- 202 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Stajyer Hayalet
Dünden kalma somun ekmeğin olduğu poşeti, mutfak kapısına astıktan sonra, tezgâhın üzerinde duran tahin pekmezi dolaba kaldırdı. Çocukluğunun sahurlarından kalma bu lezzeti, altmış dört yaşında dâhi iştahla yiyordu. Günler öncesinde tezgahı silip sonrasında boş yoğurt kasesinin üzerine serdiği bez aynı yerinde kuruyup kabın şeklini almıştı. Neredeyse hiç bulaşığı olmuyordu. Haftada bir ya da iki kez belki. O da etraftan hayırsever konu komşunun verdiği tabaklardı. İstemeye gelirlerse kirli vermemek için aylardır bekleyen temiz tabaklar. Köşedeki Kör Bakkal’dan aldığı küçük kutulardaki sade vanilyalı gofretleri koyardı boş gitmesin diye. Sabah babalarını işe yollarken istediği çikolatanın markasını söyleyen üç yaşındaki çocuklardan habersiz. Bazı tabaklar ise on güne bir gelip geçerdi o tezgâhın üzerinden. Ara sıra vicdanı sıkışıp: "Acaba yaşıyor mu bu adam?" diyen ya da ufak çaplı endişeler yaşayınca sadaka vermesi gerektiğini düşünen komşuları iyiki vardı!
İnat mıydı ruhiyeti harbiyesi yoksa akış mı? Yakıtı istikrar mıydı yaşamaya tahammülünün, bu tekil yılları? Bilinmez.
Boğazında hissettiği kuruluğu gidermek için ocağa yöneldi. Tam elini çaydanlığa uzattığı esnada bir ses işitti;
" Bana hiç, seninle birlikte yaşamak isteyip istemediğimi sormadın!"
Ensesindeki beyaz tüyler, hızlandırılmış çekimde büyüyen çimler gibi dikildi hızla. Kendi içinde büyük bir azametle baş gösteren adrenalin hormonu, o damarlardan geçmeyeli epey bir zaman olmuştu. Sıcak çeliğe yansıyan görüntü buğuluydu. En son bir buçuk yıl önce eşinin cenazesinde, gün arkadaşlarından biri kireç çözücüyle yıkamıştı. Duyduklarının gayet net olduğuna yemin edebilirdi. Kavaktan yontma iskemlenin köşesine oturmuş, balkon demirlerine sırtını verip, ona bu soruyu yöneltenin kim olduğundan çok, kendiyle ömür geçmez bir insan olma potansiyelinin ihtimalleri acıttı içini. Öylesine çok mitolojik eser okumasına rağmen, Azrail’in canını almaya ölen kedisi kılığında geleceği aklının ucundan geçmemişti. Böyle bir ihtimai düşünmüş olmak zaten ziyadesiyle tuhaf olurdu. Yarı dönük vaziyette, omuzları düşükçe, en çokta korkunun kaskatı manevrasıyla meyil etti o silüete ve kekeleyerek;
"-Ca. -Cafer!" diyebildi saniyenin iki dört tanesiyle ve de kısıkça.
Gri kordonlu dijital kol saati titremeye başladı. Sabahın dördü. Uyanışını gören, - bu adam iki dakika önce kapatmış gözlerini- der. O denli suni bir kalkış. Kısa süren bilinç altı kapaklarının kilitlenişine ramak kala, az önce gördüğünü düşündüğü rüyayı hatırına getirdi. Sağına dönüp şifonyerin üstündeki kristal su bardağına uzandı, yetişemedi. Doğrulup ranzanın başlığına yaslandı ve tekrardan yeltendi. Üzerine kapattığı kitabı alıp arka kapağına göz attı, -Ne okuyordum ben- gibisinden. Tolstoy. Yan profilden çekilmiş uzun sakallarıyla haşmetli Rus. Karl Marx’tan Tolstoy’a evrilen okuma serüveni, ideolojiden gerçekliğe yol alan zihni ve ikisinin arasında geçen otuz iki senecik. Üzerine suyu afiyetle dikip, bıyıklarından akan damlacıkları işaret parmağının yanıyla sildi. Kahveden tavla arkadaşı İlyas Bey’in hediyesi misvağını dişlerinin arasında gezdirerek lavaboya doğru yürürken ayağı yumuşak bir şeye takıldı. Cafer’in doğum günü hediyesi olan peluş kurbağa. Aylar önce ardiyedeki kutuya kaldırdığı, diğer oyuncakların yanında olması gereken peluş kurbağa. İrkilmek yerine; "Asıl adı Elijah olan bir insanın kimliğinde neden İlyas yazmak zorunda ki?" diye geçirdi içinden. Babası Yahudiydi ve çekinmeden dükkanının girişine yazmıştı. Sarraf Gavriel. Her Ramazan ayı birkaç kez iftara gelen, sevdiğini bildiğinden; ilk teraviten sonra cami çıkışında bekleyip kendine koca bir kavanoz tahin veren Gavriel Amca.
"Gerçi hakikat ya; onunda ipini çekmişlerdi seksenlerde. Ah Gavriel amca!"
Hayıflana hayıflana önüne geçti Elazığ mermerinden yapılma yeşil lavabonun ve aynayı karşısına alıp yanağındaki kılları çekmeye başladı cımbızla. Tam eğilip yüzünü yıkadığı esnada duyduğu miyavlama sesine kulak kesildi. Birkaç dakika oyalandıktan sonra mutfağa sürükledi ayakları, eti ağır bedenini. Koridordan geçerken ayağı tekrardan takıldı oyuncağa. Eğilip aldı ve yavaşça doğruldu. "Hay Allah! Yaramaz Cafer! Yine ortalıkta bırakmışsın eşyalarını!" dedi.
Boydan boya buzlu camlardan hallice salon kapısının önünden geçip ardiyeye doğru yürürken, içerde oturmuş onun bölük pörçük görüntüsünü izleyen hayalet, demansı (1*) olan bir insanı korkutmanın sandığından daha zor olacağını anladı.
1*- Demans: "Demans tek bir hastalık ismi olmayıp, bellek ve benzeri zihinsel yeteneklerin bozukluğu ile tarif edilebilecek bir bulgudur."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.