Gönlünün arzusuna göre iş yapma ki, sırtına pişmanlık yükü yüklenmeyesin. ferideddin attar
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU

ÖLÜMDEN,KABİRDEN, HESAPTAN ÇOK KORKUYORUM -HER KULUN İMTİHANI AYRI AYRI--ANCAK YAŞAYANLAR BİLİR..1

Yorum

ÖLÜMDEN,KABİRDEN, HESAPTAN ÇOK KORKUYORUM -HER KULUN İMTİHANI AYRI AYRI--ANCAK YAŞAYANLAR BİLİR..1

( 2 kişi )

1

Yorum

5

Beğeni

5,0

Puan

762

Okunma

ÖLÜMDEN,KABİRDEN, HESAPTAN ÇOK KORKUYORUM -HER KULUN İMTİHANI AYRI AYRI--ANCAK YAŞAYANLAR BİLİR..1

ÖLÜMDEN,KABİRDEN, HESAPTAN ÇOK KORKUYORUM -HER KULUN İMTİHANI AYRI AYRI--ANCAK YAŞAYANLAR BİLİR..1

Her yıl mevsim geçişlerinde ağır bir ruhsal bunalım geçiriyorum.Bir süre sonra doktora gidip verilen ilaçları düzenli alınca geçiyor rahatlıyorum.Normal bir şekilde yaşamına devam ediyorum.

Kendimi bu yazıda daha evvel yedi sene çalıştığım Kırıkkale Mehmet Işıtan Zihinsel Engelliler Okulundaki öğrencilerin yerine de koydum bir bakıma.Çok zor o ailelerin Allah yardımcıları olsun.

Ölüm çok yalın bir gerçek,Değişmeyen binlerce yıldır devam eden bir sünnetüllah.Hiç aksi olmamış,zengin,fakir,siyah,beyaz,müslim,gayri müslim aynı akibete düçar olmuş...Her insanın başına bir gün gelecek,er yada geç..

Kimi anne karnında hiç dünya yüzü görmeden yaşama veda ediyor,Kimisi dünyaya gelip bir süre yaşıyor,
Hayatının çocukluk çağlarında bir hastalıktan,veya bir kaza sonucunda gerçek yurt olan ahiret alemine göç ediyor.

Bazıları da çok ileri yaşlara kadar sağlıklı bir şekilde yaşayıp hayatının son demlerinde hanımı ölüyor, Perişan olup,çoluk çocuğun himayesine muhtaç hale geliyor..Bir ekmeği alıp evine getiremeyecek acziyete mahkum oluyor.Herkesin eceli ayrı yazılmış,nerede nasıl öleceği belli değil.Allahın bildiği kader proğramında belli ama onu kul bilemiyor.

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:İnsan doğduğu zaman bir beyaz beze sararlar, buna kundak bezi derler, bunda cep yoktur. İnsan ölünce, yine beyaz bir beze sararlar, buna da kefen bezi derler, onun da cebi yoktur. O halde insanın ömrü, kundak beziyle kefen bezi arasıdır.İmanla ölmek, en büyük gayedir. Son nefeste imanla ölmek için dua etmek çok önemlidir.

İyi kötü bu yaşlara erişiverdik yaşımız bir hayli oldu.. Acı tatlı ekmeğimizin peşinde koştuk,helalinden nafaka kazanmak için çalıştık durduk..Sabahın ilk ışıklarında dersimize girip,öğrencilere faydalı olmaya gayret gösterdik.Kader dediğimiz ilahi proğramda insanın hepten eli kolu bağlı elbette...

Şöyle bir geriye bakarım bazen..Değişen bir şey yok çok şeyler yapmak istemişimdir..Olmamıştır,dünyanın koşuşturması içinde erteleye erteleye bugüne bir çırpıda gelmişizdir...İstediğini elde eden var mı acaba?...Dört dörtlük insan var mı?...Hiç dersiz insan görmedim derdi rahmetli babam...

Bir Hocadan duymuş bir arkadaşım ben de ondan işittim..Hadisi Kutsi veya ayeti kerime olabilir...’’Zenginlikle sağlığı bir kulumda bitiştirmem,vermem’’...Zenginse sağlığı elden gidiyor..Fakir ama sağlıklı çok insan var...Birbiriyle ters orantı var anlaşılan..

Vehbi Koç örneği gelir hemen aklıma...İlkokulda öğretmenimiz söylemişti..Türkiye’nin en zengin holdinginin sahibi olan adamdı...Sadece günde bir kaç haşlanmış patates yiyor demişti bize...Sağlığını ancak böyle koruyordu bu zenginimiz...


Vucudumuzun her uzvu önemli elbette ama kalp bir başka önemli..Durduğu zaman insanın ömrüde duruyor..Kalbin en önemli görevi vucuda kan pompalamak ..Kan ile oksijeni,besinleri hücrelere taşımak.

Kalp hastalıklarında en önemli etken sigara,kalıtım,obezite ve stres olduğunu uzmanlar söyler..Bende kalbimin arızalı olduğunu ilk olarak okulda yapılan sağlık taramasında 1998 yılında öğrenmiştim.O güne kadar hiç tansiyonumu ölçtürmedim demek ki..Yüksek tansiyon hastasıydım geç farkına vardım...

O günden sonra ilaç tedavisine başladım uzun bir süre..İlerleyen yıllarda kalbimin sıkıştığını farkettim,2008 yılı kasımında 100 metrelik yokuşu çıkmakta zorlanıyordum..Soğuk havalarda kollarımda ve boğazımda reflü benzeri yanma oluyordu..

Obeziteye bağlı olarak kalbimin sol taraf damarından birisi %90 oranında tıkandığı için oluyordu bunlar..Neyse tıp ileri artık eko,anjiyoğrafi,efor,sintiğrafi tedkikleri var..Hepsini öğrendik yaşayarak...Tıkalı damarı bulup bir stent olmadı iki stent atarak yaşam kalitenizi artırabiliyorlar..

Bir hocamın yardımıyla Ankara da Atatürk Araştırma Hastanesinde uzman doktorlar tarafından ilk anjiyomu olduğumda bir damarımın yuzde 97 tıkalı olduğunu öğrendim aynı gün uzman doktorlar bu tıkalı damarıma salı günü driver stent denilen bir stendi taktılar ve ertesi gün çarşamba idi taburcu edildim.

Perşembe günü taburcu edilip Kırıkkale’de çarşıda geziyordum.Tıpkı çalışmayan aracımızda olan bir eksikliği parça değiştirerek onarmak tamir etmek gibi ya da bahçede evde tıkalı boruyu açmak gibi sadece bir çok riski barındıran ve sonucunda hayatınıza malolacak neticelere giden bir süreç..

O günden ta ki Almanya’daki bacanağımın hastane koridorlarında kalp nakli olması gerekirken kalp bulunamadığı için kırk yaşında bir yaz gününde hayatının ortasında aniden vefat etme haberine üzülüp yandığım ana kadar.O gün ben de rahatsızlandım ve acile başvurdum.

