Deneme, Ç.Türk Dili Dergisi 408. sayısında ve Şiir Sarnıcı 12. Sayısında yayımlanmıştır. Eleştiriye katlanamamazlık… (tahammülsüzlük…) Sanat ortamını, insan ilişkilerini, sosyal yaşamı ve sanatı etkileyecek tutum bozukluğu. Eleştirinin amacı bakımından ilginç ve can sıkıcı bir durum. Bu tutum, basit bir nedene dayanmıyor. Sorunu çok yönlü sorguladığımızda altından neler çıkacak, birlikte görelim. Şiiriniz eleştirildiğinde nasıl tepki verirsiniz, diye sorsak hemen hemen herkes; “Eleştirilmek, göremediklerimi gösterir onun için eleştirene saygı duyarım” der… Gerçekte böyle midir? Sağduyumuzu yanımıza alıp kendimize soralım. Yapıtı veya sanat anlayışı eleştirildiğinde olumlu tepki gösteren sanatçıyla çok seyrek karşılaştım. Asıl neden nedir, kısaca değinelim mi? Yazınla ilişkisi ve ilgisi olanlar, az çok bu ortamın işleyişini bilirler. Hemen hemen herkesin sık sık tanık olduğu bir eleştiri tahammülsüzlüğü ile karşı karşıyayız. Sosyal medya, şiir, metin ve görsel paylaşım ortamına dönüştü. Paylaşılan şiire, beğeni dışında olumsuz bir yorumda bulunursanız başınıza akla gelmedik işler açılabilir. Bunun yanında eleştireni; çok bilmekle, bilgiçlik taslamakla, hadsizlikle ya da taraftarlıkla suçlayıp sıyrılıveririz eleştirinin güzelliğinden… Paha biçilemez bilgileri, fırlatıp atarız önyargılarımızın kol gücüyle; övgü kıvamında değilse… Eleştiri, özellikle dil sanatlarında vaz geçilemez ve paha biçilemez bir konudur. Neden? Dil sanatları, o kadar çok değişkenle karşı karşıyadır ki en usta yazar bile çoğu yerde çoğu değişkenin ayırdına varamaz. Kerelerce üzerinden geçmesine karşın gözünün önündeki pek çok yanlışı göremez. Diğer taraftan yapıtta estetik değer yaratacak örtük olgu ve olayı çoğunlukla yakalayamaz. Yazında böyle bir durum vardır; normaldir ve insan beyninin çalışma süreciyle ilgilidir. Bu yüzden her ne olursa olsun, metnin ikinci hatta üçüncü bir gözle eleştirilmesi sorunlu yerlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Yazarın/şairin eğitimi ve gelişimi için de çok değerlidir. Keşke bilinçli ve yetkin eleştirmenler, ortaya koyduğumuz her yapıtı eleştirebilseler. Yazara ve sanata rehber olabilseler. Burada ayraç açıp küçük bir soru yöneltmeliyim: Bilinçli, yetkin ve sistemli bir eleştiri Türk yazınında var mıdır? Ayrıca tartışılması ve yanıtlanması gereken kapsamlı bir sorudur bu. Bu yazımda, sistemli ve bilinçli bir yazın eleştirisinden yola çıkmayacağım. Bir şiir eleştirisi, ayak üstü bir yargı, sanat görüşüne yönelik bir söylem karşısında; gösterdiğimiz yaklaşım ile takındığımız tavrın nedenleri üzerinde duracağım. Tahammülsüzlüğün sınırları öylesine daralmış ki patlama noktasına gelinmiş gibi bir ortam havası alıyorum. Ayrıca şunu da belirtmeliyim. Ben eleştirmen değilim; birikimim ve deneyimim, eleştirmen sıfatını kullanmak için yeterli değildir. Bu yazıyı kaleme almamın amacı, gözlemlerimden ortaya çıkardığım önemli bir eksikliğin ve tavır bozukluğunun ayırdına varılmasıdır. Sosyal medyada ya da değişik ortamlarda şair ve yazarlarımızın sanat düşüncelerine karşı yorumlarım olmuştur. Olumsuz görüş ileri sürdüğümde, olumsuzluğun altında yatan gerekçeyi değil benim anlayışımın sorun olduğu bir ortam yaratılmıştır çoğunlukla. Adı bilinen ve bu ortamın bilirkişisi görünümünde