4
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
767
Okunma
Hani hep deriz ya, "nerede o eski günler". Soru temelli bir cümle olsa da, aşırı özlem barındırır bünyesinde. Kimi zaman o "nerede" kelimesi öyle derin bir iç çekiş ve öylesine uzatılarak söylenir ki, ağızdan çıkarken yakar neredeyse söyleyeni.
Eskiden kalabalık ailelerde, kalabalık kış akşamları yaşanırdı. Soğuktu evet, zordu kış günleri. Bir odada soba yanar diğer odalar buzhane gibi olurdu. Yemek, bulaşık, çamaşır, banyo hepsi ayrı bir sorun-zorluktu. Şimdiki gibi her yer aynı ısıda, her an sıcak su olmazdı. Ülkenin banyo günü belliydi, pazar günü bütün evlerde banyo yapılırdı. O gün bütün evlerde kuruyan çamaşır kokusu ve bütün yüzler keseden kıpkırmızı olurdu. (Orta yaşa gelmiş ve biraz da aşmış herkes istisnasız, keselenirken can veriyormuş gibi hissetmiştir. Ve kesinlikle maşrapayı kafasına yemiştir.)
Günümüzde çok şey değişti, daha rahat bir hayat sürüyoruz. Konforlu evlerde, konforlu eşyalara sahibiz. Ailelerimiz küçüldü. Çekirdek ailelerle, çekirdek yalnızlıklar yaşıyoruz hanelerimizde.
Eskiden kahve falında "hanene ay doğuyor" derdi komşu teyze şimdilerde, hanelerimize ’yalnızlık’ doğuyor her gece! Herkes kendi yalnızlığında, duygularını kendi içinde yaşıyor. Paylaşım azaldı, bağ zayıfladı. Olduğumuz yerle olmak istediğimiz yerler hep farklı. Sahip olduğuyla yetinmiyor artık hiç kimse. Hep daha fazlasını isterken ve bunun için çaba sarf ederken ömrün tükendiğini farkında değiliz çoğumuz.
Yakın gözlüğü ile yazmaya çalıştığım şu günlerde, içimden en çok tekrarladığım cümle;
"Nerede o eski günler!"