Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Levant öykücüsü
Levant öykücüsü

BÜTÜN MEYHANELER YAKAMOZDU ASLINDA

Yorum

BÜTÜN MEYHANELER YAKAMOZDU ASLINDA

0

Yorum

1

Beğeni

0,0

Puan

298

Okunma

BÜTÜN MEYHANELER YAKAMOZDU ASLINDA

Ankara’da meyhaneci olmak ile İstanbul’da olmak farklıdır çocuklar derdi Eşref abi...Kendisi yıllarca İstanbul’un ortamlarında meyhane işletmiş, ustası Panayot Efendiden sonra mekanı, müdavimleri, çok içenleri, dert çekenleri, goygoycuları, her daim mutsuzları devralmış cümle aleme meyhane adabını öğrettikten sonra benden bu kadar deyip Ankara’nın yolunu tutmuştu. Bir aşk hikayesi varmış derler işin içinde ama bilinmez. Eşref usta kendi halinde bir taşra kasabasına benzeyen yeni kurulan Yenimahalle ilçesinde eski bir mekanı alıp birkaç ay sonra Yakamozu açtı.
Hepimiz Orta Anadolu’nun yakın illerinden gelen hevesli, neşeli, saf gençlerdik. Üniversite okumak için Başkente gelmiş, akademik ortamla beraber derin siyasi mevzularla dolu bir bilinmezin tam ortasına düşmüş debelenmekteydik...Okula gidip hocaları bir Sokrates ya da Platon gibi görüp ağızlarından çıkan her kelimeyi tutkuyla içimize çekerken, öğrenci kahvelerinde sağcı, solcu, emperyalist, faşist gibi terimlere dilimizi ve ruhumuzu alıştırmaya çalışırdık. Ankara’nın gri bulanık kış günlerinde anamızın ördüğü atkılara sarılıp kömür sobalarının sıcağında çıtır çıtır odun sesiyle dolu evceğizimize gider çoğumuz yer sofralarında ortak tabaktan Allah ne verdiyse doymaya çalışırdık. 60Larda evlerin mobilyası bir iki divandan, tahta bir masadan ve biraz halin vaktin yerindeyse formika büfeden oluşurdu. Bizim siyah parlak zeminde minik altın ışıltıları olan bir büfemiz vardı canım anacığımın gözbebeği...İçinde şekerlikler, misafir tabak çanakları, dantel örtüler dururdu.
Hayatımız böyle okul, siyaset, ev üçgeninde gençliğin tatmin edilmemiş tüm arzularıyla biraz bastırılmış, biraz buruk, biraz şehirli biraz köylü akıp gitmekteydi. Bu boz bulanık akışta Yakamoz ve Eşref abi olmasaydı çoğumuz darmadağın olup giderdik diye düşünüyorum...Abarttım sanmayın az bile söyledim.
Eski İstanbullu yeni Ankaralı her daim meyhaneci hepimizin abisi, hamisi, hocası Eşref usta gün gelir cebimize para, ruhumuza umut koymuştur. İlk aşk acımı yaşadığımda o soğuk Ankara gecesinde rakı bardağını önüme koymuş, “iç bakalım delikanlı ama adabınla iç, şimdi içme ve dertlenme vaktidir, ama bu kadeh biter dert gider ona göre evlat, ne acıyı uzatacaksın ne kini”.Yozgatlı Şerif kardeş parasız kaldığında önüne bir kap yemek, cebine üç beş kuruş koymuş “utanma çocuk bu delikanlılığın şanındandır” deyip o gün için hayatını kurtarmıştı. Şerif sonraları mitinglere katılıp sol yumruğunu bolca havalara savurmuş, Yakamozun bir köşesinde polisten saklanmış, yine de hapse düşmekten, işkence görmekten kurtulamamıştı. Hapisten çıkıp okulu bitirdikten sonra çiçeği burnunda bir doktor olarak soluğu Eşref abinin hasta yatağının başında almıştı...Bazı hikayeler kötü bitmeyebiliyor inanın...
