Sensizlik dağının zirvesinden bakıyorum şimdi şehre. Denizler sokaklara gelebileceğini sanıyor gelgit puanları yüksek diye. Mevsimini şaşırıp meyve veren o ağacı görüyorum. Meyvesinden her yediğimde teşekkür ederdim. O meyve, bense teşekkür zenginiydim. Bu yükseklikten bakınca daha net gördüm, kopardığım meyveler sayısınca teşekkür tülbentleri asmışım dallarına özür dilemem gerekirken. Yere düşünce onu andıran bir şeye dönüşmüş gözyaşlarını da meyve diye toplayıp bir de komposto teşekkürü ettim belki de. Köklerine yaptığı gölgeyi bana yapıyor sandım. Rüzgarın göz koyduğu yapraklarına ağlıyordu, bana şarkılar söylüyor sandım. Artık ne zaman bir ağacın gövdesine yaslanacak, gölgesine oturacak, meyvesinden alacak olsam teşekkür değil özür borçlanacağımı biliyorum. Sensizlik zirvesinden seni de görüyorum ya, uzun bir süre buradayım artık. Tek katlı evinin yıldızları parlattığın damındasın. Güneş gözlüğünü tak bu gece, ay parlak olacak demiştin. Meyvelerinden edindiğim enerjiyle yürüdüğüm yolların mola yerlerinden teşekkür kartpostalları atmıştım hep sana. Özür uçurtmaları uçurma zamanı şimdi. Yerde ve gökte içtenlikle edilmiş tüm özürleri toplayıp damındaki ay sepetinin içine koymak isterdim. Benim mahcup özrüm de o özürlerin arasında saklı. Ademin gözyaşları arasına gizlenmiş bir küçük ademin özrünü tanıman zor. Sensizlik zirvesinden beni de görüyorum. Yukarı mahalleden aşağı mahalleye akan, sonra da başkaları çağlayan dese de ağlayan olarak köyü terk eden bir köy deresiyim ben. Birkaç çakıl taşım, birkaç kıvrımım, birkaç yerde köpüren suyum ve birkaç tahtası olan köprüm var. Unutmuşum senin denizle ilgin olduğunu. Ya bir denizsin sen ya da deniz köprüsü. |