şair/yazarlarımızın ileri sürdüğü veya savunduğu sanat düşüncesine, başka bir açıdan ve başka bir gerekçeyle olumsuz bir yorum yaptığımda çok ağır sözlerle saf dışı bırakılmaya çalışılmışımdır. Bazıları iletişimi kesmişlerdir. Düşüncelerine, sanat bilimi verileriyle açıklık getirmeme karşın bu verileri anlamamakta, bildiklerinden şaşmamakta ve işin doğrusunu öğrenmemekte ısrarcı davranan bilirkişi tavırlı pek çok kişiyle karşılaştım. Doğru ya da yanlış; haklı ya da haksız… Sonuçta eleştiri, söz ya da yapıtın var olan verilerle uyumlu olup olmadığı, sahip olduğumuz bilgiyle çelişip çelişmediğiyle ilgili bir gereksinimdir. İleri sürülen düşüncenin gelişimi ve geliştirilmesi için değişik açılardan, değişik verilerle yorumlanmasında yarar vardır… Örneğin şiirin en duyarlı yanı, şiire yansımış anlam ve söz duygu değerinin görünmezliğidir. Saçma bile olsa onun hakkında yapılan sıradan yorumlar, görünmezi görünür kılabilir; yaratıcılığın önünü açabilir. Sanat adına kaygı taşıyan insanlarız. Ezbere işler gördüğümüzde düzeltme gereği duyan kişileriz. Okur, yanlışları ve sıradanlığı göre göre her zaman övmek zorunda değildir yazarı… Bunları göre göre yazarı övüyorsa zaten içten değildir; ileride umduğu bir yarar için bu tavrı gösteriyordur. Bu tür tavır, bizim kültürümüzün bir parçasıdır; yadırgamıyorum. Ekranların karşısında ya da sokağa çıktığımızda sürekli karşılaştığımız bir alışılmışlık durumudur. Biz, bu denemede doğru olanı, olması gerekeni ele alalım. Olumsuz eleştiriye katlanamamanın nedenlerini düşünebildiğimiz kadarıyla sıralayalım: Birincisi; olumsuz eleştiriye gösterilen tepkinin gerisinde olgunlaşmamış bir bilinç vardır. Olumsuz eleştiri, onun kişiliğine yöneltilmiş önemsizleştirme girişimi olarak algılanır. Böyle bireyler, varsaydığı bu tutum karşısında kendisini savunmak zorunda kalırlar. Eleştiri, gelişkin bir yöntem ve sanat ilkeleri temel alınarak yapılsa bile. Aslında bu tür durumlarda önemsizleştirmeden söz edemeyiz; eksik ya da yanlış bir bilginin açıklanmasından, daha farklı bir biçimde ele alınmasından oluşur eleştirinin içeriği… İkinci neden, bilgi ve bilginin işlenmesi konusunda genellikle sıkıntımız vardır. Özellikle sanata yönelik üretilmiş yeni bilgi, bizim anlağımızda önemli bir yer tutmaz. Antik çağdan bugüne kadar gelmiş geçmiş tüm sanatçı ve düşünürleri referans veririz, güveniriz bilgisine. Hayranlıkla anlatır da anlatırız. Ne var ki onlara göre daha fazla bilgi ve sezgiye sahip günümüz insanının ürettiği bilgiye güvenimiz yoktur. Eleştiri sonucu, ortaya koyduğumuz gerekçelerin altı ne kadar dolu olursa olsun, ne kadar bilimsel dayanağı olursa olsun, eleştiri olumsuz olduğu sürece günümüz yazar ve şairi, bir kılıf bulup bu bilgiyi yok sayabilme yeteneğine sahiptir. Çünkü kabul edilmiş doğruları, izlediği modelleri vardır; yeni bilgi bunlarla çelişmektedir. Bu, alışılmış/kalıplaşmış düşüncelerini geçersiz kılmaktadır. İnsanoğlu, alışılmış ve kalıplaşmış düşüncesinin sarsılmasına karşı tepkilidir. Altı dolu olumsuz eleştiri, bu durumda saldırı niteliğindedir onun için. Saldırı olarak algılanan bir durum karşısında eleştiriye katlanması beklenemez. Üçüncüsü; çoğu sanat alanı, usta çırak yöntemiyle öğrenilmek zorundadır. Akademik eğitimi ya da bir sistemi