Yapılan tetkiklerde sintigrafi yapılmasına karar verilmişti.Devlete ait bir hastanede yapılan tetkikte kalbimde problem olduğunu,bulmak içinde yine aniyografi gerektiğini söyledi doktorlar.Ben yine bir hocamın yardımıyla önceki anjiyo olduğum Hastanede olmayı tercih ettim.İki ayrı bölümde,özel bir Hastanede de çalışan doçent ve Prof.doktorların elinde tedavi olmayı yeğledimse de bir kaç ay erteledim.

2014 yılı ekim ayına geldiğimizde kalbim üç dört aydır yine sıkıntı yaşıyordu..Elhamdülillah 2014 ekiminde Ankara Söğütözünde olan halen yerine yıkılarak Bilkent Şehir Hastanesi yapılmış olan Atatürk Araştırma Hastanesinde yine başarılı bir koroner anjiyoğrafi stent uygulaması ile sağlığımı tekrar kazandım.

2008 de konulan stentin açık olduğunu aynı damarın bir cm.altında %90 darlık olduğunu öğrendim..Bir ilaçlı stentle tıkalı damar açıldı..Ondan sonra şikayetler hemen geçiverdi...Tek başıma gittim geldim,kimseye rahatsızlık vermedim..

Bu işin kolay olduğunu biliyordum.İki günümü aldı bu işlem,anjiyo stent kolayda kum torbası konulup altı saat sırtüstü yatmak zor diyorlar.Oda çok kolay şimdilerde,televizyon seyrederek bir çırpıda geçiyor saatler..Bu böyle gidip durmayacak elbette..Bunun ilerisi önlem almayacak olursam bypas gerekeceğini bana gösteriyor.İşin farkına varıp kendi kendimin doktoru olmak zorundayım..

Ankara Atatürk Araştırma Hastanesinde bu konuda çok ileri bir KVC ,Kardiyoloji ve damar cerrahi bölümü var.
Çok değerli tıp doktorlarımız başarılı ameliyatlara imza atıyorlar..Türkiye’de dereceye giren değerli tıp doktorlarımız var..
Kendimi korkmadan ellerine teslim ediyorum..

Bana ilaçlarımı düzenli olarak kullanmayı ve birazda spor yapmayı salık verdiler..Emeği geçen bütün doktorlarıma,sağlık çalışanlarına teşekkür ederek ayrıldım.Güler yüzlü,çalışkan personele hayran kalmamak elde değil..
Sabah erkenden başlıyor hizmetler ve gün boyu hastane tıklım tıklım ama işler yürüyor..

Her şeyin başı şu fazla kilolar değil mi?Kolestrolüm farkında olmadan ileri safhalarda nüksetmiş ve sinsice damarları tıkamış..Günlük koşuşturmalar,stresli ortamlar bir anda bir damarın tıkanmasına neden olabiliyor.Ben buna şahid oldum,bir şeyi kafama taktım,stres yaptım hemen sıkıntı başlamıştı..

Bazıları bunu farkedemiyor,belirti vermeyen gizli kalp bir anda götürüyor insanı..Altı ayda bir düzenli kalp değerlerimizi kontrolden geçirmeliyiz..Birazda ilgili olmak gerekiyor..Geçen gün tv de bir sağlık proğramında aldığım kalp yetmezliği ve kalp sağlığında beslenme beni oldukça aydınlattı.

Bu tür proğramları kaçırmamak lazım..İlk zamanlar anjiyo olmaktan çok korkmuştum,ertelemiştim ama şimdi her ay olmak isterim.Çok basit ve acısız,ağrısız bir tanı yöntemi,tedavide hemen arkasından yapılıyor.İnsanın derdi olunca bu konuları ister istemez sorarak,inceleyerek öğreniyor.

Beterin beteri olduğunu görüyor ve Allahın lütfu keremiyle hayat sürdüğümüze şahit oluyorsunuz.Damarda biriken plaklar,lezyonlar vardır..Bunlardan birisi bir gece uyurken yerinden hareket ederse ve beyin damarlarınızdan birisini tıkarsa,önlem alamazsanız felç geçirir,sürünür bel kide bir kaç saatte ölebilirsiniz.

Rahmetli annem pıhtı denilen bu plaklardan beynine kaçması sonucu üç ayı sonunda vefat etmişti..Tıp çok ileri ama ulaşabilirseniz ve vadeniz varsa.Yoksa her şey boşuna,takdir neyse o olmakta..

*

Koronovirus günlerinde iki defa Covit olmuştum.Beyinde üç kılcal damar tikanmisti.Kalp doktorum 2020 de kontrol için anjiyo istedi hastanede virüs kaparım diye ertelemistim.O günden beri yazları sıcaktan dolayı kalbimde bir daralma oluyordu.Bu yıl haziran ayi başından beri kalbimde bir daralma nefes almamda bir zorluk vardı.

Gecen yılda haziranda başlayıp ekim ayına kadar devam etmişti.Ben de bir de saglik sorunlarından dolayı panik atak kaygı bozuklugu olduğundan bunu ona yoruyordum.Gecen haftalarda bu durum gecmeyince göğüse baktırdım bir şey çıkmadı.Bir süre önce aort damarı ameliyatı olan bir arkadaşımla telefonla görüştüğümde kalbin bu nefes darlığıni yapacağını söyledi.

Kirikkale Tıp Fakültesi Kardiyoloji bölümüne dün sabah başvurup tedkik verdim.Öğleden sonra çıkan kalp kan ve eko sonuçlarına bakan doktorum damarlarin tıkalı olabileceğini kalp krizi riski olduğunu hemen acil kasiktan anjiyo olmami önerdi.

2023 eylülde bir öğleden sonra başarılı bir anjiyo ile eski stentli damarın altına ve diğer ikinci bir damara birer ilaçlı stent attılar.İki damar yüzde 90 tikaliymis bu yüzden göğüste kalpte sıkıntı daralma varmış.Bir saate yakın cerrahi mudahale sonucunda yoğun bakım ünitesine aldılar.

Elhamdülillah tekrar sağlığıma kavuştum.Bir kaç gün yatıp haftasonuna kalmadan taburcu olup evime ulaştım.Bundan sonra ilerde bypaslik olmamak için çok dikkatli olacağım.Kirikkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi çok donanımlı temiz ve yoğun bakım ünitesinde Prof.Doktorlar iki üç defa vizite yapıp yakın alaka gösterdiler.

Sağlığımızın kıymetini onu kaybetmeden bilmeliyiz.Neler gördüm hastanelerde,kalıtsal kalp hastası olanlar var..
Ameliyatla kalp kapağı değiştirilenler var,doktorlar %15-20 şans veriyorlar.İleri derecede kalp yetmezliği olan,nakil bekleyenler var..

Organ bağışına dikkat çekmek isterim.Yıllar önce ben de organlarımı bağışlamıştım..Masadan kalkamayıp ölenler var elbette..Allahın verdiği her nimet çok değerli,kalp,göz,kulak,mide hepsi birbirinden kıymetli..

