6
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
826
Okunma

Ben Mustafa !
Güzel günlerin üzerinden uzun zaman geçti. İnsanlara dair gördüklerim görmediklerim idrak ettiklerimden sonra sonra anladım ki duymaya görmeye hissetmeye gerek olmadığına karar verdim.
Her gece düşünüyorum. Son yaşananlardan sonra bazı geceler bir dakika bile uyuyamıyorum. Yatakta dönüp duruyorum. Geçmiş gelecek ve tabi ki bugün arasında bir bağlantı kuruyorum.
Hayata başlarken geleceğin düşlerini kuruyorduk. Yedi yaşındaki halimi hatırlıyorum. Fatma Ablam vardı. Benden sanırım beş yaş büyüktü. Onunla uzun uzun hayaller kurardık. Literatürüme " Pembe Panjurlu Ev " taa o yaşımda girmişti. Ne demek olduğunu bilmiyordum ama Fatma Abla’nın sesinden kulağıma hoş geliyordu. Fatma abla güzel hayaller kuruyor bende ona eşlik ediyordum.
Yedi yaşındaki halim ile kırk sekiz yaşındaki halimi düşününce her şeyin ne kadar değiştiğini fark ediyorum. Başucumda bulunan çekmecemdeki albümü karıştırıyorum. Zamanın bizden çaldıklarını olan çıplaklığıyla gördükçe elimden kaybolup giden hediyenin ne denli büyük olduğunu bir daha görüp kahrediyorum. Yedi yaşındaki çocuk Mustafa ne kadar da masum. Elinde kırmızı bir elma onu sımsıkı tutan Fatma ablası. Ne çok şey anlatıyor fotoğraf karesi. Annesi kırmızı kınalar yakmışlar saçına küçük Mustafa’nın. Masumiyeti resmet deseler bana o fotoğraf karesini çıkartıp tüm insanlığa göstermek isterdim sanırım. Hem küçük Mustafa hem küçük Mustafa’nın ablası Fatma öyle duru öyle benzersiz ki görmeyen anlayamayacak cinsten.
Zaman ömrümüzden takvim yapraklarını bir bir koparırken her geçen günümü bir bir gözümden geçiriyorum. Çok güzel bir çocukluk geçirdim. Huzurlu ve mutlu bir aile ortamımız vardı. Komşularımız her biri birbirinden değerli insanlardı. Küçük bir kasabanın insana vermesi gereken ne kadar güzellik varsa onu bir bir ailecek aldık. İlk okulu da bu güzel kasabada bitirdim.
İnsan az ile yetinmeyi bilmiyor çoğu zaman. Ya da çoğu insan az ile yetinmeyi bilmiyor. Her şeyin dupduru olduğu bu güzel kasabadan ayrılmaya karar verdik. Annem babam çocukların geleceğini bu kasabada " Ziyan olmasın" diye göç etmeye karar verdiler. On bir - On iki yaşındaydım bu karar alındığında. Ailenin üç çocuğunun en büyüğü bendim. İster istemez bu karara uymak zorunda kaldık çocuklar olarak. İtiraf edeyim aslında zorunda kalmadık. Büyük bir heyecan ile taşındık kasabadan şehir merkezine.
Taşındığımız gün Fatma abla ile kurduğumuz düşlere de veda etmiştim bilmeyerek. Geleceğin getireceklerine o kadar odaklanmıştım ki geride bıraktığım hazinenin elimizden gitmesini umursamamıştım.
Yeniye karşı insan her zaman ilgi alaka gösterir. Biz de aile olarak yeniyi sarıp sarmaladık. Babam becerikli bir adamdı. Babamın elinin kolunun uzunluğu tahmin ettiğimizin ötesindeydi. Yeni mahalle değil de yarım asırdır orada yaşıyormuş gibi kendine uygun bir ortam oluşturdu. Mesleği inşaat işi olduğundan kendine uygun bir iş buldu. Sonra beni ve kardeşlerimi yeni okullarına kayıt yaptırdı. Haliyle orta okulu ve liseyi burada tamamladım. Aile güzel ve ilgili olunca okuduğum okulları derece ile bitirdim. Bu kadar başarının üzerine üniversite kaçınılmaz oluyor tabi. Derece ile üniversiteyi tercih etme hakkı kazandım. Hayalim olan Boğaziçi Üniversitesi İşletme Fakültesini birinci ve tek tercih olarak kazandım. Üniversitenin hem İstanbul’da olması hem de Boğaziçi olması beni ayrıca mutlu ve huzurlu yapmıştı.
İyi bir kariyer yapmak için ülkemizde Boğaziçili olmaktan daha güzel ne olabilir! Ben de Üniversiteyi bitirince Ülkemizin saygın bir şirketinde işe başladım. Yabancı dil olunca şirkette hemen yükselmeye başladım. Basamakları bir bir değil de sanki üç beş çıkıyordum. Yurt içi yurt dışı işleri derken şirkette gelebileceğim son kademeye kadar geldim.
Şirketten almam gereken ne varsa aldım. Vermem gereken ne varsa verdim. Yıllarca edindiğim birikimlerle birlikte bir kaç arkadaş ile bir şirket kurmaya karar verdik. Uluslar arası İhracat İthalat yapan bir şirket kurduk. Dış Ticaret danışmanlığı, bir birinden farklı sektörlerde ücretim ve satış yapan firmaları bünyemize katarak yola koyulduk. İçlerinde en tecrübeli ben olduğumdan ortaklar şirketin sorumluğunu da bana vermişlerdi.
