2
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
383
Okunma
Ben Defter’i kendim için bir öykü yazma atölyesi olarak görüyorum. Fikir ya da sosyal bilim alanlarında yazmıyorum; dahası bunların tartışmalarına da katılmıyorum. Fakat Sayın Suat Zobu bir ödev verince ister istemez aşağıdaki denemeyi yazmak zorunda kaldım.
Yıllar önce Defter’imizin önde gelen yazarlarından Sayın Sami Biberoğulları’nın bir yazısına denk gelmiştim. Özetle Biberoğulları özetle 622 deki Akabe Biatının temelde demokratik bir hareket olduğunu belirtiyordu. Sami Beyle fikirlerimiz genelde örtüşmezdi ama bu yazısı beni bir anlamda çarpmıştı. Uzun süre o yazıya bir yorum yapıp yapmamayı düşündüm ama en sonunda fikir tartışmalarından uzak durma düsturum baskın geldi. Bugün keşke o zaman yazsaymışım diyorum çünkü Sami Beyin o yazısı diğer 1511 inin arasında yitip gitti. Aklımda kaldığı kadarıyla o argümanın üzerinden geçelim. Şunu da eklemeliyim: Eğer kendisini yanlış yorumlamışsam özür diler ve tekzip hakkının baki olduğunu belirtmek isterim.
Peki ne yazabilirdim?
Öncelikle Biat’ın tanımına bakalım: TDK Sözlüğüne göre biat ‘Bir hükümdarın veya ileri gelen birinin egemenliğini tanıyarak onun hükmü altına girme’ anlamını taşır. Bir anlamda boyun eğmedir. Ama yine de Akabe Biatının yapısı sözlük anlamının ötesinde olabilir. O yüzden 622’deki bu hareketin demokrasi kriterlerine uyup uymadığına bakmak gerekiyor.
Demokrasinin değişik uygulamaları olsa da üç tane temel özelliği evrensel ve tüm zamanları kapsayıcı şekilde. Peki Akabe Biat’ında bu özelliklere denk geliyor muyuz, onu görelim.
1) a) Her demokrasi geniş bir tabana dayanır.
Demokraside oy verme dar bir grubun imtiyazında olamaz. M.Ö. 411 deki darbe sonucu Atina demokrasisi devrilmiş ve yerine 400 kişiden oluşan bir oligarşik yapı gelmiştir. 400 büyük bir sayı gibi gözükse de Nüfusu 200,000 e varan bir şehirde ‘geniş taban’ tanımına uymaz. Evet, Atina’da kölelerin, kadınların ve Atinalı olmayanların oy verme hakkı yoktur ama tüm erkeklerin oy kullanması söz konusudur. Akabe’de Medineli müslümanlar aralarında her birinin görüşünü ve oyunu alarak mı bu biatı yapmışlardır yoksa kabilelerin ileri gelenlerinin vardığı bir karar mıdır? Bence ikincisi.
b) O geniş tabanda da her oy eşit ağırlıklıdır.
Demokrasinin vazgeçilmezi her oyun eş değerde olmasıdır. Yeni yetme bireyle kabile şefinin arasında bir fark yoktur. Akabe’de böyle bir durum söz konusu mudur? Orada bir kabile şefinin ‘Aslında benim kişisel olarak biat etmeye niyetim yoktu ama kabilede oyladık, iki çobanın oyu benimkine üstün geldi’ demesi mümkün müydü? Hiç sanmıyorum.
2) Her demokraside seçilenler belirli bir süre için göreve gelirler.
Süreçin ne kadar uzun olduğu değişir ama bir ya da beş yıl farketmez, önceden belirlenen sürenin dolumunda görevden ayrılınır. Peki Akabe’de peygambere biat edenler ‘Biz sana beş yıllığına biat ediyoruz. Sonrasında durumu tekrar gözden geçireceğiz’ mi demişlerdir? Diyanet Vakfının İslam Ansiklopedisine göre böyle bir zaman kısıtı söz konusu değildir.
3) Her demokraside göreve gelenler yaptıklarından sorumlu tutulurlar ve topluma hesap verirler.
1982 Anayasasında Milli Güvenlik Kurulunun beş üyesinin kanuni kovuşturmanın dışında olacakları maddesinin varlığı o anayasanın ne kadar antidemokratik olduğunun bir göstergesidir. Benzer şekilde her seçilmiş kişi iktidardaki sürede yaptıklarından dolayı hesap verme durumundadır. Bu tip bir sorumlu tutulma durumu Akabe Biatında var mıdır? ‘Hiç yoktan Mekke’ye savaş açtın, bizi kırdırdın’ diye yargıya başvurabilirler miydi? Görünen o ki yoktur.
Demokrasilerin daha bir çok özellikleri vardır. Bunların en başında da demokrasiyi bir çoğunluğun diktatörlüğüne dönüşmesini engelleyen ‘Azınlıkların temel haklarının korunması’ kavramı gelir ama bu kavram tarihteki tüm demokrasilerde eksiksiz yer almadığı için yukarıdaki incelememize dahil edilmedi (Bkz. Sokrates’in Savunması).
Kişisel görüşüm Akabe Biatı demokrasinin üç temel kriterini taşımadığıdır. Taşımak zorunda da değildir, Medine’li bazı kabilelerin İslam’ı isteyerek kabul etmeleridir. Dönemin kendi dinamikleri içinde gayet normal bir harekettir. Bu istemli kararda da çoğunluğun iradesi değil, kabile şefleriyle ileri gelenlerin isteği ön plandadır.
Peki, Cumhuriyet’in 100. Yılı ile demokrasi dersinin bağlantısı nedir?
Her ne kadar cumhuriyet rejimleri bir temsilci meclisi ve devlet başkanı seçimi içerseler de hepsi demokratik değildir. Ama şu var ki demokrasinin filizlenmesi için gerekli koşulları oluştururlar. Bu yüzden Cumhuriyetin ilanı hayati önemdedir. Monarşik yapılarda da demokrasiler vardır ama bu ancak hanedanın sembolik temsil rolünü kabullenmesi ile mümkündür.
Crown dizisinde bir sahne demokrasiyle monarşinin ilişkisini göstermesi bakımından ilginçtir. 1952 deki ölümcül sis Londra’ya çöktüğü zaman genç Kraliçe kendini bir demokrasi krizinin ortasında bulur: ya tarafsız bir hükümdar olarak sessiz kalacak ya da başbakanı göreve davet edecektir. En sonunda kararını verir ve Churchill’i toplantıya çağırır: Ondan harekete geçmesini isteyecektir. Dikkat çekici olan nokta Kraliçe başbakan Churchill’e ne yapacağını söylemeyecek, sadece ondan Churchill’in gerekli göreceği önlemleri almasını talep edecektir. Bu talep bile bir demokrasi krizidir çünkü gerçek demokraside seçilmiş bir başbakana harekete geçip geçmemesini bile söyleyemezsiniz. Monarşi kültürü farklı olan toplumlarda (Dünyanın Alplerin kuzeyinde kalmayan tarafı) bu tip bir hassasiyet söz konusu değildir.
Herkesin ilk yüzyılını kutlarım!