Bende ve ailemdeki bir kardeşimde kaygı,depresyon adına ne derseniz var.Bunların kaynağı da bazı ailelerde genetik olabiliyormuş.Dolayısıyla hayatın bir devresinde bundan kaçış yok mutlaka yakalanıyorsunuz her hastalık gibi.

İşte ben de hayatımın bu yaşlılık döneminde 2010’ lu yıllardan beri kalp hastalığı ve yaşam mücadelesi içerisinde kaygı depresyon,paniklemek türünden insanı hayattan bezdiren mutusz hissettiren ruhsal bozukluğu yaşamaya başladım.

2008’den beri mevsim başlarında yaşıyorum canlı kanlı bunu.Dayanılmaz bir endişe,korku,kararsızlık yaşıyor insan anlıyacağınız.Dışarı çıkmaktan korkuyorum,araba kullanmaktan korkuyorum,evde yalnız asansörde yalnız bir kaç dakika da olsa kalmaktan ve de umreye Hacca giderken yanımda kimse olmadan seyehat etmekten çok korkuyorum.

İki defa Covid-19 a yakalandım ve iki Çin,bir de Alman aşısını uruldum demiştim ya işte ondan sonra kalbimde ve yüreğimde bu kaygı endişe korku iyice fazlalaştı.Yoksa 2008 de ilk yaşadığım endişe ve kaygılar bu kadar beni evden dışarı çıkmayacak kadar çok ta değildi,bir kaç hafta sonra ilacımı doktora gidip alıp kullanınca da geçiyordu.

Peki ne olmuştu da yazın haziran başında başlayıp ekimde biten,kışın eylül başında başlayıp şu güne kadar kasım ortasından beri de muhtelif ilaçları almama rağmen geçmiyen huzursuzluk hali,endişe,kaygı,depresyon adı ne olursa olsun bitmeyen tedirginlik ve ruhsal manada mutsuzluk.

Böyle bir şey olabilir miydi?İnsanların içine çıkamama,müsafirlikte insanların bakışı bi rde günlük yaşam becerilerini tam manada uygulamakta yetersiz kalma.Bunu bu şekilde yaşayan kişiler elbette vardı ve bunlar da benim çektiğim gibi hayatta huzursuz olan hastalardı.Bir bakıma yaşayan ölüydü..

Tıbben böyle bir şeyin olması mümkin miydi?Onca zengin para babası insanların kendileri veya yakınları bu derece ağır ruhsal travmaları yaşıyor olabilirler miydi acaba?Olamazdı elbette en güzel özel Hastanelere gider tedavi olurlar veya nefesi kuvvetli hocalara kendilerini okutup tedaviyi bu şekilde mutlaka bulurlardı.

Peki ben neden bunu yaşıyordum,neden aldığım ilaçlar bir süre fayda verseler bile bir noktadan sonra yine bu kaygıyı yaşama,endişe ve korkuya sebep oluyordu.Araştırmaya başladım tedavi olmak için doktorlara Hastanelere başvurdum.Netice ne mi oldu sıfıra sıfır elde var sıfır.İçilen ilaçların onca yan tesiri de cabası.

Geçtiğimiz sene yaz ortalarına kadar doktorumun verdiği kalp ilaçlarıyla birlikte kaygıyı gideren bir ilacımı da kullanıyordum.Yaz bitiminde buna benzer bir benden biraz daha yaşlı dostumun doktoruna bu ilacımı keseyim mi deyip onun da yarısını kullanmaya devam et faydası olur zararı olmaz diyerek ilacına devam ettiğini ve rahatsızlık yaşamadığını bildiğimden onun gibi davranıp günlük 50 mg.ilacımı 25 mg.şeklinde kullanmaya başladığımı biliyorum.

Yine geçtiğimiz eylül başlarında başıma bir ağrı çöktüğünde eyvah yine başlıyor bu hastalık dediğimi dün gibi hatırlıyorum.

Kalp ilaçlarımı sabah diğerlerini de akşamları alıyorum.Akşam aldığım ilaçla rahat bir uyku uyuyorum ama sabah erkenden uyanıyorum ve ondan sonra uyuyamıyorum.Yataktan kalkıp işime bakmaya korkuyor eğer bir işim yoksa devamlı evde istirahat edeyim diyorum.İstirahat etmek ne mümkün.

Devamlı yatakta veya koltukta derin ağızdan nefes alıp vererek ve uf uf diyerek bazen öğleyi bazen de öğlen namazı çıkacak vakte kadar çırpınıyorum şekerden dolayı ağzım kuruyor.Şeker için glufor diye birhap alıyorum.Yazları sabah erkenden kalkıp litrelerce buz gibi su içiyorum.Bir süre sonra yine susuyorum.Rahmetli annemde de şeker ve depresyon vardı.


Depresyon için kullandığım ilaç en az onbeş veya bir ayda vucutta yeterli seviyede birikip hayatımı normal şekilde devam ettirmeyi sağlıyor.İlk zamanlarda uyumak için yanında gece yatmadan evvel uyku hapı alıyorum.Yoksa gece yarısı satt kaç olursa olsun uyanıp bir daha uyuyamıyorum.Bu böyle yıllardır devam edip duruyor.Bu yıl bir türlü düzelemedim.Eylülden beri bu şekildeyim.

Tabii ki doktoruma başvurdum.İhtisas Hastanesinde kalbimi kontrol ettirdim her şey normal çıktı.Aort damarımda genişleme ve beyin damarımda daralma vardı.Norolojiye başvurdum Emar ve röntgen çektidim.Herşey normal korkulacak bir durum yok bir yıl sonra kontrole gelirsiniz dedi doktorum.

Depresif durum kaygı bozukluğu için de farklı bir uzman doktor ilacın yanında başka bir ilaç vererek ilacımın dozunuda 50 mg.dan 100 mg.a çıkardı.15 veya bir ay sonra gel bir bakalım dedi her zamanki gibi.Bir değişiklik olmadı.Aynı şikayetlerim devam ediyordu.Evden çıkıp gezersem iyi oluyorum evde kalırsam bir şeyde yapmazsam uflama puflama devam ediyor.Neden böyle oluyor bir türlü anlıyamıyorum.

Bu ilaçlar kişilerde uyku sersemlik ve unutkanlık yapıyor ayrıca kalpte çarpıntı,titreme ve başağrısı da beraberinde bunların hepsi de neticede huzursuzluk yaşama ve kendine başına olumsuz bir şeyler geleceğine inandırıp evden çıkmamaya kendini emniyette hissedecek yer ve insanların yanında olma duygusunu veriyor.

Tamam evde kalayım da işlerim var ödemeler var bunları kim yapacak?Evin ihtiyaçları var onları kim karşılayacak.Böyle durumlarda insanın eşinin hayatta olması çok iyi beraberce işleri yapıp çarşı pazarda hastanelerde birbirimize destek oluyoruz.Allah cc. kimseyi eşsiz koymasın.

