0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
233
Okunma
Kış, doğanın sabrını ve insanın dayanıklılığını sınayan bir sınav gibiydi. Ağaçlarının bembeyaz örtüyle kaplandığı orman, sessizce nefes alıyordu. Rüzgâr, dalları nazikçe savururken kar taneleri dans eder gibi yere düşüyordu. Toprak, üzerinde biriken her kar tanesini kucaklıyor, sanki üzerindeki izlerle bir hikâye yazıyordu. İnsanların, hayvanların ve rüzgârın izleri, bu hikâyenin kelimeleriydi. Doğanın taşıyabileceği en güzel yük, belki de bu izlerdi.
Zemherinin bir sabahı, Güven ve Derya sırt çantalarını omuzlayıp kış tatili için yola çıktılar. Bıldır dan beri kar yüzü görmemişlerdi. Karla kaplı yolları geçerken Güven’in yüzünde tatlı bir heyecan vardı. "Cılgıcılık yapma bu yıl karın içinde katur kutur yürüyeceğiz," dedi. Gözleri camların heybetli gövdeleri arasında dolanıyordu. Derya, eldivenlerini sıkıca tutarak Güven’e baktı. "Yine kar aşkın tuttu hemi. " Sesinde alaycı bir ton vardı ama yüzündeki gülümsemeyi saklayamadı.
Güven, Derya’nın karda gördüğü her iz karşısındaki tedirginliğini iyi bilirdi. Bu yüzden karın üzerinde ki hayvan ayak izlerini işaret ederken sesini mümkün olduğunca yumuşak tuttu. "Bak! Buradan masum ve sevimli bir hayvan geçmiş," dedi
Derya irkildi, adımını biraz daha dikkatlice attı. "Masum diyorsun ama ben o masum şeylerden birini görünce biliyorsun donup kalıyorum. Aklım çıkıyor!" dedi gülerek.
Tatilin ilk gününde, sessizlik ve karın huzuru içinde kayak yaparak vakit geçirdiler. Güven, köknar ağacının altına uzanıp karın beyazlığını seyrederken, Derya da yanında oturup sessizliğin tadını çıkardı. Fakat ikinci gün, bir anlık dikkat dağınıklığıyla Derya kayarken düşüp bileğini burktu.
Güven, ona yardım ederken Derya’nın gözlerindeki tedirginliği fark etti. "Beni dinleseydin ve biraz daha dikkatli olsaydın, bu olmazdı," dedi belli belirsiz bir ses tonuyla.
Derya, elini buz gibi karın üzerine koyarak, "Senin bu mantıklı tarafın bazen çok sinir bozucu farkında mısın," diye yanıtladı.
…
Konakladıkları evin çamdusunda asılı çullardaki motifler, doğadaki vahşi hayvan ve evcil hayvanların müşterek mutluluğunun resimleriyle bezenmişti. Tıpkı kendilerindeki zıtlıklara rağmen birbirlerini tamamladıkları gibi.
Güven, kuzinenin sıcağına tav olmuştu. Derya ise pencerenin pervazına yaslanmış lapa lapa yağan, kara bakıyordu. Kar taneleri salına salına yere düşerken izlerini bırakıyordu.
Güven, sessizliği bozdu. "Sorutma gel otur şu kuzinenin başına” dedi.
Derya dediğinden bir şey anlamadı ama yanına geldi.
Güven sakin bir sesle, “Karda gördüğüm her ayak izi bana hep bir şeyler düşündürür. İnsanlar, hayvanlar her biri doğanın bir parçası ve her iz de bu bütünün bir işareti. Doğa, üzerinde taşıdığı bu izleri bir hikâye gibi saklıyor, biliyor musun?" dedi.
Derya, başını ona çevirdi. "Belki de doğa, izleri saklamak istemiyor. Onlarla insanlara bir şey anlatmaya çalışıyordur. Mesela, ne kadar iz bırakırsak bırakalım, sonunda her şey karın altında eşitleniyor," dedi.
Güven, başıyla onayladı onu. "Belki öyle ama doğa, bizim ne kadar büyük veya küçük olduğumuzu umursamıyor. İnsan ya da tavşan, hiç fark etmez herkes mutlaka karbon ayak izini bırakarak gidiyor. Asıl mesele, bu izlerin bize ne anlattığı."
Derya gülümsedi. "Sen filozof moduna geçmeden sıcak çikolatamı bitirsem iyi olacak," dedi hafifçe şen bir kahkaha atarak.
Dışarıda kar yağmaya devam ederken, Güven ve Derya’nın hikâyeleri de doğanın hikâyesine karışıyordu.
İnsan ve doğa arasındaki bu ilişki, karda bırakılan ayak izinde olduğu gibi insanoğluna bir kez daha kendi ayak izlerini takip etme fırsatını hatırlatıyordu. Yaşamın üzerimize bıraktığı izler ise belki de yaşadığımız yâda yaşayacağımız en derin ve anlaşılmaz hikâyeleri simgeliyor.