0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
541
Okunma

Göç kervanları Ağrı Dağı’nın eteklerine vurmuş, ovanın kıyısını dolaşarak yaylaya gidiyor. Ağrı Dağı’nın zirvesi buzludur, bu mevsimde yamaçlar yemyeşildir. Siyah volkan kayalıklarının etrafındaki düzlükleri gelincikler kırmızıya boyamış. Bu dağda tepeler art arda usulca yükseliyor. Birini aşarsın nefes alır rahat bir düzlükte bir zaman ilerlersin, karşına yeni yeni tepeler çıkar böylece kayalıklarla başlayan tepeler ve rengârenk çiçeklerle bezeli düzlükler insanın yolu hemen bitirme hırsını aşındırır, bir yorgunluk başlar yavaşlarsın, zamanla yarışmaktan vazgeçer, ona ayak uydurmak zorunda kalırsın.
Ağrı Dağı’nda su kaynağı yoktur. Yukarda güneş kızdırıyor, büyük kar örtüleri eriyor, buzul örtüsünün altında mağaralar, mağaralarda çağlayanlar büyüyor. Dağdan gelen kar suyu sabah aşağıya varıyor. Hayvanlarını sulamak için bekleyen obalar ve göç halindeki koyun sürüleri bir gün önceden vadinin yanında durur. Köpekler kör vadi boyunca aşağı yukarı koşarak suya ulaşmaya çalışır. Bu şekilde giden köpekler kaybolur. Çobanlar köpeklerini bağlayıp peşlerinde dolaştırır. Sabah suyun geldiği zamanı bilmek lazım, hava ısınınca su kumlar tarafından yutulur. Yetişmeyen sürüler sonraki sabahı beklemek zorunda kalır. Gece bir vakit çobanlar birbirine seslenmeye başladı. Boynu tasmalı çoban köpekleri suyun kokusunu sürüp buldu. Ufukta güneş doğup yıldızları süpürdü. Gecenin köründe bir curcuna başladı, sesler göğe yükseldi. Çobanlar boğuşan köpekleri çağırıyordu. Su durulsun diye önceden yapılmış büyük göletler ve derenin dibinde kayalıkların arasındaki oyuklar suyla doluyordu. Sürüler başta olmak üzere yılan çıyan bütün börtü böcek suya doydu Oba ahalisi eşeklerin sırtındaki teneke ve bidonlarını doldurup geldikleri patikalardan geri gitti.
Su faslından sonra yolculuk yeniden başladı. Denkler bağlanıp sürüler harekete geçti. Her göçten sonra bu kırlar biraz daha sessizliğe gömülüyordu. Bahar yeli ile her kayalıkta bir keklik gazel okurken kervanlar yol diziliyordu. Kırda süren bir kaç günlük yolculuktan sonra kervanlar suyun başındaki Horgov köyü yakınında konakladı. Buralarda her taraf yeşil, yeşilin üzerine sarı çiçekler serpilmiş. Akşam bir hüzün gelip Seyid’in göğsüne oturdu. Uzaktan şehir gözüküyor. Şehirde ışıklar içinde yaşayan ahalinin göç kervanlarından haberi yoktur. Seyid şehrin ışıklarını hülyalar içinde izliyor. Seyid okulunu çok özlüyor. Seyid lise son sınıfta okuyor. Yan sınıftaki Reyhan’ı seviyor. Reyhan’ın ondan haberi olmuyor. Seyid içine iyice kapanıyor. Arkadaşları sokaklarda top oynarken o tatilde kırlarda kuzu otlatıyor. Yüzündeki güneş yanığı yaraları kabuk bağlamış. Seyid kırda hep Reyhan’ı düşünüyor.
Seyid’in babasının sesi geliyor. Yeni doğmuş bir kuzu kaybolmuş. Seyid gelinen yoldan geri dönüyor. Ay ışığında patikaları takip ederek dağa geri gidiyor. Kuşlar kanat çırpıyor, çayırlar rüzgarda hışırdıyor, orada kayalıkta bir baykuş arada bir ötüyor. Ay ışığında düzlükler beyaz bir çarşaf olup dip köşe genişliyor. Düzlüklerin devamını baykuşların örttüğü kayalık tepeler belirliyor. Seyid kendi ayak seslerinden korkuyor, kayalık tepelerden uzak gidiyor. Bir kayalıkta kuzunun sesinden yeri belli oluyor. Seyid ter içinde koşuyor, kuzuyu yakalayıp kucağına alıyor. Seyid korkudan kuzuya sımsıkı sarılıyor.