Evlatlarımızı hayırlı evlatlar etsin.Mal mülk ve miras yüzünden anasına babasına son demlerinde yardımcı olmayan evlatlar kızlar oğlanlar var mı elbette var.Bu gözlerim neleri gördü bir bilseniz.Biz de anamızla babamızla son demlerinde beraber olup iyi kötü günler geçirdik.Çocuk gibi oluyorlar.Herşeyden hemence alınıyorlar.Biz çocukken hiç kırmayan üzmeyen anne ve babamıza bizler neler yapıyoruz değil mi?

Halbuki Allah cc. Kur’an-ı Kerimde Anne ve babanız sizin yanınızda yaşlandıkları onlara hizmet edeceğiniz vakit onlara asla ’’üfff bile demeyiniz.’’buyur muyormu?Ama biz de öyle bir nefis var ki küçükken her çocuk ailedeki evlatla benim annem benim babam diyorlar,yaşlanıp ta hizmete muhtaç olunca siz parasını yediniz bu zamana kadar siz bakın öyleyse deyip bakmıyor hatta Huzurevi denilen Huzur-suz yerlerde bizden uzak yaşasınlar bize yük tasa olmasınlar diyerek evlatlarından ve sevdiklerinden uzak son nefesini bir bakıcının elleri arasında veya hastanede Yoğun bakımda eriyorlar!!

Yoğun bakım deyince eskiden okuduğum bir yaşanmış hikaye geldi bir den aklıma sizinle paylaşayım da siz de yaşlı anne ve babanız yanınızda ağır bir hastalığa yakalanıp hastanede doktorlar anne veya babanızın artık ölmesi mukadder denilip evinize götürüm tıbben yapacağımız bir şey kalmadı derlerse nolur Yoğun Bakım Ünütesinden çıkartıp evde yanınızda başında devamlı Kur’an okuyarak ağzına su vererek çene kapamasını sağların derim.


Değerli kardeşimiz,şeytan aleyhil lane insanın imanını son nefeste çalmak ister diye bazı mev’ıza kitaplarında anlatılan yaşanmış kıssalar mevcuttur.Evet bu anlamda bazı bilgiler vardır. Ancak imanı sağlam olanlara bir şey yapamaz.,Sekeratül mevt halindeyani Ha-li ihtizarda bulunan yani ölümü çok yaklaşmış olan kimsenin ağzı ve boğazı çok kere susuzluktan kurur. Bu esnada kendisi de su isteyemez.

Şeytan ise fırsat bu deyip, çeşitli entrikalarla ve çeşitli kılıklara girerek onun imanını almaya çalışır. Hatta ona elinde bir bardak su ile görünüp imanından dönmesi karşılığında su vereceğini bile söyler. Onu bu durumda susuzluktan kurtarmak için hastanın hizmetinde bulunanların azar azar suyla hastanın ağzını ıslatmaları ve hararetini gidermeleri gerekir.

Şeytanın şerrinden kurtarmak için de Allah’a dua ve niyazda bulunmaları, hastaya Kelime-i Tevhid ile Kelime-i şehadet telkin etmeleri ve yanında onun imanını kuvvetlendiren ahiret hayatını, ölümü ve ölümden sonrasını anlatan ayet ve süreler okumaları lazımdır. (bk. kaynaklar ve bilgi için bk. Kabir Hayatı, Doç. Dr. Süleyman Toprak)

Peygamberimiz (sav) "Siz ölülerinize (yani ölmek üzere olan hastalarınıza) La ilahe illallahı telkin ediniz. (Müslim, Cenaiz 1, 2) buyurmuşlardır.

Şeytan ölüm anında yalnızca vesvese verir bu da insanın imanını almak demek değildir. İnsan bu dünyada nasıl yaşamışsa ölüm anındaki şeytanın vesvesesine karşı da durumu öyle olur. Hayatını İslam ve iman dairesinde geçiren insanların imanını şeytan alamaz, verdiği vesvese de tesir etmez.

Ancak yaşantısı İslamiyete uygun olmayan insanlar şeytanın bu vesvesesinden korkmalıdır.Kısacası sekerattaki durumumuzu şu anki yaşantımız belirleyecektir.

Mev’ıza kitaplarından bu konuyla alakalı bazı misaller vereceğim:

1.MİSAL:Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’u fethettiği zaman, hocası Akşemseddin hazretlerine, Cuma namazını Ayasofya’da kılmak istediğini ve hocasına kendisinin imam olmasını söyler. Ayasofya’yı cami yapmak için seferber olunur. Cuma gününe cami yetiştirilir, cemaat namaza başladığı sırada Fatih Sultan Mehmed Han’ın abdesti kaçar.

Tabii sultanın yanında da rastgele insanlar olmaz. Sağında ve solunda da en büyük hocalar, şeyh efendiler saf tutarlar. Kamet getirilir, imam Allahü ekber der. Fatih Sultan Mehmed han, ne yapacağını şaşırır. Abdestsiz namaz kılınmaz. Abdest almaya çıksa izdiham olacak…

Namaz kılar gibi eğilip kalksa, Cumadan mahrum kalacak. Ya Rabbi, ben ne yapayım şimdi derken, yanındaki bir şeyh efendi firasetiyle vaziyeti anlar. Cübbesini açar, buradan abdest al der.

Sultan bakar ki, çeşme var, su var. Acele olarak abdestini alır ve rükûa varmadan önce imama yetişir. Namaz biter, selam verilir, dualar yapılır.

Ertesi gün Fatih Sultan Mehmed Han, hocası Akşemseddin hazretlerini ziyarete gider. Ayrılırken, (Hocam dua buyurun) der. O da, (Allah iman selameti versin) der.

Daha uzun dua bekleyen Fatih Sultan Mehmed Han, şaşırıp kalır. Hocası sorar;— Ne oldu, beğenmedin mi?— Bu kadar mı efendim?— Evladım yetmez mi? En kıymetli dua budur. Dün sana cübbesini açıp abdest aldıran şeyh, bir saat önce öldü; ama imansız gitti; çünkü bu kerametinden dolayı ona kibir geldi der...

2.MİSAL: Şeytan son nefeste imanımızı çalmaya geldiğinde, Peygamber Efendimiz imdadımıza yetişecek mi? Son anımız nasıl olacak? Sekeratta Azrail (as) bize nasıl gözükecek diye Alimlere sual etmişler onlarda:

Allah; Peygamber Efendimiz (asm)’e ve onun sünnetini takip eden evliya ve âlimlere şefaat hakkını bahşetmiştir. Ehl-i sünnet inancında Peygamber Efendimiz (asm)’in ve onun izinde giden mübarek şahsiyetlerin hayat yolculuğunun her merhalesinde şefaat hakları vardır.

Bu mülahaza ile meseleye baktığımız zaman, insanın en mühim anı olan ölüm anında Peygamber Efendimiz (asm)’in imdadı ve şefaati elbette olacaktır. Yalnız bu şefaati hak etmemiz için onun sünnetine yapışmamız iktiza eder.

