5
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
1029
Okunma


Hayatı çok rahat geçen bir insana bile sorsanız mutlaka bir derdi vardır.
"Dertsiz kul, yarasız ağaç olmaz" demiş atalarımız.
Ben köyde doğup, büyüdüm. Burada yaşayan herkesin hayatı, o heyacanla okuduğumuz romanları aratmayacak kadar acı doludur.
Sizlere dedemin ölümünü anlatmak istiyorum. Baba özlemiyle büyüyen annemin, seksen yaşında bile "baba" sözünü duyduğunda gözlerinden yaşların yıldırım hızıyla inmesinin sebebini.
Köyün en yiğit, en mert, çalışkan ve sevilen delikanlısı İbrâhim.
İbrâhim otuz yaşlarında ama köyde evliliklerin erken yapılması hasebiyle iki erkek, üç kız çocuğu babası.
Babasını küçük yaşta kaybetmiş, emmisi zengin kız, fakir oğlan hikâyesinde olduğu gibi sevdiği kızı alamayınca kara sevda geçirerek vefât etmiştir.
Çocuk yaşta evin erkeği olmuş, büyüdükçe ekmeğini taştan çıkaran, diğer bir deyişle, taşı sıksa suyunu çıkaracak kadar güçlü, kuvvetli bir delikanlı olmuş, köyünde ve çevre köylerde Pehlivan diye anılmaya başlamış ve nerdeyse İbrâhim adı unutulmuştur.
Birgün İbrâhim ateşli bir hastalığa tutulur. Ateşler içinde yanmakta, bir türlü ayağa kalkamamaktadır.
O zamanlar doktor yok, şehir hastanesine gidecek vesait yok, para yok.
Köyün tecrübeli yaşlılarına haber salınır.
İki yaşlı gelir ve derler ki;
-Ateşini düşürmek için terletmemiz lâzım, terlerse kurtulur.
İki yorgan örterler ateşler içinde yanan İbrâhim’in üstüne. Bu yetmedi diye sıcak su doldurdukları şişeleri etrafına dizerler.
Ateşinin üzerine ateş eklenen İbrâhim "boğuluyorum kurtarın" diye yalvarmaktadır, lâkin "iyileşmek için terlemek zorundasın" diyen köylüler engel olurlar üzerini açmaya çalışan İbrâhim’e.
İbrâhim eşinden yardım ister ama o zamanlar gelinler büyüklerin sözü üstüne söz söyleyemezler. Son bir gayretle beş çocuğun en büyüğü olan on, on bir yaşlarında olan kızına seslenir;
-Kızım yetiş, ölüyorum!
Ama küçük kız korkuyla ne yapacağını bilemez bir durumda ağlamaktadır.
Son anda İbrâhim’in hasta olduğunu duyan ve görmeye gelen köy büyüklerinden biri yetişir;
- Siz ne yapıyorsunuz, diye haykırır ve kaldırıp atar İbrâhim’in üstündeki yorganları, etrafındaki suları ama İbrâhim son nefesini vermiştir artık.
Hayatın hiçbir zorluğuna yenilmeyen İbrâhim Pehlivan, kendini şifacı sanan iki ihtiyarın cehaletine yenik düşmüştür.
Arkasında beş küçük çocuk ve gencecik bir eş bırakan İbrâhim’in cenazesi yıkanırken daha bir aylık olan yavrusunu, son kez baba kokusu alsın diye kucağına koyarlar. O kız çocuğunun adı o günden sonra Bergüzar olmuştur. Genç yaşta toprağa giren babasının geride kalanlara bıraktığı yetim bir armağan.
Anlatılanlara göre yıllarca dilden dile söylenen çok kalabalık bir cenaze töreni olmuş.
Çevre köylerde kimse kalmamış, "Pehlivan ölmüş" diyen, koşup gelmiş.
Râhmetli teyzem bu acıklı olayı her anlatışında o iki kişiden "babamın katilleri" diye bahsederdi.
Ve Esme hatun, Eşinin babalık görevini yapmak için kadınlığını unutup, bir erkek gibi çalışarak çocuklarını büyütmüş.
İbrâhim Pehlivanın eşi de onun gibi yıllar süren çabalardan sonra köyünde ve çevre köylerde sayılan, sevilen, güven duyulan, darda kalanların kapısını çaldığı bir anadolu hanımağası olmuş.
Hanımağa dediysem, maddî bir durum değil bu, herkesin yardımına koşan ve sözü dinlenir anlamında.
Yoksa yokluğun âlâsını, çilenin envasını yaşamış. Ama asla yıkılmamış, yenilmemiş, herşeye rağmen ayakta kalmayı başarmış, çocuklarına hem ana, hem baba olmuş.
Anneannem, Pehlivan dedem ve çocukları, hatta torunları ebedî âlemde buluştular İnşâllâh.
Ruhları Şad olsun...
Görsel: hikâyenin yaşandığı köy.
Yazımı günün yazısı olarak seçen değerli seçkiye ve tüm edebiyat defteri ailesine teşekkür ediyorum...