3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
649
Okunma

-Bir İstanbul düşün.
Herkesin ballandıra ballandıra anlattığından değil ama!
Sokakları, kurulan pazar sonrası çöp dağları ile yığılı hali ile getir aklına.
-Haydi, neden çekiniyorsun ki?
-Elbette ki
Sabahattin Ali anlatınca İstanbul’u
Ve buna Cahit Sıtkı Tarancı eklenince, eşsiz bir şehir geliyor akıllara
Gezmeye doyulmayacak bir Nazım Hikmet şiiri edasında...
-Ama hiç okudun mu
Veyahut dinledin mi Fransız romancı Pierre Loti den
Tepeden aşağıya inerken haliç kıyısına değin uzanan, buz gibi mermerler ile bezeli ölüm kokusunu!
Duymadın değil mi? Okumadın da elbet.
Tabii öncesinde bazı kesimlerce, İstanbul’u pazarlamak, satmak vardı! Şairlerimizin naif anlatımlarını çarpıtarak! Yani, yoksa kim çekecekti onca göçü bu şehrin kucağına? Ve kim bozacaktı aşkın mabedini kusursuzca...
-Peki kimdir
Kimlerdir onca insan yükünü, ağırlığını mesuliyetini, İstanbul’un merkezine koyan.
Haydi bakınalım mı bir etrafımıza?
A Aysel! Yok canım Turgut yapmaz bunu, saçmalama Rıza ya, Pelinin aklına bile gelmez. Abart abart Teyfik, hah bir sen eksiktin Cansu gibi örnekler dolaşır, aklımızın nokta atışlarında...
-Artık para etmiyor hiç
İtiş kakış, yüksek katlı çarpık yapısıyla İstanbul boğazı! Neymiş efendim, nüfus artışı çok o yüzden dikiliyormuş zarafetten yoksun, havalı ismi ile "gökdelen" cenderesi.
-Oysa sende, bende çok iyi biliyoruz ki
Rant bunların tek kaygısı. Yalan ise çıksın söylesin biri?
Haydi, yok mu şöyle özü sözü bir babayiğit?
İstanbul elbette öncesinde daha güzel, ve şiirlerde anlatıldığı gibi emsalsiz bir kentti. Turistler günü birlik gelir, hayranlıkla fotoğraflar çekilir, alışverişler yapılır, anlatabileceği hikayeleri bavullarına toplar, dönerlerdi tekrardan ülkelerine. Kalmazlardı yani bizler gibi "taşı toprağı altın" safsatasına inanarak, altını üstüne getirecek şekilde temelli!
-Şimdi şu an
Bildiğin gördüğün gezdiğin, hani şairlere ressamlara ilham olan bu şehir, yani İstanbul eskisi kadar gerçekten güzel mi?
Mesela Beykoz Anadolu kavağı Yaros kalesi ve çevresi. Veya enfes manzarası ile Sarıyer Rumeli kavağı sırtları. Ya iç tarafta kalan, ve Topkapı sarayından kaçıp kaçıp kendine yer edinen Cihangirli Beyoğlu?
Huzurla özdeşleşen Büyükçekmece, medeniyetlerin kurulup dağıldığı, ve bizlerin talan ettiği Fatih. Zamanında çiftçilikle övünen Çatalca, enteresan atıkların sahiline vurduğu Bakırköy. Ah ah ya o bir birinden güzel olan pırlanta misali adalar?
-Öyle çok muhaceret bozulmalara sahip ki bazı yerler say say bitmez...
-Bunun dışında
Hiç fark ettin mi sende bilmiyorum ama. Artık eskisi kadar, gün batımı kızıla boyamıyor gökyüzünü. Onu da geç, hiç berrak değil, yüzdüğümüz vapurla gezdiğimiz deniz. Bunu da geç! Oltaya balık yerine, ayakkabı çorap, iç çamaşırı takılıyor bildiğiniz...
-Bir şehir affedebilir mi bizi?
Bir sabah mesela kapılarımıza bildiri asarak, pılınızı pırtınızı toplayıp, defolup gidin kalbimden diye bilir mi? Göçe zorlar mı hiç, her şeyini geride bırakıp, iş aş geçim belasıyla gelenini?
Yapar mı bunu, ya da yapmalı mı yoksa en kısa zamanda?
Düşünsene bir, koca bir şehir taşıyamıyor artık kendini. Hele ki milyonlar var üzerinde, ve onların umarsızca yapı üzerine yapı diktiği kirlettiği, yer altı güzelliklerini, tarihini mahvettiği, yeşilini mavisini katlettiği, suyunu havasını zehirlediği, sorumsuz insanlar öbeği ürerken sürekli!
Gitmeliler bence, gelmeden önce büyük İstanbul depremi!
Aslında bu deprem, kimi misafir olarak gelen, sonrasında yerleşen, ve hatta artık kendi malıymış gibi sahiplenen, ortalığı yıkıp döken kendi kafasına göre şehri düzenleyenlere karşı sesini yükseltip, gidin artık ne olur dediği çığlığı bir nevi! Yoksa sen halen kulağını tıkayacak olanlardan mısın?
-Şehrin tarihinden ders almaz mısın?
Onca medeniyet kuruldu ve yıkıldı, dağıldı yahu
Kimi depremle, kimi savaşla, kimisi de önlenemez bir aç gözlülük hırsıyla! Yok olup gittiler...
Ama buraya da artı bir parantez açmak istiyorum! Bilmem hiç fark ettiniz mi, onlar her daim kalıcı burada! Kim peki bunlar? Yazdıkları ile yeni ve eskiyi harmanlayıp, öncü bir akımın fitilini ateşleyenler. Tuvallerinde dünü bugünü yarını harikulade bir şekilde renkler ile işleyenler. Ve daha nicesi. Bizim gibi tüketen değil bakın, daima veren onu yücelten İstanbul’a aşık, azınlıkta ki bir zümre...
-Şimdi yeniden tekrar ediyorum, bu şehir affedebilir mi bizi sizce?
Bu gerçekten mümkün müdür sence ha? Sana diyorum ya Şule! Bakmasana öyle şaşkın şaşkın Selim. Elimin tersindesin ha Galata! işte çıktı çıkacak ağzımdan bir küfür, ya yapma böyle soğuk şakalar demedim mi sana Yerebatan sarnıcı? A yeter be ağlama kız kulesi. Al şunları başımdan ne olursun Ayasofya abla. Vallahi yaka silkiyorum artık senden altın boynuz! Nedir bu arkadaş, vır vır vır dedikodu kazanı gibisin, yuh gerçekten öyle mi olmuş ya Alman çeşmesi? Yani pes diyorum artık sana bozdoğan kemeri pes, Vefa bu ya yapmaz yapmaz. Tamam ya tamam senin dediğin olsun, al şu üç beş kuruşu şu dilenci kıza ver Süleymaniye. Amân yine mi ya yine mi yağmur yağıyor, demedim mi ben sana arkeoloji müzesi, al şu garip şemsiyeni diye yanına? Of of... Diye biter hikaye burada, çünkü devamı gelmiyor.
26.9.2020
Adnan Bilgiç