Azrail (as) insanlara amelleri nisbetinde görünür. Yani itikadı ve ameli iyi olanlara güzel; itikadı ve ameli kötü olanlara çirkin ve korkutucu görünür. Burada asıl mesele, insanın imanının sağlam, amelinin iyi olup olmamasıdır. Bu meseleye şu rivayet ışık tutar mahiyettedir:

"Rivayete göre İbrahim (A.S.), ölüm meleğine; ’Bana kötü insanların ruhunu aldığın surette görün.’ dedi. Melek: ’Sen bu sureti görmeye dayanamazsın.’ dedi ise de İbrahim (A.S.) ısrar ederek: ’Dayanırım.’ dedi. Azrail (A.S.) ; ’Yönünü dön.’ buyurdu. İbrahim (A.S.) döndü ve Azrail (A.S.)’i görünce, onu kapkara, saçı sakalı karışmış, pis pis kokar, siyah elbiseli, ağız ve burun deliklerinden ateş ve dumanlar fışkırır vaziyette gördü. Buna dayanamayarak düşüp bayıldı.

Ayılınca Azrail (A.S.)’i eski suretinde gördü ve ona: ’Bir günahkara, senin suratını görmek yeter. Başka bir azap ile karşılaşmasa da senin o suratın azap bakımından onun için yeterlidir.’ dedi. İbrahim (A.S.) bu sefer: ’Bana iyilerin ruhlarını aldığın surette görün.’ dedi ve meleği güzel bir surette görünce de: ’İyiler için mükafat olarak seni bu surette görmeleri yeterlidir.’ demiştir."

"İşte asilerin karşılaşacağı ve itaat edenlerin kurtuldukları zorluklar bunlardır. Allah-u Zülcelal’e itaat edenler Azrail (a.a.)’i en güzel surette görürler. Amel defterlerinin kapatıldığı son anda, ölenin amelini yazan iki melek de ona görünürler.

Ölen iyi kimse ise melekler ona: ’Allah-u Zülcelal seni hayırla mükafatlandırsın. Sen bizi salih ameller yazmakla meşgul ve mutlu ettin.’ derler. O kötü kimse ise, melekler ona: ’Allah-u Zülcelal seni şerle cezalandırsın. Sen bizi kötü şeyler ve günahlar yazmakla meşgul ve mutsuz ettin.’ derler."

"Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur: ’"Biriniz ni’met ve azap göreceğini öğrenmedikçe ve cennet ya da cehennemdeki yerini seyretmedikçe ölmez.’’

Bir kimsenin imanını sekerat anında selametli bir şekilde muhafaza edebilmesi için, o vakit gelip çatmadan önce, Allah-u Zülcelal’in emir ve nehylerini yerine getirmeye gayret etmesi gerekir ki, ruhunu kolay bir şekilde teslim etsin, bu fani âlemden, ebedî âleme iman ile göçsün.

Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"O kimseler ki, melekler onların ruhunu rahat ve hoş bir şekilde alırlar." (Nahl, 16/32)

Hasan-ı Basri şöyle demiştir: "Mü’minin rahatlığı, ancak Allah-u Teâla’ya mülaki (kavuşacağı) olacağı zamandır."
Demek ki, mü’minin emin olduğu, neşeli ve en sevinçli günü, öldüğü günüdür...!

Hasan-ı Basrî (Rahmetullahi Aleyh) buyurdu ki: “Âdemoğlu’na kıyâmet gününde ömrü saat saat gösterilir. Hayırlı bir şey söylemediği her an için pek çok pişman olur.”

3.MİSAL:İnsan dünyevî bir diploma aldığında, o diploma, hayatı boyunca geçerliliğini korur. Fakat mânevî hayatta durum böyle değildir.Kazanılan hâl ve makâmın her an kaybedilme tehlikesi vardır. Bu itibarla son nefese kadar, kalbî teyakkuz hâlinde bulunmak zarûrîdir.


Cenâb-ı Hak da âyet-i kerîmede:“Ve sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluğa devam et.” (el-Hicr, 99) buyurmaktadır.Son nefese kadar kalbî teyakkuzla kulluğun lüzûmunu îzah sadedinde, şu misal ne kadar ibretlidir:

Süfyân-ı Sevrî Hazretleri’nin genç yaşta beli bükülmüştü. Sebebini soranlara şöyle derdi:“–Kendisinden ilim tahsil ettiğim bir hocam vardı. Vefâtı esnâsında ona telkinde bulunduğum hâlde bir türlü kelîme-i tevhîdi söyleyemedi. İşte bu hâli görmek, benim belimi büktü.”

4.MİSAL:Tasavvufî terbiyenin en mühim gâyelerinden biri de “havf ve recâ” (korku ve ümit) dengesi içinde, gönüllere bu hassâsiyetleri kazandırmaktır. Bunun içindir ki Hak dostları, mâneviyat semâsının yıldızları mevkiinde bulunmalarına rağmen, kendilerini dâimâ en aşağıda ve en geride görürler.

Böylece amellerine ve güzel hâllerine güvenme gafletinden korunurlar. Ebedî kurtuluşları için, yalnızca Cenâb-ı Hakkʼın rahmet ve mağfiretini ümîd etme edebine bürünürler.

Nitekim İmâm-ı Rabbânî Hazretleri de, mektup yazdığı talebelerinden, son nefesini hüsn-i hâtime ile, yani îman selâmetiyle verebilmesi için duâlar taleb etmiştir. Oğluna gönderdiği bir mektubunda şöyle buyurur:

“Çocuklara merhamet edin ve onları Kur’ân okumaya teşvik edin! Üzerimizde hakkı olan kimseleri bizim adımıza râzı edin! Îman selâmetimiz için duâ ederek bize yardımcı olun!”İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, III, 169, no: 2

İşte son nefesi îmân ile verebilmek husûsundaki bu gönül hassâsiyeti ve kulluk edebi, bütün Hak dostlarının ortak vasfıdır. Bu îman hassâsiyetini, hepimizin örnek alması îcâb eder. Bu bakımdan bizler de; “…(Rabbim!) Beni müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat!” (Yûsuf, 101) âyet-i kerîmesini duâlarımızdan eksik etmemeliyiz.


5.MİSAL:Peygamberler ve onların müjdeledikleri dışında hiç kimsenin, son nefesini îmanla verebileceğine dâir bir teminâtı yoktur. Şu hâdise, bu hakîkatlerin ne kadar mânidar bir misâlidir:Hak dostlarından Ebû Bekir Verrak Hazretleri vefât ettiğinde, bir zât onu rüyâsında görür. Hazretin benzi sararmış, dertli dertli ağlamaktadır.

