- 586 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
859 – VEHBİ ve KESBİ
Onur BİLGE
Dedenin cami arkadaşlarından biri laf arasında:
“Geri dönmek ve şu ana kadar yaşadığım tüm hayatı bir daha yaşamak istemem! İnsan gibi insana rastlayamadım.” deme gafletinde bulunmuş. Define de ona:
“İnsan gibi insana raslamak için insan gibi insan olmak gerekir. Karganın yavruları kavga ediyormuş. Anneleri sormuş: “Yavrularım neden kavga ediyorsunuz?” diye... Biri “Anne o bana “Yüzün kara!” diyor.” Öteki: “Hayır anne! Asıl o bana “Yüzün kara!” diyor.” “Yapmayın evlatlarım!” demiş anne. “Hangimizin yüzü beyaz ki!” demiş.
“Vardır, Allah’ın yüzü ak kulları... Nur yüzlüler... Onların hürmetine bizi affetsin!” dedi Sadullah Bey.
“Amin! Benim de iler tutar yerim yok! Lime limeyim. Elbette vardır Allah’ın salih kulları. Bizi de o güruh-u naciyeye dahil eylesin!” dedi dede. “İnsan olmak olmamak meselesi birimizden birinin başını yiyecek! İnşallah başı yenen Hüsamettin Efendi olmaz! Kimi aşkı emeksiz buluyor, kiminin emeklemekten takati kesiliyor! Ne şans değil mi? Kimi vehbi, anadan doğma, kimi kesbi bile olamıyor, sürünmekten!”
“Azizim, “Vehbi” dedin de aklıma, rahmetli babamın sık sık okuduğu bir beyit geldi. İlk mısra Yavuz Sultan Selim’e aitmiş... "Bütün dünya benim olsa gamım gitmez nedendir bu?” İkincisi Şair Vehbi’ye... “Ezelden gam turabiyle yapılmış bir bedendir bu!”
Bu iki dizenin doğuş hikâyesi de şöyleymiş: Osmanlı toprağını iki katına çıkarmayı başaran Sultan Yavuz Selim aynı zamanda iyi bir şairdir. Şair Vehbi de yakın arkadaşıdır. Bir gün bu iki şairin arası açılır. Şair Vehbi İstanbul’u terk eder, Erzurum’a, oradan da Van’a gider. Van müftüsünün yanında kâtiplik etmeye başlar.
Padişah, bu ayrılığa üzülür. Nerede olduğunu kimsenin bilmediği o şairi bulmak ve geri getirmek için bir plan yapar. Bir mısra yazar ve bir şiir yarışması tertipler. Yazdığı dizenin devamı olup, onu tamamlayacak en güzel dizeyi yazan şaire bin altın vereceğini ilan eder.
Ödül oldukça büyüktür. Herkes kaleme kâğıda sarılır. Van müftüsü de yarışmaya katılmak için bir dize yazar ve Şair Vehbi’ye, temize çekerek padişaha göndermesi için teslim eder. Ancak Vehbi o dizeyi beğenmez. Kibarca o dizenin pek iyi ve uygun olmadığını söyleyerek ona kendi yazdığı dizeyi göndermeyi teklif eder. Müftü kabul edince, kendi yazdığı dizeyi gönderir.
Padişah, onun usta kaleminden çıkan dizeyi okuyunca, kimin yazdığını hemen anlar ve müftüye şöyle bir yazı gönderir:
"Mükâfat olarak vaat ettiğim bin altını hak ettin! Ben sana altınları gönderiyorum, sen de bana yanındakini gönder!"
"Âlim adamın hali bir başka oluyor canım! Şair geçindiğim halde benim bilmediğim konulara değiniyorsun. Arkadaşım, seni tanımış olmak benim için büyük bir şans! Ben o iki dizenin de Yavuz Sultan Selim’e ait olduğunu zannediyordum. Öyle büyük bir Padişah, şair arkadaşını kaybettiği için demek ki çok üzülmüş! Mutlaka şiir hususunda onunla tamamlanıyormuş. Ben de kendimi seninle tamamlanmış hissediyorum. Ancak bir farkla... Ben negatifim, sen pozitif... Sen oksijensin, ben hidrojenim. Ben senin yanında solda sıfırım!"
"Mübalağa ediyorsun azizim! Neredeyse kendimi bir şey zannetmeye başlayacağım! Fasulye gibi nimetten sayacağım! İkimiz de iyiliğimizle kötülüğümüzle, günahımızla sevabımızla insanız. İnsan noksandır. Hangi insan mükemmeldir ki! Peygamber miyiz biz! Nefislerimizle savaş halindeyiz. Zaman zaman galibiz, zaman zaman mağlup... Cümlemizi ıslah eylesin ve affetsin Mabud!"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 859