9
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
1135
Okunma

Ağzında çam kozalağı, diğeri nereden bulmuşsa iki palamut taşıyordu, meşe palamudu. İkisi de ön dişleriyle soymaya çalıştılar, vaz geçtiler, ön patileriyle küçük bir çukur açtılar. Aynı işi başarmanın mutluluğu vardı telaşelerinin içinde. İkide bir gözetliyorlar birbirlerini. Her bir hareketleri gözden kaçmıyordu.
Dişi sincap erken davrandı, kazdığı çukuru patileriyle kapatır kapatmaz “çiyak” diye bir ses çıkardı, çam ağacına tırmandı, en uç dalda dikensi yapraklar arasında kayboldu.
“Kaçın… kaçın!...” dedi avazı çıktığı kadar gakladı durdu meydanda ala bir karga. Sincaplar saklandıkları dallar üzerinden başlarını kaldırdılar.
“N’oldu?” Dediler şaşkın gözlerle etrafa bakınırken.
Bir yılan tıslıyordu, acelesi vardı, yerden sürüklenerek bir kayanın üzerinden kayboldu. Yılanı gören iki kertenkele korkudan yol verdiler, kayanın dibine saklandılar. Tam tepede iri bir kayanın sivrisine konmuştu tüyleri siyah bir kartal. Bin hışımla vadiyi izlemekten başını kaldırmadı. Ala karga telaşla üst üste gakladı, telaşesi var…
"Kaçın diyorum, kaaaçııın!.. Geliyor!...”
Anlamadılar; ormanın sakinleri kayaların ardından, ağaçların dalları arasından diz boyu otların içinden başlarını kaldırdılar, alakargaya baktılar.
Vadinin derinliklerinden yamaç yukarı kaçan uzun kuyruk tilkileri gördüler, tavşanlar tilkilerden korktular. Bir şeyler olmuştu, ama ne? Sincaplar bir daha ağaçtan indiler, kazdıkları çukurları açtılar, kozalak ve palamutlar duruyordu. Bir daha ağaca çıktılar.
Bütün hayvanlar, börtü böcek yukarı doğru telaşla kaçıyorlardı. Bağırmalar çoğalmıştı, sesler birbirine karıştı. Aşağılarda yamaca sıkı tutunan ağaçlar yanıyordu. İnsan sesleri de gelmeye başlamıştı. İnsan sesi… Ağlamaklı sesler, kızgın sesler, ne yapacaklarını bilmeden sağa sola kaçışan insanlar…
“Köy yanıyor… yetişin!...”
“Davarlar içerde kaldı!.. Giremiyorum!.."
“Her yer alev… yanıyor… yetişin…”
Yetişen yok, uçabilenlerin bir kısmı ormanı terk edip uzaklara gidebildiler, kalanlar sağa sola kaçıyor. Bir kirpinin sırtında alev kümesi, alaca bir yılanın kuyruğu tutuşmuş yanıyor.
Yüksek kayanın sivrisinde siyah tüylü kartal havalandı, gücü yetmedi, uzağa gitmeden tekrar kondu. Bütün hayvanlar kayalıklara doğru koştular, süründüler, uçtular. Kayalıklara vardılar, oradan anlaşılmaz gözlerle alevlerin yükseldiği vadiye baktılar.
İki sincap kozalakların derdine düşmüşler, bir ağaca çıkıyorlar, bir aşağı inip çukurun üstünü kapatıyorlar. Sıcak alevler çam ağacına yetişti, ince dallar hışırtıyla tutuştu. Birden ateş topuna döndü koca çam ağacı. Dişi sincap bir sıçrayışta aşağı atladı, çukuru açmaya fırsat bulmadan uzun kuyruğu tutuştu, acı bir çığlık attı. Diğeri yanan ağacın dalları arasında kalmıştı, atlamaya fırsat bulmadı, tutuştu, ikisi de... dil varmıyor söylemeye. Kozalak ve palamutlar yanmıştı.
Kayalıklara sığınan orman sakinleri hayretler içinde kalmışlardı. Siyah tüylü kartal başını ağırdan kaldırdı, hareketleri ağırdı. Gün görmüşlüğü vardı, tecrübeleri onu yanıltmamıştı.
“Bu yangını hayvanlar çıkaramaz. Hayvanlar ormanı, ormanın içindeki her şeyi sever, korur. Şu alevlerin yükseldiği vadi bizimdir, tutuşan yamaçlarda yuvalarımız var, inlerimiz daha aşağılardadır.” Tecrübe konuşuyordu, onu dinlediler.
“Bu yangını ancak insanoğlu çıkarabilir… gözü doymaz, hırsı geçmez, nefretlerinde boğulurlar… Bunu ancak insanoğlu yapar.”
Ah, insanoğlu, ne yaptın? Yaktın koca ormanı; köy yandı, hayvanlar yandı… sincaplar yandı. Sen yandın, sen… Doymadın mı? Ah, sen!.."
31 Temmuz 2021
Mehmet AKIN