Bunun üzerine:–Yâ şeyh! Bu ne hâldir?” diye sorar. Hazret, hüznünün sebebini ifâde sadedinde şu dehşetli cevâbıverir:“–Komşu kabirlere on cenâze getirdiler, fakat içlerinde bir tane müslüman yoktur!..(Attâr, Tezkiretüʼl-Evliyâ, sf. 189,)

6.MİSAL:Ali Bekka ksa.hazretleri çok ağlardı. Öyle ki, gözyaşı tuzlu olduğu için yüzünde aktığı yerde iz bırakmıştı, yani devamlı aktığı için geçtiği yerleri kısmen çürütmüştü. Bu yüzden kendisine “Bekka” yani “Çok ağlayan” lakabı verilmişti. Ancak böyle ağlamasının sebebini kimse bilmiyordu.

Bir gün sevenleri çok ısrar etti, yalvarıp yakardılar, sebebini sordular bu ağlamanın, o da sonunda şöyle anlattı:
Seneler önce, aç ve susuz kalarak harikulade hallere sahip olan bir arkadaşım vardı. Bir defasında ikimiz birlikte tayyi mekân ile Bağdat’tan çok uzaktaki şehre bir anda gittik.

Orada bana,“Ali, falan tarihte benim evimde ol, vefat ederken, sen yanımda bulun!” dedi, “Sakın ihmal etme, bu sana vasiyetimdir!” diye de sözüne ekledi. Sonra işimizi görüp, yine tayyi mekân ile Bağdat’a döndük.


Aylar sonra bu sözü hatırıma geldi, dediği gün evine gittim, ölüm döşeğinde idi. Son anlarını yaşıyor ve can çekişiyordu. Ama yüzü doğu tarafına dönmüştü. Tutup kıbleye çevirdim. Tekrar doğuya döndü. Yine kıbleye çevirdim. Yine doğuya döndü. Bu arada gözlerini açıp bana dedi ki, “Ali, hiç uğraşma, benim İslam’dan nasibim kalmadı, ben bu tarafa dönmüş olarak öleceğim!”

Sonra, Hıristiyan ruhbanlarının söylediği küfür olan, imanı gideren sözler söylemeye başladı. Din-i İslam’dan çıktı. Nihayet imansız öldü. Bunu duyanlar cenazesini dışarıya attılar. Olay duyulunca cesedin etrafını kalabalık sardı, kızanlar, sövüp sayanlar, “Bizim sonumuz ne olacak?” diye de ağlayanlar vardı.

Ben de aldım başımı köyden dışarı çıktım, yürüyüp giderken, “Benim sonum ne olacak?” diye hem ağlıyor hem tevbe ediyordum. Saatlerce yürüdüm. Epey uzaklarda bir Hıristiyan köyü vardı, oraya kadar gelmişim. Ortada bir cenaze, köylü etrafında toplanmış. Sövüp sayıyorlar. Beni görünce, “Ali hoca, Ali hoca, gel gel!” dediler. Ben de yanlarına yaklaştım.

Hışımla yerdeki cenazeyi göstererek,“Bu var ya bu, bizim dinimizi reddetti, sizin din üzere öldü, sizin söylediğiniz sözleri [kelime-i şehadeti] söyleyerek, ben Müslüman olarak dünyadan ayrılıyorum!” diyerek öldü. “Biz de bu ölüyü ne yapalım, yakalım mı diye düşünüyorduk…” dediler.

Ben de, “Ne güzel, hak din üzere öldü, bunda kızacak ne var?” dediysem de, iyice köpürdüler… “Bu bizim ruhbandı, bize hainlik etti, sonunda dinimizi reddetti, bâtıl yolda olduğumuzu söyledi”, “Gelin siz de Müslüman olun, hak din Müslümanlıktır”… Gibi bize sonunda güya nasihat diye hakaretler etti…” dediler.

Onlara dedim ki, “İleride benim bildiğim bir köyde, biraz önce sizin dininiz üzere ölen biri var. Onun da cenazesi ortada kaldı. Bu iki cenazeyi değişelim mi?”dedim.Hemen değişelim dediler. Bunun üzerine, cenazeleri değiştik. Onlar onu kiliselerinin yanındaki kendi mezarlıklarına gömdüler. Biz de bizimkini alıp, yıkayıp kefenleyip, cenaze namazını kıldık, bizim mezarlığa defnettik.

“İşte bu olay üzerine senelerdir ağlıyorum, ‘Son nefeste benim halim ne olacak?’ diye hep korku içindeyim. Ağlayışımın sebebi budur. Son nefeste şeytanın hilesi çoktur.”Rabbim cümlemizi son nefeste iman üzeri ölmeyi nasip eylesin!

Bütün Mü’min kardeşlerimiz imanı giderici, dinden çıkarıcı hallerden uzak durmalıdır. Hiç birimizin imanlı gitme garantisi yoktur! İmansız gitmekten çok korkmalıyız! Allah’ü Teâlâ hepimize imanlı gitmeyi nasip etsin!

7.MİSAL:Mümin’in ruhu çıkarken susuzluğu artıp ağzı kurur. İşte o vakit şeytan bu hali fırsat bilip sevinir ve müminin yanına gelir. Elinde bir bardak buzlu su gösterir.Hasta hararetinin şiddetinden iştahla o bardağı isteyince, -Allah muhafaza- dinini terk et de vereyim, der.

Mümin kabul etmeyince ayağı tarafına gelir. Bardağı ona karşı tahrik ederek iştahını artırır. Mümin yine suyu isteyince melun bu defa da -haşa- peygamber yalancıdır de, vereyim der.Kafirler bu melunca teklifleri kabul eder ve Allah muhafaza imansız olarak ahirete gider. Müminler ise asla kabul etmezler.

Süfyan-ı Sevri (rah.), geçmiş amellerinden ve son nefesten çok endişe edip ağlar ve:“Ümmülkitab (Levh-i Mahfuz)’da şaki, olarak yazılmış olmaktan korkuyorum.Son nefeste imansız gitmekten korkuyorum” derdi. (Dürerü’l-hisan, İmam Suyuti)

Şu duayı sabah namazının sünneti ile farzının arasında en az 3 kere okumaya devam eden kişiye son nefesinde imanla gitmek nasib olur:“Ya Hayyü Ya Kayyumü Ya Zelcelali ve’l-ikram, es’elüke en-tuhyiye kalbi bi-nuri ma‘rifetike ebeden ya Allahü, ya Allahü, ya Allahü, ya bedi‘a’s-semavati velarz.”

8.MİSAL:Ölüm, maddi ve manevi susuzluğun en şiddetli halidir. Ölüm anında susuzluktan çatlayan mümine şeytan buzlu su sunar, karşılığında Alemlerin Rabbini inkâr ile imanını ondan almak ister. Kişi kâmil iman sahibi ise şeytanın bu telkini ona tesir etmez.

İmam Gazalî rh.a. hazretleri buyuruyor ki: “Şeytan hünerli bir hırsız mıdır ki, istediğinin imanını çalabilsin! Şeytanın son nefeste imanı çalması, kulun dünya hayatında yaptığı kötü amellerin neticesidir. Allah’ın adaletinden şüphe edilmez. O kul şeytana teslim edilmeye layık bir hayat yaşamıştır da Allah ölüm anında ondan rahmetini kesmiştir.”

