Milli değerlere bakışa, duruşa, duygu ve düşünüşe sahip olmanın, içine yetişmiş insan gücünü de koryup kollamak alınmadıkça, diğerleri de kuru bir ifadede kalabilir ne yazık ki. Bu ülkenin okundukça okunan ve kaleminden çıkan satırlardan feyz alınan şairlere, ufku açan ve ümit vaad eden muhteşem tabloların ellerine, sapasağlam ve güven veren inşaatların inşasını başaran mühendislere, siber çağın gerçekliğinde kendi yazılımları ile dünyaya kapılar aralayan yazılımcılara, topraktan bire on, bire yirmi verim elde etmek için gayret eden ziraatçilere, tarihin kültürel zenginliklerinin farkındalığındaki müzecilere, turist rehberlerine, yansız tarihçilere; en doğal şekilde üretim yaparak sofralarımızda güvenle tüketilen besinlerin imalatında ve kontrolünde çalışan gıda mühendislerine ve müteşebbislere de ihtiyacı vardır.
Ülkeler arasındaki güç skalasının çokça kriteri olduğunu varsayabiliriz. Oldukça geniş ve tarıma elverişli toprakları, çoğu henüz işlenmemiş yer altı madenleri, akarsular ve dolayısıyla da su rezervleri bakımından zenginliği, ulaşıma elverişli arazi yapısı toplumsal, değerlerine bağlılık gibi çokça etmen ilk akla gelendir kuşkusuz. Bu potansiyeller ne denli büyük olursa olsun, onları hayat ile buluşturarak bir anlamda katma değere dönüştürecek; duygu, düşünüş, mühendislik, strateji, teknik altyapı gibi olmazsa olmaz kriterler bir araya gelememiş ise, vatan toprağının hemen altında yatan devasa hacimlerdeki altın madenlerinin, doğalgazın, petrolün; işlenememiş ve veya hayvancılık üretimine katma değer sağlayacak hale getirilememiş binlerce hektarlık meranın, çok külfetli olmasa da yurdun her yerini birbirine bağlayabilecek ve zamandan, ekonomiden kazanım sağlayabilecek; kara, demir ve hava yollarının eksikliği, her birinin gereken zaman ve yerde inşa edilememesi gibi çokça nedenden geri kalmışlığa hapsolmuş milletlerden biri olmamız kaçılmazdır.
Ortaokullu yılarımdaki devletlerin refah ve gelişmişlik sıralamalarında “gelişmekte olan ülkeler” kategorisindeki yerimiz ne yazık ki pek değişmiş değildir. Konuya yansız da bakmamız gerektiğinden, savunma ve havacılıktaki son yıllardaki ivmeyi bu iç yakan eleştirilerin elbette dışında tutmak da gerekir. Kısa bir zaman aralığında savunma zemininden başlamak üzere, bilişimde de yankı bulan ve hatta göğüs kabartan bu ivmenin hayatın diğer sahalarında da yankı bulmasını yürekten istiyoruz.
Bir anlamda bomboş tahtalar gibi eğitim zeminlerine ilk adımlarını atan tazecik dimağların, zaman içinde uzmanlık derecesinde meslek insanı olabildiklerini görmek ne güzel bir duygudur. Düşünsenize bir; ilkokullu, ortaokullu, liseli, yükseköğrenimli süreçlerden sonra; diş hekimi, inşaat mühendisi, yazılım mühendisi, eczacı, öğretmen, psikolojik danışman,…vb ünvanlı, toplumun değerlerinden beslenmiş, yine onun olanakları ile bu payelere, niteliklere erişmiş binlerce genç, doğru yer ve zamanda işbaşı yapsalardı neler neler değişirdi. Ne yazık ki, milli olanaklardan beslenerek ortaya gelen, onca; emeğin, enerjinin, sinerjinin, koordinasyonun, çeyrek asırlık sürecin ve ekonomik olarak da büyük maliyetlerin ortaya koyabildiği nitelikli insan ordumuzun bir kısmı, yurt dışında istihdam başvurularında bulunuyor, elden gidiyor. Fidanı bizler dikiyor, suluyor, sert rüzgârlardan, bulaşıcı hastalıklardan, susuzluktan gözeterek büyütüyoruz ve fakat meyvesini başkalarını sahipleniyor. Gelin de bu duruma hoşgörüyle bakın. En azından dilden de olsa sitem etmeden geçmemek kanaatindeyim.