Yakamoz sadece bir meyhane, Eşref abi de bir esnaf değildi...Bazı geceler şairler, yazar çizer takımından muhalif denen isimler gelip biz saf gençlik ateşiyle yanan beyinleri Entelektüel terimlerle dolu fikirlerle geliştirip genleştirmeye çalışırlardı. İyi de olurdu Cemal Süreyya nın aşk şiirlerini, Nazım’ın ruhu besleyen dizelerini, Orhan Veli’nin İstanbul’unu ben o gecelerde öğrendim. Hayatın Marx Engels ya da ideolojilerden ibaret olmadığını, kavganın içinde sevginin, nefretin göğsünde aşkın büyüyebileceğini öğrendim. Kadınların sadece anamız, bacımız yoldaşımız olmadığını, aynı zamanda asil, yaratıcı, masalsı varlıklar olduğunu, bir buket kır çiçeğinin gariban anamın buruşuk yüzünde nasılda şeker pembesi renkleri yansıttığını gördüm, hissettim, bildim.
“Bir tutam masala bulanmazsa yüreğimiz, ve arsız bir sarmaşık gibi ışığa sarılmazsa düşüncelerimiz nasıl dayanılır yaşamaya” şair Hilmi Akgün’ün beynime kazınan anekdotlarından biriydi bu...
Alevi dedesinin bir gece sazıyla bizi cennet bahçelerine uçurmasını hiç unutamam “Zahid Bizi Tan Eyleme “ bu eski notaların büyüsü ve rakı bardaklarından taşan gençliğimizin taze nefesi o karlı gecede Ankara sokaklarında hayatın ve aşkın tadını dudaklarımızda hissetmemizi sağlamıştı.
Zaman hepimizi bir yerlere savurdu kimimiz iç kırıklarından sızan kanla öğrendi yaşamayı, kimimiz kupkuru ayazlarda yitirdi sevdiklerini ve çoğumuz büyümenin acıtan umutsuzluğunda yepyeni bir kimlik kazandı, daha sert daha köşeli bir kimlikle tutundu hayata...Ne olursa olsun Yakamoz hepimizin anılarında en güzel zamanların Nirvanası, shangri La sı, vahası olarak kalmaya devam etti.
Yıllar sonra bir iş için Ankara’ya geldiğimde Yakamozun izlerini aradım artık hiçbir köşesini tanıyamadığım Yenimahalle’nin eski yeni sokaklarında...Ne eski fırın kalmıştı, ne de Bakkal Cemil, leylak bahçelerinin yerini pek düzenli pek güvenli otoparklar almıştı doğanın insanı yaşatan soluğundan daha önemliydi insanların sevgili biricik bir tanecik arabacıkları. Kulağımda Eşref abinin anekdotları, içimdeki yabancılık duygusunun dürüst yoldaşlığında arandım durdum. Terkedilmiş bir arsada yıkıntıların içinde sanki hepimizin bir şeyler karaladığı o dert duvarından bir parça görür gibi olup toprakları ellerimle temizleyip aradım. “Bir derdim var bin dermana değişmem” böyle yazmıştı Fethi ölmeden bir gün önce dert duvarına...Hiç bilemedik zavallının ne derdi olduğunu ertesi gün bir sokak çatışmasında vuruldu.
Dert duvarı Eşref abinin buluşuydu. Canı sıkılan, kimseyle konuşamayan ya da konuşmakla derdini tüketemeyen herkes Yakamoz’un duvarına ne istiyorsa yazabilirdi. Çok sonraları Şerif’ten duydum Eşref abi ölmeden önce ah keşke o duvarı koruyabilseler diye hayıflanmıştı. Onu son kez görebilmeyi çok isterdim ama sanırım beni zayıflatan tüm gölgelerle yeniden karşılaşmaktan korktum. Yıkıntılar arasında bir sigara yaktım bir taşı çevirip üzerine çöktüm.
Zaman ne çok şey aldı götürdü bizden, en çok da ben dediğimiz ne varsa yeniden yonttu, biçimlendirdi değiştirdi...İyi mi yaptı kötü mü bilmiyorum ben Yakamozdan sonra da meyhanelere, barlara gittim ama hep o günlerin saf ruhunu aradım...Buruşmuş bir kağıt buldum yerde kalemimi çıkarıp yazdım “ASLINDA BÜTÜN MEYHANELER YAKAMOZDU ve bütün sevdalar gençliğin taze nefesinde yitip gitti”...Büyümek biraz da eksilmek demekti belki de

Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Bütün meyhaneler yakamozdu aslında Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Bütün meyhaneler yakamozdu aslında yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
BÜTÜN MEYHANELER YAKAMOZDU ASLINDA yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL