12
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
733
Okunma

Sarmal. Fraktal. Rutin. Bohem.
Cevabını bildiğimiz kalıp soruların dönütünü beklerken takındığımız yine basma kalıp olan surat ifademiz, çekerken yüzeysel vesikalıkları, bıkmadan usanmadan her gün başa sarıyoruz tütünü. Şimdi ben alenen ortada olan bu sosyolojik gerçeği yazıya döktüm diye büyük bir aydınlanma yaşayıp, bir bir inmesini bekleyemeyiz perdelerin. Zaten kimsenin perdelerle bir alıp veremediği yok. Aksine örtsün ayak izlerini ve de kapatsın hakikat çatlaklarını diye dileniyoruz. Ne de çok sembolize konuştum. Hatta layıkıyla dramatize ettim de. Mekanları sıraya koyup, şurada şöyleyiz burada böyleyiz demek, metnin bütününe koca koca kolonlar koyacak olsa da, kolay yola sapalım istemiyor canım.
Şu birkaç satırda bari samimiyet koksun değil mi? Ne samimiyet ama! Sen bu satırları okuyunca feraha ereceksin sanki!
Kimse kimseye zorla bir şey yaptıramamalı. Duraksadın. Ne o? Zorakiliklerin mi geldi aklına? Korkma. Ben de biliyorum bildiklerini.
Aslında herşeyin farkındayız. Bizi mağlup eden çoğunluk. Evet çoğunluk. Daha doğrusu gereksiz kalabalık. Mış gibi yaşayanlar. Yeniliyoruz her daim bu güruha. Sonra mı? Sonra günler şavt, haftalar tavaf.
Ne derler bilirsiniz. İnsan her zaman doğru olanı yapmaz. Bazen yanlışı seçer. Bile isteye. Dişlilerin ahenki bozulmasın diye nice icatlar edindik. Demokrasi, ahlâk, politika vs. Çok bilindik bir metafor; hamam böceğini öldürürsen tepki çekmezsin. Ama bir kelebeği öldürürsen, kınanırsın. Ahlakın estetik bir görecesi vardır. Sıkıcı. Aykırılık, popüler diye anlamsız artık. Üst tabakaya işlemeyen yasalar ve onların koruyucusu orta tabakanın inanmışlığı. Sanırım yine karavana. Edebiyatın bile edebiyatı yapılır mı? Yapılıyor. Neden? Çünkü; bu aralar bu para ediyor. Eleştiri. Yığınla eleştiri. Daha çok linç kültürü. Üretmekten ziyade, ürünü dürtmek iştahları açan. İki paragrafı tek bir potada eritince ortaya vahim bir durum çıkıyor;
Zaten hissizlik deryasında salınan duygusal balık iken, bir de vejetaryen balıkçıların ağına takılı kalma cilvesi. Ziyadesiyle yıpratıcı. Mürekkep kanayan yaralardan, kalemi tutan istilikleri kaşımaktan ürkek. Vel-hasılı kelam, vazgeçmişlerin eserleri tatmin eder oldu. Kendinden geçmişlerin gerçeklik tınıları okşar sadece, çekiç, örf ve üzüntülerimi.
İnanın hiçbir satırımın özünde sitem yok. Hiçbir iddiam da yok. Minvalimi tayin eylemeye çabalarken, kalemimden dökülen girizgâhım sadece bütün bu küçük tantana.
Sonu -izm’le biten hiçbir ideolojiye tapmadan, yalnızca özü bulma derdi benimkisi. Özü bulacağıma dair bir iddiam yok, tekrardan belirtmem gerekirse. Şans, çaba, sarfiyat yada zahiyat belki de.
Üç dört ay önce bir tatil sırasında hep gitmek istediğim bir yere meyil etme cesareti gösterdim eşimle birlikte ama eşimden habersiz. İstanbul’da iken Büyükada vapuruna atlayıp ılık bir Eylül Marmara’sında seyr eylerken Burgaz Ada’ ya durduğunda demirden sandal, içimden çengelli çelik halatlar beni çekti resmen sahile doğru. Yan yan yanaşıp toslayınca iskeleye, yayvan ve birazda yazı yemiş fötr şapkasının altından alaycı gülüşüyle Sait Faik fısıldadı tavernadan; " Oooo! Hoşgeldin Sinan. Gel iki tek atalım istersen." Kalbim çıkacak resmen yerinden. Ne büyük şeref! Ama ne oldu biliyor musunuz? İnemedim. Sıkar kardeş o biraz. Hani öykülerin adamıydım ben? Hani olanı olduğu gibi olmamış biçimde yazabilmek kabiliyeti vardı iliklerimde? Yaa öyle bakarsın işte! Büyükada’ya kayarken, çehren baykuş gibi kalır ensende, uzaklaştıkça küçülen Sait Faik heykeliyle aynı oranda büyüyen, sadeliğin mükemmelliği korkusu zerk eyler hücrelerine.
Oysa sadece o çapkın gülümsemeyle iki tek atmak istemişti üstad. Bir de masaya oturduğunu hayal et sana haddin olmadan. " Masa da masaymış" dedirtir heralde.
Edebiyatın suyunu sıkıp içmişler kana kana. Bize de heykelleri kalmış. Şimdi bir deli cesareti, taşı sıkıp suyunu içmek zamanı.