Yukarıda dile getirmeye çalıştığımız ve konu olarak da belirlediğimiz “beyin göçü” gerçekliği, her nasılsa iki keyfiyetten birinden veya her ikisinden ötürü ortaya çıkıyor gibi. İlki, yıllarca tüm enerjisini, özverisini hedeflerini gözeterek ve büyük hayaller kurarak niteliklerin ve kalifikasyonun özneleri olan yetişmiş insanlarımız, meslek erbaplarının ülke içinde mesleklerini icra edebilecek zemin ve veya koşullara erişememesi, diğeri ise bu zeminleri bulmasına rağmen daha büyük kazançları önceliklendirerek yurt dışına çalışma iradesi gösterilmiş olmasıdır. Birbirlerinden çokça bağımsız da olmayan bu durum, keskin bir bıçağın iki yanı gibidir sanki. Kimin ve veya kimlerin haklı gerekçelerini olduğunu bir kenara bırakırsak, beyin göçleri ile bu yurdun geleceği adına büyük kan kaybettiği gerçeği asla yadsınamaz, göz ardı da edilemez. Tam da bu noktada II. Dünya Harbi`nden ağır bir mağlubiyetle çıkmış Almanya`nın yeniden hayata tutunmak adına ülke geleceğini öncelikleyen milli hamlelerini dile getirmek gerekir. Belki beş veya daha fazla yılda her yönden yıkılmış bir ülkeyi nasıl da bayındır hale getirmeyi başardıklarına bakmak gerekir. Bu örneğin belki de daha tesirlisi Japonya`nın nükleer bombalarla yıkılışından sonra nasıl da daha bir güçlü ayağa kalktığının öyküsündedir. Neredeyse günlük yaşamın temek gereksinimlerinin dahi zorlukla karşılanabildiği o yıllarda mesleki anlamda doyum sağlayabilecek zeminler yoktu, elde edilecek gelirden daha öncelikli olan şey, büyük olasılıkla bizim bir şekilde ihmal ettiğimiz “her şey vatan içindir” duygu ve düşünüsüydü elbette. Hani bizler daha vatansever, mücadeleci ve mazimizden tarifsizce özverilerle aktarılan kültürel mirasın özneleriydik? Birkaç bin dolar veya euro için bu yurdun istikbalinin ikinci planda görülmesi ne kadar vicdani ve ne kadar vatanseverlikle bağdaşıyor olabilir? Yurt dışına her türlü girişimine, özverisine rağmen keyfiyet dışı zorluklardan da gidenler var kuşkusuz. Bir yerde keyfiyet, diğerinde de kemiyetiyle karşımızda duran bu büyük sorunla öncelikle politika üretenlerin yüzleşmeleri gerekir. Burada samimiyetle doğru hamleler yapılır ise, umudumuz odur ki bir zaman gelir ve gidenlerin yerine gelenlerin ağırlandığı “tersine göç” dahi yaşanılır olur.
Konumuzun özü ve ruhu dönüp dolaşıp bir tercihler silsilesinde düğümlenmektedir. Kendi olanaklarını zorlamadan, başkalarına çokça ihtiyaç duymaksızın günün dünyasında var olabilmenin yolu, bu yolun ortaya koymakta olduğu güçlüklerle önce biz diyerek yüzleşmekten geçecektir düşüncesindeyim. Benlerin gereğini tercihlerimize öncü kılmaya devam edersek, bir noktadan sonra bu durum kontrolden çıkarak, başkaca bir sömürünün de sahneye çıkmasına neden olacaktır. Belki de en büyük sömürü “beyin göçü” marifetiyle yıllardır işe konulmuş ve yurdumuzun kalkınma hamleleri de istenen neticeleri elde edememiştir. Her ne kadar olasılıklı dile getirmiş olsak da, beyin göçünün önüne geçemedikçe aydınlık şafakların bu yurdun üzerine doğması pek mümkün olmayacaktır. Bilgi ve bilimdeki hakimiyetleriyle dünyayı bir şekilde dizayn eden anlayış, beyin göçünden beslenmektedir. Farklı ülkelerin en güzide meslek insanları ve onların ortaya koydukları ;üretimler, keşifler, araştırmalar her nasılsa kendilerini var eden ülkelerce değil, o insanlara büyük paralarla zeminler veren ülkelerce kullanılamamaktadır. Ne de acınacak bir durum.