yoktur. Örneğin şiirin; resim, tiyatro ya da sinema gibi akademik eğitimi yoktur. Edebiyat fakültelerinde verilen şiir eğitimine içerik açısından baktığımızda, şiir tarihiyle ilgili olduğunu görürüz. Diğer bir söyleyişle yazılmışın incelenmesi ve yapılmışa benzeme yeteneğinin artırılması yönündedir. Şiirin yapısıyla ilgili değildir. Sağda solda şiir atölyesi şeklinde verilen şiir eğitimlerinde de, şiiri dil açısından inceleme biçiminde ve şiire dair ön kabullerden oluşan bir içerikle sürdürüldüğünü düşünüyorum. Şiir yazıları bunu gösteriyor. Şiir sanatında isim yapmış şairlerin sözü yasa gibi önlerine konup bunun üzerinden hareket edilmektedir. Yanlış mı, değil elbet ama yeterli olamaz. Dil bilgisi, şiir örnekleri ve tarihsel bilgiyle şiir gibi bir sanatın felsefesini öğrenciye kavratmak bir yere kadar verimli olabilir. Çünkü şiirin duyusal ve nesnel yapısını açan ve onun öz-içerik-biçimine yönelen bir eğitim sistemi yoktur. Estetik bilimi, sanat sosyolojisi ve psikolojisi verilerine göre, daha kısa anlatımla sanat felsefesi bağlamında şiir bilgi bütünlüğü yazınımızda sağlam temeller üzerine oturmamıştır. Bu nedenle şiir konusunda kendini yetkin gören şairlerin sözü üzerine söz söylediğinizde bunun bir hadsizlik gibi algılanması olağan bir durumdur. Çünkü şiir sanatının doğruları çalakalem bulunmuş ve bu doğruların üzerine doğru yoktur gibi bir ortam oluşmuştur. Salt sanat alanında değil tüm alanlarda bu yaklaşım yanlıştır. Bu durum ve yöntemle, yeniliğe açılan kapılar tıkanmaktadır. Yeni biçem deneyen gençleri de görmezden ve duymazdan gelince şiir sanatı hepten kısırlaşır. Doğruları bulduğunu ve bunları şiirin en büyük ustasından edindiğini düşünen insanların kalıplarını kıramazsınız; bugün olduğu gibi… Bu durumda olumsuz eleştiriye katlanamaz; çünkü doğular en yetkin kişilerden teslim alınmış ve üstüne söz söylenemez kesin bilgiye dönüşmüştür. Dördüncüsü; duygudaşlık eksikliği, her alanda olduğu gibi sanat dünyasında da üst düzeydedir. Birey olma bilinci, sanatçı/şair olma bilincinden daha temeldedir. Birey olma bilinci, kendi özgürlüğü ve yapabilirlikleri ile diğer bireylerin özürlüğü ve yapabilirlikleri arasında kurulabilen dengede kendini gösterir. Bireyin bireye saygısı; özgürlük anlayışı, insana sevgi ve saygının sonucunda oluşan bir tavırdır. Bilgiye dayanan, hakarete varmayan ya da dilsel şiddet içermeyen her eleştiri, tutarlı ve geçerli olmasa bile saygındır. Çağdaş insanın tavrı bunu gerektirir. Birey bilinci oluşmamış, özgürlük ve duygudaşlık bilinci oturmamış her kişi, bir başkasının kendisi hakkında ya da yapıtı hakkında söylediği her olumsuz sözden alınır. Düzey olarak kendisinden daha aşağıda birisinin eleştirisinden kendisinin sorgulandığını, sorgulamanınsa hadsizlik olduğunu düşünür. Olumsuz eleştiriyi dilsel şiddetmiş gibi algılar. Kısacası sanatçının diğer sanatçıya karşı olumsuz algısından kaynaklanır. Bu durumda eleştiriye katlanmasından söz edemeyiz. Çünkü sanatının eleştirilmesi değil, kendisinin sorgulanması biçiminde bir tavır olduğu kanısındadır. Şairin sözde haklı olduğu, beşinci sırada bir konu daha vardır: Eleştirinin amacı, kapsamı ve yararı hakkında yeterince bilgi sahibi olunmaması. Örneğin, eleştirinin yararı ve amacı konusunda özet birkaç tümce kuramayan