- 575 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
868 - ASLA BİLMEYECEK
Onur BİLGE
“Kaptan’la daha sonra et tırnak olduk. İnanır mısın, o zamana kadar neden onunla dost olamaya çalışmadığım için kendimi yedim bitirdim! Ben dininden habersiz, kul aşkı mağduru biri, o ise her an Allah’la olan, her sözünde belki her nefesinde “Allah!” diyen gerçek bir mümin... Zıt kutupların birbirlerini çektiği gibi çektik birbirimizi ve bir daha hiç ayrılmadık yıllarca! Ben demli bir çaydım sanki acı ve buruk, o da bir adet kesme şeker... Bir araya geldik, ayrılacak gibi değildik artık. Nasıl bıraksaydık birbirimizi! Nasıl sevmeseydik! Nasıl vazgeçseydik! O bana herkesten yakındı. Birbirimizi görünce, dünyalar bizim oluyordu!..
Belki aşktan yana dertliydim ama Kaptan’la kaynaşmıştık. Hayat bana ne kadar acımasızca davranırsa davransın vız geliyordu artık! Enflasyon, ödemem gerektiği halde ödeyemediğim borçlar, yakama yapışan alacaklılar, iflas ettiğim için kapanan dükkânım, bir sevgili gibi sevilmesem de sevgiyi hissettiğim için çok koymadı bana!
Şimdi bana diyorsun ki arkadaşım “Aşkı bu kadar açık nasıl yazdın? Ben olsaydım setrederdim, gizlerdim.”
Sevgiyi ona diyemedim. Arımdan, gururumdan... Yeterince gizlediğim yetmedi mi! Tamamı yüreğimde kaldı, kalıplaştı. Yazmasaydım da delirse miydim!
Yazdım, yazarak attım içimden. Saklasaydım, kendimi hiç de olmadığım gibi gösteren şiirler yazarak saf, temiz, mükemmel bir Müslüman olarak lanse etseydim de riya mı yapsaydım! Allah içimden geçenleri bilmiyor mu! Duygularımı, arzularımı... O zaman kendime saygım kalır mıydı!
Allah, sadece kendisi sevilsin ister tabi ama eşimizi, dostumuzu, yakınlarımızı, yani tüm insanları, hatta hayvanları ve bitkileri aslında yaratılanların tamamını sevmemizi istemez mi!
İşte, neticede her şeyden önce çocuklarımın anası olduğu için sevip saydığım, elimden geldiği kadar çalışıp didinerek kraliçeler gibi yaşatmaya çalıştığım hanımımı, üstüne titrediğim, gözüm gibi koruduğum, yüzlerine bakmaya kıyamadığım evlatlarımı elimden alan Allah, bana onlar dahil olmak üzere hiç kimseyi aratmayacak bir dost bahşetti.
Bugün ben, onun bir zamanlar bana yaptığını yanımdaki insanlara yapmaya çalışıyorum ve senden de kesintisiz bunu bekliyorum arkadaşım.
Köprünün altından çok sular geçti. Şimdi o aşkları yaşayan ben değilmişim, Çin işkencesinden geçmemişim, o eziyetleri çeken ben değilmişim gibi benzer olaylarla gelenleri teselli ediyor ve öğretildiğim gibi öğretmeye, eğitildiğim gibi eğitmeye gayret ediyorum.
Kimi ve neyi seviyorsam, Allah için seviyorum. Evlatlarımı benden oldukları için babalık duygularıyla seviyorum ama diğer çocukları ve gençleri kan bağım olmadığı halde çok seviyorum. Bu zamandan sonra benim sevgim tek kişide odaklanamaz. O marazi sevgi gibi bir sevgiden Allah beni korusun! Sevgiyi kullara, hayvanlara, bitkilere, çakıl taşlarına, tahta ve cam parçacıklarına dağıtıp, aşkı Allah’ta odaklamayı başarıncaya kadar canım çıktı!”