Kendimizi fark etmeye başladığımız, değerlerimizle de yüzleşe geldiğimiz dörtlü beşli yaşlardan itibaren, şu milli olup olmamamın içini yeniden ve yansızca doldurmak gerekiyor kanaatindeyim. “Beni Türk doktorlarına emanet ediniz.” derken büyük önder Atatürk, ne de güzel anlatabilmiş bu gerçeği. Ne demişler, “El elin eşeğinin türkü çağırarak arar”. Bizim yaşamakta olduğumuz veya yaşayabileceğimiz zorluklarda başkalarından gelen yardımların yaraya mehlem olamayacağı da açıktır. Çıkarımımız odur ki, bahçedeki ağacın gürbüz olması, uzunca yıllar meyve verebilmesi adına ortaya konulan gayret, hasat zamanında yüzlerin gülmesi içinse, bu toplumun bağrından çıkan yetişmiş insan ordumuzun da her doğan gün için bir hasat vakti olduğu gerçeğidir. Biz anlayışı her sahada yankı bulmaya başlayınca göçler yine bitmeyecek ve fakat toplumun o arzu edilen hedeflere ulaşabilmesi de mümkün hale gelecektir.
Yukarıda zaman zaman belli dayanaklarla sitem ettiğimiz beyin göçünün uzun vadede bazı teknolojileri, üretim anlayışlarını yurda transfer bakımından faydaları olabilir kuşkusuz. Bu durumun yurdum menfaat elde edebilmesine yönelik politikaların da üretilmesi gerekir ki, kalkınmaya yönelik bir ivme olarak bu sorundan fayda sağlanabilsin. 1960`lı yıllarda dillendirilen bu sosyal gerçeklik, az gelişmiş ülkelerin sorunu olmaya da devam edecek gibi durmaktadır.
İnsanlarımızın hayat standartları artırılmaya başlandığında ve yeni yeni çalışma, araştırma sahaları açıldıkça, beyin göçünün büyük ölüde önüne geçilebilir. Bunu ne ölçüde başarabileceğimizi zaman içinde göreceğiz. Umudumuz, yıllar sonra da olsa göç eden elitlerin katma değer üretilebilecek kazanımlarla geri dönebilmesidir. Son söz olarak şunu da söylemek gerekir ki, mesleki anlamda doyum elde edilen yerlerde göç eden insanlarımızın, milli benliklerini korumayı başarmaları sayesinde, geri döndüklerinde ortaya koyacakları tecrübe ve birikimler kalkınmamız adına şüphesiz büyük fırsatları da beraberinde getirebilir potansiyeldedir.
Göçe konu olan seçkin iş ve veya hizmet kollarının değerli elitlerinin ilk kazananları şüphesiz gittikleri ülkelerdir. Onların yetişme sürecinde harcanan; zamandan, emekten, enerjiden ve özveriden kelimenin de tam anlamıyla tasarruf ede ve adeta bu nitelikleri bedavaya getiren ülkeler, kısa zamanda daha büyük büyüme hamleleri göstermişlerdir. Bu durumun tersine de dönebilmesi, bizim gibi göç veren ülkeler bakımından son derece önemlidir. Beyin göçünü etkin ve uzun vadeli politikalar ile yönetebilirsek, bizlere rağmen gerçekleşen bu göçlerden kalkınma hamlelerimiz için büyük ivmeleri bulabilmemiz de mümkün olacaktır kanaatindeyim. Hindistan ve Çin Halk Cumhuriyeti de azımsanmayacak beyin göçü vermelerine karşın, akıllıca politikaları ile kalkınma hamlelerini başardılar. Biz de başarabiliriz.Yeterki uzun vadeli politikalarla bu gerçeği yönetebilelim.
Oğuzhan KÜLTE
5.0
100% (1)