6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1644
Okunma
CAN ÇEKİŞEN EDEBİYAT
Beni bu makaleyi yazmaya sevk eden edebi kural, edebi ahlak, edebi aşk ve edebi dürüstlüktür. Edebiyat; başlı başına güzel ahlakın ürünleri değil midir, sizce?
Her alanda Teknolojilerin gelişmesiyle dünyayı saran, " Z - KUŞAĞI" denilen yeni yetme gençleri kendine hayran bıraktıran giyim tarzları, saç modelleri, özü Türkçe olsa da söyleyiş şekli ecinni anadiline benzeyen, yeni bir kültür türü maalesef ülkemize bilinçli olarak yerleştirilmiş kanısındayım. Bugün; hangi amaçlar taşıdığı belli olmayan kültürü tartışmaya açmak için değil, bu kültür ruhundan esinlenerek edebiyatımızda yeni bir yazı tarzı yaratanlara şaşıyorum doğrusu.
Yeni yazı tarzıyla, bir cümlede bakarsınız kırk – elli sözcük ardı ardına sıralanmış, aralarında hiçbir noktalama işareti kullanılmadan, gerçek amaca sondan iki – üç sözcükle anlam kazandırılarak tamamlanmıştır. Haa… denilebilir ki eski yazarlardan Nurullah Ataç da elli- altmış kelimelerden oluşan cümleler kurmuştur. Doğrudur, cümlelerinin arasında mutlaka virgüller ya da noktalı virgüller kullanarak anlam bütünlüğünü sağlamıştır. Acaba diyorum, düşüncelerini açıklayan bazı gazeteciler gibi İmla kuralları da cezaevlerinde kilit altına mı alındı, haberimiz olmadan? Kim bilir, belki… Çevremde rastladığım, yazılarını okuduğum kişilere sorduğumda;
“Herkesin bir tarzı var, benim de tarzım budur.” Der ve haklılığını ortaya koyar. “Haklılığını ortaya koyar” diyorum, çünkü yaşam tarzımızda neler değişmedi ki… Varsın yazım kurallarımız da değişsin, ne çıkar? Ne de olsa imla kuralları, noktalama işaretleri yerini yeni tarzlara bırakmamış mıdır?
Edebi şahsiyetler her dönemde kendilerine, lise sıralarında edebiyat öğretmenleri öğrencilerine, eli kalem tutan edebiyat severler arkadaş ortamlarında aynı soruyu sormuşlardır her daim,
“Edebiyat nedir..?”
Verilen cevapları yazmaya çalışırsak, sanırım kocaman bir kitap meydana gelmiş olur.
Bana göre edebiyat, gerçeklerin hayal ile süslenmesidir, hani gerçekler daima çıplak gezmeyi sevmez mi? Duygusal bir toplum olmamız nedeniyle genellikle yazılarımıza hüzünlü bir ruh vermeye çalışmıyor muyuz? Gördüğümüz, duyduğumuz ve yaşadığımız gerçekleri hayal ile süsleyerek biraz da duygusal tarafımızı katarak hikayeleştiriyoruz , ya da duygu ve düşüncelerimizi makale olarak kaleme almaya çalışırız.
Başka bir mesele de; benim için önemli olan bir eserin içeriğinden ziyade edebi yönüdür... Anlaşılır cümlelerle güzel Türkçe dilimize argo kelimeler katmadan, aralara Türkçe anlamı olmayan sözcükler sıkıştırmadan, çok çeşitli şivelerden oluşan Anadolu kültürünü yaşayan ve yaşatan insanlarımızın anlayacakları bir üslupla, anlatmak istediğinizi mükemmel bir şekilde anlatma tarzıdır.
Sözüm meclisten dışarı bazı yazar arkadaşlarımızın yazlarında kullandıkları sözcükler ve cümleler benim için hiçbir şey ifade etmiyor. O tür sözcükler yazmaya kalkışırsak inanın buradan Çine yol olur, tabiri caizse...
Hani halk arasında derler;
"Arkadaşını söyle kim olduğunu söyleyeyim, " bir de;
"Kişinin iştir aynası" sözlerinin doğruluğuna az çok inananlarımız vardır, sanırım… Buradaki; arkadaş kalem, işi gösteren de eserlerimiz değil mi? Yazılarımızda samimiyet, dürüstlük ve insanlara verdiğimiz değerler kendini apaçık göstermektedir. İnanır mısınız bilmem, her gün bu sitede günlük olarak yayınlayan yazıların tümüne göz atıyorum. Ruhumu okşayan, ahlaki değerleri yüksek sevgi dolu yürekleriyle düşüncelerini anlatan yazar arkadaşlarımın ifadelerine hayranım. "....... yazar hakkında ne düşünürsünüz?" diye sorulursa hiç görmediğimiz halde duygularını, düşüncelerini ve ahlaki değerlerini az çok anlatabiliriz, galiba.
Bu makaleyi yazmak için neden gerek duydunuz derseniz, okuduğum bazı yazılarda – edebi açıdan - anlam veremediğim sözcükler ya da kültürümüzden uzak kullanılan cümleciklerdir. Asıl anlamlarından uzaklaşmış sözcüklerden kurulu, anlaşılması zorlaşan çetrefilli tümcelerle yazılmış metinlere ne denmeli? Oysa yazıların içeriği anadilimizle ufkumu açacak, yerine göre güldürürken beni düşüncelere sevk edecek, bana mesajlar verecek nitelikte olmalıdır. Cümleler arasına sıkıştırılan şekli şimali değiştirilen sözcükler, öz Türkçe yerine anlamı belli olmayan kelimeler insanımızı Anadolu kültüründen uzaklaştırmaktadır. İşte üzüldüğüm taraf budur. Bakarsınız birileri çıkar;
“Kusura bakma Mehmet hocam, eğitimci kimliğinle bize ayak uyduramıyorsun, bizler artık yeni yarattığımız " Z - KUŞAĞININ" kalemşörleriyiz, eskiler geride kaldı…” diyebilirler.
Varsın desinler… Biz edebiyatı, edebi şahsiyetlerin eserlerini irdeleyerek öğrendik. Her bir şair ya da yazar, başlı başına bir memlekete değerdir, benim gözümde. İdeolojileri, inançları, fikir ve düşünceleri ne olursa olsun fark etmez, gerek Türk şiirinde, gerek hikâye ya da makale alanlarında bizlere çığır açanlar ne yecüc - mecüc duygularla, ne de ecinni ana diliyle eserler miras olarak bıraktıklarına şahit oldunuz mu? Rahmetle anacağımız; Nazım Hikmetler, Necip Fazıl Kısakürekler, Faruk Nafiz Çamlıbeller….. vb. şairler; Sabahattin Aliler, Peyami Sefalar, Yaşar Kemaller, Kemal Tahirler, Yakup Karaomsanoğlu ….gibi daha yazamadığım şair ve yazarların eserlerini nereye koymalıyız? Hayatta olanlara selametler dilediğim Ömer Zülfü Livaneliler, Ayşe Kuleler, Nazan Bekiroğlular, Hasan Toptaşlar gibi yazarlarımız bizi hem geçmişe götüren, hem de günümüzü bize yaşatan eserleriyle edebiyatımıza ışık tutmuyorlar mı?
Anadolu’muzun tüm bölgelerini kasıp kavuran, okullarımıza kadar inerek gençlerimizin yeni tarz kültürlerini destekleyebiliriz ya da eleştirebiliriz, başka tartışma konusu…
Yeri gelmişken yıllarını eğitime adamış emekli bir öğretmen olarak; İkibinli yılların başlarından itibaren eğitim sistemimizde yapılan değişiklikler ile hüsrana uğrayan bir ülke kalmış hafızamızda. Anlama ve anlatmaktan uzak, yazmaktan aciz - yetenekli çocuklar hariç – bilgi ve genel kültürden çok uzak kalmış, tarihi bilmeyen, coğrafyadan anlamayan edebiyattan nefret eden yeni bir nesil meydana geldi. Sadece testlere dayalı bir eğitim sisteminden ne çıkar…? Her mahalleye bir İHL açmanın hiçbir izahı yoktur. Eskiden halk arasında İHL’ara karış bir saygınlık biliniyorken, an itibariyle nefrete dönüştürmesine gerek var mıydı? Şimdi, eğitim sistemini değiştirme lüksümüz var mı? Var, ama yeni bir eğitim sistemi rayına oturması için uzun seneler ister. Nasıl ki yirmi yıldır milyonlarca gençlerin eğitimini gözden çıkardık, yeni bir eğitim sistemi ile de gözden çıkarılması gereken milyonlarca yeni gençler olacak. Eski müfredat yeterli miydi, hayır çıkarılması gereken bilgi kirliliği hem de çok fazlasıyla vardı. Sistemle fazla oynamadan gereksiz bilgiler müfredattan elbette çıkarılabilirdi.
Ben mutluydum eski sistemle ders verirken sınıfımda, öğrencilerimin de mutluluklarını okuyordum gözlerinden. Ne çare…
Yazdıklarımı saçma bulacak olanlar çıkacak elbette, ama gerçekler her zaman çıplak gezmeyi sevmez mi…?
24 Haziran 2020
Mehmet AKIN