"Yalnış" Konuşmak
“YALNIŞ” KONUŞMAK
Günlük hayatımızın tamamında konuşarak iletişim kurarız. Ancak bu basit fiili doğru yapıyor muyuz? Hayır, telaffuza dikkat etmek, diksiyonumuza hakim olmak veya ses tonunu iyi ayarlamak vs. gibi akla ilk gelen unsurlardan değil daha çok arka planda unutulan ahlaki ve dini maddelerden bahsedeceğim. Ama daha evvel konuşmanın daha doğrusu sözlerin karşı taraf üzerindeki etkisini kavrayalım. Böylece konuya özenle yaklaşmanızı umuyorum.
Söz; insan üstünde tesiri en fazla olan, yeri geldiğinde bir devleti deviren, yeri geldiğinde ise kalpleri fetheden en etkili araçtır. Tarih bize her zaman olduğu gibi bu hususta da birçok ders veriyor. Yavuz (hz) devrinde yaşanmış bir hadise:
Sultan Selim(hz), Çaldıran Muharebesi’nden sonra Safevi Devleti’ne bağlı bulunan Diyarbekir’i de Osmanlı sınırları içerisine katmak istiyordu. Fakat kan dökülmesini istemediğinden bu meseleyi ağız yoluyla halletmek gerektiği kararına varmıştı. Zamanın büyük alimlerinden olan İdris-i Bitlisi(hz)’yi Diyarbekir beyi ile konuşmaya gönderdi. İdris-i Bitlisi(hz) muazzam ikna kabiliyeti ve söz sanatındaki ustalığının neticesi olarak yalnızca Diyarbekir değil Mardin, Hasankeyf, Siirt ve 25’ten fazla bölge beyi itaat altına alındı. Bu hadise kelamın ne kadar kuvvetli olduğunu anlamaya yetmez mi? Eskilerin “Kelamda sihir vardır.” sözü bu kırık cümlelerimin özü olacak sanırım.
Biraz daha evvel zamana gidelim. Bir başka hikaye de şu şekilde:
Sadece Hicaz’ın değil bütün Arabistan’ın en iyi şairi Hazreti Ka’b (rah.) Müslüman olduktan sonra Taif Seferi ile aynı sene içinde Efendimiz’in (sav.) yanına geldi. Allah Resulü (as.) için övgü ile kaleme aldığı 59 beyitlik kasidesini Peygamberimiz’in (sav.) huzurunda okudu.
“O Resul-i Kibriya bir nurdur ışık saçan:
Keskin ve yalın kılıç, ilahi kılıçlardan…”
satırlarını okuduğunda Aleyhisselam Efendimiz o kadar hoşnut bir hale büründüler ki hemen hırkasını çıkarıp Ka’b Hazretlerinin omuzlarına giydirdiler. İslam Edebiyatı’ndaki Hırka Kasidesi manasına gelen meşhur “Kaside-i Bürde” adını bu hadiseden almıştır. İslam’ın bu muazzam şairi sözleriyle Resul-ü Ekrem (s.a.v) Efendimiz’i etkilemiş ve bugün İstanbul’da Topkapı Sarayı’ndaki Has Oda’da bulunan Hırka-ı Şerife layık görülmüştür.
Söz; kılıçtan daha keskindir. Zira kılıç yarası kapanır ama dil yarası kapanmaz.
Söz, kişinin kalbini yansıtır. Yani söz kalbin dilidir. Kişinin sözü nasılsa kalbi de öyledir. Boş konuşan kişinin kalbi de malayani ile doludur. Kötü konuşan kimse, kalbi kararmış kimsedir. İyi kelam eden de kalbini kirlerden arındırmıştır. Özetle söz kişiliktir.
Her işin kötü bir yanı olduğu gibi söz söylemenin de kötü bir tarafı vardır. Ancak bunu daha çok cahil kesim kullanır. İnsanların, sözlerine hakkıyla önem vermeyip tabiri caiz ise ağıza her geleni söylemeleri söz sanatının sevilmeyen bir yanıdır ve ne yazık ki günümüzde çok da aldırış edilmemesine nazaran umursanılması gereken bir gerçektir. Küfür.
Kullanmayı alışkanlık haline getirmiş olma durumumuzdan dolayı ne kadar bize sıradanmış görünümü verse de konuşmamızı belki de farklı uçurumlara götürüyor. Halk arasında çoğu kez kızıldığı zaman kullanılıyor bu aşağılayıcı ve kötümser sözcükler. Kavgaya veya uzun süreli küslüklere meydan veriyor. Bütün bunları normal karşılansa da sonuçları ortaya koyunca hiç de normal olan haller değiller. Sözün kalpleri yıktığı gerçeğini düşünecek olursak kalpteki payitahtları yıkmak başta bir Müslüman’a ve ahlakı tam bireylere yakışık kalmayan bir durum. Bir geriye dönelim. Kötü ve çirkin söz söyleyerek fertlerin sevgisini kazanan kaç kişi tanıyoruz? Peki ağzı bozuk bir devlet adamı, profesör veya bilim adamının varlığına şahit olduk mu asırlardır? Küfür etmenin bir cahil alışkanlığı olduğunu buradan anlayabiliriz aziz dostlar.