pek çok kitaplı şair olduğunu söyleyebiliriz. Sanata yönelik, sanat bilgisiyle ilgisi olmayan yorum ve söylemlerle her an her yerde karşılaşabiliriz. İster istemez bu durum karşısında şair, eleştireni/yorum yapanı bilgisizlikle suçlar. İlişkiler, suçlama ya da aşağılama biçiminde gelişir. Bugün yazınımızda olduğu gibi bir şiiri eleştirmek ya da şiir hakkında görüşünü söylemek, sıradan bir beğeni durumuna dönüşür. Kimse gerçek düşüncesini ortaya koymaz. Hatta okur veya şair, yapıtı eleştirmekten ya da yapıt hakkında görüş bildirmekten kaçınır. Şair, şiirini eleştiren okuru hiç eleştiri bilgisi olmasa bile özenle ele almalı, sıradan bir yorum bile olsa o görüşü bir kenara atmamalıdır. Hele az çok şiir bilgisi olan okur, bir şey söylüyorsa mutlaka altında görünmeyen bir gerçek var demektir. Yaratıcılık, sıradan düşüncelerden yola çıkarak ulaşılan bir durumdur. Eleştiriye katlanamamazlığın diğer bir biçimi daha var ki bu, türümüzün ayıbıdır: Şairin, şaire karşı gösterdiği hazımsızlık. Çağdaş insanın kabul edemeyeceği tavırdır bu… Dergi ve kitap sayfalarından sosyal medya kanallarına kadar taşmış durumdadır. Eleştiri adı altında hazımsızlıktan kaynaklanan söylemler… Ortam bunu gerektiriyor gibi düşünülebilir ama ortamın işi değil; insan mühendisliğinin bir oyunudur bu tür duygular. Beğenisizlikten hasat beklentisidir. Kutuplaşmış iki dünya, sınırları keskin çizilmiş inançlar ve yaşam gerçeği karşısında sıkışmış şair; birbirinin hem de yakınındaki birinin omzuna basıp yükselmeyi ya da yamanarak görüntü vermeyi başarı olarak algılar olmuştur. Herkesin şiiri kendisinedir. Kimse kimsenin şairliğini elinden alamaz. Kimse iyi şiir yazmakla dünyayı değiştireceği yalanına kapılmamalıdır. Gelecekte sözümüzün ağırlığını ve kalıcılığını istiyorsak, tutumumuz ve şiirimiz insanın değerlerine yönelik olmalıdır. Ne öğreti ne inanç; evrensel değerler… Yedinci sırada ise eleştiriye katlanamadığı için siper gerisinde saklanan kahramanları ele almalıyız. Sosyal medyanın olanaklarını kullanmak çağımızın bir gereğidir. Alışılmışlıklarımızın gölgesine sığınıp bunu göz ardı edemeyiz. Bu olanağı kullanmayan ve kullananı azarlayan pek çok yazar/şair olduğunu da biliyorum. Eleştiriden kaçınmak için siper gerisinde saklanan ya da medya ortamında olmasına karşın küçük bir yorum ve iletişimde bulunmayan… Bu, saygı duyacağımız kişisel bir tutum olmakla birlikte altında başka bir neden yatmaktadır. Kendisi hakkında yapılacak bir yorum ve eleştiriye katlanamayacağını baştan kabul etmesidir. Anlamsız diye nitelendirdiği boş söylemlerden kaçınmanın yolu olarak görmüştür. Daha doğrusu kendi gerçeğinden kaçmanın en güzel gösterenidir. Eleştiriye saygı; sanata güvenmek, bilime inanmak, gerçeği aramak için çıkış kapısı gibidir. En önemlisi yüceye ulaşmak için can atmaktır. Yüceye ulaşmak için can atan sanatçı, ne eleştiriden korkar ne yanılmaktan ne de sosyal medyanın yozlaşmışlığından. Diğer bir yönden baktığımızda, övgü-yergi dışında bilimsel temelli bir eleştiri kültürünün olmadığı, şairin okura ve eleştirmene güvenmediği bir ortamda, siper gerisinde saklanmak, haklı bir gerekçe de sayılabilir. Eleştiriye katlanamamazlığın ruh bilimsel bir nedenini daha açmalıyız. Herkesin inancı ve siyasi bir görüşü vardır. Yadsınamaz. Ne