2
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
435
Okunma
Şair olunmuyor, şair doğuluyor sanki. Şiir bir beste, notaları dizeler olan. Şiir için yürek kulağın iyi olmalı. Şiir bir birikim. Birikimin şifrelenişi tabii ki dizeleri. Çok yazılıp çizilse de, şiirin “gerçeği yok sayma sanatı” oluşunu yazana hak veririm. Gerçekler elime yüzüme bulaşıyorken, onları yok sayma cesareti ve yetisi bende olamaz. Bu yüzden söz şairlerin derim.
Roman uzun soluklu öykülerdir. Emek ister. Beslenip büyütülen, eğitilip mezun edilen öğrencidir roman. Her diplomayı alanın iş bulamayıp, kaldırım aşındırdığı gibi, bazen roman da kaldırımlar aşındırır, ucuz kaldırım romanı yaftasını yiyerek.
Kısaca araştırma, not alma, planlama gerektiren roman, biyografi, makale gibi türlerin hazıra konan okuyucusu olmak daha güzel...
Hazıra konmak ve afiyetle yemek.
Öykü...küçük roman. Romanın minyatürü. Bu denenebilir. Hatta yazacağım iyi bir öykü ile “ben istesem” başlangıç cümleli ego tedavisine bile gidebilirim. Üstünde durmam gereken bir tür.
Denemeliyim.
Denemeliyim dedim de;
Denemenin zorluğu hiç ırgalamaz beni. Çünkü deneme türü hakkında bir yazı okumuştum. Deneme yazarının kaypaklığından bahsetmişti. Deneme yazan insanın bir gün ak dediğine, ertesi gün kara dediğine dem vurmuştu.
Bu türle uğraşanlar için de epey şeyler yazmıştı. Deneme yazarına “kaypak” demiş ya, daha ne desin derseniz, kaypaklık yazdıkları içinde en erdemli yandı galiba. Kaypaklık dışında yazılanları önemsemedim. Çünkü her söylediği sözü, kaypaklık etrafında döndürdüğünü anlamıştım.
Çünkü yazı bir denemeydi ve o da bir deneme yazarıydı.
Adam denemesinde, deneme yazanlarının kaypaklığından bahsediyordu.
Dedim,
deneme istediği kadar zor tür olsun, altyapım sağlam...
Hangi yazın türü ve neden derseniz,
ben/ce deneme...
*
Ki yazı hep ben, ben, ben dedi durdu.
Şiir olsaydı hep sen,
sen,
sen,
...
demez miydi hiç şair?