Eğer bu kısa ifadeler kalbinizi tatmin etmediyse şu cümleleri de ilave etmek isterim:
Küfür iki dostun arasını açan ve şeytanın işini kolaylaştıran bir silahtır. Küfür ederken bu kelimelerin (ve hiddetin) nelere sebebiyet vereceğini aynı zamanda İblis’e hizmet ettiğimizi daha önce düşünmüş müydük? Bu olgu üzerinde ehemmiyetle durmamızı talep ediyorum. Karşı tarafa (belki de kara gün dostumuza) bir melunun vesvesesi ile söylediğimiz her sözün aslında hem dünyada hem de ahiret hayatımızda bizi ziyana uğratacağını düşünmeliyiz sevgili okurlar.
Küfür sadece hiddet anında kullanılmaz. Şakalarımızı ve esprilerimizi de sebepsiz yere küfre bağlarız. Küfrün güldürücü bir etkisi olduğu kanısındayız çoğumuz. Fakat bu sandığımızdan çok farklı. Espri zeka göstergesidir. Bir kimsenin şaka ve güldürme kabiliyeti onda bir cevher olduğunu gösterir. Etrafımızdaki insanları güldürme maksadıyla küfür kullanmak yaptığımız şakayı veya espriyi zekamıza değil küfre dayandırmaktır. Bunun aksini ispat edebilmemiz için bütün stand up göstericilerinin küfürle izleyen kesimi güldürmesi gerekirdi. Anlamamız gereken: “Küfür güldürücü değildir. Aksine acizlik göstergesidir.”
Ayrıca küfür içeren sözcükleri çok kullanan insanlardan büyük bir kitlenin, kelime daracığı zayıflığından, duygularını aktarabilecek kelimeler türetemediklerinden ötürü küfre başvurduklarını, küfrü bir yardımcı olarak kullandıklarını düşünmekteyim. Hatta bu öyle üzücü öyle iç karartan bir noktaya ulaşmış bulunuyor ki ünlem, soru işareti, nokta dahi kullanmak yerine konuşmalarımızı “küfürleme işaretleriyle” sonlandırır haldeyiz.
“Edepli konuşmak edep göstergesidir.”
“Ahlaklı insan ahlaklı konuşur.”
“Kişinin kalbi nasılsa sözleri de öyledir.”
Bu sözleri hayat felsefesi edinmeliyiz kıymetli dostlarım.
Küfür başta olmak üzere, argo içerikli, kalp kıran veya kullanılması ahlak dışı sayılan her kelime bizim irademizde olmadan, varlığından bile haberdar olmadığımız insanların üzülmesin veya ağlamasına yol açıyor. Aklımıza henüz oturmayan bu karışık argümanı, kulaklarımın şahit olduğu şöyle bir konuşma ile anlatayım:
Lise birinci sınıftayken felsefeci diye nitelendirdiğimiz bir din öğretmenimiz vardı. Bizden kendisin sorular sormamızı ve sorular üzerinden, karşılıklı muhabbet edasıyla (zevkli bir) ders işlememizi isterdi. Bir gün sorulan (hatrımda olmamasını mazur görün) bir soruya şöyle cevap vermişti:
“Kullandığınız kelimelere hiç dikkat ediyor musunuz bilmem. Ama aklınıza gelmeyecek şeylere neden oluyorlar. Mesela geçen gün aniden, sebepsiz yere içime kötü bir his düştü. Birtakım duyguları yaşayanınız vardır hiçbir nedeni olmadan. Bende üzülmüştüm sebepsiz yere. Ağlayasım geldi. Hatta kendimi tutmasam gözyaşlarımı tutamayacaktım. Allah Allah dedim. Ne dün ne de evvelsi gün ne de geçen günlerde kötü veya üzücü bir olay gelmedi başıma. Yok. Ne kadar düşünsem de aklıma bir türlü gelmiyor bu üzüntümün nedeni. İzlediğim filmler de, okuduğum kitaplar da, tartıştığım insanlar da değildi. Sebebi neydi sizce? Kendimi inandıracak bir sonuca vardım kafamda. Kullandığınız kelimeler bir enerji olarak dünya üzerinde dolaşıp durur. Dünya yok olana kadar da dolaşacaktır. Gayrimüslim araştırmacılar İsa(a.s.)’ın ses titreşimlerini yakalayarak sesine ulaşmaya çalışıyorlar. Neyse. Konuşurken neleri kullandığınıza dikkat edin. Ağzınızdan çıkar her ses bir başkasının kulağına o hissetmese de enerji olarak gider ve bende olduğu gibi insan üzerinde ya mutluluk ya da hüzün etkisi bırakır.” Artık iki dudağımız arasından çıkar her şeyin neler doğurduğunun farkına varmışızdır.
Çok fazla uzatmamı af buyurun. Kısa bir Hadi-i Şerif ile bu bahsinden bile hoşnut olmadığım bu konuya son noktamızı koyalım:
"Melekler kalktı, ben de onlarla beraber kalktım. Bu sövülen, sükût ettiği müddet, melekler buna sövene, sözü geri çeviriyorlardı. Ne zaman ki bu adam, sövenin sözünü geri çevirdi, melekler kalktı, gitti." buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Edeb, II, 572) hadis-i şerifinin verdiği mesaj ile küfür denen mefhumu yaşantımızın parçası yapmaktan beri durmalı ve bu hususta bilgi sahibi olmayanlara da bunları ulaştırmalıyız sayın okurlar.
(Kıymetli vaktinizi ayırdığınız için teşekkürlerimi sunuyorum. "Yalnış" Konuşmak serisi devam edecek. İnşAllah bir sonraki yazımızda "Dedikodu" mevzusunu altlı üstü ele alacağız. Bir dahaki satırlarda buluşmak dileğiyle.)
Halil İbrahim Aydın (İbari)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.