Satılmış pasaport işlemlerini ilçede başlattı. Başlattı başlatmasına da bu he deyince bitmiyordu ki. Bunun ili vardı, başkenti vardı, Konsolosluğu vardı. Heyecandan kalbi gürp gürp atıyordu. Pasaportla ilgili ilçe ve ildeki işlemlerini tamamladı. Son işlemleri için Başkente gidecekti. Yanına bir arkadaş lazımdı. Bilirsiniz ki yola yalnız gidilmez. Kardeşini götürse evi, ev işleri yalnız kalacaktı. Bu yüzden bir arkadaş lazımdı. Eniştesi Dursun’un kardeşi İdris kendisine arkadaşlık yapmak için müsaitti. Dursun eniştesine durumu izah etti. O da kardeşinin gitmesine izin verdi. Köy bakkalını tam sekiz yıl aralıksız çalıştıran Bakkal Satılmış, bu günden sonra sağlığı için çok sevdiği bakkalcılığa son verdi. Hastalığı olmasa emekli oluncaya kadar bu işi yapacaktı. Onun tek hedefi vardı, yurt dışına gidip bir an önce tedavi olmaktı. Yurt dışında çalışan eş dost yaz tatiline lüks arabalarla gelirdi. Güzel şık giyinmeler doksanlı yılların dikkatini üzerine çekiyordu. Burada yaşayan gençler yurt dışında çalışanlara imreniyorlar, oraya gitmek için çeşitli yollar arıyorlardı. Arabanın bagajına saklanıp gideni mi ararsın, Avrupa’da çalışan bir kızla evlenen erkeği mi artarsın, erkeklerle evlenen kızları mı ararsın… Ayrıca iltica ederek gidenlerin sayısı da hayli fazlaydı. Avrupa bir cennet gibi anlatılıyordu. Yurt dışına gitmek için gençler adeta can atıyordu. İzne gelen vatandaşların genç bekâr kızlarının kalplerini nasıl çalarım düşüncesi gençleri yiyip bitiriyordu. Burada hayat mı zor desem zordu. Yokluk, çile, açlık ve sefalet diz boyuydu. Hani gençlere hak vermiyor da değilim… Bakkal Satılmış, yurt dışı evraklarını hızla tamamlıyordu. Gideceği devleti de seçmişti. Onun rotası Fransa’ydı. Fransa’nın Annecey şehri onun ulaşacağı son duraktı. Orada akrabaları onu karşılayacak, misafir edecekti. Ameliyat olmasına yardımcı olacaklardı hatta iş bile verip çalıştıracaklardı. Belki de Bakkal Satılmış, işçi olacak ilkönce çoluk çocuğunu yurt dışına götürecek, sonra da kardeşi Cafer ve ailesine istekte bulunup onları da götürecekti. O, hep bunun umuduyla yatıp kalkıyordu. Bütün bu hayallerin aksine onu gerçekten ilgilendiren bir önemli hakikat vardı. Onu en çok ilgilendiren de sağlık sorunuydu. Kalbi çok yorulmuştu. Kalp kapakçığı vazifesini yapamaz guruma gelmişti. O, daha fazla bekleyemezdi. Ankara Dış İşleri Bakanlığı’nda halletmesi gereken son evraklar vardı. Fransa’ya vizesini alma vakti gelmişti. Daha fazla zaman kaybedemezdi. Kalbi buna daha ne kadar dayanabilirdi ki! Bir an önce yurt dışında ameliyathanede bıçağın altına yatmalıydı. Sonucu ne olursa olsun. Bu sıkıntıdan bir an önce kurtulmalıydı. Ankara’ya gitmek için bir arkadaş da bulmuştu. Bu genç, üniversiteli İdris’ten başkası değildi. O, Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okuyordu. Hazırlık sınıfını geçmiş, İlahiyat