Yani şeytanın bir kulun imanını çalması, yaşadığı ömrün neticesidir. Cezaya müstehak ise, imansız ölecek ise, kul şeytana teslim olur. Salih kişi ise yüz bin şeytan ölüm anında başına toplansa ona zarar veremez. İnsan manevi hali ve amelleri ile neye layık ise, Allah Tealâ ölüm anında onu nasip eder.

İmam-ı Azam rh.a. hazretlerine “Hangi günahlar son nefeste imanı kaybetmeye sebep olur?” diye sorulduğunda şöyle buyurdu: Şu üç şey son nefeste şeytanın imanı çalmasına sebep olur: İman nimetine şükretmemek, Son nefeste imansız ölmekten korkmamak,İnsanlara zulmetmek.

İblis, ölüm halini yaşayan kimisine anne babası şeklinde görünür. “Gördüm ki hak din İslâm değilmiş. Ölmeden önce şu dine gir!” der. Kişi bu teklifi kabul etmezse babasının suretine girer: “Hak din o değil budur!” gibi telkinlerde bulunur. Ancak Allah Tealâ’nın koruduğu kimseye şeytan ne şekilde gelirse gelsin zarar veremez.

İnsanın eceli geldiği zaman sahip oldukları şöyle taksim edilir: Ruhunu Azrail a.s. alır, malı mirasçılarına kalır, bedeni toprağa kalır, iyilikleri de hakkını çiğnediği kullara dağıtılır.

Vefat eden kimsenin ruhu bedenden ayrılınca nidalar gelmeye başlar. İlk sesleniş şöyle olur: “Ey Ademoğlu, sen mi dünyayı terk ettin, dünya mı seni terk etti?” İnsan ne kadar bağlanırsa bağlansın, dünya onu muhakkak terk edecek. Öyle ise kendi iradesiyle dünyayı terk eden kurtulur. “Ölmeden önce ölmek” sırrı budur.

Dünyayı terk etmek demek, dünyanın nimetlerini terk etmek demek değil; haramlarını, günahlarını terk etmektir. Mevlâna Celaleddin Rumî k.s. hazretleri Mesnevi-i Şerif’te: “Dünyanın parası, kazancı haram değildir. Bunlar nimettir. Haram olan, senin bunlarla meşgul olurken Allah’ı unutmandır.” buyuruyor.

9.MİSAL:Bir rivayet de şöyle: Bir kimse can çekişmeye başlayınca, son derece hararet bastırır, ciğeri yanar, boğazı kurur fakat su içemez. O zaman ağzına zemzem, yoksa su damlatmak lazımdır. Zira kişi bu haldeyken şeytan, elinde bir bardak serin su ile gelir, karşısında dikilir ve suyu ona gösterir. Onun şeytan olduğunu anlamayıp suyu içmek isterse şeytan;-Bu âlem kendiliğinden yaratılmıştır, yaratıcısı yoktur, dersen bu suyu sana veririm, der.

Sonra ayak ucuna gider ve yine suyu gösterir;-Peygamberler yalandır, dersen bu suyu sana veririm, der.
O kimse şeytanın bu tekliflerine kanıp da inkâr ederse son nefesinde imanından olur. İmanı tam olan mü’minler onun şeytan olduğunu anlar, yüzünü ondan çevirir. Hafaza melekleri de onu korur...

10.MİSAL: Allah adamlarından Zahid Ebû Zekeriyyâ hazretleri vefât edeceğinde, dostları başına toplandılar. Ona Kelime-i şehadeti söylemesi için telkinde bulundular. Fakat O; “Hayır” deyip başını çevirdi. İkinci defa tekrar Kelime-i şehâdeti telkin ettiler. o yine; “Hayır!” dedi. Dostları şaşkın olup, içlerinden bayılanlar oldu. Üçüncü defa yine Kelime-i şehadeti telkin ettiler, yine; “Hayır!” dedi. Dostları üzüntüden perişan oldular...

Aradan biraz zaman geçince, Ebu Zekeriyyâ hazretleri biraz kendine gelip gözlerini açtığında; “Bana bir şey söylediniz mi?” buyurdu. Oradaki dostları üzüntü ile, kendisine Kelime-i şehadeti telkin ettiklerini, her üçünde de; “Hayır!” cevabı verdiğini söyleyince, Ebu Zekeriyyâ hazretleri buyurdu ki:“Dostlarım! O zaman şeytan, elinde su dolu kadehi ile sağımdan geldi.

Ben çok susamıştım. “İsa Allah’ın oğludur dersen veririm” dedi. Ben de; “Hayır!” dedim. Ayak tarafımdan geldi yine;
“Hayır!” dedim. Tekrar; “Âlemlerin yaratıcısı yoktur, de!” dedi. Ben de; “Hayır!” dedim. Söylediğim “Hayır!” kelimeleri bu sebeptendir. Ben onun dediklerini yapmayınca, şeytan kadehi yere çaldı. Öfke ile dönüp gitti. Yoksa ben sizin telkin ettiğiniz Kelime-i şehadet için hayır demedim.”

Bu misaller bitmez onlarcası kitaplarda dolu bizi uyarmak yalandünyaya bağlanmamak için uyarı bunlar.Kimse bu dünyada kalmayacak kalsa dünya Sultan Süleymana kalırdı.Sultan Kanuni ye kalırdı.Onlara kalmadığı gibi Hz.Peygamberede kalmadı.O mübareklere kalmadığı gibi azılı kafirlere de kalmadı.

Amerikalı para babası zengin Rockefeller vardı bir kaç sene evvel 106 yaşında öldü.Her yıl kanını yeni doğan bebelerin kanıyla değiştiriyordu.Güya sağlıklı olarak yüz elli belki de ikiyüz yıl yaşayacağım sanıyordu.Bir gün aniden öldü gitti.Nice zengin Arap Sultanları hakeza beka alemine göç ettiler.Sultanın mezarıda toprakta sıradan vatandaşların fakirlerinde mezarları toprakta.

Kar yağdığı zaman kabristanlığın resmini çekmişler hepsi bembeyaz süslü kabir ile sıradan mezarın hiç farkı yok.Gerçekten de öyle orada kabirde zenginlik fakirlik kalmıyor.Hepsinin rütbesi malı evladı burda kalıyor.Düşkün olanda hasta olanda zengin olanda aynı olmuyor mu?

Dünyaya gelirken bize sormadılar.Anamızı babamızı seçme milliyetimizi seçme beyaz veya kara tenli olma tercihimiz olmadığı gibi vatanımızı seçme tercihimiz olmadığı gibi dünyaya ne zaman veda edeceğimizde elimizde değil..

Elimizde sadece bir cüz’i irade var.İyiyi kötüden ayırt etme direksiyonu istediğimiz yere cennete veya cehenneme çevirmek elimizde..Ne derece yapabiliriz bu da bizim gayretimize ibadetimize bağlı.Kabir kapkaranlık bir yer.Orda haşereler yılanlar çıyanlar insanı yer.İnsan topraktan yaratıldı sonunda yine toprak olmaya mecbur.