Sabah Horgov köyünde suya kavuşma sevinci yaşanıyor. Evlerin damlarında yüzleri güneş yanığı çocuklar oturmuş sürünün geçişini izliyorlar. Köyün köpekleri avluların taş duvarlarına tırmanıp sürekli havlıyor, dere boyunda yükselen söğüt ağaçlarında kargalar ortalığı velveleye veriyor. Sürü dağlara doğru yükseldikçe düzde ekili tarlalarla geride kalıyor, köyler küçülüyor ve sis bulutunun arkasında kayboluyordu. Kervanlar Horgov’un üstündeki vadiyi takip ederek ovayı terk ediyor. Ovanın havasını baca gibi dağlara çeken vadi eski zamanlardan beridir göç yolu olarak kullanılıyor. Öğle vakti koyun sürüleri kanyon bir vadinin üstünde rüzgârlı bir düzlükte otlanıyor. Çobanlar yolda topladıkları tezeklerle ateşler yakıyor. Kuzular meleşip, çobanlar köpeklerini çağırıyor. Dağlarda yağmur var, şimşekler çakıyor. Seyid’in ayaklarında derman kalmamış, otlara ağız üstü yatmış, ayak altında ezilen kekik kokusu ile başı dönüyor, ellerinde dolaşan karıncaları izliyor. Seyid’in aklı bu yüksek dağ geçitlerindeki şah yollarında, zamanın cıngılına asılı kalmış kağnı ve nal seslerindedir. İpek Yolundan geriye kalan paslı çıngıraklar ayaklarının altında zamanın küllerine gömülmüş yatmaktadır. Bu geçitlerde ilkbaharda her kervan geçişinde yaşlılar eski çıngırak seslerine kulak kabartmaktadır. Çıngırak sesleri bir mengi halinde dalgalanıp hava ile şişirilmiş bulutlara doğru yükseliyor. Rüzgar gökte hortumlar halinde dönüyor, hortumlarda süzülen kartallar göç yollarını gözlüyor. Seyid’in okul arkadaşları ve özlediği şehir aşağıda, düzde sisler ardında bir hayal gibi durmadan uzaklaşıyor.
Yüksek dağların ardında saklı, köşe bucaklarından dürülüp çarşaf gibi bulutlarla göğe bağlanmış Balık Gölü vardır. Bu göl yaz kış bu dağ başında dalgalanır durur. Dağlardan gelen kar suları sayesinde suyu buz gibidir. İlkbahar kırlangıçların üreme mevsimidir. Gölün yüzeyinde kırlangıç sürüleri bulut gibi dolanır. Sıcakta kırlangıçlar süzülerek kanatlarını gölün yeşil yüzeyine değdirip suyu çizer. Öğle vaktidir, sürüler dinleniyor. Gölün karşı yakasında, Kösedağ tarafından bir bulut inmeye başladı, etekleri suyun yüzeyini köpürterek ilerledi gitti gölün en orta yerinde durdu. Sanki bin yıllardır yeri burasıymış gibi öylece durdu. Gün ilerledi, herkes Kösedağ tarafından suya inen bulutu unuttu, ikindiye doğru bulut bir şeye kızmış gibi köpürüp homurdandı. Göğe doğru art arda kabarıp yükseldi. Simsiyah gölgesi suya düştü büyüdü. Gölge yürüdü yürüdü tekmil gölün yüzeyini kapladı, su kurşun gibi karardı. Rüzgâr, gölden gelen yıldırım sesleri ile birlikte hızını artırdı, dalgalar büyüdü, martılar tünedikleri kayalıklardan bilinmez bir yere doğru savrulup gitti. Ani bastıran doluda keçi yavruları sağa sola kaçmaya başladı. Sürü kirmandaki yün misali eğrilip bükülerek kayalıklara doğru sürüklendi. Seyid sırtında çoban keçesi, bir tümsekte çömelip tipinin geçmesini beklemeye başladı. Çömeldiği yerden Seyid’in babasının sesi geliyor. Seyid’in babası ve diğerleri koyunları durdurmaya çalışıyor. Seyid’in ayakları uyuşmuş, ayaklarının altından yağmur suyu kuru otları sürüklüyor. Seyid, kafasında bir dünya hayal ile oturup duruyor. Yere çarpan dolu taneleri sağa sola sıçrıyor. Yağış uzadıkça keçe, Seyid’in sırtında ağırlaşıyor. Keçeyi dolu dövüyor, Seyid’in gözüne ağır bir perde iniyor. Yerden seken dolu taneleri, kışın annesinin tavada patlattığı mısırları hatırlatıyor. Yarı uykulu halde düşleri onu alıp köye götürüyor. Sobanın başına kardeşleriyle çember olmuşlar. Tereyağının kokusu burnuna kadar geliyor. Seyid iyice acıkıp yutkunuyor. Mısırlar patlayıp uçuşuyor, Seyid ve kardeşleri eski bir fotoğrafta gibi gamsız eğleniyor. Gölün etrafında köyler dizilmiştir. Ahalinin gözünde burası koca bir denizdir. Balık Göl sazan ile doludur. Köylüler tuttukları balıkları at arabaları ile Karaşeyh’e, Taşlıçay’a ve Musun çukurundaki bütün köylere götürüp satıyor. Yerli ve yabancı turistler bu denizin kenarında çadır kurar, dinlenirler. Rengini dağlardan alan bu deniz insanın aklını başından alır. Seyid, bu gölü ilk gördüğünde nefesi kesilmişti. Bu göl onun anılarında hep yeşil bir deniz olarak duruyor.
