12
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
1214
Okunma


Bu sabah ayaklarımı her zamanki gibi karayollarına doğru yürümeye zorladım. Sabah havası serin olur; yüzümü okşadı, bedenim sarsıldı, bir hoş oldum, sinirlerim gevşedi. İlk defa görüyormuş gibi çevreme itinayla baktım. Her şey aynı, yerli yerinde… Kaldırımlar aynı kaldırımlar kirli, sigara izmaritleri çok, yerlere renkli maskeler atılmış.
Bir temizlik görevlisi canından bezmiş gibi süpürgenin ucuyla bir kağıt parçasını birkaç denemeden sonra alıyor.
Yürüyen insanların arasından geçiyorum. Dükkânların önü henüz seyrek, tek tük müşteri var kapıdan girip çıkan.
Sabah temizliği yapan çıraklar, küçük masa ve küçük kürsüleri gölgeli tarafa dizen kısa, şişman, kır saçlı kahveci kirli önlüğü henüz bağlamamış. Ortası tütünden sararmış pos bıyıkları erken kırlaşmış, ağzını dolduruyor. Yanlamasına çizgili bej renkli tişörtü, şişman göbeğinden neredeyse dizlerine kadar uzamış, kot pantolonu üç yerden delinmişti. Ayağına, Gezer marka bir çift terlik geçirmişti. Gözleri avını bekleyen şahin gibi etrafı kolluyordu.
Yaralarını herkesin görebileceği insanlar gibi elinde taşır mübarek, sır saklamasını bilmeden. Masaları, kürsüleri dizerken kaş altından köşede oturan adama baktı.
“Erkencidir.” Dedi, kimsenin duymayacağı bir fısıltıyla.
Kendi tarlasında çalışan ırgatların üst başları kirlidir. Rüzgarda hırpalanmış, paçavraya dönmüş giysileri eskimiş, güneşten yanan tenleri bakır rengidir. Gözlerinde çapak, avuçlarında kabarık nasırlar var. Ellerin üstü, yarı çıplak kolları yara izleriyle doludur. Yara kabukları yerlerinden kopmuş. Bu insanlar kendi tarlasının ırgatları, toprak damlı evlerin birer kahramanıdırlar.
Gözleri kapanmak üzereydi adamın, aralıklarla elinin içine esnemeye başlamıştı. Kim bilir ne derdi var, uykusuz olduğu belli. Kahveci dayanamadı, adama yanaştı, bir daha kuşkulu gözlerle süzdü garibin halini. Anlamsızca başını salladı. Tavşan kokusu almış tazı gibi yerinde durmak bilmedi, içi kıpır kıpır oldu meraktan. Kim bu adam? Edemedi.
“Bu adamda tüm ovanın hikayeleri var.” Dedi, içeri seslendi.
“Yap demli bir çay, pullu olsun… limonu unutma.” Demire inen çekicin darbesinden çıkan sert bir ses gibi buyurucuydu.
Bu saatte yeni yeni yükselir sokaktan halkın sesi
Bu da kim, ilk görüyorum, acep neyin nesi?
Belli ki var garibin bir derdi, yok kimsesi.
Döndü, sol omuzu üzerinden bi daha baktı kahveci, ağzının içinde “cık… cık etti.” İki yana başını salladı. Gözlerinde canlı bir ışıltı oynadı, parlak bir merak gezindi yüzünde. Çok sevindi, garip bir heyecan tüm bedenini sardı. Canlı bir fareyle oynayan kedinin sevinciyle gülümsedi adama bakarken.
“Kim ola?..”
Bakıyorum onlara; aman kahveci, senden korktuğum kadar şeytandan korkmadım, desem!.. İşte böyle olmuşuz, bizden olmayan birinin bizi anlamasını ve anlatmasını beklemeyiz, be kahveci. Ona inanmadım, o da kendine inanmamış olmalı.
Kahveci:
“Hangi köyden, sabah sabah erken… “ Sözünü bitiremedi.
“Doğru dersin, kardaş… Düştük bir kere.”
Adam nihayet konuşmuştu. Daha çok konuşacaktı, bir kere açılmıştı, belki de temiz sevdasının hatırına sustu. Otuzunda yoktu, siyah saçları kulaklarından aşağı sarkmış, dağınık ve kirli. Adam, cevap vermeden gözlerini yere dikmiş, suskun durmuştu. Kahveci, onun gözlerinde bir masumiyet ifadesi sezinlemiş, sessiz kalmasından kuşkulanmıştı.
“Yüzünde sevdanın izleri var, garibin.”
Yürüdüm. Baş başa bıraktım onları, kahvecinin merakını… Çekemem şimdi. Karayollarına doğru yürüdükçe düşünceler peşi sıra yanımı, yönümü sardı. Bu şehrin sokaklarında ne çok dertli insan var yoksa derdini söylemeyen mi demeli?..
Hayat bize insafsız mı davranıyor, insanlarda merhamet mi kalmadı, yoksa dünyayı yönetenler mi yetersiz, anlamadım gitti.
27 Haziran 2021
Mehmet AKIN