2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
478
Okunma
‘Belirsizlik durumunda insanlar nasıl seçim yapar? Güzel soru. Aramızda bu soruya cevap vermek isteyen var mı?’
Benden başka hiç kimsenin olmadığı asistan odasına göz gezdirdim.
‘Kendi kendime konuşma huyumdan vazgeçmeliyim. Bir gün kendi kendime duyma huyum da gelişecek; o zaman bana deli gömleği giydirecekler’
Kuramını yayınladıktan 35 yıl sonra Nobel Ekonomi Ödülünü kazanacak Maurice Allais’nin makalesinin ilk paragrafını tekrar okumaya başaldım. Gayet yumuşak bir giriş yapmıştı. Daha kuramının matematiksel temellerine gelmemiştim ama şu ana kadar beni zorlayan bir nokta yoktu. Acaba Maurice Amca da Nobel Seçici Kuruluna dönüp ‘O kadar da karmaşık değildi yazdıklarım. Kavramanız niye 35 yıl sürdü; onu da ben anlamadım’ demiş midir? Dememiştir. Ödülünü havaya kaldırıp, ‘Babamın seçenekleri’ kıvamında bir konuşma yapmıştır. ‘Annemi aldattığının ortaya çıkmasından sonra babamın önünde iki seçeneği vardı: Ya tüm eşyalarını bir bavula nasıl sığdıracağını keşfedecek, ya da her şeyinden vazgeçip çantasını alıp çıkacaktı. O çantasını seçti. Bu duruma tanıklıkk etmek benim önümüzdeki alternatifleri belirsizlik ortamında nasıl değerlendirdiğimizi merak etmeme yol açtı’ Uyduruyorum tabi. Daha takım elbiseli bir konuşma yapmıştır.
İkinci paragrafa geçemedim. Kapı dan diye açıldı ve içeri koşar adımlarla Cem girdi:
‘Abi elim ayağım titriyor. Bir baksana’
Baktım. Bir şeyi yok gözüküyordu. İkinci paragrafa dönecektim ki:
‘Bir ilgilen diyorum. Çok önemli söyleyeceklerim var.’
Ümüdimi yitirmemiştim. Makaleyi masanın üzerine bırakıp, Cem’e döndüm:
‘Dinlemedeyim’
‘Hazır mısın: Zortek’ten başka tanrı yoktur; ben de onun elçisiyim’
Makaleye geri dönmeye hazırlanırken:
‘1410 yılla bu cümlenin sana ait olabilme şansını kaçırdın.’ diye mırıldandım.
Bozuldu.
‘Niye inanmıyorsun? Zortek kulağına çok mu uyduruk geldi?’
‘Şöyle diyeyim: Eğer Zortek diye bir tanrı varsa, sen ona çok uygun elçi olursun. Dahası böyle açıklamalar yaparak bazı kesimleri rencide edebilirsin’
‘Onlar gece gündüz benimkine saydırırken iyi ama. Böyle ahlaksızmışız, şöyle sapkınmışız...’
Cem’in göbek adı Moris idi. Uzatmadım, makaleye uzandım.
Bu konuda da kapandığına göre adı Fransızca yazılan ve kendisi de Fransız olan Maurice Amcamdan feyz almak için bir deneme daha yapabilirdim. Derken kafama bir soru takıldı:
‘Cem, sen niye durup dururken elçiliğini ilan ettin? Öyle meditasyona filan başlamış değilsin.’
‘Bir işaret aldım.’
‘Metin Hoca’dan mı? Üç haftadır okumadığın sınav kağıtları yüzünden mi?’
‘Yok oğlum, bir dinle.. Biraz önce kütüphanedeydim’
‘Ve yanlışlıkla bir kitabın kapağını açtın. O da ne? Yazılar! İnsanlar beş bin yıldır kitaplara yazı yazıyormuş ama kimse bunu sana söyleme zahmetine katlanmamış’
‘Abi, kötü girecem üzüleceksin, ona göre. Lafı ağzıma tıkıyorsun’
Sesimi kestiğimi gösteren bir işaret yaptım.
‘Ne diyordum? Ha kütüphanedeydim. Gamze’ye denk geldim.’
Gamze bizden daha eski bir asistandı. Fevriydi, bulaşmamak gerekirdi. Her ne kadar yeni başlayan asistanlara bu söylenmese de onlar ilk haftaları bitmeden durumu kavrarlardı.
‘Bana geldi ve benimle konuşmak istediğini söyledi’
‘Buyrun cenaze namazına’
‘Dedi ki ben ilginç birisiymişim...’
‘Oğlum Cem, bu konuşma hiç iyiye gitmiyor. Gamze’nin gazabını üzerine çekecek ne yaptın?’
‘Birincisi, hiç bir şey. İkincisi, bir dinle’ ve devam etti:
‘Bu yüzden bu önerisini bir yemek teklifi gibi düşünmem gerekiyormuş.’
‘Sana makalesini yazdıracak! Kesin, sana makalesini yazdıracak. Adınızı beraber koyacaksınız ama tüm işi sen yapacaksın.’
‘Yok, ne makalesi. Gamze açık açık bir seferlik beraber olmayı teklif etti’
Gamze’yi tanıdığım için bu cümle hiç bir şey ifade etmedi.
‘Beraber olmak derken?’
‘Yatalım dedi. Uzun süreli bir şey düşünmüyormuş. Zaten benim İsrail’de kız arkadaşım varmış, o da evliymiş’
Dahası Gamze’nin iki tane de kızı vardı.
‘Cem? Sen ciddi misin? Kim damdan düşer gibi yatma teklif eder? Hadi diyelim ki sana ayılıp bayılıp, seni etin için istiyor, bunu yapmanın daha usturuplu yolları var. Kahveye çağırır, haftasonu çalışma ayarlar filan. Sen son seyrettiğin filmlerle gerçeği karıştırıyor olmayasın?’
Yüz ifadesinden söylediğine inandığı anlaşılıyordu.
Önüme baktım. Maurice Allais’in 1953 Econometrica adlı makalesinden bir paragraf gözüme ilişti:
‘Varsayalım birisi size iki farklı tatil imkanı önerisiyle geldi. İlki yüzde elli olasılıkla kazanıp İngiltere, Fransa ve İtalya’da geçireceğiniz üç haftalık bir tatil çekilişi. İkincisi ise garanti gideceğiniz bir haftalık İngiltere tatili. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde insanların %80i bir haftalık İngiltere tatilini seçer. Hemen her zaman kesinliği belirsizliğe tercih ederiz.’
‘Peki Cem, sen ne dedin?’