Yoksa şu dünyaya insanlar hayvanlar sığar mıydı?Dünyaya tapan maddeperestler hanı nerdeler?Hepsi yerle yeksan olmadılar mı?Buna çare bulan ölümsüzlüğün ilacını bulan Lokman Hekim ölüm acısını tatmadı mı??Şairin dediği gibi ölmemeye çare var mı?Varsa bize de gösterinde ölmeyelim.

Yaşlıda ölmek zorunda vakti saati gelen bebelerde Gazze’de Batı Şeria’da sabi çağlarında şehit olarak cennete uçmadılar mı?Ariel Sharon vardı Filistinlilere kan kusturdu.Tarihe kasap soykırımcı olarak adını yazdırdı.Sonunda bir videosunu seyretmiştim sürüne sürüne son nefesini vermi,şti.Hatta beyninde kafasında kurtlar oluşmuş beynini aylarca kemirmişti.

Onca masumun hakkı bu dünyada da çıkacaktı asıl ceza ebedi alem Cehennemde olcak esfel-i safiliyne sürüklenip ateşte cayır cayır yanacaklardı.Peygamberimiz ve Allahımız Kur’an-ı Kerimde bunları bize haber veriyordu. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacak herkes burda ektiğini orda görecekti.

Yalnız şunu söylemek zorundayım biz bu dünyaya bir değil on,yüz,bin,milyon defa diğer insanlardan şanslı ve torpilli gelmişz desem acaba yanlış olur muyum?Düsşünsenize Çin’de dünyaya gelip olmadık kedi köpeği yiyen,Budistler gibi olup ölünce de yakılabilirdik.Amerikalı olup,İngiliz olup kiliseye giderek hayatımızı yaşayıp sonunda cennete gideceğiz umuduyla İsrail yahudisine destek vermek için Kilisede dua edip gözyaşı akıtabilirdik.

Ya da Tibette turuncu elbiseler giyen,saçlarını üç numara kestiren,hergün köyde budist tapınağında ibadet tapınma yaparak rızık olarak ta köyün içinde akşama doğru el ele tutuşup köylü kadınlardan pirinç lapası dilenen erkek rahiplerden veya onlara pirinç lapası veren sözde cennetei kazanacağım diyen köylü kadınlardan biri olabilir Myammarda müslümanları ateşte yakarak sonrada kesip biçerek etlerini kurbanlık sığırı koyunu yer gibi yiyebilir bundan da sevap umabilirdik!!

Allah cc. ye na mütenahi şükürler olsun.Biz doğuştan çok şanslıyız.Müslüman olarak -tabii her doğan çocuk müslüman olarak doğar da müslüman olarak ölmez- müslüman bir anne babadan ,müslüman bir ülkede Türkiye’de dünyaya gelmişiz.Müslüman coğrafyada İslama asırlarca hizmet etmiş,Peygamberimin övdüğü Türkler olan Osmanoğullarının Kayı boyundan gelmişiz ne mutlu bizlere.

Bütün dört mezhebin dördü de hak ve geçerli.İçlerinde en güzel ve değerli olan hangisi derseniz Hanifi Mezhebi biz de ondan olmuşuz.Bu pek önemli değil ama kolaylık mezhebi.Buna şükür için Mezhep İmamımız İmam-ı Azam Ebu Hanife ra. ’e hergün bir fatiha üç ihlas ruhunun makamına okunmalı der İslam alimleri..

Dünyaya gelmemizdeki maksat nedir dersek ahiretteki iyi Cennet ile,kötü yer Cehennemdeki makamımızı haketmek bir bakıma kazanmak.Öyleyse herkes bu imtihanı kazanamıyor demekki.Peygameber sav. Efendimiz-Dünya ahiretin mezrasıdır,yanı tarlasıdır.’’ buyurmakla ahiretin burda kazanılacağını ne ekersen onu biçersin diyen Atalarımızda dünyada Cennetin veya Cehennemin hakedileceğini bize göstermiş olyorlar.

Peki zengin veya fakir olmak,Afrika’da veya Çin’de dünyaya gelmek genç yaşında suda boğulmak,ateşte yanarak ölmek ne oluyor dersek bunlar kişinin kaderi ve imtihanı.Kimi çocukken hem de doğmadan annesinin karnında ölüyor.Biz onlara sabilere Cennete uçtu anlamında -Melek oldu- diyoruz ya işte onlar ahirette anne ve babalarına şefaat edip ellerinden tutup Cennete götürecek öncü askerler şehitler oluyorlar.

Peki Gazze’de Yemen’de açlıktan ölen binlerce masum çoluk çocuk kadın erkek ne oluyor?İmanları varsa Cennete gidiyor,imanları yok şirk koşan biriyse elbette neticede imansızların son durağı olan Cehennemi boyluyorlar.

Peki Edison’da mı Cehenneme gidecek bunda şüphe yok.Hz. Peygamberin zamanında yaşayan tüm ümmetleri gibi hak olan İslam dinine inanmak ve de onun kitabında yazılı olan ayetleri inkar etmemek,Peygamberinde sav.Hak peygamber olduğuna iman etmek şartı var.Edison insanlığa o kadar hizmet etmiş ama Hristiyan olarak teslis inancıyla ölmüş ise cezasını çekecek elbette.

Dostlarım çekilecek dert değil bu ankisiyete kaygı bozukluğu çekenlere Mevlamız dayanma gücü kuvveti versin.Geceleri ilaç alınca sabah altıya kadar uyku uyuyabiliyorum.Uyanınca yataktan çıkıp işlerimi yapmak o kadar zor geliyor ki bir ses yat uyu dinlen diyor.Uyumak ne mümkün oflaya puflaya akşamı ediyorum.

Gitmediğim noroloji,psikiyatri ve kardiyoloji doktoru kalmadı.Verdikleri ilaçları kullandım fayda vermediği gibi artırdı.Aidin Salihe yazdım karbonatlı su alkali su kullan vucudun asidik olmuş diyenler oldu yaptım bir faydası olmadı.Dular okudum şifa ayetleri okudum okuttum üzerime eskiden geçerdi ama bu sefer geçmedi.

Size sağlıklı uzun ömürler dilerim.Sağlık,neşe,huzur sizlerin olsun..


01.01.2025//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU.

Paylaş:
5 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (2)

5.0

100% (2)

Ölümden,kabirden, hesaptan çok korkuyorum -her kulun imtihanı ayrı ayrı--ancak yaşayanlar bilir..1 Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Ölümden,kabirden, hesaptan çok korkuyorum -her kulun imtihanı ayrı ayrı--ancak yaşayanlar bilir..1 yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
ÖLÜMDEN,KABİRDEN, HESAPTAN ÇOK KORKUYORUM -HER KULUN İMTİHANI AYRI AYRI--ANCAK YAŞAYANLAR BİLİR..1 yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
ABDULKERİM KAYA
ABDULKERİM KAYA, @abdulkerimkaya
1.2.2025 15:32:44
5 puan verdi
çok güzeldi kutluyorum Üstadım.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL