- 210 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
DEPREM ACISI
"Bizim aşkımız güven, saygı, sevgi üzerine kuruluydu.Ben onun,o benim yanımda güvendeydik. Bunu öyle laf olsun diye değil ikimiz de bunu içselleştirdiğimiz için söylüyorum abi. Güvendeydik de onun güveni boşa çıktı. Onu koruyamadım" diyerek ağlamaya ve konuşmaya çaba sarf ediyordu. Muhabir istersen sonra anlatın dediğinde "anlatınca acımı aktardığım için bir umut beliriyor içimde,sanki eşim enkazdan çıkmış,ben görmemişim de karşıma çıkacak gibi...Böyle düşününce de tuhaf oluyor ama bundan sonra bu ana kadar yaşadığım her şey hafızamdakilerden ibaretken suçluluk doluyken bir yandan umut duyuyor insan.Muhabir "peki anlatın rahatlayacaksanız" diyordu."Ben can havliyle enkazdan çıktım lavaboya kalkmıştı eşim,yatak odasının kapısında gördüm onu en son.Sonra eşimle arama taşlar düştü.Pencereye yakındım.Ben çıktım onu da çıkarırım sandım ama kendim çıkaramadım yardım da üçüncü gün geldi. Çok geçti.İlkin enkaz altından eşimle konuşuyorduk gitgide dermanını sonra da canını kaybetti. Ben onu çok seviyordum abi.Düşünün her şeyiniz, hayat arkadaşınız yok oluyor,üzerinizdeki pijamalarla kalıyorsunuz. O güne kadar dert ettiğin her şey anlamsız bir şımarıklık oluyor gözünde. Elinde hafızadan ibaret bir yaşam, pişmanlıklar ve acılar kalıyor geriye.
Bu röportajı seyrettiğimde sütlü kahverengi kadife koltuğumda oturuyordum. Konuşan adamın siyah gözleri acılarının kifayetsiz bir görüntüsüydü. Gözleri yaşlı ve siyah kıvırcık saçları toz içindeydi. Dört gündür karısının öldüğü enkazın başında beklediğini, yardım için acıyla etrafına yalvardığını anlatırken kurumuş dudaklarıyla, elmacık kemiğiyle, enkazı kendi başına kaldırmaya çalışan yaralanmış elleriyle acının resmiydi. Bu zayıf adamı ilk kez görüyordum ama ağlayışı beni çok etkiledi.Çocukluğumdan acılar taşıyordu siması ve ben bu acı çeken insanların yanında olmalıydım.
Benim de gazetecilik hayatımın sancılı dönemleriydi. İşsiz kalmam an meselesiydi. Gazetede patronların her dediğini doğru bulmasan da kabul etmen beklentisi,benim özgür duruşum ,açık sözlülüğüm,ilkelerime ters düşen olaylara karşı çıkmam, göze batmaya ve açığımın aranmasına neden olmuştu. Bu olaylarla uğraşmaktaydım. Akşam altıydı.Bilgisayarımın başına geçtim; istifa dilekçemi yazdım. Yarın çok işim vardı; uykum da gelmişti hemen sırt çantamı hazırladım ve yattım. Sabah hazırlanarak iş yerine gittim ve istifa dilekçemi müdüre verdim. Kabul etmekte tereddüt etmedi ama eminim işten kendisi çıkarsa daha çok keyif alırdı.
Oradan çıkınca arabama atlayıp deprem bölgesine doğru yola çıktım. Yaklaşık on altı saat sonra Kahramanmaraş’a vardım.Akşamki röportajı yapan muhabiri tanıyordum. Telefonla arayıp hangi mahallede o röportajı yaptığını sordum.O mahalleye yıkılmış binalardan arabayla giremedim. Yürümeye başladım. Gördüklerim yaşadığımla aynıydı. Ama çaresizlik daha bir fazlaydı sanki. Aklıma yardım için gönüllü olmak geldi.
O şehirde tek avuntusu ailesinden birilerinin hayatta olması olan, tek başına ailesinin cenazelerini alıp kendileri gömmeye çalışan, ağlayan,çırpınan ne yapacağını bilememiş; yardım ekiplerine yakınlarını kurtarmaları için yalvaran insanları gördüm. Acının son eşiğinde bir anda hiçbir şeye sahip olamayan insanların yakarışı yirmi dört sene önceki acılarımı anımsattı. Ben de Marmara depreminde orta halli bir ailesi olan bir depremzede gençtim.On beş yaşındaydım. İnsanların enkazdan sağ çıkarılınca sevinildiği,ölü bedenlerine sarılarak geleceğin karardığını gören aileleri görmek depremde kaybettiğim kardeşimi ve annemi anımsatsa da kendimi toparlamaya çalıştım. Şimdi kaderdaşlarıma yardım zamanıydı. Kayıp giden hayatların arasında ne tarafa yardım edeceğini bilemeyen yardım ekiplerinden birine yardım edebileceğimi,gönüllü olduğumu söyledim. Kendince ufak yardımları olan diğer gönüllülere öbür bölgelerdeki yardımseverlerin gönderdiği ihtiyaçları dağıtmaya başladık.
Benim aklım yaşasa şimdi yirmi yedi yaşında olacak olan kardeşimin ölü bedenindeydi. Kardeşimin enkazdan, annemin yatmadan önce benim aldığım pijamaları giydirdiği ,uzun kıvırcık saçlarını savurarak "iyi geceler "deyip eliyle öpücük atıp kendisine mezar olan yatağına gidişi gözlerimden gitmiyordu. Seneler önce annemin düzenine alıştığımız evimizin son hali ve annemin tombul vücuduyla evin içinde nasıl salındığı aklımın ve ruhumun kıskacındaydı. Annemin yatağın sağında bir bardak suyu bulunurdu. Sadece onun bildiği nedenlerle mutfakta renkli bezleri vardı. Bana ve babama sadece şu rengi masayı silmeye,bunu şuna diye sıralardı. Annemi, hayattaki en büyük destekçimi o enkazın altından almak çok zordu. Babamla enkazdan sağ çıkarılmıştık.Biz hastaneye kaldırılmışken annemin ve kardeşimin enkazdan ölüleri çıkarıldı. Haftalarca çadırda kaldık.Ardından akrabalarımızın yanında kaldık sonra evimiz yapıldığında İstanbul’a döndük. Sonra hayatımızı annemin düzenlediği gibi kurduk.Onun gibi dizdik bardakları, örtüleri onun gibi koltuklara örttük, havluları,nevresimleri onun gibi katladık. Her şeyimiz onun öğrettiği gibiydi ve böylece onu yanımızda hissettik.Bir anne evin direğiydi .İşte biz o evi ev yapan kişinin yok oluşuna,kardeşimin minicik haliyle gülüşünün solmasına alışmaya çalıştık. Babamla el ele verip bir hayat kurduk. O hayatı kurmak kolay olmadı tek avuntumuz birbirimizdik. Beraber yaşıyorduk.Benim deprem bölgesine geldiğimde biraz kalmak için halamın yanına gitmişti. Ona haber verdiğimde sesinin titremesine engel olmaya çalışan maviş babam bu deprem haberleriyle çok acı çekiyordu bunu hissediyordum. Bana sadece üzüntüsünü belli etmemeye çalışarak "kendine dikkat et ,seni seviyorum kızım" diyebildi.
Bunları ve acılarımın nefesimi kesmesine izin vermemeliydim. Yardım ekibinde bir gün çalıştım;acılarımın beni çağırdığı üç gün önce röportaj yapılan adamı bulmalıydım. Hem bu çaresi başkaları olan insanlara yardım etmeyi hem de bu kişiyle konuşup hikayesini dinlemeyi istiyordum. O akşama kadar uğraşlarımla bu kişiye ulaştım.Onu eşinin cenazesinin olduğu hastanenin morgunun önünde öylece otururken buldum. Konuşmaya başladığımızda artık ağlayamayacak kadar bitkin, sesi kısılmış, gözleri donuktu.
Bu kişinin adı Kemal’di eşi ise Meltem. Kendisi ve eşi Samsun’luydular. Kahramanmaraş’ta öğretmenlik yapıyorlardı. Eşiyle aynı mahallede büyümüşler ve kendilerini bileli birbirlerini seviyorlardı. Kemal "ben onu her şeyiyle sevdim,gülüşü güneş gibiydi,saçını savuruşundan, içini çekişine, bakışına,kızışına ona ait her şeye tutkuyla bağlıydım. Hala da öyleyim. Biz birbirimizi öyle sevdik ki önceden söyleyeceklerimizi bilirdik,nasıl davranacağımızı önceden anlardık. Biz bir bütün gibiydik. Ne o ne ben birbirimize ihanet etmedik,yalan söylemedik. Bizim sevgimiz büyüktü.Öyle laftan değil biz birbirimizi her şeyimizle sevdik. Ben onu hep seveceğim" diyerek ağlamaya başladı. Konuşmayı yarın yapmak için anlaştık. Yarınki gün onu yine derbeder bir halde ama yanında akrabalarıyla aynı yerde buldum. O gün cenazeyi alıp Samsun’a döneceklerdi. Kendi abisi ve karısının kız kardeşi ve onun eşi vardı yanında. Bir kaç gündür yanındaydılar ama cenazeyi teşhis edip çıkarmak uzun sürmüştü. Ardından da hafızasının almadığı herhangi bir anı aradılar enkazdan. Buldular da... Birkaç eşya ve bir albüm buldular. Çocukluklarından beri sakladıkları ve düğünlerinden geriye otuz altı tane fotoğraf kalmış. Kemal "benim canım acıyor. Meltemim akşam kurabiye yapmıştı,o o kadar uğraştı çok toktum yiyemedim,onu o yıkıntıdan kurtaramadım" diye acılarını kısık sesiyle anlatmaya çalıştı.
Konuşmaya Meltem’in kız kardeşi Şebnem ile devam ettik. Artık kitap yazacağımı onların hikayelerini anlatmak istediğimi biliyorlardı ve izin de vermişlerdi.
Meltem on yaşındayken annesi ölmüş.Bu da benimle kaderdaş kadını daha çok merak etmeme bir etken oldu. Babası evlenmiş ve bu evliliğinden Şebnem dünyaya gelmiş. Şebnem şimdi benim kardeşim gibi yirmi yedi yaşındaydı ve o güne kadar hiç kavga etmediklerini öz abla gibi davranan Meltem’i çok arayacağını anlattı. Şebnem "bir abla nasıl sevgi ve şefkat gösterirse ablam da öyleydi,ne annemi ne de beni üvey bildi. Zaten kimseye kırmazdı; anlayışlı, sevgi doluydu. Bir defasında mahallede beni çocuklar dövmüştü. Onları bir hırpalamıştı ki çocuklar bana saygı duymayı öğrenmişlerdi.Ablam yirmi yedi yaşında ben ise on beş yaşındaydım; kendisine çok beğendiği bir montu harçlıklarından biriktirip almıştı. Çok da pahalıydı.Merak etmiş,beğenmiş diye kendisi hiç giymeden bana ödünç vermişti. O gün büyük merakla giydiğim mont kapkaççıya yakalanıp, cebelleşirken yırtıldı. Karakola ablamla annem geldiler. Ablamın aklı bendeydi. Bana bir şey olmasından korkmuştu, belliydi. Başka bir üvey abla olsa monta bakardı,o hiç bakmadı. Onun güzel yüreğini anlatmak çok zor. Hayatta hep önceliği karşıdakiydi çok vefalıydı. "
Şebnem ve Kemal ile konuştukça amacım aslında kitap yazmakken kendi acılarımın kanayan yanını onlara güç vererek gidermek olmaya başladı. En çok da onların acısını anlıyor,biliyor olmak onlara yardım etmeme,yanlarında olmama sebep oldu.Samsun’da bir ay sonra buluşmak üzere anlaştık.
O bir ay çaresiz kentlerdeki yaralara merhem olamamanın acısını hissettim. Acılar acılarımla aynıydı. Kaybetmek...Büyük acılara ancak yaşamlarını idame ettirecek kadar yardım edebiliyordunuz. Kaybettiklerine çare yoktu. Annemin ve kardeşimin yerini kimsenin alamadığı gibi geriye hatıra birkaç ufak eşya, enkazdan zor çıkardığımız fotoğraflarımız ve kardeşimin bebeği hariç tıpkı onların da kaybettiklerinin telafisi yoktu.
Bir ay sonra Samsun’a yola çıktığımda kitap yazmaktan çoktan vazgeçmiştim. Babam yan koltuğumda yeni dostlarımın yaralarını sarmaya gidiyorduk.
ÇİĞDEM KARAİSMAİLOĞLU
NOT:Herkesin bayramı mutlu ve kutlu olsun. Bu yazıyı da sevdiklerini depremde kaybetmiş olanların onlarsız ilk bayramı olması dolayısıyla ölenleri rahmetle anıyor ve hayattakilerin bayramını kutluyorum. Tüm içtenliğimle mutlu bayramlar dilerim.Sevgi,saygı,selam ve esenlikler dilerim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.