var ki biz bunları hem derin hem katı hem de duygusal yaşarız. Tutucu ve bağnaz yanımız bu konularda oldukça güçlüdür. Sıkı sıkıya bağlıyız ve onun dışına çıkabilme yeteneğimizi yitirmişizdir. Ayrışmış, bölünmüş, karşıt düşüncenin kendisine zarar verdiğini düşünen, aynı şeyi düşünse bile ayrı şey söyleyen insanlarız çoğunlukla. Biliyoruz ki toplumumuz, belleğinde derin izler bırakmış travmalar yaşamıştır. Yaşamı algılayış biçimi; şiddete yatkındır. Üstünlük kurmak, el âlem gözünde küçük düşmemek gibi fazlaca sıkıntılı kişisel çabalarımız vardır. Bu tür sıkıntılarımız yüzünden şair; şiiri ya da şairliği olumsuz eleştirildiğinde, bunu bir kişilik sorunu olarak algılamaktadır. Savunduğu davanın çökeceği korkusuna kapılmaktadır. Bu algı sonucu, yapıtının niteliğine ya da kendisine bakmaksızın, eleştirenin kimliğiyle uğraşmaya başlayacaktır. Acıtabileceği en yumuşak noktayı hedef alacaktır. Eleştirel deneme diye ortaya konan metinlere bakınız, büyük bir çoğunluğu bu ve buna benzer sataşmalarla süslenmiştir. Eleştiriye katlanamamazlığın başka bir nedeni daha vardır: Sanatın oluş, işleyiş, etki, tepki ve döngüsünü iyi bilmemek. Yani sanat felsefesine egemen olmamaktan kaynaklanır. Eleştiri, yapıtla okur arasında kurulan ilişkinin görünümüdür. Bu, aynı zamanda estetik biliminin konusudur. Sanat felsefesini kavramış bir sanatçı, yapıtının okurda bulduğu karşılığı; ölçme gereği duyan, bunları verilerle görmek isteyen kişidir. Salt kendi yaşadığı duyarlılığı yansıtan değil; yaşanan duyarlılığı da görme amacı taşıyandır. Bilir ki estetik değer, sanatın hangi dalı olursa olsun, sanatçı-yapıt-alıcı üçgeninde kurulan bir sonuçtur. Şiirinde önerdiği dünyanın, okur değer yargılarıyla örtüşüp örtüşmediğini, onu dönüştürecek ögeleri şiirine giydirip giydiremediğini araştırandır. Özellikle bu konuda amaç saptırıcı yerleşik genellemeler olduğundan şu tümceyi eklemeliyim: Bunlar, yazarın/şairin özgünlüğünden, özgürlüğünden ödün vermek anlamına gelmez; gelişimi ve daha yetkin yapıt üretmesi için önemli bir eğitim kaynağıdır. Şair, ben bilirim mantığıyla hareket ediyorsa, işte o zaman şiiri hakkında yapılan eleştiriye katlanamaz. Hele toplumdan biraz ilgi ve övgü gördüyse, yapıtı hakkındaki eleştiriyi hakaret olarak algılar. Sanatın işleyişindeki en değerli süreci, buruşturup bilinçsizce bir kenara atmış olur. Sanatçı ne eleştiriye katlanamamazlık gösterir ne göz ardı eder ne de eleştiriden korkar… Yapıtının eleştirilmesi, yorumlanması, okunması, olumsuz yerlerin açıklıkla dile getirilmesi için çaba gösterir. Çok kişinin süzgecinden geçen yapıt ve ondan sonra üretilenler, kısa sürede olgunlaşır. Bu arada şair, göremediği, duyamadığı konulara karşı zihinsel beceri kazanır. Sezgisi güçlenir. Eleştiri veya yorumu kimin ya da nasıl bir anlayışın yaptığına değil; ileri sürülen düşüncenin niteliğine bakar… Göremediği, bilincinde ulaşamadığı yanlarını eleştiri/yorum sonuçlarından alıp değerlendirir. Her olumsuz eleştiri ya da yorum, dikkate alınırsa yapıta işlenmiş oya niteliğindedir. Bunları saygın bir görüş olarak ele almak; bencilliği aşmanın, insana saygının, sanata saygının, düşünceye saygının bir sonucudur. Kısacası eleştiriye katlanmak, çağdaş ve aydın sanatçının tavrıdır. 30 Aralık 2021 Narlıdere/İzmir |