1
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
468
Okunma

Sabahın erken saatleri Oktay, boyası dökülmüş gri bir apartmanın girişine ilerlerken bu binayı her gün daha fazla kutuya benzetiyordu. Burası kutu, devasa bir kutuydu. Penceresiz, havasız, duvarları dar bir kutu. Çalışanlar bu kutunun içinde birer parça gibi dizilmiş, her biri bir diğerine göre ayarlanmıştı. Girer girmez çarkın dişlilerinden biri olarak işe başlaması gerekiyordu. Ama bugün, Oktay’ın aklı bu çarkın dönme nedenini sorguluyordu. Masasına oturdu ve etrafına baktı. Herkesin yüzünde aynı ifade; yorgunluk, bitkinlik, bir şeyleri bitirme telaşı. “Ne için bunca çaba?” diye düşündü. Karşı masada oturan, sürekli bilgisayara bakıyor sanki yaşamıyordu.
Bir kutunun içinde nefes almaya çalışan insanlar. Bu görüntü Oktay’ı etkilemişti. Bilgisayarını açtı, ekranına boş boş baktı. Harfler kutunun duvarlarını oluşturuyor ve örüyordu. “Bu kutu benim hayatım mı yoksa ben mi kutunun bir parçasıyım?” diye sordu kendi kendine. Yaptığı işler, hazırladığı raporlar, attığı e-postalar… Tüm bunlar kutunun içinde kalıyor, dış dünyaya hiçbir şey taşımıyorlardı. Bilinçaltı Oktay’ın zihninde dolaşıyordu. Bir ses yükseldi içinden:
“Kaç insan bu kutudan çıkmayı başarır? Kaç kişi özgürlüğü hayal eder veya buraya zincirlenir?”
Kutunun içindeki hava, onun ruhunu sıkıştırıyordu. Bir ara pencerenin olmadığı duvara baktı. Hayalinde o duvarda büyük bir pencere açıldı. Pencerenin ötesinde başka bir hayat vardı. Deniz kokan bir sahil, bir not defteri, içinde yazılmış öykülerle dolu bir dünya. Peki bu pencere gerçek olabilir miydi? Kutunun içindeki herkes, o duvara bakıyor ancak o pencereyi göremiyordu. Sanki o pencere, sadece Oktay’ın içindeki özlemden doğmuştu. Çay molası geldiğinde masadan kalkıp mutfağa yöneldi. Oradaki diğer çalışanların kahkahalarını duydu. “Kutunun içinde bir gülüş bile ne kadar plastikleşiyor.” diye düşündü.
Bu kutunun dışına çıkmayı düşleyen tek kişi miydi? Yoksa herkes bu çıkışa gözlerini kapatmayı mı tercih ediyordu? Oktay çayını eline aldı ve geri döndü. Masasına oturduğunda bilgisayar ekranı yeniden kutuya dönüştü. Sadece tablolardan ibaret bir dünya “Bu hayat mı?” diye kendi kendine sordu. “Bu kutudan çıkmak cesaret mi yoksa aptallık mı?” Saat ilerlerken Oktay bir şey fark etti. Kutunun duvarları yok olmuyordu, ama onun ruhunu yavaş yavaş alıp götürüyordu. Her gün biraz daha Oktay, biraz daha bu kutunun içinde kalan bir gölge. Kutudan çıkmak istediğini düşündü. Ama dışarısının nasıl bir yer olduğunu bile bilmiyordu. Belki de kutudan kurtulmak, duvarları yıkmakta değil, içeride kendine bir pencere açmakla başlıyordu. Ama o pencerenin gerçeğe dönüşüp dönüşmeyeceği Oktay’ın cesaretine bağlıydı.