Hayatta her şey bu kadar güzel gitmemesi gerekiyordu. Yedi yaşımdan kırk altı yaşıma kadar hayat bana öyle güzel hediyeler vermişti ki bir yerde her şeyi sona ermesi gerekiyordu.
Uzun zamandır ziyaret etmediğim/edemediğim ailemden haber bir gece vakti acı bir haber gelmişti. Benden üç yaş küçük erkek kardeşim gecenin üçünde telefon ile" Babamızı kaybettik ağabey demişti"
O anda dünya bir kaç saniyeliğine benim için durmuştu. İlk defa kaybetmenin ne demek olduğunu o zaman anlamıştım. Değerli bir hediyeyi hayat benden koparmıştı ve sonra kaybedeceğim hediyelerin başlangıcıydı.
Kardeşim "Babamızı kaybettik ağabey" dediği o anda arkamda güçlü bir elin desteğinin çekildiğini hissettim. Geçmişi ilk defa o zaman düşünmeye başladım. Neler yaşadığımı neleri kimin sayesinde başardığımı...
Yaşam insana verilmiş bir hediye. Başkalarının yaşamı da insana verilmiş bir hediye. Babam gidince anladım hediyenin insanın elinden alınmasının ne demek olduğunu. İnsan kaç yaşında olursa olsun baba gidince "Yetim" kalıyormuş.
Yetim kaldığımı hissettikten sonra her şey tam tersine dönmeye başladı. Babam gittikten sonra uzun zamandır hasta olan annemi de yanına aldı. Şimdi hem öksüz hem yetim kalmıştık.
Her şey yetmiyormuş gibi birde kendi hayatım ile ilgili de kötü haber aldım. Zor bir hastalığa yakalandım. Allah’tan erken teşhis. Hastane süreçleri başladı. Filmler , tomografi Kemoterapi ve ayrıca bir sürü diğer ilaçlar. Güçlü bedenim ilaçlar nedeniyle düştükçe düştü. En temel ihtiyaçlarımı bile kendi başıma yapamaz olmuştum.
Çok uzatmaya gerek yok uzun bir tedaviden sonra; doktorlar, hastane çalışanları ,gelişen teknoloji ve elbette kalan ailem sayesinde yavaş yavaş sağlığıma kavuşmaya başladım.
Cenaze işleri hastalık süreci derken şirketten yaklaşık bir buçuk uzak kaldım. İşleri ortaklara bırakmak zorunda kalmıştım. Şirket ile ilgim arada ortaklar ufak ne bilgi veriyorlarsa o.
Doktorların izniyle yavaş yavaş işime geri döndüm. Bir de ne göreyim. Ortaklarım sağ olsunlar çok güzel (!) ilgilenmişler şirketin işleriyle. Yokluğumda kredi üstüne kredi çekmişler. Her bir kredi diğerini kapatacağım diye çekilmiş. Çekilen kredilerin nereye gittiği belli değil. Borç yığını olmuş adeta. Dakika bir gol bir. Hastalık sonrası şirkette ilk günümde alacaklılar kapıya dayandı. Kime ne cevap vereceğimi bilmezken bir de ortaklar homurdanmaya başladılar. Sorumluğu üzerime yıkmaya çalıştılar.
İnanılması güç ama demezler mi " Şirket ile ilgilenmemişim ondan böyle olmuş". Bu ithamlara acı acı gülümsedim tabi. Çok para kazanırken " her şeyi birlikte yapıyor , birlikte karar alıyoruz" diyorlardı. Ama işler kötüye gidince " Senin yüzünden şirket bu hale geldi "diyorlardı.
Kavgadan gürültüden sağlıklı karar almaya bir türlü fırsat bulamadık. Haliyle de bir türlü çıkış yolunu göremedik.
Yardım ettiğimiz eşe dosta gittik. Kapılar hep duvar oldu.
Ticaret yaptığımız firmalar kendilerini riske atmak istemediler.
Alacaklarımız başka bahara kaldı.
İyi günde birlikte olduğumuz ortaklarımız yurt dışına kaçtı.
Sonra icra takipleri, mahkeme kararları ve nihayetinde İflas bayrağını şirket olarak çektik.
Yedi yaşımdan kırk sekiz yaşıma kadar biriktirdiğim eşi dostu düşündüm. Etrafıma bakındım durdum. İnsanlar sizi gördükleriyle, beklentileriyle değerlendiremeye tabi tutuyorlar. Eğer sizde menfaati varsa baş üstünde tutuyorlar fakat sizde menfaati yok ise sizden oldukça uzakta bir yere kaçıyorlar.
Kırk altı yaşına kadar Fatma Abla’nın düşlerini gerçekleştirebilecek ekonomik güce erişmiştim. Pembe panjurlu mütevazi bir ev yerine tercihlerimi rezidanslardan yana kullandım. O kadar başarıdan sonra hayat Fatma ablanın düşlerindeki gibi sonu mutlu bitmemişti. Fatma Ablanın düşlerini dinlerken küçük kasabanın bize verdiği hediyelerin bir bir gittiğini farkına varıyorum.
Yaşanan onca kayıptan sonra, her şeye yeniden başlamak gerekiyor. Her şeyin başladığı o küçük kasabaya gidip, Fatma Ablanın düşlerini yeniden dinlemek gerekiyor.
Belki kaybettiğim hediyeleri tekrar kazanırım.