Fakültesi birinci sınıftaydı. Geleceğe umutla bakan idealist bir gençti. Yaz günüydü hava çok sıcaktı. Ortalık cayır cayır yanıyordu. İnsanlar, buram buram terliyordu. Kimi terini siliyor, kimi yüzüne su çalıyor, kimi de gölgeliğe kaçıyordu. Sıcak bunaltıyordu bütün canlıları. İki kader arkadaşı Ankara’ya gitmek için hazırlıklarını yaptılar. İlçeye gidip Ankara otogarına bilet aldılar. Bakkal Satılmış’ın yurt dışı serüveni de böylece başlamış oldu. İlçe küçük bir yerdi. Azimkâr otobüs firmasından biletler alındı. Otobüs akşamüzeri kalkacaktı. Çamurlu, asfalttan uzak yollar nasıl bitecekti? Yollar esik küsüktü. Bindiler otobüse koyuldular umudun yolculuğuna… Bakkal Satılmış hayal dünyasına dalıp gidiyordu. Köyden gelmek çile, gitmek çileydi. At, araba bulmak çok zordu. Otobüsün kalkma zamanı gelmişti. Muavin: “Otobüs hareket ediyor. Kimse kalmasın. Beyler hadi bir an önce binin gidiyoruz.” Diye sağa sola bağırıyordu. Bagajlar yüklendi, bütün yolcular yerlerine yerleşti. Şoför son kez etrafa göz gezdirdi. “Bismillah” değip el frenini çekip başladı umudun yolculuğuna. Otobüs şehir merkezini yavaş yavaş terk etti. Şehri çıkınca biraz hızlandı. Aracın hızlı gitmesine yollar bir türlü izin vermiyordu. Yılan gibi kıvrılan virajlar, hıza engel oluyordu. İdris düşünüyor, Satılmış ise kara kara düşünüyordu... Bakkal Satılmış’ın kafasını karmaşık duygular cırmalıyordu: “Fransa’ya varınca ben ne yaparım? Yer yurt nasıl olur? Akrabalarım beni kaç gün misafir eder? Bana iş bulmazlarsa ben ne yaparım? Ameliyatı hangi şehirde olacağım? Ameliyatım nasıl geçecek? Ameliyattan sağ çıkabilecek miyim? Yavrularımı, ailemin hasretine nasıl dayanırım? Bir daha onları görebilecek miyim?” Gibi bin türlü sorular beynini kemirdikçe kemiriyordu. Düşünceler beyninden ılık ılık akıyordu damarlarına. Düşüncelerini dile dökmese de yüzündeki kümelenmiş endişe yumağı onun duygularını bir bir anlatıyordu. Yolculuk devam ediyordu. Otobüsün turbo sesi yolcuların bir kısmını uyutmuştu. Sigara dumanı, otobüsün içini dumanlı dağlara döndürmüştü. Sigara içenin ardı arkası kesilmiyordu. Nerdeyse yolcuların yarıdan fazlası sigara içiyordu. Sigara içmeyenlerin dumandan etkilenmelerini bir görseniz; kimi boynunu büküyor, kimi “Sigara içmeyin burada” kimi “of tüf” diyor kimi görmezden geliyordu olup bitenleri. Anlamlı anlamsız mırıldanmalar ayyuka çıkıyordu. Ama bunu dinleyen kimdi ki? Kulak ardı edip yine bildiklerini okuyorlardı. Sigarayı içtikçe içiyorlardı. Kendileriyle birlikte sigara içmeyen yaşlı, kadın, erkek ve çocukları zehirlemekten çekinmiyorlardı. Otobüsün içi zehirli dumanlı dağlar gibiydi. Çocuk ağıtı, otobüsten hiç eksik olmuyordu. Bebekler durmadan ağlıyordu. Anneleri, babaları susturmaya çalışıyorlardı ama nafile. Otobüsün içinde çocukların ağıtına bir şey demiyorum ama sigara içenler affedilmezdi… 18.09.2023 Yozgat |