“Bir zamanlar birinden duydum ki âşığın ruhu bir nurdur, tabiatı karanlık... Bu ikisi insanda zıt kutuplardır... Birbirine ters düşerler ve çatışırlar. Biri diğerine hâkim olmak, onun üstünde mülkiyet kurmak ister. Âşık bu iki duygudan da ayrı kalamaz. Hangi duygu galebe çalarsa vücut evi o şekilde olur. Tabiatı karanlıksa vücut heykeli karanlık olur. O zaman Hakk’ı, halkta sever.”
“Büyük bir nefis imtihanı verdim. Üç rüyamdan birinde yılanların arasında buluyordum kendimi. İnsan başlı, insan vücudu kalınlığında sarı bir yılan gördüm bir keresinde. Korkunçtu! Yetmedi, timsaha dönüştü. Bir caminin önünde yatıyordu. Canlıydı. Onunla savaştım, alt ettim.
Nefsim, beni zinaya götüremedi. Yuva yıkmadım. Yarama zikri bastım, onu namazla sardım. Antalya’yı terk edip gitmeyi bildim ve asla arkama bakmadım! Onu gözümden düşürmek için kendi kendime yaptığım telkinler saçlarımı ağarttı!
Sevdiğim kız, Allah ile aramda sütre idi. O perdeyi acilen ortadan kaldırmalıydım. Ne kadar büyük bir nefis savaşı verdiğimi bir ben bilirim, bir de Allah!..
Yıllarca boğuştum kendimle. Gün oldu, onun varlığıyla teselli oldum, hayali beraberliklerle mutlu olmaya çalıştım. Aksi halde, yaşadığım hayat, katlanılır gibi değildi! Gün oldu: "Benim artık ona ihtiyacım yok!.." dedim, kendi kendime. “O bir merdivendi, beni çıkmak istediğim yere ulaştıran. İnmek de istemediğime göre, bir tekmelik işi vardı! Vurdum, gitti! Ne kadar aradıysa, haber gönderdiyse de artık onun için ben, ulaşamayacağı kadar uzaklara gitmiştim. Yoktu öyle birisi. Hiç olmamıştı. Bir düş görmüştüm ben. Kâbus, daha doğrusu... Bir acı vardı ortada, önce benim çektiğim, sonra da ona hatıra bırakarak gittiğim. Hiç söylemedim ona. Hiç bilmedi. Asla bilmeyecek.”
“Böylece aslına uygun olarak yavaş yavaş karanlığa gömülür gider. Aynen şu ayette olduğu gibi: “Gece de onlar için bir ayettir. Biz gündüzü geceden çekip çıkarırız. Bir de bakarsın ki onlar karanlıklar içinde kalmışlar. Gündüz ise nurdur. Buna göre âşık bilir ki karşıt da olsalar, her ikisi de, gece de gündüz de birdir. Karanlıkla nur bitişiktir. Âşık yine bilir ki birinin içine diğerinin girmesi mümkündür.”
“Bir gece bir rüya gördüm. Bir evin ikinci katında, girişte ayağına bir bebek koymuş, sallıyordu. İçeriye girmek istedim, giremedim. Bebeğini uyutmaya çalışıyordu. Ayağının üzerinden atlamadım. Orada, merdivenin son basamağında kalakaldım. Bir oğlu oldu, sırf parası için evlendiği karaktersiz birinden. Sonra yuvası yıkıldı. Kuzeniyle beraber yaşamaya başladı.
Kaderde yoktu. Allah benim ne yapıp yapmayacağımı bilmiyor mu! Hiçbir kötülük yapmadım. Baştan uyumsuzdu her şey. Kötülük yapmak isteseydim yapardım ben de o şair bozuntusu kocasının yaptığı gibi... Ne geçecekti elime! Birkaç gün mutluluk, belki ego, belki nefis tatmini... Ya sonra? O pişmanlıkla nasıl yaşayacaktım!”
“Öylesine iki zıt şeyi birleştirmen, Hakk’ı halkta sevmen mümkündür. Bu halin sana zarar vermez. Böyle duymuştum. Sanki seni anlatıyordu. O anlatımın bir de ruh tarafı vardı. Şu anda net hatırlayamıyorum. İlerde, yine söz açılırsa ve hatırlayabilirsem anlatırım. Üzülme! Unut artık! Önemli olan, geçtiğin yer değil, geldiğin yer!”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 868