Kervanlar Karaköse Ovası’nda asfalt boyunca gidiyor. İran’dan mazot kamyonları geliyor. Yol boyunca köyler sıralanmış. Buğdaylar ekilmiş, sürüler yolun kenarında yürüyor. Sıcaktan asfalt eriyor. Lastik ayakkabılar Seyid’in ayağını yakıyor.
Akşam sürü boş bir tarlada geceledi. Hava soğuyunca çerçöp ile ateş yakıldı. Taşlar yan yana konulup tencere konuldu. Seyid’in babası çok güzel makarna pişirdi. Seyid’in babası sabaha kadar sürüyü beklerdi. Seyid yıldızların altında keçe içinde okulunu ve Reyhan’ı düşlerdi.
Murat suyu kıyıları dövüyor. Kamyonlar korna çalarak geçiyor. Şoförler siyah gözlükleri arkasında Seyid’e yukardan bakıyor. Otobüsler Seyid’i büyülüyor. Otobüs yolcuları bu çileli hayatı geride bırakıyor. Seyid yolda sigara paketlerini toplayıp renkli dünyaların ayak izlerini sürüyor. Bugün kilitli bir zincir bulmuş, zincirin son halkasındaki altın sarısı kilidin üzerinde Arapça yazıyor. Heyecandan Seyid’in gürp gürp eden kalbi sanki ağzından çıkacak gibi oluyor. Zinciri koynuna saklamış kimseye göstermiyordu. Korna sesleri Seyid’i habire daldığı hülyalarından uyandırıyor.
Demir korkuluklu köprü yol ayrımındadır. Bu güzergâhı kullanan herkes Kesuk Köprüsü’nü bilir. Murat ırmağı üzerindeki köprüye karşı yüksek bir tepede karakol vardır. Karakol menşe, aşı gibi eksik evraklarından dolayı kervanlardan cereme keser, bakaye kalmış çoban varsa alıp askere gönderir. Kervanlar asfalt yoldan ayrılıp Kesuk Köprüsünden dağlara vurdu. Seyid’in aklı otobüs yolcularında kaldı. Demir köprüde sürüler sıralanmış uzaklaşıyor. Kuzu sesleri köprünün altındaki suyun uğultusuna karışıyor. Kesuk Karakolunda nöbetçi askerin düdük sesleri bu sabah seherle ovayı dip bucak uyandırıyor. Seyid koynundaki kilitli zinciri yokladıkça sevinçten uçuyor.
Karlı dağlar art arda yükseliyor. Kervanlar buzulların örtüğü boğazdan geçiyor. Boğazda tipiye yakalanmış sürülerden kalan koyun ölüleri duruyor. Seyid’in babasının yüzündeki çizgiler büyüyor. Yolun kenarında bekçiler düdük çalıyor, köye kadar sürülere eşlik ediyor. Köyün içinde bekçiler yolu kesmiş, cereme olarak Seyid’in en sevdiği koçu yakalıyor. Seyid’in babası bekçilere boşuna yalvarıyor. Seyid koçun boynundaki terli muskayı söküyor. Sürü dar sokakta uzadıkça uzuyor. Seyid köpeğini kemerle bağlamış peşinden gezdiriyor. Köyün çıkışında bekleyen çocuklar köpek için Seyid’e saldırıyor. Yere düşen kilitli zinciri çocuklar alıp kaçıyor.
Mustafa Alagöz